• defne joy foster'ın ölümü sonrasında birçok islami haber sitesinde olaya ilişkin okuyucu yorumlarında gördüğüm ibare. ölüye bile saygısı yok ibnelerin.

    defne yetim hakkı mı yedi----- duymadık

    defne vatanı ona buna peşkeş çekti mi----duymadık

    defne dini siyasete alet etti mi-----duymadık

    defne yardım parası diye topladığı paraları başka amaçla kullandı mı-----kullanmadı

    diyeceğin nedir? ---------nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz

    şimdi bu beylik laflarınızı da alın gidin. ölmüş kişi arkasından konuşmamayı da öğrenin artık.
  • iki dedemde de "nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz" kısmını gözlemlediğim hadis.

    annemin babası olan dedem;
    her zaman her işi hadi hadi ile olur geç kalanı oyalananı sevmez, kızardı, pazartesi yüksek tansiyondan beyin kanaması geçirdi salı günü sabaha vefat haberi geldi,
    hayatı boyunca herhangi bir iş için kimseye zahmet vermezdi, her işini kendı yapar kendi başının çaresine bakardı, beyin kanaması sonrası kutulma ihtimali vardı ama felçli ve bakıma muhtaç olacakatı, buna gerek kalmadı,
    ve en enteresanı herhangi birinin cenazesi olduğu zaman ilk 3 gün içinde taziye dileklerini mutlaka iletir 3. günden sonra taziye için ziyaretine gidip acıyı tazelemek istemez,taziyeye gitmek isteyen anneannemide fırçalardı ki kendisi salı günü sabah vefat etti, kendisine taziyeye gelecekler perşembesi yapılana kadar yani 3 gün içinde geldiler taziyelerini ilettiler

    babamın babası olan dedem;
    hayatı boyunca azimle çalışmış, işten kaçanı tembellik yapanı sevmeyen birisiydi. ciddi durumlar haricinde kesinlikle işi aksatmaz herhangi bir bahaneyi kabul etmezdi. 1 ocak sabahı vefat etti ve kurup oğullarına teslim ettiği şirket, zaten tatil olması münasebeti ile herhangi bir aksamaya ugramadan, defin işlemleri halloldu ve göçüp gitti.

    nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz kısmını bilemiyorum henüz gözlemleme fırsatım olmadı.

    ayrıntılar gelecek.
  • tamamı "nasil yasarsaniz oyle ölürsünüz , nasıl ölürseniz, öyle de dirilirsiniz" olan hz muhammedin ölüm ile ilgili hadislerinden biri.
    ölümünü merak ediyorsan, yaşadığın hayata bakmalısın gibi yorumlanabilir.
  • "insan toplumsal bir varlıktır" klişesini, 200 ton ağırlığı ile şuraya bırakmak isterdim. fakat, ağır olan şeylerin muteber olmayabileceğini öğrenecek kadar amelelik yapmışlığım var.

    o nedenle, şöyle başlayalım: insan, müşfik bir annede, otoriter bir babada, demir yataklı yatılı okulda, nankör kızlarda toplumsallaşır. bu bir kimya formülü olsa idi, eser miktarda zeka ekleyelim derdim. çünkü insan yalnızlığı bir yaşam biçimi olarak kabul etmek, toplumsallığı reddetmek için ya çok aptal olmalıdır, ya da çok cesur. şükür ki birincisi olmadım, ne yazık ki cesaretim ise beni alıp götürecek kadar güçlü değildi. kala kala insanlara kaldım. lanet olsun, size kaldım insanlar.

    kaldım kalmasına ama sizlerle de olamadım. yıllardan beri birileriyle bir olmayı, hemhal olmayı, merak edilmeyi, beklenmeyi, olmadığımda özlenmeyi istedim. olmadı. ailemin ötesine geçecek kadar toplumsallaşamadım. baktım yuvadan uçuyoruz, 'e bari', dedim 'kendime bir aile kurup oradan devam edeyim dışa açılma denemelerime'. ama siz insanlarla, kan bağımız olmaksızın bir aile olamadım. sizin için öyle mi bilmem ama benim için çok üzücü bir gerçek. sizin futbol takımlarınızda, basket potalarınızda, cemaatlerinizde, cemiyetlerinizde, sohbet halkalarınızda, geleneksel buluşmalarınızda olamadım. baktım olmuyor, 'zaten insanın üçü beşi geçmeyecek kadar dostu olmalı' dedim; klişlelere yaslandım. fakat, o kadarını bile toparlayamadım. aranızdan üç beş kişi çıkıp, 'abicim biz ne oluyoruz burada' diyecektir elbet ama kusura bakmasınlar; yoklama alırken yoktular.

    bunun böyle olmasında benim istikrarsızlığım da suçlu olabilir. zaten suçlu ararsak, önce kendimi ele veririm. ilkokulda çalışkan çocukluk, lisede melankoliklik, üniversitede romantiklik gömleği giydim. e derler ki adama 'kardeş senin arabada yer yokmuş, bizi ne demeye çağırıyorsun'. doğrudur. öyle üç beş kişi bir araya gelip melankolik olamazdık, ya da beş kişi romantik olsak ne olacaktı? nöbetleşe bir birimize mi aşık olaydık? mağarada şiir okuyup carpe diem diye haykırsa mıydık? olmadı işte. şartlar elvermedi ve toplum dışı kaldım.

    öyle çok dışında da kalmadım. işine sadık, çalışkan, az çok mizahtan anlayan biri olduğum için de, üstünkörü sohbetlerde kendime yer bulabildim. yeri geldi bel altı fıkra anlatıp tükrük saçarak güldüm, yeri geldi eski bir sosyal beceriksizlik anımı anlatıp sempati topladım. ama kalıcı olmadı. bunlarla kimsenin hassas bir yerine dokunamadım. hep mideye giden yola çalıştım, kalbe varamadım.

    bunları neden anlatıyorum? beni rahatsız etmeyen, üyelik istemeyen, dayı-amca tanımayan, gönlümü ‘soğutan’ tek bir cemiyet var. bir mail grubu, herhangi bir iletişim ağı, geleneksel buluşmaları, sohbet halkaları, dövmesi, işareti ya da sloganı bile olmayan tek bir cemiyet: iyi insan olmaya çalışanlar cemiyeti. öyle ‘ben de iyi insanım’ diye oradan atlamayın. iyi olabilmek için bile bile lades diyenlerden bahsediyorum. konjonktürel gereklilikleri, hayatın gerçeklerini, dış mihrakları, siyaseti, akrabalık bağlarını, meslek icabını bir kenara bırakıp, hangi tepeden bakarsanız bakın hep aynı rengi görebileceğiniz insanlardan bahsediyorum.

    geçen gün oğlanı sünnet ettirelim dedik. öyle orada burda sünnet diye dolanırken, mütedeyyin bir arkadaş dedi ki, ‘falanca doktor var, cemiyette bilinen, sevilen, kabul görmüş bir abimizdir, tavsiye ederim’. çocuk resmen anahtar kelimeyi söyledi, komplekslerimi kaşıdı. gerçi ’pipi’ ile cemiyete angaje olmak fikri başta biraz saçma göründüyse de, ‘neden olmasın?’ diye düşündüm. gider, tanışırız adamla, sohbetleri oluyormuş onlara katılırız, dindarlığımız tescil edilir, kimlerden olduğumuz belli olur, kim bilir belki ordan biz de cemiyetli oluruz. sonra doktor abiyi araştırdım biraz. internette hayatı hakkında epey bilgi var, sohbetlerinden kesitler, videoları var. ünsiyet yakalamaya çalışıyorum abi ile. frekans tutsun diye umuyorum. “sizi sevmek istiyorum ey insanlar”.

    araştırırken hocanın* babası ile ilgili bir anısına denk geldim. kendisi asker* olmasına rağmen, ihtiyacı olmadığına inandığı için lojmanda kalmayı reddetmiş hassas bir adammış. eve gelen tamirciye, aldığı hizmete talep edilenin üzerinde ödeme yaparmış. ‘ne olur ne olmaz, belki işin tahmin edemediği bir zorluğu olmuştur da, bize söyleyememiştir’ diye düşünürmüş. vefat ettiği gün kalbi ile ilgili bir sorun yaşamış. hastaneye gitmek için de 'devletin ambulansını meşgul etmeyeyim, kendi imkanımla giderim' diye düşünerek bir taksi tutmuş. anlatılana göre yolda hastaneye yetişemeyeceğini farkedip, taksiciye ‘sen ücreti söyle ben hastaneye kadar yetişemeyeceğim’ diyerek baskı yapmış ve para üstünü cebime koyamadan hakkın rahmetine kavuşmuş.

    oturup düşünüyorum. bu hikaye, bu adam; hangi fikrin surlu kulelerinden bakarsanız bakın insanın yüreğinde aynı yere dokunmuyor mu? rahmetli fethi sekin’in vefatından sonra onunla ilgili bir sürü insan, kendilerine koşulsuz bir şekilde yardım ettiğini paylaşmadı mı? adamın yollara tuz serpen fotoğrafları var. biri de çıkıp ‘bu adam bana burada haksız ceza yazdı’ diyor mu? peki muhammed fatih safitürk? sözlükte hiç tanımadığı insanlara yardım eden kaymakam, nasıl onun kötü biri olduğunu söyleriz? o elleri önünde bağlı, makamlar üstü görüntüsü gözünüzün önünden gidiyor mu? onun o çocuk aşkını anlamamak için kalbimizin olmaması gerekiyor.

    doktorun babası, fethi sekin, fatih safitürk... bu adamların, bu kahramanların hepsi nasıl yaşadılarsa öyle gittiler aramızdan. onları bilmek için, arkalarından bakmak bile yeterli değil mi? işte beni bu hayata bağlayan, bana umut aşılayan en önemli şeylerden biri budur; yaşadığım gibi ölebilmek. insan ne kadar yalnız, ne kadar "ahmak", ne kadar "enayi", ne kadar "saf" olursa olsun, orada bir yerde toplumca tescillenmemiş de olsa bir iyiliği yaşattığı sürece, rabbim onu ölümle öyle bir taçlandıracaktır ki, bizler -iyi olmayı tam beceremeyen hepimiz- onun asaleti altında ezileceğiz mütemadiyen.

    "nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz", iyi insan olma mücadelesini veren fakirlere verilmiş en güzel umut, en kıymetli teminattır.
  • he who lives by the sword
    will surely also die
    he who lives in sin
    will surely live the lie

    (bkz: dave mustaine)
    (bkz: five magics)
  • bir eski acem şairi :
    "ölüm âdildir" - diyor, -
    "aynı haşmetle vurur şahı fakiri."

    ................

    biliyorum,
    ölümün âdil olması için
    hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz...

    nazım hikmet - ölüme dair

    (bkz: #7756970)
hesabın var mı? giriş yap