• sagopa kajmer, kötü insanları tanıma senesi'nde diss olmadığını söylemişti. yazmıştı daha doğru bir ifadeyle.. halbuki ben, sahibinin sesi'nin türkçe rap tarihinde gelmiş-geçmiş-gelecek tüm disslerin efendisi olduğunu düşünüyorum. türk rapperların undergrounddan çıkmayı başarabilmiş olanlarının büyük çoğunluğunun yaptığı tüm dissleri dinlemiş biri olarak, bu düşüncemin sonuna kadar arkasındayım. en çok hoşuma giden de, bu dissin sadece 4 kelimeden ibaret olması. yani bir disstortion e.p. değil. ama çok fena vuruyor, kodu mu oturtuyor.

    gelelim disse..

    "bıkmışım her gün aynı teranelerden ben
    bir-iki yalancı ve sahtekâr..
    yoldan saptıran imtihanlar..
    kana kana kanıyorlar bak!
    sağım-solum-önüm-arkam gafil,
    hüzün kuyusuna gark olur aciz,
    içim acı sahibi meçhul herkes
    bu sahibinin sesi merkez!"

    "bu sahibinin sesi merkez..."

    sago, "merkez" derken son heceye vurgu yapıp, mer-kesssss diye bitiriyor cümlesini ve nakaratın ardından defalarca haykırarak tekrarlıyor.

    şimdi efendim nedir bu merkez?

    merkez, ankara'nın nadir popüler rap gruplarından mode xl'in mottosu. hani şu, terapi'yi editleyerek, sagopa kajmer'e full küfür içerikli dissi hazırlayan grup. söz konusu diss için: (bkz: erotizma).

    bu küfürlere karşı ne diyor sago?

    "bu sahibinin sesi merkez!" bir yerde, "susun köpekler!" bence 10 numara diss. ben de yürekten haykırıyorum: bu sahibinin sesi merkez!

    belki de kuruntu yapıyorum, bilemiyorum..
  • ayrıca sevim burak'ın bir oyunu..
  • gece gunduz adlı dizinin birkaç bölümünde yerli yersiz kullanılarak, bir bakıma değerlendirilememiş sago'nun kotu insanlari tanima senesi albümünün en sağlam parçalarından biri.

    sırf içerisinde 'merkeeeez' geçiyor diye kullanmadılarsa tekrar sabırtaşı olmaya razıyım.

    (bkz: dokuzuncu nesil sabirtasi yazar)
  • "romandan oyunlaştırılmış" denilmiş fakat roman değildir. sevim burak'ın romanı yoktur. oyun ve öykü yazarıdır. aslında 60lı yılların en yenilikçi yazarlarından birisi olmasına rağmen günümüzde çok bilinmemekte ilginç bir şekilde. bilinç akışı yöntemini kullanır oyunlarında da öykülerinde de. aslen terzi olduğu için aklına gelenleri kağıtlara yazıp perdelerine tutturmuştur iğneyle. sonra bunları bir araya getirip oluşturmuştur eserlerini. aslında klasik tiyatroya tam anlamıyla karşı bir yazar olmasına rağmen dt yorumunda oyunu klasik bir oyun gibi sahnelemişler.
  • dün üsküdar tekel sahnesi'nde izlediğim, devlet tiyatroları'nın bu sezon sahnelenmeye başlanan yeni oyunu.

    1930'ların kuzguncuk'unda bir konakta geçen oyunda, paranoyak ve yaşamın tüm renklerinden korkan karakteri bilal'in sanrılarla dolu yaşadıkları anlatılmakta.

    --- spoiler ---

    bilal bağana, sevgilisi zembul allahanati ile birlikte yaşamaktadır. zaten hastalıklı biçimde kuşkucu bir karakter olan bilal, zembul'un hamile kalması üzerine kendisine yapılması muhtemel evlenme baskısından tedirgin olur. zembul'un kendi akrabalarını ve diğer ''gayrimüslim komşuları'' devreye sokarak kendisini zorlayacağını düşünen bilal, düşmanları tarafından koz olarak kullanılabilecek ya da şantaj malzemesi olabilecek pürüzleri hayatından temizlemek üzere harekete geçer. bir asker kaçağıdır bilal; bu durumun aleyhine kullanılmasını engellemek için babasının çevresini kullanarak, görevi başında uçağının infilak etmesi sonucunda yanarak ölmüş bir askeri pilotun, muzaffer seza'nın kimliğini alır. böylece soruşturmalarda ve kayıtlarda asker kaçağı olarak görünmeyecektir artık. ancak seza’nın hayaleti onu bir türlü rahat bırakmaz. bu arada babası da ölmüştür. babasının yatağını kendi evine taşıtır bilal ve yatağa uzanır uzanmaz topuğundan bir dikiş iğnesi girer. zembul'ün çocuğunu doğurması ile artan sıkıntıları ve marazi kuşkuları onun muhbir ve ''yabancı düşmanı'' kimliğini açığa çıkarır. oyunun bundan sonrasında finale kadar bilal'in bedeninde bir yürüyüp bir duran ve hep kalbine saplanma tehlikesinden söz edilen iğnenin ilerleyişini ve bilal'in bütün mahalleyi kundaklama planını hayata geçirme çabası bir arada verilir. zembul ve bilal'in trajik aşkı: çok kültürlülüğün, parçalanmanın, deliliğin izlerini sürerek yazılmış etkileyici bir hikaye.

    --- spoiler ---

    oyun, anlatmak istediği hikayeyi seyirciye adeta roman şeklinde sunuyor. oyunun işleyişi belirli bölümlerde bir romanda yer alan tasvirleri anımsatıyor. bu anlatımın gerçekleştiği sahnelerde oyun birazcık takip etmesi zor bir sürece girerek seyirciyi zorlayabiliyor. oyun geneline bakıldığında her ne kadar klasik anlatım türünde bir tiyatronun özelliklerini taşısa da kurgunun zorlayıcılığı oyunu farklı bir seviyeye taşıyor. oyunda sahne tasarımı da bir hayli ilgi çekici şekilde oluşturulmuş. yan yana olan üç kapının duvar işlevi gördüğü ve oyunun büyük bölümünün geçtiği ana sahnenin dışında kapıların açılması ile ortaya çıkan arka sahne de oyunda önemli bir işleve sahip. oyunun geçtiği dönem göz önüne alındığında sahne tasarımının mükemmeliyeti devlet tiyatroları'nın sahne tasarımı ve dekor konusundaki daha önceki başarılarını düşününce çok normal karşılanabiliyor. sahnede göze en çok batan dekor ise nispeten günümüze daha yakın bir anlayışa sahip olan ve bilal karakterinin sehpanın üzerine dizdiği objelerdi. oyunun dekoru içinde günümüze daha yakın olan bu objeler sahne bütünlüğüne birazcık zarar verebiliyor. karakterlere gelecek olursak bilal karakterini oyunun neredeyse tümünde izliyoruz ve oyunun başından sonuna dek değişen ruh haline anbean tanık oluyoruz. oyunculuklar kısmında da beni en çok rahatsız eden kısım performans sırasında oldukça yüksek sesle rolünü icra eden oyunculardı. ilk başlarda oyuncuların seslerini duyurmak için bu denli yüksek sesle konuştuğunu sandım fakat bazı sahnelerde haddinden fazla olan ses gerçekten çok rahatsız edici olabiliyor ve bir zaman sonra baş ağrıtabiliyor. oyunda özellikle sahnenin arka kısmında renk kullanımı çok başarılıydı ve sis de bir hayli fazla miktarda bulunuyordu oyunda. dikiş iğnesinin oyunun ikinci perdesinde son derece güçlü bir şekilde metafor olarak varlığı da bilal karakterinin durumunu açıkça ortaya koyuyor. izlemesi oldukça dikkat gerektiren oyun işleyişi ağır ve zorlayıcı olsa da başarılı bir oyun olarak hatırlanacak türden.

    oyun için verdiğim puan: 8
  • yıl 2000 falan. telefon sapıklığı çok popüler. internette son bir yıldır komikli şakalı ses kaydı modası var. şöyle tarif edeyim, ses kayıtlarının .wav olması çok doğal bişi. sınıfta telefon sapıklığı top noktalara ulaşmış. platonik aşık sayısı, platonik aşık olunmuş kişi sayısından fazla. durum böyle olunca bazılarının ev telefonları daha fazla çalıyor. tüm popülerliğiniz özellikle haftasonu alınan çaldırmalı kapatmalı, üflemeli dinlemeli cevapsız çağrılardan ibaret. dönemin başlangıç sınıfı ergenleri olarak kafamız çok karışık. teknoloji henüz o kadar hızlı ilerleyen bi şey diil. çalışmak için değil, eğlenmek için vakit çok.

    arkadaşlardan bi tanesi hiç bi numaraya basmadan arama yapmayı öğrenmiş, tekniği paylaşıyor. benim de üzerine çalıştığım son konu rastgele aradığımız insanların seslerini kaydedip, değişik zamanlarda ana bacı bırakmayan küfürlü kısımları tekrar onlara dinletmek. arayan ve arananlar tefon sapıklığından bıkmış. her şey denenmiş artık. yeni bi şeyler lazım derken internette sahibinin sesi diye bi program türedi. bi kutucuk* var. yazıyosun abi oraya istediğini, o sana hece hece okuyor. temel olarak kelimeleri okuyup arşivden karşılıklarını çalan bi media player. devrim gibiydi yaa. matrix gerçek bişiydi. en hızlı klavye kullanan bilgisayar başına geçer, biri daha önceden verim aldığı* bi numarayı tuşlar, birisi hoparlör-ahize bağlantısını yapar falan... ekip işi yani.

    siri'nin falan ata teknolojisi. bu tarz yapay seslendirme teknolojilerinin ilk denemeleri, ilk çıırr-pı!-nış!-ları.

    *
  • dalgasına yapılmış olsa da gayet başarılı bir çalışma. seviyorum lan! hatta o kadar ki ipod'uma attım şarkıyı, o kadar diyorum.
  • bu logodaki köpeğin enrico caruso'nun köpeği olduğu söylenir.. ilk yapılan kayıtlardan biri ona ait bir taş plak olduğu için, resimdeki köpekcağız da , markanın adı da iş o durumdan esinlenilmiştir..köpek efendi orada gerçekten de sahabının sesini dinlemektedir.
  • sevim burak'ın istanbul şehir tiyatrosu tarafından 1996 - 1997 yıllarında sahneye konulan oyunu. (daha önce de oynanmıştı tabii ama ne yapalım, herkes gördüğünü - izlediğini bilir.) "esas çocuk" bilal bağana 19. yüzyıl sonlarında doğmuş, batı hayranı, ülkesine ve kimliğine giderek yabancılaşan bir "yarı aydın" ve mirasyedi portresi çizerek ahmet hamdi tanpınar'ın roman kahramanlarını hatırlatır.

    bilal bağana'nın gördüğü kâbusta karnından babasının çıktığı sahne başarıyla canlandırılmıştı. yıldıray şahinler de şehit pilot muzaffer seza rolüyle ağır tempolu oyuna renk katmıştı.
hesabın var mı? giriş yap