• bir bakıma sistem/hayat tarafından ihanet edilenlerin hikayesini anlatır bresson. ancak bunu yaparken duygu sömürüsüne başvurmaz. aksine gerçekten de oyunculuk adına çok az şey vardır film süresince. özellikle ana karakterimiz repliklerini söylemese, onun yerine bir narrator bize onun başından geçenleri anlatsa sonuçta pek bir şey değişmeyecek gibidir. belki de bu sayede benzer konulu filmleri izlerken girdiğimiz şekillere girmeyiz. empati yapıp kendimizi sırayla karakterlerin yerine koymaktansa olaylara dışarıdan daha soğukkanlı bir biçimde bakabilir ve filmde işlenen aç gözlülüğün, yolsuzluğun, çaresizliğin anatomisini daha rahat çıkarabiliriz. bunda bresson'un olayları hiçbir abartı, görkem olmadan minimalist bir şekilde göstermesinin de payı var elbette. mesela hapishaneden kaçışın sadece kapının altından beliren ışıkla ve siren sesleriyle, işlenen cinayetin lavabonun deliğinden akan kanlarla anlatılması bu duruma güzel iki örnek teşkil eder.
  • final sahnesinde meraklı kalabalık toplanır ve kapıya doğru bakar; suçlu itirafının ardından polis eşliğinde kapıdan çıkar kalabalığın önünden geçer gider ama onlar hala kapıya doğru bakmaktadırlar. ve film seyircisini bu kalabalıktan biri olarak o tuhaf doğal 'göremeyiş'le birlikte sonsuzluğa uğurlar.
  • ..ben yvon targe. işlemediğim bir suçtan dolayı nasıl hapse girdiğim ve "yasal" ve "toplumsal" adalet mekanizmaları yardımıyla soğukkanlı bir katile nasıl dönüştüğümdür ekranda gördüğünüz.
  • filmin giriş jeneriğini okuyanların da göreceği üzere tolstoy'un sahte bilet adlı kısa öyküsünden uyarlanmış bir film.
  • 1983 yapımı l'argent'ın (para) hapsane sosyolojisi tarafı üzerine:

    insaniyet. hapsaneye ilk gelişin sırasında ellerin kelepçeli, çekiştirilerek içeri alınırsın. içeride icabında hücreye de atılırsın. neler neler olabilir. yavaş yavaş oralı olursun. veya orada da dışarlıklı kalırsın, soyutlanmış, konuşulmayan, kullanılan, ezilen, ikincil katlarla ezilen. sonra günün birinde dilinin altında içmeyerek biriktirdiğin ilaçlarla özünü yok etmeye yeltenirsin. yani içmediklerini içersin. sonra hastaneden tekrar hapsaneye (ambulansla) dönüş sırasında artık içeri geri dönerken ellerinde kelepçeler yoktur. mektupların okuyucu ellerden ve gözlerden geçerek sana ulaşır. ya alay, ya bütün kısıtlılığına karşın renk görülme veya kıskanılma hedefisindir. l'argent filmine göre mektupların gene elden geçtikten sonra 'en attend' yani beklemeye alınır.

    yetkili ve yetkisiz her el, her kafa senin potansiyel olarak bedeninde ve mahremindedir. istediğin kadar içe büzülebilirsin. eğer mafyöz* bir ağırlığın varsa her yerde patron, kıral olabilirsin. tabii kıralların arasında bir kıral. kıral kırala mecbur ve muhtaçtır. çirkin kıral isen gardiyanı, hapsane müdürü hepsi üzerinde, düşmanlarının üzerinde, tanımayanlarının üzerinde bir söz ve etki hakkın da senin vardır. kururken bile şişinebilirsin. sıkı örgütçü olabilirsin. bir anda nesne, bir anda gözleyen, bir anda eyleyen olursun. hayatta hepsine hazır olmanı hayat ricayla ve kırbaçla bekler.

    not: ilgilisi ve okuyanından bir de emile zola'nın l'argent (1891) romanı için emek bekleriz.

    (bkz: argentum), arjan, arjantin, erciyes/@ibisile
  • --- spoiler ---

    yvon'un tutuklu arkadaşının cümlesinde özetlenen filmdir:

    - ey para! yeryüzü tanrısı! bize ne yaptıramazsın ki?

    --- spoiler ---

    (bkz: o argent, dieu visible)
  • 1983 cannes film festivali'nde nostalghia ile birlikte grand prix de création ödülünü almıştır.
  • insan icadı tanrı: para

    l'argent, robert bresosson adlı sinema tanrısının çektiği son filmdir. filmimizde suçsuzken suçlu bulunan ve bundan sebep suçlu öyle olunmaz böyle olunur diyen bir karakter üzerinden paranın insan ilişkilerindeki başat rolü anlatılıyor.

    film model oyunculuk ekolü denilen bir tarzla çekilmiş, bu ekol oyuncuları amatörlerden seçer ki oyuncu rolünde duygu ve düşünce katmasın; zira düşünmek ve hissetmek izleyicinin görevidir. zaman zaman bu tarzın komik geldiği durumlar olmakla beraber genel olarak filme yedirilen bu duygusuzluğun filmin derdini dillendirmesi açısından faydalı olduğu görüşündeyim.

    paranın insan evladı üzerindeki gücüne gelirsek, film evreninde tüm değerler paranın etrafında dönüyor -tanıdık geldi mi- insanlar para için rahatlıkla birbirlerini satabiliyorlar. hatta filmin kötülerinden biri bu duruma isyan edip modern bir robin hood bile olmaya çalışıyor ama nafile. anlayacağınız icat ettiği nesnenin -para- esiri olan insanı, icat ettiği başka bir nesnenin -sinema- yardımıyla tanımaya çalışıyoruz.
  • ömrümde görmediğim kadar kapı seksenbeş dakika boyunca açılıp kapanmıştır. neredeyse her sahne kapıyla başlıyor, kapıyla devam ediyor, sonlara doğru artık yolumuzu bulamaz oluyoruz kapılardan.

    neyse asıl sorumuz; yvonumuz para yerine tanrıyı arasaydı da aynı şeyleri mi yaşayacaktı?
  • tanrım iyi ki banka atm'leri gelişmiş dedirtir insana, tek tek para vermek ne allahını seversen iyi cinnet geçirmiyormuş insanlar
hesabın var mı? giriş yap