• lovecraft hikayelerini ya da hayatını bir de çizgi roman olarak okumak isteyenler için türkçe'ye çevrilmiş çizgi romanları aşağıdaki linklerden indirip okuyabilir ya da içerikleri hakkında bilgi edinmek ve nasıl okuyabileceğinizi öğrenmek için hazırladığım videoyu izleyebilirsiniz.

    lovecraft ve cthulhu üzerine türkçe çizgi romanlar

    çizgi romanları bilgisayarda okumak için indirebileceğiniz program.
    https://www.cdisplayex.com/
    culbard'in çizdiği 5 lovecraft öyküsü
    https://renklisheyler.wordpress.com/…craft-3lemesi/
    https://renklisheyler.wordpress.com/…ulbard-devami/
    lovecraft mitosu ve kozmik korku üzerine bilgilendirici bir yazı
    https://renklisheyler.wordpress.com/…craftci-korku/
    lovecraft antolojisi 1-2
    http://www.cizgidiyari.com/…ehset-oykuleri-c-b.html
  • sirf kiz cocugu tutkusu var diye erkek dogmus cocugunu aynen bir kiz cocugu gibi yetistiren (o sekilde giydiren, o sekilde muamele eden vesair) ve buna ragmen icten ice ondan nefret ettigi pek de supriz olmayan bir anne, kalitsal bir akil sagligi problemi, bunu daha da beter hale getirecek agir bedensel saglik problemleri, buna bagli olarak butun zamanini odasinda eski kitaplarla ve mektup yazmakla gecirme zorunlulugu, "yav seni bir doktora gostersek" diyecegine koru korune her anlattigina inanan alik arkadas cevresi, kotu tasvirler ve cok guclu bir hayal gucu birlesince ortaya bir lovecraft cikmasi cok da sasirtici degil.

    lovecraft'i diger cogu yazardan, hatta diger cogu insandan ayiran ozelligi anlattiklarina/yazdiklarina hicbir kusku duymadan inanmasidir. artik kesin olarak kanitlamak zor olsa da evinde gecirdigi zamanlarda cagin bilinen okult gruplarinin yayinlarini takip ettigini, duygusal/ruhsal problemlerinin donusturdugu bilincalti ile bu konulara sarildigini, tipik bir akil sagligi problemli hasta gibi kafasinda yarattigi kurgu gercekligi gercek dunyaya yansittigini anlamak zor degil. bir dusunun ki erkek cocugu halde obsesif annesi tarafindan saclari uzattirilip kiz cocugu gibi eteklikler giydiriliyor, buna bagli olarak kurabilecegi butun normal sosyal cevreden dislaniyor(her cocuk gelisebilmek icin arkadasa ihtiyac duyar), ustune titizlenen annesi tarafindan sagliginin bozuk oldugu surekli tekrarlaniyor ve bunun sonucunda zaten gercekten pek duzgun olmayan sagligi hepten beter duruma geliyor. odasinda oturup dis dunyaya mektuplar gonderiyor. elbette bunun cok derin bir sonucu olmasi kacinilmaz.

    aslinda lovecraft'in yasadigina kendini inandirdigi seyler (yani ancients temasi) kendi bulusu degildir, cagin "onemli" okult gruplari (onemliymis, bildigin kolpa aslinda) ordo templi orientis, rose croix, golden dawn zaten "eski tanrilar, onlarin gizlenisi ve geri donusu, dunyanin misyonu" gibi seyleri coktan ortaya atip bir kulliyat olusturmuslardi o zamanlar. hatta lovecraft'in siklikla kullandigi "grakgonddde, mrkf tsr" tarzi isim ve cumleler (yani "oryantal dogu havasi tasidigina inanilan sesler") o gruplar tarafindan zaten coktan benimsenmisti. iste lovecraft bu gruplarin dusunce yapisindan etkilenmis ve yazdigi hikayelerle konuyu cok daha edebi ve ileri bir seviyeye tasimistir. bu sebeple ordo templi orientis'in sonraki yillarda sahiplenip bastaci ettigi bir yazar, anton szandor lavey'in (evet o keltos) saygiyla baktigi bir oncul haline gelmistir.

    gelmistir de ne olmustur? burada sadece "muhtesem eserler birakti sen ne konusuyorsun hala duduk?" gibi bencil bir bakis acisiyla yaklasmaktan ziyade bir insanin cok yanlis sartlar bir araya geldiginde nasil goz gore gore kaybolusa gittigini gormek onemli. yoksa tamam anladik seviyorsun kitaplarini, ben de abartmamak kaydiyla severim o konumuz degil. kafadan sakat bir anne yetmezmis gibi cevresinde toplanan ve mektuplastigi alik otesi arkadas cevresi; bozulan akil sagligini iyice koruklemis, gerceklik duygusunu tamamen kaybedip zaten inandigi hikayelere tamamen saplanmistir. "yasadiklarim beni cildirtacak, yazmak istedim... ama pek azini" diyen, "eskinin tanrilari sirlani ifsa ettigim icin beni oldurecek, takip ediyorlar... sanirim sona yaklastim" cumleleriyle mektuplar gonderen bir adama "anlat abi anlat, dinliyoruz seni. ee daha ne yapmislar?" seklinde yaklasan bu super zeki arkadas cevresi lovecraft'in sonunu hizlandirmistir. iste o bu yuzden sozlugun orasina burasina yazdigim cesitli yazilarda hep bahsederim, "hecini goruyorum, sunlari bunlari yapiyorum" diyen insanlara "yaaa cok dogru, bilmem kim hoca da soyledi varmis oyle seyler, new age uzmani soyledi sen kristal cocuklardan biriymissin" seklinde yaklasimlar gosterirseniz o kisinin kaybolusunda asla geri donduremeyeceginiz vebaliniz olur. lovecraft'in cevresinde okultcu zat-i muhteremler yerine biraz farkli bir grup olsaydi tamam belki bugun o lovecraft adindan o kadar bahsedilmezdi ama en azindan bir insan bosu bosuna kaybolusa gidip kendini harcamazdi. (bkz: psikoz), (bkz: sizofreni), (bkz: paranoya) (bkz: paranoid sizofreni). simdi burada "her anlamadiginiz insani hasta olarak yaftalarsiniz zaten" bos beles geyigine hic girmeyin, yok illa ki girecekseniz grip oldugunuzda da totem dikip ona tapin iyilesin oyle gelip ahkam kesin. lovecraft'in ailesi yasantisi ve karakterine bakildiginda cok buyuk bir uzman olmaya bile gerek yoktur, akil sagligi problemleri olan biridir, cevresi de bunu korukleyip hayatini kaydirmistir. lovecraft oldugunde -ki hic sasirtici degildir cunku kendisi uzun sure zaten bozuk olan beden sagligini iyice mahvetmek icin yeni vehimlerle ve gun isigi gormekten korkar hale gelerek yasayip cok hizli bir sekilde tamamen cokertmistir- "onu korumayi basaramadik, onu oldurduler, eskiler onu oldurduler!!!1!" diye dunyanin her yerine mektuplar yollayan arkadas ve hayran kitlesine sahiptir. boyle arkadas cevresine tukureyim. eskiler oldurmusmus, keske seni de oldurselerdi it.

    neyse cok ciddi yazi oldu biraz da yazim tarzindan bahsedip havayi yumusatayim;
    simdi lovecraft yazi seklinde degilde anlati (meddah gibi yani) seklinde yaysaydi hikayelerini, cok baska sonuclar olurdu, ornek;

    +karanlikta... koseden tanimlanamayan... isimlendirilemeyen... igrenc... igrenc otesi.... yivisik... korkunc... dehset birsey cikmisti...
    -nasil bisey abi? dogru duzgun anlatsana alla alla!
    +hmmm.... boyle.... pullarla kapli.... tanimlanamayan... igreeenccc... korkunc.... birsey....
    -lan bi adam gibi anlat hayvan herif, nasil birseydi yani?
    +solungaclar.... evet.... solungaclari vardi!!!
    - balik diyosun yani? abi bosver sen bu hikaye isini, sana bakkal tukani acalim biz.

    evet defeatle belirtildigi uzere kendisi baliga benzer bir varligi butun hikaye boyunca "igrenc, yapis yapis, korkunc, tanimlanamayan, dehset" gibi vasat ve birbirini tekrar eden sekilde tanimlar. butun hikayeleri genelde boyledir. ha bazi hikayeleri gercekten muthis bir yaraticiliga sahiptir ama genel tanimlari asla vasatin ustune cikmaz.

    ayrica tarihin en buyuk fake'lerinden birine imzasini atmistir. bugun hala "abi british museum'da varmis bir arkadas gormus" diye dolananlarin bulundugu necronomicon kolpasinin yaraticisi bizzat kendisidir, tarihte ne abdul el hazret diye biri vardir ne de ona atfedilen kitap bir dogu kulturune benzerlik gosterir. batili mantigiyla lovecraft'in ortaya atmistir kolpa otesi hoax'tir, o yuzden lovecraft icin tarihin bilinen ilk "forward mail'cisi" diyebiliriz (mektupla gonderiyor ya o bakimdan).

    kendisinin etkilendigi kaynaklarin (bkz: ordo templi orientis), (bkz: rose croix), (bkz: golden dawn) tarihcelerini incelerseniz, neden lovecraft'in da arap ve dogu kulturune bu kadar saplandigini gorursunuz. o gruplar zaten lovecraft'dan yillar once "dogu'nun eski tanrilari" mitini el altindan yayiyorlardi.

    son bir mavra; eger bugun eksi sozluk'te yazar olsa karmasi buyuk ihtimalle viyadukten yukari olmazdi. hem fasist (sozlukte sevilmez) hem escinsel (bu da hala kabul gormedi tam olarak) hem troll ("nekronomikon'la olu kaldiran saygisiz tip") hem de tanimlari vasatin bile altinda olan ("igrenc, yivisik, tanimlanamayan" tamam abi bu kadar tanim yeter yolluyorum) biri sonucta. severim, saygi duyulacak hikayeleri vardir.

    guzel bir ancient temali oyun icin (bkz: darkseed 2)
  • geçen sene zamana yayarak bütün eserlerini okuduğum yazar. 60 küsür öykü, uzun öykü ve kısa roman. çoğunu akşam üzeri yağmurlu ve kasvetli ormanlarda yürüyerek bir kısmını da evde dışarıdaki fırtınanın uğultusunu dinleyerek okudum. o yüzden kendimi innsmouth veya arkham'da hayal etmem zor olmadı.

    bir takım notlar:

    - kronolojik olarak okumamış olmama rağmen farkettim ki özellikle 1926-27 sonrasında lovecraft'in hem tematik derinliği hem de kaleminin keskinliği bariz kademe atlıyor: the color out of space ve the shadow over innsmouth ile bence zirveye ulaşıyor. daha 14-15 yaşlarında yazdığı the beast in the cave, the alchemist, yine erken eserlerinden dagon vs kısa ama eli yüzü oldukça düzgün öyküler.

    - bugünden bakarak yazılarında ırkçı unsurlar bulabiliriz. ama şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; lovecraft ayrımcı degildir, sadece zencilere değil, alayına karşıdır: alman *, rus *, italyan, leh, ispanyol *, meksikalı*, arap *, hatta sıkı durun, kürt* demez, herkese saydırır. kadınlara yarım insan dediğini de ekleyelim *. bugün yaşasa sokağa çıkamazdı... diyeceğim ama o zaman da pek çıkmamış.

    - en büyük ilham kaynağı edgar allen poe olmasına rağmen daha çok arthur machen ve lord dunsany'in tarzlarına öykünmüştür. bazı öyküleri biçim olarak, bazıları içerik olarak bu öncüleri anımsatır.

    - lovecraft'in mavi gözlü adamlarla da bir derdi var. herbert west, pickman, the picture in the house'taki dede, jan martense, vs hep mavi gözlü. ayrıca koku ve sarımtrak fosfor rengi, yaratılan atmosferin hemen her zaman önemli birer parçası.

    - lovecraft'in hikayelerinde, belki the picture in the house'daki yaşlı adam hariç, tam kötü (evil) bir karakter yok. korkumuzu tetikleyen şey aslında bilinmezlik. zaten kendi de diyor; insanlığın en eski duygusu korkudur ve en eski ve güçlü korku da bilinmeyenin korkusudur. başka bir deyişle, bu öyküleri okurken hissettiğimiz ürperti, insanın küçük dünyasında kendi uydurduğu şeytanlardan değil, evrenin devasa büyüklüğü karşısındaki aczimizden kaynaklanıyor. the exorcist vs the alien karşılaştırmasını ele alalım; lovecraft "alien", "the thing"dir, ki zaten dolaylı olarak bunlara emeği geçmiştir. (ayrıca half-life'taki resonance cascade bile from beyond'dan esinlenmiştir.)

    - benim en şaşırdığım şey, liseyi bile bitirmemiş lovecraft'in bilimin o zamanki haline bu kadar hakim olması oldu. hikayelerde görelilik teorisi, astronomi, evrenin çok boyutlu olması filan gayet iyi işleniyor. fritz leiber, "lovecraft, korkunun kopernik'idir" demiş misal. şimdi elder ones, the old gods filan diye okuyunca bu eleman da tamamen mistisizme sarmış sanabiliriz ama tam aksine, doğa üstü kavramları bu kadar başarılı kullanabilmesinin altında doğa yasalarını, pozitif bilimleri yani, çok iyi benimsemiş olması yatıyor. zaten çocukluğundan beri ateisttir.

    - lovecraftın hayatını bir kaç döneme ayırabiliriz. 1) dedesinin malikanesinde epey mutlu ve verimli geçen bir ilk 8 sene, 2) önce babasının sonra dedesinin ölümü ile başlayan, maddi sıkıntılarla dolu karanlık evre. bu süreçte okuldan da ayrılıp kendi deyimi ile bitkisel hayata geçiyor. yazdığı onlarca öyküsünü de imha ediyor maalesef (sadece the beast in the cave ve the alchemist bi şekilde bize ulaşıyor). benim okurken otobiyografik olduğunu düşündüğüm "the outsider" da o zamanki ruh halini iyi özetliyor olabilir: ilk defa dış dünyaya açılan ancak herkesin görünce kaçtığı bir yaratık. 3) annesinin ölümü ile başlayan önce boşa düşme sonra özgürleşme dönemi. bu süreçte edebi dergilerde yazıp yeni arkadaşlar ediniyor. hatta evlenip new york'a gidiyor. 4) boşanma ve hiç ısınamadığı new york'tan rhode island'a geri dönüş serüveni. hayatının en mutlu ve en üretken yılları. 1926'da call of cthulhu ile başlayan ve en sağlam eserlerini yazdığı bir 6-7 sene. 5). edebi hayalkırıklıkları, yoksulluk, hastalık, ve son.

    - lovecraft aşırı üretken biri. ben kendi adını taşıyan eserlerini ve ghost writer olarak ürettiği bir kaç hikayeyi okudum, ama böyle onlarca başka eseri daha var. makale ve denemelerini geçiyorum, bazıları çok iyi olan şiirleri ve uzun gezi yazıları var. çocukluk döneminden beri yazmayı bir terapi yöntemi olarak kullanmış çünkü. 8 yaşında latinceden ingilizceye kitap çevirmiş, daha çocukken astronomi ve edebiyat üstüne dergiler basıp yayımlamış. ayrıca 80 binden fazla mektup yazmış, ve bunlar küçüklerin gözlerinden öperim tarzında değil, 40-50 sayfalık, bildiğin edebi eserler - ki bazı öyküleri sonradan bunlardan taranıp bulunmuş.

    alakasız bir ekleme: ikisini de aynı anda okuduğum için denk geldi, charles ponzi*ile aynı zamanda aynı şehirde ancak bambaşka evrenlerde yaşamışlar. arkaplanda aynı mekan aynı sokaklar, hatta meşhur boston polis grevi gibi aynı olaylar, ama biri rengarenk bir dünya kurarken, diğeri kasvetli dehlizlerin ustası olmuş.

    yarattığı karakterler (dexter ward, randolph carter, vs) nasıl geçmişe gidip başka varlıkların zihinlerine girebiliyordu ise, bugün her okuru da kendisi ile yıllar ötesinden zihinsel bir bağlantı kuruyor, o dünyayı anlamaya çalışıyor. bu o kadar özenilesi bir durum ki.

    saygıyla selamlıyorum.
  • birkaç yıl önce sahile gömülmüş bir şişede üç dört sayfalık bir hikaye buldum. korkunç bir olaydan bahsediyordu. bir hafta boyunca rüyalarıma girecek kadar beni etkilemişti. ancak sonunda hasta bir zihnin saçmalıklarıdır diyerek sayfaları yaktım ve uğursuz öyküden tamamen kurtulduğumu düşündüm. fakat bu kitabı elime aldığımda tekrar o uğursuz hikaye zihnime dolandı. o sayfalardaki korkunun bütün ayrıntıları beynimi yeniden ele geçirdi, yine o kabuslarla uyanmaya başladım. sanırım bu kabustan kurtulmanın tek yolu hikayeyi anlatmak.

    dexter o gün verandada dinlenirken onu uyandıran çığlığı duyduğunda çiftliğin yakınlarında tek bir yerleşim olmadığı için bunun charles’tan geldiğini biliyordu. gelen çığlıkla yerinden doğruldu, ses charles’ın koyunları otlattığı yerden, yakındaki yamaçtan gelmişti. yerinden hızla doğrulup koşarak yamaca ilerledi. yamacın kenarına vardığında ne koyunları ne charles’ı görebildi. yamaç boyu ilerleyerek etrafına bakınırken onu gördü. daha önce yüzlerce kez buradan geçmişti, burada böyle bir oyuğun olmadığına yemin edebilirdi. o uğursuz iki üç metre çapındaki oyuk, yamacın içlerine doğru karararak ilerliyordu. oyuğa seslendi, “charles orada mısın?” sesi yankılanmadan oyuğun içinde kayboldu. kararsız bir şekilde oyuğun girişinde bir yanıt bekledi. tekrar bağırdı. bu defa charles’dan geldiğine emin olduğu ancak daha önce duymadığı kadar umutsuzluk ve korku dolu bir fısıltı yükseldi oyuktan “yardım et!”… “yalvarırım yardım et!” dexter bu yakarış karşısında ürperdi. ne yapacağını bilemez bir halde oyuğun başında duraksadı. bütün içgüdüleri bu uğursuz oyuktan ilelebet uzak durmasını haykırırken, charles içeride ondan yardım istiyordu. bu korkunun bedenini daha fazla ele geçirmesine fırsat vermeden koşarak eve dönüp fenerini ve tüfeğini aldı. feneri yakıp oyuğun içerisinde ilerlemeye başladı.

    taze kazılmış gibi duran çamurdan duvarlara tutuna tutuna ilerlemeye başladı. arada tekrar tekrar charles’a sesleniyordu ancak tek tük cevap alabiliyordu ve her seferinde charles’ın sesi daha da kısılıyor, sanki oyuğun içerisinde bir şey onu anbean daha çok boğuyordu. oyuğun içerisinde girişten gelen ışığı tamamen kaybedecek kadar ilerlediğinde bu fısıltılar onu paniğe sürüklemeye başlamıştı. ne yapıyordu. bu uğursuz oyuğun sonunda her ne varsa, charles’a bu işkenceyi yapabiliyorsa onu nasıl alt edebilirdi. bu bir anda ortaya çıkan lanetli oyuğun sonundaki tehlikeyi alt etmeyi başarabilir miydi? tüfeğine daha sıkı sarıldı adımlarını hızlandırdı. artık oyuğun çamur duvarları garip yeşil bir sıvıyla kaplanmıştı. dexter bunun ne olduğunu merak edip elini sürmesiyle, sıvıdan kurtulmaya çalışması bir oldu. bu sıvı her ne ise iğrenç kokuyor ve sanki derisinin içine nüfuz etmeye çalışıyordu. duvarlardan uzak durarak, tavandan damlayan sıvılara dokunmamaya çalışarak devam etti. charles’ın giderek çaresizleşen sesini duymak onu tedirgin etse de, charles’ın hala hayatta olduğunu bilmek içini rahatlatıyordu. ilerlerken yerde debelenen koyunu fark etti. yanına gelip feneri tuttuğunda koyunun gövdesinin açıldığını iç organlarına kadar bulaşmış yeşil sıvının onu krize soktuğunu anladı. dehşete kapılmıştı. gördüğü şeyin şokuyla duvarlardan daha da çekinerek ilerledi. derken bir anda yeşil sıvının olduğu duvarlar sona erdi. kendisini basık bir koridorun ortasında buldu. burası oyuğun özensizce kazılmış duvarlarına benzemiyordu. duvarlar ve tavan düz, zemin pürüzsüzdü. hatta duvarlara çeşitli resimler işlenmişti. dexter ilerlerken duvarlardaki resimleri incelemeye başladı.

    ilk resimde bir kasaba dolusu insan kent meydanı gibi bir yerde toplanmıştı. insanların yüzlerinde bir mutluluk ifadesi vardı. sonraki resimde tüm insanlar, meydanın ortasında belirmiş tahta şaşkınlıkla bakıyordu. bir sonraki resimde tahtta oturan bir karartı vardı, ancak diğer insanların aksine bunun ne elleri ne yüzü ne de kıyafeti çizilmişti. saf bir karanlık siluetten ibaretti. bir sonraki resimde silüet ayağa kalkıyordu, insanların yüzündeki ifade endişeli bir hal almıştı. ve son resimde silüet belirsiz kollarını havaya kaldırmıştı, insanlar dehşet içinde ortalıkta kaçışıyorlardı. hepsi sanki o an delirmiş gibiydi. resimdeki garipliklere dikkat kesilmişken ayağına bir şey takıldı. ayağına takılan şeye baktığında bir adım geri attı. bir koyun iskeleti baştan sona o yeşil sıvıya bulanmış halde yerde yatıyordu. charles’ın bu yeşil sıvıya dokunmamış olmasını umduğu sırada tekrar sesini duydu “yardım et!”

    düz koridorda koşmaya başladı. birkaç dakika içinde ilerdeki zayıf ışığı fark etti. koşarak ışığa ilerledi. koridorun sonundaki oda bir şamdandaki üç mumla aydınlatılmıştı. odaya girer girmez köşedeki masanın arkasında ifadesiz bir şekilde bekleyen charles’ı gördü. charles kafasını kaldırıp boş gözlerle ona baktı ve yine mırıldandı. “yardım et!” dexter’ın konuşmasını beklemeden kafasını diğer yana çevirdi. o sırada dexter charles’ın ensesindeki yeşil sıvıyı gördü. panikle “sıvıdan kurtul” diye bağırdı. ancak charles kayıtsızca odanın diğer köşesine bakmayı sürdürdü. dexter o an dönüp odanın köşesine bakmayı akıl ettiğinde o korkunç, insanın içinde anlamsız bir boşluk duygusu yaratan şeyi gördü. tahtının üstünde oturan tamamlanmamış biçimsiz bir heykeli andıran mat bir karanlıktan oluşan silüeti. silüetin varlığı ona bakanı sanki büyülüyor, ruha inanılmaz bir azap veriyordu. mat siyahın derinliğinde bakışları kayboluyordu. aceleyle charles’ı alıp buradan çıkmayı kafasına koymuşken dexter koluna damlayan yeşil sıvıyla irkildi. sıvıyı temizlemek için hareket etmek istiyor ancak bedeni kaskatı bir şekilde onun sözünü dinlemiyordu. silüetin karşısında hareketsiz bir şekilde dehşetle beklerken karanlık silüetin içinden küçük küçük parçalar kopmaya başlamıştı. bu parçalar yavaş yavaş ona yaklaşırken bir çeşit örümceği andıran karınlarının altında yeşil sıvı taşıyan yaratıklar olduklarını anladı. bu küçük örümceğimsi yaratıklar birer birer siluetten kopup ona doğru yaklaşıyorlardı. o ise hareket edemiyor. kaçmak istiyor kıpırdayamıyor, avazı çıktığı kadar bağırmak istiyor ağzını açamıyordu. küçük örümcekler yaklaşıp bacağından tırmandılar, tüylü bacaklarını bedeninde ritmik bir şekilde gezdiriyorlar, kollarına, bacaklarına dağılıyorlardı. onlarca belki yüzlerce küçük tüylü bacak bedenini işgal ederken zihni korkuyla doluyordu. charles ise artık anlamsız bakışlarını sonlandırmış, önündeki kitabı açıp arapçaya benzer satırları okumaya koyulmuştu. bu uğursuz duayı andıran şey bir ritüelin başlangıcıydı.

    örümcekler vücudunda dolanıp dolanıp uygun bir yer arıyorlardı. sonunda uygun gördükleri yerde acı veren küçük iğnelerini bedenine saplayıp o yeşil sıvıyı damarlarına enjekte ediyorlardı. sonra hızlı hızlı vücüdunda o sıvıyı takip edip başka bir noktadan yine iğnelerini batırıp sıvıyı emiyorlardı. aynı anda onlarca küçük iğne bedenini delik deşik ediyor. işlerini bitiren örümcekler aldıkları sıvılarla tekrar silüete yönelip karanlığında kayboluyorlardı. silüete eklenen her örümcekle bu mat heykelin şekli değişiyor, yavaş yavaş kolları belirginleşiyor, vücudu netleşiyordu. charles’ın duraksamadan devam ettiği dua giderek şiddetleniyor, örümcekler giderek hızlanıyordu. en sonunda bedeninden ayrılan son örümcek de silüete ulaştığında silüetin yüz hatları da belirginleşmişti. ince uzun bir surat, donuk ve rahatsız edici bakışlarıyla artık nefes alıyordu. silüet yerinden doğrulduktan sonra dexter'ın yanına geldi, elini dexter'ın omzuna koydu ve dexter'ı yanına alıp yükselmeye başladı. dexter bir anda ışık hızıyla yanından geçen şeylerin ayırdına varamadan titreyerek kendini yaratığın merhametine bırakmıştı. kısa bir süre devam eden yolculuktan sonra silüet ile bir meydanda asılı durdular. dexter bu meydanı hatırlıyordu, duvarlardaki resimlerde anlatılan meydandaydılar. ancak şimdi o sakin meydan bir savaş alanına dönmüştü. meydanın ortasındaki papaz çeşitli kitapları yığmış yakmaya çalışıyordu. bağırarak ateşe koşan genç elindeki kitabı parçalayarak ateşe attı. insanlar feryatlar içinde ellerindeki kitapların sayfalarını yırtıyor, korkuyla kuytu köşelere sığınıyorlardı. dexter o sırada havada süzülen bir kitap sayfasındaki ismi gördü, h.p. lovecraft... silüet'in yüzünde korkunç bir gülümseme vardı. dexter'a döndü, soğuk bir sesle teşekkür etti. dexter o sesle karşılaştığında bilincini kaybetmişti.

    dexter kendine geldiğinde taht boştu. charles masanın arkasında baygın yatıyordu. dexter ürkek bir halde çevresine bakındı. sonra yavaş yavaş masaya yaklaştı. charles’ın okuduğu kitaba göz ucuyla baktı. arap alfabesiyle yazılmış gibiydi. uğursuz kitabı hemen kapattı. kapağında şu yazıyordu “necronomicon”

    hala baygın olan charles’ı sırtladı. bu uğursuz yerden bir an önce çıkmak istiyordu. olabildiğince hızlı bir şekilde arkasına bakmadan koridoru ve oyuğu geçti. tekrar gün ışığına çıkınca hemen bu oyuğu kapatmayı kafasına koymuştu. içerideki şey her neyse, bütün uğursuzluğuyla gün yüzüne çıkmadan burada kalmalıydı. başka insanlar bu korkuyla yüzleşmemeliydi. ancak soluk soluğa oyuğun girişinde çimlere uzandığında yerdeki büyük ayak izlerini fark etti, oyuktan çıkıp uzaklara doğru ilerleyen ayak izlerini.

    dexter ve charles bu olayı her hatırladıklarında büyük bir dehşete kapılıyorlardı. o yüzden ne kendi aralarında ne de başka bir kimseyle bir daha bu konuyu konuşmadılar. her gece tekrar tekrar o anları yaşadıkları uzun kabuslar gördüler. sonunda dexter dayanamayıp bu mesajı yazmaya karar vermişti. en azından bu olanları birisine anlatma zorunluluğu hissetmişti. çünkü o uğursuz yaratık dışarıda bir yerdeydi ve bu korkuyla yaşamak büyük bir ızdırap veriyordu. olayları anlattığı kağıtları bir şişeye koyup denize fırlattı ve işte ben, talihsiz ben bu şişeyi buldum. eğer bu kitabı okumasaydım, gülüp geçerdim. ama bu gerçekti. dexter ve charles o yaratığı uyandırmıştı ve o yüz yıldır dünyaya korku salmaya devam ediyordu.
  • "insanlığın en eski ve en güçlü duygusu korkudur. en eski ve en güçlü olan korku ise bilinmeyenin korkusudur."

    lovecraft üzerine konuşurken bu sözü tekrarlamazsam eksik olacağımı hissediyorum.

    üstadın 123. doğum gününde hala bilinmezliğin uçsuz semalarında tanımı imkansız korkuların varlığı ile şüpheye düşüyoruz. edebiyata, çağının ötesinde bir anlayış katan büyük ustayı saygıyla anıyoruz.
  • yıllar önce mailimdeki taslaklara "lovecraft meets metal" etkinliğinin 67 parçalık playlistini eklediğimi fark ettim.

    kadim büyük ustayı sevenler için buraya da paylaşıyorum.

    evangelistcthulhu rising
    cardinals follyantediluvian dreams
    electric wizarddunwich
    mercyful fatethe mad arab
    manilla roadspiral castle
    night demonancient evil
    axevyperrats in the wall
    attackercarcosa
    arkham witchi am providence
    the vision bleakkutulu!

    samaelrite of cthulhu
    vaderhymn to the ancient ones
    graveyardthe visitations of the great old ones
    sulphur aeoninto the courts of azathoth
    the great old oneswhen the stars align
    septicfleshlovecraft’s death
    nile4th arra of dagon
    puteraeonprovidence
    the black dahlia murderelder misanthropy
    celtic frostnocturnal fear

    antipeeweerise of cthulhu
    ragethe crawling chaos
    arkham witchcthulhu arise!
    eternal championinvoker
    argusthe outsider
    h. p. lovecraft historical societydeath to the world
    stormcloudscassilda’s song
    magister templinyarlathotep
    metallicathe thing that should not be
    morbid angellord of all fevers & plague

    entombedstranger aeons
    massacrefrom beyond
    samaelknowledge of the ancient kingdom
    apocalyptic firethe big olds
    ultarazathoth
    cradle of filthcthulhu dawn
    alkaloidcthulhu
    marshall ar.tsmiskatonic
    therioncall of dagon
    orphanagethe case of charles dexter ward

    atlantean kodexthe white ship
    solitude aeturnuswhite ship
    the vision bleakhorror of antarctica
    iced earthcthulhu
    magister templithe innsmouth look
    ironswordoverlords of chaos
    orange goblinred tide rising
    the lamp of thothshub-niggurath
    black sabbathbehind the wall of sleep
    the gates of slumberdweller in the deep

    arkham witcharkham witch
    hour of 13sea of trees
    briton ritesthe exorcism of tanith
    lord vicarpillars under water
    mercyful fatekutulu (the mad arab part ii)
    pagan altarthe room of shadows
    shoggothcult of cthulhu / call of cthulhu
    sacrificere-animation
    sentencedbehind the wall of sleep
    nilevon unaussprechlichen kulten

    corpsessedravening tides
    dream deaththe elder race
    hypocrisynecronomicon
    tiamat – the sumerian cry pt. iii
    bethzaidathe outsider
    saillebefore the crawling chaos
    the great old ones – visions of r’lyeh

    debe edit: bugün birçok lovecraft hayranı ile iletişim kurmamı sağlayan bu entry için zwiegesprach ve iron maidan fan, sentenced parçasının "behind" yerine "beyond" ile başladığını hatırlattı, zwiegesprach tarafından verilen kaynağı da ekliyorum. ayrıca çokça metallica'dan the call of ktulu çağrısı da geldi, o da listeye eklenebilir.

    even death may die
  • korku kitaplarının yanı sıra günümüzdeki korku türündeki oyunlara ve filmlere de yön vermiş yazar. şahsen the shadow over innsmouthkitabını da oldukça seviyorum. yalnız kendisi bir hayli ırkçı. kendisinin yalnış hatırlamıyorsam az önce bahsettiğim kitabında şöyle bir bölüm bulunuyor:

    "boks maçı kid o'brien -kanca burnuyla irlandalı'ya hiç benzemeyen bu hantal genç şimdi tir tir titriyordu- ile buck robinson, namıdiğer 'harlem dumanı' arasında gerçekleşmişti. zenci nakavt olmuştu ve çabucak yapılan muayeneden sonra, bir daha ayağa kalkamayacağı anlaşılmıştı. itici, goril gibi bir yaratıktı; kendimi tutamayıp ön bacak diyeceğim, anormal derecede uzun kollara ve insanın aklına ağza alınmaz kongo sırlarını, tuhaf bir ayın altında çalınan tamtamları getiren bir surata sahipti. sağlığında daha da berbat görünüyor herhalde - ama dünya çirkinliklerle doludur."

    aslında buradan oldukça ırkçı olduğu anlalaşılsa da o kitap içinde geçen yazarın düşüncelerini çok yansıtmayan bir bölümdür diyebilir insanlar. ancak durum öyle değil kendisinin arkadaşına yazdığı bir mektupta da şöyle bir şiiri bulunuyor:

    "when, long ago, the gods created earth
    ın jove’s fair image man was shaped at birth.
    the beasts for lesser parts were next designed;
    yet were they too remote from humankind.
    to fill the gap, and join the rest to man,
    th’olympian host conceiv’d a clever plan.
    a beast they wrought, in semi-human figure,
    filled it with vice, and called the thing a nigger."

    profesyonel bir çevirmen olmadığım için şiiri tamamen çeviremem ancak kabaca şiirde şöyle söylüyor lovecraft: "tanrılar uzun bir zaman önce dünyayı yarattığında, insan doğumunda şekillendi. daha sonra insana en uzak olan yaratıklar tasarlandı, ancak insandan çok uzaklardı. aradaki boşluğu doldurmak ve geri kalanlarla insanları birleştirmek için olimpiyalılar zekice bir plan düşündü. biçimlendirdikleri, yarı insana benzeyen yaratık, kötülükle dolduruldu ve adına zenci denildi"

    bunlar hoş değil üstat, üzdün.

    'bu da gelir gecer' nickli yazarın uyarısıyla gelen edit: the shadow over innsmouth aslında kitap değil hikayeymiş.
  • bu yazarın hikayelerinin temelinde bilinmeyen ve insan beyninin algılayamayacağı kozmik korkular yatar. hikayelerinde insanların ortaya çıkmadan öncesinde varolan kozmik güçler, dünyadışı ve doğaüstü konular işlenir. bu hikayelerde kan, kemik ve ceset gibi geleneksel korku öğeleri yerine sümüksü ve jelatinimsi maddeler yer alır. yasaklanmış bilgi, insan olmayan varlıkların insanlığın üzerindeki etkileri, kaçınılmaz kötü kader, tehdit altındaki uygarlıklar, okültizm, bilim çağının riskleri, ırkçılık (beyaz ırkın üstün sayılması), kuşaktan kuşağa aktarılan kalıtımsal suç ve din lovecraft'ın hikayelerindeki başlıca temalardır. ayrıca hikayelerin yazım stili de modernden çok modası geçmiş şekildedir. çoğunlukla kronolojik hatalar içerirler ve eski tip kelime kullanımı yaygındır. eserlerinde edgar allan poe ve algernon blackwood gibi yazarların etkisi yoğun bir şekilde görülür. lovecraft'ın eserlerinde sıradan gibi gözüken hayat aslında yabancı bir gerçekliğin üzerindeki ince bir kabuktur. bu yüzden hikayelerinde sıradan karakterler bu gerçekliği algılayamadıkları için bu durumla başa çıkamayıp en sonunda akli dengelerini yitirip çıldırırlar. lovecraft'ın hikayelerinde insan ırkının üstünlüğü tanrı olarak adlandırılan kendisinden çok daha eski ve yüce varlıklar yüzünden önemini yitirir. bu sebeple hikayelerde insanlara karşı nefret duygusu ve insanların önemsiz varlıklar olduğu duygusu sıklıkla hissedilir. bu sebeple bu eserler karakterizasyon bulunmaz. hikayelerindeki karakterler izole olmuş akademisyen insanlar olup çoğunlukla bilimle uğraşan kişilerdir. bu karakterler baş edemedikleri kötücül güçler yüzünden sürekli bir umutsuzluk çeken aciz kişilerdir. onların kazandıkları zaferler bile geçici olup çoğunlukla içindeki bulundukları zor durumdan kaçamayıp bunu daha sonra pahalıya öderler. lovecraft'ın hikayelerinde birçok konu özellikle açıklanmadan ve birçok soru işaretiyle bırakılır. hikaylerindeki kişiler nadiren başlarına gelen şeyleri tam olarak algılayabilirler. eğer anlamaya çalışırlarsa da çoğunlukla delirirler. bu hikayelerde kişilerin akıl sağlığı son derece kırılgan ve hassastır. karakterler şahit olup duydukları olağanüstü ve mantıksız gerçeklerle, ruhsal ve mantıken baş edemezler. ayrıca bu karakterlerin yakınları ve akrabaları tipik olarak paranormal ve anormal kişilerdir. onların yakın ilişkilerinin altında sinsice ve kötüye alamet olan şeyler yatar.

    lovecraft'ın stili birçok sanat dalında da etkisini hissetirmiştir. özellikle sinema da in the mouth of madness, necronomicon, re-animator ve the thing gibi filmlerde; jean "moebius" giraud and h. r. giger gibi resamların eserlerinde, stephen king, ernest hemingway ve f. scott fitzgerald gibi yazarların birçok eserinde hissedilir. günümüzde ise amnesia the dark descent, call of cthulhu dark corners of the earth, darkness within in pursuit of loath nolder, darkness within 2 the dark lineage, conarium, necronomicon the dawning of darkness ve penumbra gibi daha birçok bilgisayar oyunu, anime ve çizgi roman lovecraft'ın eserlerinden etkiler taşır.
  • " insanoğlunun en eski ve en güçlü duygusu korkudur. en eski ve en güçlü korku da bilinmeyenin korkusudur. " sözleriyle korku kavramına yeni bir boyut kazandırmıştır büyük üstat.

    kendisini eleştirenlerin birçoğu, onun betimlerde eksik olduğundan dem vururlar. nitekim, kendisini ilk kez okuyanların genel algısının bu şekilde olması şaşırılacak bir husus değildir. üstadın betimlemelerdeki bu farklı tarzının sebebi, entry'nin girişinde verdiğim söze dayanır. lovecraft, insanı korkutmak için ucubelere ya da mide bulandırıcı vahşete başvurmaz.

    o, kişiyi en fazla kendisinin korkutabileceğini görmüş ve bunu uygulamıştır.

    okuyucuyu korkutmak yerine, zihnine korku tohumları ekerek, okuyucunun bu tohumları kendi zihninde kendine göre filizlendirmesini sağlama yolunu seçmiştir. insan algısının ötesinde, tanrısal kavramları açıklarken benzetmelerinin bu dünyadaki varlıklarla tanımlanamayacağının farkında olduğundan, alışılageldik betimlerden uzakta kalmıştır.
  • gotik edebiyatinin doruk noktasi...a$mi$ adam
hesabın var mı? giriş yap