• tamı tamına 20 filmini izlediğim, 20 filminin çoğunu birden fazla kere izlediğim bir yönetmen fassbinder. bu tabii bir çeşit övünme, bunun da farkındayım. ama açıkçası övünmekte haklıyım: ne kadar çok fassbinder filmi izlerseniz, o kadar değişirsiniz.

    kendim naçizane, fassbinder'in gelmiş geçmiş en büyük yönetmenlerden biri, hiç değilse yeni alman sinemasının şampiyonu olduğunu düşünüyorum. entelektüel birikimiyle, kültürel analizi, sosyolojiyi kurgusalla birleştirişiyle alexander kluge'yi, alman romantizminin sinemadaki izdüşümünü sağlayışıyla werner herzog'u yabana atmamak lazım tabii, ama fassbinder gibi, ingilizceden çevirirsek, "yaşamdan da büyük" bir yönetmenin karşısında soluk durmayacak çok az yönetmen var: bana sorarsanız orson welles böyle, godard böyle, john ford, fellini, yedeğe de scorsese'yi alıyorum.

    bugüne kadar fassbinder hakkında birşeyler yazmaya hep çekindim. eserinin çeşitliliği, zenginliği, çeşitliliği içerisindeki tutarlılığı gözümü hep korkuttu. fassbinder hakkında yazılacak yazıların hep bir yetersizlik tehlikesi var, diğer yönetmenlerden daha fazla. bunun sebebi fassbinder'in herhangi ufak bir filmi hakkında bile saatlerce tartışılabilmesi. filmini izledikten sonra "çok gözeldi, büyülendüm!" diyerek, gözlerinizi devirerek işin içinden sıyrılabileceğiniz, "görsel bir şölen, kıvılcım!" diyerek kurtulabileceğiniz bir yönetmen değil fassbinder. filmlerinin en güzel yanı her birinin insanlar arası ilişkilerin işleyiş mekanizmasını göstermesi, çırılçıplak ortaya sermesi. çıkışsız durumlardan çıkış araması ve bunu yaparken yaptığını farketmenizi engelleyecek hikaye kalıplarına başvurması. dolayısıyla çözülmesi, üzerinde tartışılması, dikkatlice tüketilmesi gereken filmler yapıyor fassbinder.
    duyguların, emeğin sömürülmesi, duygusal sadistlik ve mazohistlik, imkansız aşk, sınıf problemleri, alman yakın tarihi (onun dönemine göre yakın: savaş sonrası almanyası) başlıca unsurları fassbinder sinemasının. ara ara film noir kalıplarından da faydalansa da (der amerikanische soldat'ın bariz film noir hikayesi veya lola ve in einem jahr mit 13 monden'daki yozlaşmış iktidar sahipleri dünyası) genel olarak melodramın hikaye kalıplarını kullanıyor fassbinder.

    dediğim gibi hakkını verebilecek etraflıca bir yazı yazmanın zor olduğunu düşünüyorum ama ufak bir meselem var, onu biraz deşmek istiyorum fassbinder hakkında. realizm, gerçekçilik dediğimiz nedir? oyuncuların gerçekçi bir biçimde konuşması falan feşmekan gibi yüzeysel birşey değil tabii ki. şöyle tanımlayalım: idealizm, koşullara, gerçekliğe bir alternatif sunmak, alternatif, sanal bir gerçeklik yaratıp ona inanmak ise; realizm koşulların sunduğu çirkinliklere isyan etmek ve ama çıkışı bu reel koşullar içerisinde aramaktır. bu ikinci husus işte, gerçekten zor olan: koşullardan çıkışı gene koşullar içerisinde aramak. öteki türlüsü, misal güncel örnek, syriana gibi filmlerde görüyoruz, koşulların çıkışsızlığına hayran, kendi karamsarlığına hayran bir tavır, kimseye hiçbir kazanç sağlamıyor.

    fassbinder'i bu açıdan iyimser bir gerçekçi olarak bile düşünebileceğimiz fikrindeyim. gerçekliği, koşulları çok az sanatçının yapabildiği berraklıkta tespit edebilmesi, sömürü mekanizmalarının gündelik hayatımızda hiç farketmediğimiz tezahürlerini apaçık ortaya çıkarabilmesi bize onun karamsar olduğu izlenimini veriyor. mesela "angst essen seele auf"un toplum tarafından dışlanmış aşıklarını izlerken, topluma kızıyoruz; ama fassbinder aşıkların birbirlerine bağlanmasının ardında topluma karşı bir tepki olduğunu da gösterecek kadar zeki; dolayısıyla toplum baskıyı azalttığında bu sefer sömürü filmin çifti arasında başlıyor; mazlum ali, emmi tarafından kullanılıyor. bu zekice hamle işte, fassbinder'in gözlem gücünün bir demonstrasyonuysa, finalde alinin hastalığıyla emmi'nin onun hastane yatağında pişman bir şekilde konuşması, onun iyimserliğinin, bir yerlerde bir çıkış noktası olabileceğine inancının demonstrasyonu. sonu intiharla biten bir filme, "in einem jahr mit 13 monden"a baktığımızda bile şunu görüyoruz: bütün kapıların suratına kapandığını gören erwina için intihar, bir yenilgiden ziyade, koşulların ona sunduğu bir çıkıştır.

    ikili ilişkilerde sevgiye pek inanmıyor fassbinder. zira taraflardan birinin sevgisinin diğerinden daha fazla olduğu durumlarda ilişkinin nasıl da bir sömürüye dönüşeceğine kafayı takmış durumda. ideal bir çift neredeyse yok onun dünyasında. insanlar sevgiye muhtaçlar, ama onu bulduklarında ya o yüzden kullanılıyorlar, ya da sevgiyi kötüye kullanıyorlar. tabii ki fassbinder bu sömürüye konsantre olmuş ilişkilere bakışın genele yayılabilecek bir dünya görüşü olamayacağının farkında, "tüm ilişkiler yalan kardeşim, aşk diye birşey yok!" diyen hayalkırıklığına uğramış bir ergen bilgeliğiyle film yapmıyor. dolayısıyla filmlerindeki ilişkilere her zaman politik bir altmetin üstüne kuruyor. filmlerinde iki insanın ilişkisi aynı zamanda iktidar ile birey arasındaki ilişkiye paralel yürüyor, çiğliğe, şemacılığa düşmemeye özen göstererek tabii ki. bu açıdan kendisinin "imkansız aşk" kavramıyla ilgili olduğunu söyleyebiliriz: karakterlerinin (almancadaki çok güzel deyim: aneinander vorbei lieben) birbirlerini teğet geçerek sevmeleri veya sevgilerindeki eşitsizlik, imkansız aşk diyebileceğimiz durumlara yol açıyor.

    bir de türk seyircisi açısından şöyle bir durum görüyorum: mesela wenders veya yeni yeni herzog, türk sinemasever kitlesinde gayet popülerken, fassbinder biraz es geçiliyor gibi. bunun sebebi şu olabilir: filmler tek tük bulunup izlendiği için seyirci fassbinder sinemasını yabancılıyor, alışamıyor, nasıl izlemesi gerektiğini tam bilemiyor belki de. herzog'un epik sineması veya wenders'in görsel çarpıcılığı çektikleri herhangi bir filmde seyirciyi çekerken, fassbinder'in misal ilk dönem filmlerindeki teknik kalite 80lerde çekilmiş türk filmlerini hatırlatır kimi zaman insana. 40 civarı film çekmiş bir adamın kendine has stiline tek filmde alışmak pek kolay değil, dolayısıyla fassbinder'i keşfetmek isteyenlerin şöyle yapması gerekiyor: aşağı yukarı aynı dönemlerde çektiği 3-4 tane filmine ulaşın ve kısa zamanda üst üste izleyin. kronolojik izlemeye gayret edin, zira bazen daha evvel işlediği bir temanın çeşitlemesini yapıyor.

    daha ayrıntılı, analizli bir entry girebilmek isterdim ama konu fassbinder olunca insan boyundan büyük bir işe kapılmış hissi ediniyor.
  • "söylesene bana; senin sağcılara karşı olduğunu biliyorum, solculara karşı olduğunu biliyorum, aşırılara karşı, şunlara karşı, bunlara karşı; peki sen kimden yanasın?" sıkı bir sessizlik oldu; çizmelerini masadan indirdi, gözlerini ardına kadar açtı; aslında bu soruya kendisi de şaşırmıştı. "biliyor musun, ben her yerde bir şeylerin yandığını, bir şeylerin ters gittiğini ve bir şeylerin kokuştuğunu görüyorum yalnızca. ve bu ister sağda olsun, ister solda, ister yukarıda, ister aşağıda: ben her yana saldırıp duruyorum!"
  • -film çekmek için paraya falan gerek yoktur. paranız yoksa, kamerayı kiralayın, ruloyu da çalın,

    diye buyurmuş büyük insan.
  • dedikoducuların dedigine göre; aşık oldugu kadınların ve adamların sıyırdıgı bıyıklı ve göbekli ve yüzü çiçek bozugu, ayrıca da karizmatik fass, bir gece, senede 4 lamborcini aldıgı zenci sevgilisini hatırlayıp efkarlanmış ve filmlerinden tanıdıgımız iri kıyım (geniş gövdeli, kısa olan) zenci adama "sen siyahsın o yüzden de kültablasısın" diyerek sigara küllerini atmış. ayrıca, başka bir gece de, ilk sevgilisi olan ve filmlerde hep küçük roller vererek cezalandırdıgı irma'ya bir porsiyon et ısmarladıktan sonra, "vejeteryanlık mı seks mi" diye sormuş, irma yememekte ısrar edince üzerine gidip "her porsiyon için seni bir kere sikerim" demiş ve daha sonra da irma, zavallı kadın, nasıl bir tersten iktidar hayali kurduysa, eti yiyip kusuverince "içinde tutamayacaksan sokmamın ne manası var" lafına maruz kalmıştır. ayrıca, annesine karşı sesini yükseltmemesiyle de ünlüymüş fass. almanya'daki antitiyatro'nun da kurucusudur henüz gençken ve seksten para kazanıyorken. önemli, kötü, özenli, garip bir yönetmendir.

    7 sene sonra gelen edit: örtülü bir yüceltme gördüm. acıyorum kötülere. özellikle de cinsiyetçi ve ırkçı olanlara. zaman, onların ne kadar zavallı olduğunu hep ispatladı. fass da bu yaptıkları nedeniyle, duyarlılığını bilmeme rağmen, bir zorba, acınası bir gündelik performansın kurbanı. filmleri dünyaya tekrar baktırmak açısından önemli yönetmen.
  • alman film yonetmeni. yillar once tv dizisi berlin alexanderplatz trtde de gozterilmisti.petra von kantin aci gozyaslari, fox ve arkadaslari, onuc ayli bir yilda filmlerinden sadece bazilari. son filmi icin (bkz: querelle)
  • "as long as movies are depressing, life isn't."
    rainer werner fassbinder
  • yeni alman sinemasından fassbinder 60’lı ve 70’li yıllarda çeşitli kara filmler çekerek douglas sirk menşeli melodramların ara ara haricine çıkmayı başarabilmiştir. bu filmler alman tarihiyle harmanlanarak politik bir açılım kazanırlar.

    fassbinder'in kara filmlerinden bazılarını anımsayalım:

    gangster üçlemesi: liebe ist kälter als der tod (1969, aşk ölümden soğuktur), götter der pest (1969, veba tanrıları), der amerikanische soldat (1970, amerikan askeri),

    başrolünü ingiliz aktör dirk bogarde’ye verdiği despair (1978, umutsuzluk),

    2. savaş sonrası alman toplumundaki çürümüşlüğe bakan lola (1981),

    nazi almanyası’nı fon alan melodram lili marleen (1981),

    gözden düşmüş bir aktrisin yanı sıra köşeye sıkıştırılmış insanların trajik öykülerini anlatan die sehnsucht der veronika voss (1982, veronika voss'un tutkusu),

    alman televizyonu için çektiği bilim kurgu welt am draht (1973, yalan dünya).

    bu filmler peş peşe izlendiğinde insanın midesine sert bir yumruğun oturması işten bile değilse de fassbinder'in teknik ustalığı ve film sanatına olan derin hakimiyeti müşahede edilebilir.
  • "filmlerinin tümünün kötü olduğu belki de denildiği gibi doğrudur. yine de fassbinder, alman sinemasının en iyi yönetmenidir. almanya'nın kendini yeniden bulması için sinemaya ihtiyaç duyduğu zamanlarda, o vardı. fassbinder ile kıyas kabul edebilecek tek yönetmen rosellini olabilir; "yeni dalga" bile fransa'yı, savaş sonrası döneminin almanya'sını yansıtan fassbinder filmlerindeki kadar görünür kılmayı başaramamıştır." (godard)
  • sinema tarihinin tartışmasız en önemli yönetmenlerindendir. mizansenlerinden, hikayelerine, oyuncu yönetimden sanat tasarımına kadar her alanda orijinal olabilmiş yegane insanlardandır. in a year of thirteen moons'daki mezbahane sahnesi insanı mahvetmeye yeter. insanın temelden mazoşist olduğunu, ilişkilerde adalet diye bir şey olamayacağını ve hatta aşkın en iyi sosyal baskı aracı olduğunu düşünür ki, bu izleklere filmlerinde bol bol yer vermiştir. kendisini kendi ağzından dinlemek ve durmadan sigara içip bıyık düzeltme triplerine şahit olmak için, peter w. jansen'in 1978 mahsülü 45 dakikalık belgeselimsi-röportajını izlemek şarttır.

    filmde jansen sorar seni bu kadar çok film yapmaya iten şey neydi diye, bir tür akıl hastalığı olabilir diye cevap verir önce fassbinder gülerek sonra da anlatacak hikayelerim var çünkü mealinde bir şeyler söyler. jansen buna hiç komformist değilsiniz komformizme karşısınız dedikçe fassbinder ben bilmiyorum ne kadar komformist olduğumu ama eminim öyleyimdir sadece daha az olmaya çalışıyorum gibi cevaplarla jansen'i dumur eder. böyle de bir adamdır.
hesabın var mı? giriş yap