• 1972 yılında basılan ve orijinal adı öffentlichkeit und erfahrung (kamusal alan ve tecrübe) olan, ingilizceye public sphere and experience: toward an analysis of the bourgeois and proletarian public sphere olarak çevrilen kitabın iki yazarından biridir. kitabı oskar negt ile birlikte yazmışlardır. miriam hansen kitaba güzel bir önsöz yazmıştır. önsöz, kluge'nin şu sözleriyle açılır: "kamusal alan, mücadelelerin savaş dışı yollarla karara bağlandığı (sonuçlandırıldığı) yerdir." (meral özbek'in çevirisi) meral özbek de yeni çıkan "kamusal alan" kitabında negt ve kluge'ye büyük önem atfetmektedir. negt ve kluge, üretim tecrübesi içinden kavranması gereken bir kamusal alan yaklaşımından bahsederek, bu literatüre damgalarını vurmuşlardır.
  • godard izleyip kafaniz karistiysa alexander kluge'ye bulasmayiniz derim. kendisi 1960lardan belgeselle kurmacanin, bazen de kurmaca belgeselin icice gectigi, yer yer dahiyane, mizahi güclü, yer yer tekrar anlamaya, takip edebilmeye baslayacaginiz ani bekleyerek gecirdiginiz bircok film cekmis, die manns veya speer'in hayatini anlatan su belgesel-kurmaca bircok filmin akilalabilir olmasini saglamistir, actigi yolla.

    bir akademisyen ve filmci kimliginin yanisira bana daha bile sasirtici gelen bir diger yönü kluge'nin, yapimciligidir. kendisi müthis stratejik birkac hamle ile dtcp isimli şirketinin çektiği kısa kısa programların anlayamadigim bi takım hukuki hamlelerle özel televizyonlar tarafından finanse edilmesini ve yayinlanmasını saglamistir, bu sayede böyle reyting meyting sallamadan istese 1 saat siyah ekran gösterebilir bir kimsedir. vay be.
  • kendisi fanlerine göre godard'dan daha zeki ve entellektüel bir godard, sevmeyenleri icinse godard'dan daha yeteneksiz bir entellektüeldir. halka inip yaptigim arastirmalar, nabiz yoklamalarinda bu sonuca vardim.
  • bugünlerde absürd bilim kurgu filmlerini keşfettiğim yönetmendir. bilim kurgu dediğimize bakmayın; kluge kahramanlarını ecüş bücüş uzay gemileriyle gezdirirken, izleyicileri de sık sık zorlu metinlerini okumaya davet ediyor. the big mess diye çevrilen filminde ise bizi yakından ilgilendiren, son derece acayip bir sahne var. filmin bilim kurgu kahramanı bir grup türkle birlikte, sıkışık bir belediye otobüsündeymiş gibi uzay gemisinde yolculuk ediyor ve arkadan bizimkilerin türkçe konuşmaları geliyor. tek tük, "istasyon" gibi sözcükler seçiliyor derken, bir ses: "hep almanı çektin amına godumun..."

    kluge çok önemli bir sinemacı. belli ki çevresindeki türk dostlarını, ya da dostlarının dostlarını, yakınlarını filmine davet etmiş, bir sahnede kamera önüne geçmelerini sağlamış. fakat bizimki bir alexander kluge filminde rol almanın hazzıyla yetinmemiş, kamerayı hep üstünde istemiş. inanın bu sahne filmin geri kalanından çok daha fazla anti bilim kurgu, anti sinema, anti sanat, saf yabancılaştırma! yabancılaşma...
  • almanya'da tüm filmlerinin dvdsi çıkmış yönetmen. en sonunda. gel gör ki para yok.
  • adorno'nun asistanlığını yapmış oskar negt ile beraber yazdığı kitaplardan anlaşılacağı üzere, alexander kluge bir frankfurt okulu çocuğudur. frankfurt okulunun en heyheyli dönemlerinde, 1950ler, 60lara bağlanırken burada hukuk okumuştur.

    filmlerini 1960lardan itibaren çekmeye başlamıştır. 1962'de imzalanan oberhausen manifestosu ile beraber sinemasının temel unsurlarına bir giriş yapabiliriz. oberhausen manifestosu, kıyasladığımız zaman aynı dönemlerde fransadaki nouvelle vague hareketine oranla çok daha kuvvetli bir politik bilince sahiptir. godard ve truffaut ve gibilerinin sinema yapmaya istekli ama bunu stüdyo sisteminin ve varolan sinema dilinin sınırları içinde yapmayı reddeden heyecanlarına bakınca nouvelle vague'ın bilinçli politik bir hareketten ziyade bir başkaldırı, bir tepki olduğunu tespit edebiliriz. bu açıdan godard'ın 1960ların ikinci yarısından itibaren politikayı keşfetmiş olması, truffaut'nun ise aşk da aşk diye kafayı yemesi manalıdır.

    almanya'da durum farklı. iki üç cümleyle basitleştirerek özetlemek gerekirse: savaş sonrası almanya savaş dönemi ve öncesiyle ilgili hatıraları tamamen silmiş, ne nazizmle hesaplaşmış ne de savaş suçlarıyla. wirtschaftswunder ile beraber gelen aniden kapitalist bir refah toplumu yaratılmış durumda. nazi geçmişine sahip olduğu bilinen veya bilinen ama hakkında susulan birçok kişi milletvekilliğinden bilmemneye çok yüksek mevkilerde kalmaya devam ediyor.

    bu dönemde frankfurt okulunu sadece felsefi bir akım olarak değil içinde bulunduğu toplumu değiştirme misyonu yüklenmiş bir kale olarak görmek gerekiyor. alexander kluge buradan mezun olup 1962 senesinde oberhausen manifestosunu imzalamaya giden süreçte yeni alman sinemasına da aynı misyonu biçiyor. "babanın sineması öldü!" ile kastedilen nedir? dönemin heimat filmleri, aniden yaratılmış bu kapitalist toplumda sinemanın işten dönen insanların gidip bir süre eğlenebileceği ve gündelik dertlerini unutabileceği filmler. hatta adorno ve horkheimer'den girip kültür endüstrisi kavramına varmak gerekirse: gündelik hayatı bir kaçış olarak sunan, tozpembe bir cennet olarak sunan filmler diyebiliriz.. eleştirel, analitik bir sanat peşinde koşturuyor yeni alman sineması. varolan ve holivud tarafından pompalanan "sinema dili"ni değiştirmek değil, sinemanın bir araç olarak "kitleleri uyutan" yanını reddetmek söz konusu. tabii bu "kitleleri uyutma" muhabbeti tehlikeli, nihayetinde ben holivud sineması hayranıyım. amma velakin ülkenizde daha 10-20 sene evvel yahudilerin soyu kırılmış ve buna rağmen siz fabrikalarınızla, sermayenizle, gündelik hayatınızın gündelik dertleriyle sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyor, sonra sinemaya gidip birbuçuk saat gülüp rahatlayarak çıkıyorsanız, sinemanın "uyutan" değil ama "uyandırmayan" bir yanı olduğu kesindir. kluge'ye göre ise uyanmak için muhtaç olduğunuz kuvvetin bir kısmı sinemadadır.

    alexander kluge'nin sinema diline baktığımızda da aynısını görüyoruz. kendisi kesinlikle bir "cineast" değil. filmle ilgilenmediği, filmi daha ziyade bir araç olarak gördüğü belli. ama edebiyata olan yoğun ilgisi sayesinde filmlerine siyasi propaganda demek imkansız, ciddi sanat eserleri bunlar; zekice, esprili, çok ince nüanslarla dolu. durmadan kullandığı ara yazılar, devamsızlıklarla dolu kurgusu godard gibi yeni ve özgür bir sinema dili arayışından ziyade zaten sinema dili ve onun kurallarıyla ilgilenmemesinden kaynaklanıyor sanki.

    anlattığı hikayelerdeki kişiler genel olarak tarihsel veya sosyal bir fenomenin ortasına düşmüş ve burada yolunu bulmaya, oryantasyon sağlamaya çalışan kişilerdir. kimi önemli filmlerini de sayayım kronolojik olarak:

    (bkz: abschied von gestern)
    (bkz: der grosse verhau)
    (bkz: gelegenheitsarbeit einer sklavin)
    (bkz: in gefahr und grösster not bringt der mittelweg den tod)
    (bkz: die patriotin)
    (bkz: die macht der gefühle)
    (bkz: der angriff der gegenwart auf die übrige zeit)
  • kluge ve negt, frankfurt okulundan gelmekle birlikte meral özbek'ten alıntılarsak "gerek kültür endüstrisi gerekse tecrübe konusunda özellikle walter benjamin"den etkilenmişlerdir. ortak yazdıklari kitabın almanca tam adı: "öffentlichkeit und erfahrung. zur organisationsanalyse von bürgerlicher und proletarischer öffentlichkeit"
  • (bkz: edgar reitz)
  • ‘when one thinks, perceives or feels, one does not make more but fewer images' diyen reyis.
hesabın var mı? giriş yap