• (spoiler içerir)

    - precog'lar ın isimleri, ünlü yazarlar dashiell hammett, arthur conan doyle ve agatha christie'den gelmektedir ..
    - john anderton'ın (tom cruise) cezaevini ziyareti sırasında gözleri retina tarayıcı tarafından taranırken cihazdan çıkan dijital ses, yıllar sonra 'apple'ın, cihazlarında kullanacağı 'şarj olma' sesidir ..
    - john, agata'yı kaçırdığında danny witwer (colin farrell) "ne kadar zamanımız var ?" diye sorar (john'un cinayet işlemesine ne kadar zaman var anlamında) ve bir diğer polis "51 dakika 30 saniye" diye yanıtlar .. bu süre aslında tam olarak o saniyeden itibaren filmin bitimine kadar kalan süredir ..
    - araba fabrikası sahnesi aslında 'alfred hitchcock'a bir saygı duruşudur .. hitchcock aynı sahneyi, 1959 yılı filmi 'gizli teşkilat'ta kullanmayı düşünmüş ama sahne asla çekilememiştir ..
    - otel resepsiyon görevlisi, tom cruise'un kuzeni william mapother'dır ..
    - film, philip k.dick'in bir kısa hikayesine dayanmaktadır .. orjinal hikayede john anderton şişman ve kel biri olarak resmedilmiştir .. aslında bu hikayenin uyarlaması, 1990 yılı yapımı olan 'gerçeğe çağrı' (total recall) filminin senaryosuna eklemek üzere yapılmış ama maddi nedenlerle o filmde kullanılmamıştır ..
    - filmin hikayesi 2054'ün nisan'ında geçmektedir ..
    - anderton'ın göz yuvarlaklarının değişimine konu ameliyattaki teknik tıbbi yöntem, stanley kubrick'in 1971 yılı yapımı olan 'otomatik portakal'da kullanılan hayali ludovico tekniğine benzer durmaktadır .. spielberg, kubrick'in hem hayranı hem de yakın arkadaşıydı .. tom cruise da kubrick'in son filmi olan 1999 yılı yapımı 'eyes wide shut'ta (gözü tamamen kapalı) rol almıştı ..

    t : en karanlık çekimlere sahip spielberg filmidir ..

    kaynak : imdb, wikipedia (çeviriler bana aittir)
  • philip dick'in 1956 yılında yazdığı kısa bir öykünün, aynı zamanda steven spielberg'in 2002 yılında o öyküden yola çıkarak çektiği bir filmin adı.

    --- yumuşak bir giriş ---
    öykü ile filmin ana konusunu ve ortak noktalarını hemencecik tekrar edelim. yakın bir gelecekte geleceği gören bilici insanlar türemiş, bu yetenekleri suçun önlenmesi amacıyla kullanılmaya başlanmıştır. biliciler olacakları önceden görürler, polis de insanları daha suçu işlemeden yakalarlar. bir gün polis şefi (anderton) kendisinin cinayet işleyeceği kehanetini görür, kaçar. olaylar gelişir.

    film hakkında az bir övgüm olacak, onu da aradan çıkartalım, kullanılan bilgisayarlar, ekranları, kullanıcı arayüzleri çok hoştu. kehanetlerin kelimelerden değil görüntülerden oluşması gayet mantıklı. bilici kızın "is it now?" (şu an şimdi mi?) sorusuna da bayıldım.

    --- eleştirmeye başlıyoruz önce genel saptamalar ---
    * philip dick'in öyküsü on dört bin kelimeden ibarettir. tahminen bir daktilo, bir top dosya kağıdı, birkaç uykusuz gece, bir iki karton sigara, onlarca bira ve belki bir miktar ot kullanılmış, bilemedin 200 dolara mal olmuştur.

    spielberg'in filmi onlarca aktörü, avukatı, sözleşmesi, figüranı, ışıkçısı, kameramanı, sahne amiri, özel efektçisi derken yüzlerce insanın toplam onbinlerce saatlik emeğini içerir, yüz milyon dolara mal olmuştur.

    * öyküyü okumak bilemedin bir saat tutar, hakkında düşünmek ise belki günlerce. filmi ise izlemesi iki buçuk saat sürer, hakkında düşünmesi bilemedin beş dakika. yazılanlara bakılırsa öyküyü kimse okumamıştır, filmi herkes seyretmiştir.

    * philip dick bir dahidir. minority report da ustanın en güzel öykülerinden biridir. spielberg nasıl bir insandır bilmiyorum, bu filmde yazara saygı göstermediği, varsa dehasını bir sanat eseri yaratmak için kullanmadığı aşikardır.

    * philip dick'in yazdığı son derece akıcı, ilginç, kahramanın ahlaki kararlar vermek zorunda kaldığı, tutarlı ve eğlenceli bir öyküdür. spielberg'in çektiği son derece sıradan, klişe, kahramanın sürekli oraya buraya koşturduğu, tutarsız ve havada kalan bir filmdir.

    --- ayrıntılara geçiyoruz spoiler içerebilir ---
    * öyküdeki anderton saçı seyrelmiş, göbeği çıkmış, emekliliği yaklaşmış bir adamcağızdır. güçlü kuvvetli, yakışıklı, atletik bir insan olduğuna dair hiçbir ipucu yoktur. uzun süre olayların kendisini sürüklemesine karşı çaresiz kalır. filmdeki anderton, tom cruise'dur. binaların tepesinden boşluğa atlayabilir, peşinden bir ordu gelse başa çıkabilir. son sahnede kaderini şefinin ellerine neden bıraktığı ise zaten başlı başına bir muammadır.

    * öyküdeki biliciler zekaları yaklaşık patlıcan seviyesinde, çirkin, çarpık, dünya ile iletişimleri olmayan yaratıklardır. kimse hakları için endişelenmez. filmdeki biliciler sürekli uyutulmak dışında gayet normal bir yaşam sürebilecek insanlardır.

    * bilicilerin havuzda nilüfer yaprakları misali yaşamaları, uçan polisler, hizmetlerindeki elektronik örümcekler, retinadan kimlik tespiti, rüya evi, suçluların kafalarına bilinç yok edici kask geçirilip kafese konulmaları öyküde yoktur, filme disütopik bir hava vermek için eklenmişlerdir. bana sorarsanız pek ucuz ve klişe eklemelerdir. (klişe kelimesini yazı boyunca kullanacağım)

    --- baştan sona spoiler dolu öyle böyle değil---
    * üç bilici var. bazen ikisi hemfikir olurken üçüncü dışarıda kalıyor, üçüncünün dediğine minority report deniyor. peki öykünün/filmin adı neden minority report, düşündünüz mü? anderton bir ara kendi işleyeceği suçla ilgili bir minority report olduğunu sandı, meğer yokmuş. olayların gelişimini etkilemiş olsa bile filme ismini verecek kadar önemli bir ayrıntı değildi.

    yanıt şu, çünkü öyküde olay örgüsü tamamen değişikti. gerçekten de bir minority report vardı. öykünün tüm esprisi buydu zaten, üç biliciden ikisi cinayet işleneceğini, birisi işlenmeyeceğini görmüştü. fakat meğer cinayet işleneceğini görenlerin de gördükleri birbirinden farklıymış. aslında ortada bir değil üç minority report varmış. (çünkü kehanetler eş zamanlı değilmiş, ikinci kehanet birincinin, üçüncü kehanet birinci ve ikinci kehanetin yapılmış olduğunu da hesaba katıyormuş)

    * peki filmde o sahte tecavüzcünün kendini öldürtmeye çalışması size mantıklı geldi mi? neymiş, ölürse ailesine yardım edilecekmiş. evet, tahmin ettiğiniz gibi, öykü tamamen farklı. bir kere öyle bir adam yok. zaten alderton'un oğlunun intikamını almak gibi bir kaygısı olamaz çünkü çocuğu yok. beraber yaşadığı bir eşi var, o kadar.

    * peki, polis amiri, esas kötü adam, o sonradan gelen müfettişi öldürdü ya, o cinayeti nasıl anderton'un üstüne yıktı sizce? cevap veriyorum, öyle bir polis şefi yok. (kötü adam bambaşka biri) müfettişi kimse öldürmüyor, öykünün sonunda departmanın başına da o müfettiş geçiyor nitekim.

    * filmin sonunda meğer neymiş, amiri anderton'a komplo kurmuş. anderton kazayla sahte tecavüzcünün ölümüne yol açıyor, ama gerçekte melekler kadar masum. öyküde ise şöyle, birincisi komplo falan yok, kehanet doğru. olaylar öyle gelişiyor ki, anderton bilerek isteyerek, önceden planlayarak bir cinayet işliyor.

    * filmde nasıldı, neredeyse 1984-vari bir ortam vardı, zaten bu suçu önceden bilme işi baştan sakattı, sonuçta da kehanetler doğrulanmıyor, sistem de iptal ediliyordu di mi? sıkı durun öykü ise şu şekilde, ortada bir polis devleti yok, suçu önceden bilme işliyor, sonuçta kehanet doğrulanıyor, zaten asıl ordunun darbe girişimi varmış, o engelleniyor, sistem de aynen devam ediyor. öyküyü al, tam yüz seksen derece zıddını oluştur desen, filmin senaryosunu elde edersin.

    * philip dick'in yazdığı sonuçta kısa bir öykü. iki saatlik bir film etmez. elbette olay akışı detaylandırılabilir. karakterler eklenebilir. teknoloji seviyesi gibi ayrıntılar günümüze uyarlanabilir. ama olay örgüsünü ve ana fikri bu kadar değiştirmeye kimsenin hakkı olmamalı diye düşünüyorum. öykünün sonucunu beğenmediysen, ne bileyim hedeflediğin yaş grubuna uygun değilse başka bir öykü bul. ya da yaz. ne yaparsan yap.

    --- etik ---
    bu diyeceğimi kendim bulmuş değilim, ilk söyleyen de değilim, ama hayatta da edebiyatta da kişiler arasında ayırt edici olan yaptıkları seçimlerdir. üslup, kurgu, akıcılık, hepsine evet ancak bir eserde kahramanları bir karikatür olmaktan çıkarıp üç boyut kazandıran, onlara ilgi duymamızı, empati kurmamızı sağlayan asıl öğe ikilemler yaşamalarıdır.

    filmde anderton iki kere ikilim yaşıyor. filmin başında teslim olmak yerine kaçıyor. ama bu "ben olsam ne yapardım" diye insanı düşündürecek bir sorun değil, kaçabiliyorsan kaçarsın, kimse de aksini savunamaz. ikincisi ağır tahrik altında bile yargısız infazı değil "you have the right to remain silent" demeyi seçiyor. ayyh.. yani ne kadar güzel.. ve ne kadar klişe..

    öyküde anderton bir kere ikilem yaşıyor. karısı soruyor: "hangisi daha önemli, sistemin bekası mı, kendi güvenliğin mi?" anderton cevap veriyor, "kendi güvenliğim. sistem ancak masumları mahkum etmekle sürdürülebiliyorsa yıkılsın, yok olsun.."

    işte bak bu düşündürücü. ve hoş. milli eğitim bakanlığına, ankara: "varlığım türk varlığına armağan olsun" yerine, bu öykünün ilköğretim müfredatına konmasını değerlendirmenize arz ederim. saygılarımla.

    burada bitmiyor. hiçbir gerçek ikilemin cevabı ezberden verilemez. philip dick, inandırıcılığını da koruyarak, daha iki saat geçmeden alderton'un cevabını gözden geçirmesini sağlayacak. ve alderton sistemin bekası için kendini feda edecek. (önemli bir nüans: kendi seçimiyle)

    öykünüz çok eğlenceli, heyecanlı, yaratıcı ve düşündürücüydü sayın dick. hem bu öykünüz hem diğer tüm eserleriniz için teşekkürler. sizi yazmaya devam edeceğim.

    --- sana laflar hazırladım hollywood ---
    bu konuyu tartışmayı hep istiyorum, doğru ifadeleri bulamıyorum. sevgili okur, sence nedir bu kadar çerçöp yığınının nedeni? en iyi sanatçılar, olağanüstü teknolojik imkanlar, eşsiz bir özgürlük, kum gibi para, muhteşem bir yaratıcı yetenek havuzu. peki o zaman neden bu sefalet, nedir aralarındaki en iyi senarist, yapımcı, yönetmenleri bile 20 sayfalık bir öyküyü okuyup anlamaktan, siyah-beyaz dışında renkler de kullanarak perdeye aktarmaktan aciz kılan?

    öyküye eklenenleri tekrarlayalım mı? kahramanın duygusal problemleri olan, süper bir insan olması. kötü sanılan adamın iyi çıkması, asıl kötünün teşkilatın başındaki kişi olması. kahramana komplo kurulması. kahramanın bol bol kovalamaca, dövüş, heyecan sahnesinden sonra birden olayı çözmesi. kötü adamın tam zafer anında ağzından bir laf kaçırması sayesinde yakalanması. iki güzel kadının kahramana yardım etmesi. herşeyin seyirciyi en fazla mutlu edecek şekilde çözümlenmesi.

    ama daha önce çekildi bu. bin defa, on bin defa çekildi hem de. neden? neden bir türlü jane elizabeth'ten daha güzel olamıyor*, bastian balthasar bux* güçlerini fantazya'da bırakamıyor, wendy* yaşlanamıyor, neden ged* içinde mutlak kötü bir kral olmayan bir dünyada yaşayamıyor?

    imkanlarını, yeteneklerini, özgürlüklerini neden sadece hep aynı formülün çeşitlemelerini yapmakta kullanıyorlar? kapitalizm mi? kibir mi? küstahlık mı? hayat algılarında temel bir çarpıklık mı mevcut? neden, neden, neden sürekli delta* muamelesine layık görülüyorum, görülüyoruz?

    bitti.

    gelecek yazı: kahraman faydasız hollywood'a karşı
  • minority report'un ana teması özgür irade ve determinizm arasındaki klasik felsefi tartışmadır. filmin olayına kısaca değinecek olursak; 2054 yılında suçların önlenmesi için "precrime" adında bir program kullanılıyor. precrime, yakın gelecekte işlenecek olan suçları (bilhassa cinayetleri) kahinler aracılığıyla önceden gösteren ve onları engelleme fırsatı sunan bir program. üç tane kahini aracılığıyla bu işlevini sürdürüyor. saha operasyonlarının başında ise "şef" lakaplı, başarılı komiser john anderton (tom cruise) var. bir gün adalet bakanlığından danny witwer'ın (colin farrell) precrime'ı denetime gelmesiyle beraber esas hikaye başlar ve sinema tarihinin en muhteşem bilim kurgularından birinde derin bir felsefi yolculuğa başlarsınız.

    --- spoiler ---

    girişte de bahsi geçtiği üzere; filmin odak noktası olan precrime, olası cinayetleri önceden görüyor ve insan eliyle buna müdahale etme hakkı tanıyor. böylelikle cinayetler ve suçlar büyük oranda azaltılıyor. danny witwer'ın programı ziyaret etmesiyle konu özelindeki tartışmalar başlıyor. witwer, "... ama hiç suç işlememiş şahısları tutukluyoruz." dediği anda, "ama işleyecekler. kahinler geleceği görür ve hiç yanılmazlar." cevabını alır ve ardından witwer şu cevabı verir: "ama eğer engellersen o gelecek değildir." akabinde bunun bir paradoks olup olmadığını sorar.

    john anderton ise bunu kabul ediyor ve elindeki topu witwer'a doğru yuvarlıyor. witwer topu yere düşmeden tutuyor. anderton ise ona topu neden yakaladığını soruyor. witwer, "düşecekti." cevabını veriyor. anderton'un "emin misin?" sorusuna witwer "evet." diyor ve anderton buna cevaben, "ama düşmedi. onu yakaladın." diyor ve "onu engellemek, meydana geleceği gerçeğini değiştirmez." diyerek sözlerini tamamlıyor.

    bütün bir film bu tema üzerinden ilerliyor ve filmdeki esas olay sayılan anderton'ın tanımadığı bir insanı öldüreceği kehanetinin ortaya çıkmasıyla bu tartışma iyice alevleniyor, tansiyon tavan yapıyor. gerçekten programın dediği gibi bu cinayet gerçekleşecek mi, yoksa anderton seçme şansına sahip mi?

    "tanımadığım bir insanı neden öldüreyim ki?" özgüveniyle olay yerine (otel odası) giden anderton hiç ummadığı bir şeyle karşılaşıyor. çocuğunu kaçıran adamı buluyor. fotoğraflara baktığı sırada agatha'ya, "sen haklıydın, azınlık raporu diye bir şey yok. alternatif bir geleceğim yok, bu adamı öldüreceğim." diyor. daha sonra program tarafından öldüreceği söylenen leo crow içeri geliyor. anderton, crow'la bir müddet boğuşuyor ve sonrasında silahını adama doğrultuyor. tıpkı kahinin gösterdiği gibi. aynı açı, aynı mekan, aynı zaman. bu sahnede gerilim epey bir artıyor. zira eylemlerimizde özgür olup olmadığımız sorusunun cevabı belki de bu sahnede gizliydi. o esnada agatha bir köşede gözleri dolmuş bir şekilde anderton'a, "seçebilirsin." diyor. cinayetin geri sayımı durduğu esnada anderton tetiği çekmiyor. nefes nefese kalmış bir tonla, "sessiz kalma hakkına sahipsin. söyleyeceklerin veya yapacakların mahkemede aleyhine kullanılabilir." şeklindeki klasik polis cümlesini söylüyor.

    özgür irademiz varmış demek, değil mi? ancak burada bitmiyor bu iş. olayların düğümü burada çözülürken bir hırgür çıkıyor ve anderton bir şekilde adamı öldürüyor. aynı zamanda değil belki, ama gerçekleşiyor. ve bu noktada kafamız yine karışıyor. seçme şansı var mıydı, yok muydu? güya öldürmemeyi seçmişti ve öldürmemişti. adamı tutuklayacaktı ancak hikayenin sonunda öldürmüş oldu. bu sahnenin sonunda, "nereye kaçarsan kaç, ne yaparsan yap, kaderin senin gerçeğindir. değiştiremezsin." yorumu baskın geliyor.

    bu kafa karışıklıklarıyla filmin sonlarına doğru yaklaşırken son bir kehanet daha gerçekleşiyor: precrime direktörü lamar burgess'ın, john anderton'ı öldüreceği kehaneti. nitekim ikili en sonda yalnız başına karşı karşıya geliyorlar. anderton, burgess'ın bütün kirli geçmişini ortaya çıkarmış ve onun sistemini büyük bir çıkmaza sokmuştu. aynı zamanda burgess'ı da büyük bir dilemmayla baş başa bırakmıştı. ya anderton'ı öldürmeyecek ancak precrime programı bitecekti ya da anderton'ı öldürecek ve hapse girecekti ancak program devam edecekti. anderton burada burgess'a ne yapacağını soruyor. buna ek olarak ise özgür iradenin var olduğunu ve seçilebilir olduğunu söylüyor. tıpkı kendisinin seçtiği gibi. agatha'nın kendisine söylediği şeyi aynen lamar burgess'a söylüyor: "seçebilirsin." lamar ise, "evet, seçebilirim ve seçtim. affet beni john." diyor ve kendini öldürüyor.

    olay örgüsünün dışında filme dair tartışma konuları da var. onlardan birisi; felsefe profesörü michael huemer'a göre, kişinin minority report'u varsa eylemlerinde özgür olma şansına sahip olduğu. sözgelimi filmin başında aldatılan ve tutuklanan potansiyel katil howard marks, bu konuda hiçbir şey yapamazdı. kaderine boyun eğmek zorundaydı. öte yandan anderton için de bir minority report olmadığından geleceğini ancak ve ancak kahinlerin vizyonlarına erişerek değiştirebilirdi.

    öte yandan kişinin kendini hukuk nezdinde savunma hakkının bile olmadığı bir karanlık dünya ile karşı karşıyayız. kahinlerin aktardığı görüntüler aracılığıyla insanlar yargılanıyor ve direkt mahkum ediliyorlar. kahinler olayı aktardığında anderton bunu izleyen yargıçlara bir dizi prosedürden bahsediyor ve görüntüleri izleyen yargıçlar da mevzubahis kişiyi "suçlu" buluyorlar.

    bir başka konu ise reklam mevzusu. kişiselleştirilmiş reklamların kamuya açık paylaşıldığında "özel yaşamın gizliliği" mevzusunun anında alt üst olacağı gerçeği. aynı zamanda bu reklamların son derece soğuk, donuk ve samimiyetsiz olması da mide bulandırıcı. bunun için gelecekte bir distopyaya bile ihtiyaç yok. mesela bugün bir kez bile alışveriş yaptığım firmaların mail hesabıma attıkları ve artık "taciz" diyebileceğim maillerini engellemekle uğraşıyorum. gelecekte bu meselenin filmde de olduğu gibi korkunç boyutlara gelmesi ise kaçınılmaz gibi duruyor.

    böyle bir gelecekte precrime gibi oluşumların düzeni sağlayacağını, sükuneti koruyacağını düşünmek de film özelinde eleştiriliyor. bunun mutluluktan ve huzurdan ziyade stres, baskı, endişe ve korku getirdiği çıkarımını yapabiliriz. zira filmdeki sakin sona bakarsanız anderton çifti sadece yağmurun görüldüğü huzurlu bir dış manzaraya bakıyor. kahinler de izole, cennet gibi bir çiftlikte kitap okuyorlar. hepsinin ortak noktası, teknolojik gözetimden ve medyadan uzak durmaları.

    --- spoiler ---

    filmin alt metni öylesine dolu ki sayfalarca anlatılabilir, üzerine saatlerce tartışmalar yapılabilir. böylesine değerli bir hazineyi bize bahşeden steven spielberg'e bir teşekkürü borç biliyor, bu başyapıtı da başucu köşemize koyuyoruz.
  • --- spoiler ---

    örümceklerin, tom cruise'in gözlerinin bandajlı olduğu sahnede binaya salıverildiklerinde, apartman dairelerinde, eşzamanlı olarak herkesin hayatının kesitler halinde 20 saniyede çok güzel sunulduğu sahnesine bayılmıştım.

    --- spoiler ---

    gayet güzel filmdir izleyin.
  • bu filmde kullanilan "sucu onceden onlemek " sistemi, 23 mart 2011 ithaki yayınları'na polis baskını ile ulkemizde de kullanilmaya baslanmistir.
  • ayrıntılara çok fazla dikkat edilmemesinden dolayı hayalkırıklığına uğradığım, çok zaman "keşke buna daha çok dikkat etselerdi" dedirten ama yine de seyredilmesi farz film... mesela herşey o kadar teknolojikken herifin cebinden katlanmış perişan durumda bir emir kağıdı çıkarıp tom cruise'un suratına sallaması olmadı be kardeşim...
  • adı doğru türkçeleştirilmiş ender filmlerden...
    (bkz: azınlık raporu)
    [update: z'nin uyarısı sonrası öğrendim ki türk hukuk terimi olarak tam birebir karşılığı "muhalefet şerhi" imiş.
    tabii şimdi de diyebiliriz ki film o adla piyasaya çıksa ne kadar tutunurdu? neyse olsun, hak yenmesin, bu da bilinsin.. :]

    ne kadar piyasa ve trend filmi olduğu söylense de merakla bekliyorum ben şahsen. efektin de hastasıyım, aksiyonun da, biraz da ben para veririm hiç koymaz!
    spielberg kötü aksiyon-bilim kurgu filmi yapmaz!

    *10 yıl sonra gelen edit:
    bak unutmuşum o zaman güncellemeyi, şimdi söyleyeyim, sinemada üç kez falan izledim ve gayet de o zamandan beri hastasıyım bu filmin, zerre pişman etmedi.
    zaten philip k. dick uyarlaması ve bunu yapan da spielberg yani ne kadar kötü olabilirdi? tabii yine malüm kesimler tarafından zor anlaşılsa ve underrated kalsa da bilakis kendi türünde klasik oldu.

    bu entry'me gelen hatırlatıcı oy şerefine de 1080p versiyonunu çekip izliyorum hemen!
    şerefe!

    *2021 editi:
    -de yerine -te yazmışım, o zamanlar o kadar cahilmişim bakınız. ironik olanı 2017'den beri çeviri editörlüğü yapıyorum. işte "ne oldum?" değil "neydim?" de demek lazım belki de bazen!*
    düzeltme için uyaran yossi kohenhs nick'li arkadaşa buradan da ayrıca teşekkürler, onun da sayesinde şimdi 4k versiyonunu çektim onu izliyorum (yukarıda onu da "versyon" ve hatta "tabii"yi de "tabi", "şerh"i de "serh", "koymaz"ı "komaz" yazmışım, ünlem yerine iki nokta koymuşum bakınız, gözümüzden kaçmış, olmasın bir daha ey uyaranlar! ;b)
  • suclu durumdaki anderton'un yuksek guvenlikli binaya elini kolunu sallaya sallaya girebilmesinin mantik hatasi olup olmadiginin tartisilir oldugu film.

    --- spoiler ---

    burgess'in planina göre anderton'un (tom cruise) crow'u öldürebilmesi icin dogru yere gidebilmesi gerekmektedir, bu yüzden burgess anderton'un bu bilgiyi edinebilmesi icin precrime binasina girip arastirma yapma ihtiyaci duyacagini bilmektedir. bu nedenle burgess precrime yöneticisi olarak yetkilerini kullanip anderton'un binaya giris haklarinin iptalini geciktirmis olmasi pek muhtemeldir. bir nevi oltaya yem olayi.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    2054’de washington, d.c.’de bir ön suç (precrime) departmanı oluşturulmuş, suçları önceden gören kahinler tarafından suçlular suçu işlemeden yakalanmakta ve hapse tıkılmaktadır. suçlarda yüzde 90’a varan azalma sonuçlarına ulaşılmış ve bu birimin tüm ülke çağında yaygınlaştırılması düşünülmektedir. bu süreci denetlemek için merkez hükümet (adalet bakanlığı) tarafından departmana danny witwer adından bir görevli gönderilir. ön suç departmanının en yetkili polisi john anderton 6 yıl önce oğlunu kaybetmiş ve bu acı onu söz konusu departmanın en ateşli savunucusu yapmıştır.

    filmde ilk göze çarpan şey, “özgür irade” denen şeyden yana tavır alınmasıdır. insanlar kendilerini belli bir sonuca götürecek süreçlerden geçseler bile son anda o sonucu yerine getirmeden dahi karar değiştirebilirler. tam da bu nedenle geleceği öngörüp malum şahıs belli bir eylemi yapacak diye onu tutuklayıp hapse tıkmak doğru bir davranış değildir. mutlak kaderciliğe mesafe alan ve bunun karşısına özgür iradenin mutlaklığını yerleştiren bir film. bu anlamıyla ideolojik bir yapım olduğu söylenebilir. dini argümanlar bir tarafa film, bireyin mutlak ölçüde çözülemeyeceği özgür irade denen şey dolayısıyla aslında öngörülemez olduğu bir özne olduğunu savunur. bu argüman ciddi bir şekilde modernite eleştirisi kokuyor. süreç üzerinde mutlak kontrol sağlaman kaçınılmaz olarak sonucun öngördüğün şekilde gerçekleşmesini sağlamaz. sonuç her zaman sürprizdir, öngörülemezdir. film zaten modernitenin bu argümanının çöktüğü post-modern zamanlarda çekildiğinde dolayı bu noktada kendi zamanının ruhu ile uyuşuyor.

    filmin alt metinleri ise daha ilginç duruyor. filmi kat eden güzel bir ayrıntı ise gözler üzerine. “körlerin ülkesinde tek gözlü adam kraldır” bu lafı uyuşturucu satıcısı john anderton’a hemen filmin başlarında söyler. film ilerledikçe bu ifadenin filmin temel düğüm noktası olduğunu anlarız. herkesin gözleri sayesinde koca bir makineye bağlı bir yaşadığı bir dünyada john anderton gözlerini değiştirerek bu dünyanın tüm kurallarını alt üst eder, üstelik hemen başında bir gözünü kaybetmesine rağmen. bu tek gözlü adam makinelerin kontrolünden sıyrılabilen tek kişi olduğu için bütün şehri alt eder ve istediklerini alır. kısacası sisteme karşı direnebilen bu özelliği sayesinde sistemin kralı olmuştur.

    gözlerin taranması ve insanların gözleri aracılığıyla makinelere ve oradan da sisteme bağlandığı bir dünya ne kadar “özgür irade” ile dolu olabilir. filmin temel argümanı olan özgür irade savunusu böylesi bir dünyada mümkün müdür. alışveriş merkezlerinde reklâmların kişinin ismini dile getirerek kendileri kişiye özel reklâmlara dönüştüren uyarı levhaları adeta mutlak kanaat şekillendirici mekanizmalar gibi durmaktadır. kanaatin bu mekanizmalar tarafından şekillendirildiği dünyada özgür irade bu makinelerin bir ürünü gibi duruyor. tüketme dışındaki alternatifin elden alındığı bir dünyada onu değil de bunu tüketme özgürlüğü, bildiğimiz özgürlük olmaktan çok uzakta. o halde “özgür irade” mutlak seçme özgürlüğüdür, seçmeyip bir kenarda durmak sistemin dışına çıkmak mümkün değildir. bu, yukarıda bahsedilen filmin temel argümanıyla da çelişmiyor.

    ilginç detaylardan biri de, şehrin güvenliğinin üç köle üzerine kurulması. küçük bir havuzun içine hapsedilen 3 kahin şehirdeki olası suçları öngörerek şehrin daha güvenli olmasını sağlıyorlar. bütünüyle “özgür irade” savunusu olan bir filmde bu üç kişinin köleleştirilmesi bir çelişki olarak görülebilir. üstelik film eleştiriyi uygulanan sisteme değil, sistemin başındaki adama yıkarak aslında sistemde bir problem olmadığını bu üç kahinin köleleştirilebileceğini normalleştiriyor. bu nedenle filmde geçen “problem sistemde değil insanda” ifadesi bir hayli anlamlı.

    filmin diğer sarsıcı alt metni ise john anderton’un kahinin zihnindekileri çıkarmak için onu götürdüğü mekanın tasviridir. patronunu öldürmek, en sevdiği film oyuncularıyla sevişmek, insanların kendine yalakalık etmesini isteyen tiplerin bu arzularını sanal ortamda tatmin ettikleri bir yerdir burası. kritik soru şu, sanal ortamda patronunu öldüren ve bunun tatminini duyan bir kişinin eylemi neden normalleşir? bütün “kötü” duyguların giderildiği bir sanal ortamın inşası gerçek alanda öznenin kötülük yapmasının önüne geçebilir mi? yani kötülük yapmak salt öznenin arzularına ilişkin bir şey midir?

    film bu soruya net bir cevap vermiyor. ama suçun büyük ölçüde azaldığı bir şehirde böyle bir oluşumun var olması ve insanların büyük tutkularla buraya akın etmesi ilginç bir anlatım olmuş. gerçek alanda suçun sınırlandırılması, suça yönelik ihtiyacı ortadan kaldırmıyor, sadece onu bastırıyor. bu nedenle de bu ihtiyacın giderilmesi için yeni mekanizmalar ortaya çıkıyor. bir başka soru da şu, kahinler cinayet planlamalarını çok net bir şekilde görürken, patronunu öldürmek arzusu ile bu mekana koşan bir insanın gerçek patronu değil de sanal olanı öldürmek istediğini nasıl ayırt ediyorlar?

    --- spoiler ---
  • evet güzel bir bilim-kurgu filmi. geleceği geçmişi görenler, amerika'nın her zamanki biz en iyiyiz kibri.. bu anlamda gayet güzel. ancak üstünde durulmayan ki bence durulması gereken bir nokta daha var bu filmde;

    seçim yapmak.

    --- spoiler ---

    bir anlamda son ana kadar başka türlüsünü tercih edebileceğimiz ve herkesin kendi yaptığı seçimi yaşadığı vurgulanmakta. bunun yanında da cinayet işleyecek kişilerin son anda fikir değiştirip değiştirmeyeceğinin bilinememesi, bunun da oluşturulan sistemi ne kadar güvenli hale getirip getirmeyeceği, oluşturulan önsuç sisteminin ana sorunu. kahinler gerçekten yaşanacağı yüzde yüz görebilselerdi john kahinlerin gördüğü gibi cinayeti işlerdi. evet yine işledi, ancak son anda adamın çıkışıyla. nitekim filmin sonunda da lamar'in işleyeceği cinayet sisteme uyarı verdi. fakat lamar intihar etti. sonu yine tutmadı yani.

    --- spoiler ---

    kısacası, mesele bizim seçimlerimiz. her zaman her şey için vakit vardır. biz istediğimiz sürece..
hesabın var mı? giriş yap