• müslümana alımının da ödemenin de haram olduğu yani peygamberin veda hutbesinde her türlüsü ayaklarımın altındadır dediği batasıca haram. yüz yılın ebolası.
  • şöyle de açıklanabilir:

    param yoktur, fikrim vardır, giderim bankadan borç para alırım, fikrimi gerçekleştiririm, daha çok param olur, sonra bankaya aldığımdan daha çok para geri öderim.

    böylece zengin daha zengin, fakir de biraz daha zengin olur.

    ha gidip kıçıma don alacak param yokken, eve plazma ekran almak için ödüyosam faizi, ben fakir değil dangalağımdır, beni sömürmek herkesin hakkıdır.

    (bkz: guns don't kill people, people kill people)
  • öncelikle (bkz: artı değer). çünkü artı değer oluşmadan faiz oluşmaz.

    sanayi gelişir, kapitalizm doğar. bankalar ortaya çıkar. vatandaş kazandığı üç beş kuruşu gider bankaya yatırır faizden gelir elde etmek için. banka bu paraları toplar. kredi isteyen sanayiciye verir faiziyle. sanayici parayla kurar fabrikasını, işçileri çalıştırır. işçiler patrona 10 birim kazandıracak kadar çalışır ama patron işçilere kazandığı 10 birimden 1 birim öder. 9 birimlik artı değer oluşur. bu 9 birimin 5'ini patron kâr olarak cebine atar. 4'ünü bankaya geri öder faiziyle. banka da sanayiciden aldığı 4 birimin 2'sini kendine ayırır ve geri kalan 2 birimi de parasını bankaya yatıran vatandaşlara dağıtır anaparanın faizi olarak. uzun lafın kısası işçi o artı değeri üretmese faiz maiz olmaz.. faiz aslında işçinin emeğidir.
    -dinsel temelde söylemiyorum- bankada parayı faiziyle işletmek, paradan para kazanmak ayıptır günahtır, kul hakkı yemektir.
  • emek sikerteci

    90'ların sonunda kurulmuş bir şirkette çalışıyorum. geçen gün bizim muhasebeci beni arayıp "abi çok önemli bir işim çıktı, şu kredi ödemesinin acilen bankaya yatırılması lazım" dedi. neyse şirketten aldım parayı koştur koştur bankaya gittim yatırdım. dönerken dekonta baktım, şirket 6 ay önce 40.000 tl kredi çekmiş ve her ay bankaya ödeme yaparak 6 ay içinde 45.000 tl geri ödemiş. faizden köşe bucak kaçan, kredi kartı bile kullanmayan bir adamım haliyle kan beynime sıçradı. sonra dur lan dedim şu işin aslını astarını bir öğreneyim. bizim muhasebeciyi kafaladım, o da şirketin röntgenini çekti önüme koydu. şirket olarak bankalara, tefecilere ve faktoringcilere 3.000.000 tl'ye yakın borcumuz var. piyasadan alacağımız 300.000 tl. aylık işlem hacmimiz 200.000 civarında bir şey, masrafları düşünce karlılığımız %5'i bile bulmuyor, aksine sabit bir nakit akışımız olmadığı için yılın büyük bir kısmınını zararla kapatıyoruz.

    bu sadece finansal vesika, gel gelelim borçların nasıl ödendiğine. borç geri ödemede tam bir sıçış sarmalına girmişiz. şirket kredi borçlarını ödemek için kredi çekiyor. meseleyi uzatmadan hemen özetleyeyim, 70 çalışanlı bir şirket olarak senenin 2.5 ayını götümüzden ter akıta akıta zengin orospu çocuklarını daha zengin etmek için harcıyoruz. gözünüzde canlansın diye anlatıyorum, size ay sonunda 1000 tl veriyorum ve ay başında 1200 tl olarak geri alıyorum ve bunu yıllardır yapıyorum. hiç mi gücünüze gitmez?

    patron denen hıyar ne bok yedi ve iş bu raddeye geldi önemli değil ama zamanında "lan olm biz mal mıyız, kredi çekip başkasını zengin etmek yerine kendi işimize devam edelim, küçük ama doğru olalım" deseydi şu an en kötü ihtimalle diyorum bak ayda kemiksiz 20.000 tl kenara koyardı. borcu değil birikimi olurdu.

    şirkete en az haftada bir bankacı gelir, orospu çocukları dişlerini şah damarımıza geçirmiş, emdikçe emiyor. ister holding yönetin kardeşim ister aile şirketi. birinden 10 para alıp 12 para öderseniz sıçarsınız. gerekirse şirketiniz büyümesin, gerekirse şirkete level atlatacak büyük işlere hayır deyin ama faizle, krediyle, borçla iş yapmayın. sonra bizim patron gibi sağda solda "bize 3 ay ömür biçenler şimdi halimize gıpta ediyorlar" dersin ama evin ipoteklidir bunu söyleyemezsin. tefeci gelir muhasebecini bıçaklar sonra "bunun kesin bir gönül işi var" diye 10 küsür yıllık çalışanını satarsın.

    bu kredi meselesi sandığınız kadar komplike bir mesele değil. bu yarrak kafalı bankalar ki sahiplerini hepiniz tanırsınız, kendilerinin olmayan bir parayı başkasına borç verir ve senden faiz alır. öbüründen de alır, diğerinden de alır, herkesten alır. sonra 10 aldığının 1'ini sen paranı o bankaya geri yatır diye sana verir. ulan sorsak hepiniz iyi insanlarsınız, kafasını çalışan abiler ablalar kardeşlersiniz, bir ayda sadece faiz olarak cebinizden çıkan parayı bir hesaplayın, yıllık gelirinize oranlayın, ev, araba, dükkan kredilerinizi ortaya dökün. sonra şu banka şu kadar kar açıklamış auww.. auw ya! %10'la faiz öderken auw değil, senin gibi kerizlerin kollektif çalışarak bankaya kazandırğı oranları görünce auw. tefeci ve faktoringcilere hiç girmiyorum zaten, biri herkesçe bilinen bir orospu çocuğkluğu diğeri aynı bokun sarısı.

    ben bankacılık sistemine karşı değilim, çözüm olarak katılım bankacılığı falan önermeyecek kadar beyin sahibiyim. herkesin aksine bana paramı istediğim her yerden çekme imkanı sunan, internetten alışveriş yapmama olanak tanıyan bir bankaya kart ücreti vermek de gücüme gitmiyor. benim gücüme giden bizlerin emeğini cork cork sömüren faiz sistemine iman etmiş, bunun tek ve en doğru çözüm olduğuna inanan tüketici kardeşlerimin içlerine sıkışıp kaldıkları kokuşmuş sistemi kabullenmeleri. ister komünist olun, ister anarşist, ister islamcı yani ne olursanız olun eğer siz de bu faiz işinden parasını katlayan insanlardan değilseniz bu sistemi benimsemenize imkan yok.
  • zamanın maliyeti.
  • bir zamanlar bir kasabada bir otele zengin bir adam gelir, otel sahibine bir oda istediğini fakat odada bir süre kalıp denedikten sonra beğenmezse kalmayacağını söyler, oda için otel sahibiyle 100 tl ye anlaşırlar adam parayı öder odaya çıkar bu sırada otel sahibi 100 lirayı götürüp kasaba olan borcunu öder, kasap aldığı parayla fırına olan 100 lira borcunu öder, fırıncı un aldığı çiftçiye olan 100 lira borcunu öder, çiftçi bir önceki gece birlikte olduğu kadına 100 lirasını verir, kadın otele olan borcunu ödemek için otele gelir, bu sırada odayı beğenmeyen adam lobiye iner ve odayı beğenmediğini söyler otel sahibi adamın parasını öder tüm borçlar ödenmiştir. bu hikayede eksik olan şey nedir
  • şu an, bankada mevduat yatırımı yapacak vatandaş için uygun bir araç değildir.

    bankaların iki tür faiz oranı var.

    birincisi şube mevduatı ikincisi internet şube mevduatı.

    birincisinin faizi şu an örnek olarak ziraat bankası 5.75-6 civarında değişirken ikincisi 9-10.25 arası değişiyor.

    şimdi bu oranlara bakan şubeden gidip parasını değerlendirecek vatandaşın kerizlendiğini anlayabilir.

    ancak faiz ile ilgili önemli diğer bir konu var. o da reel faiz. aslında faizin kaç olduğu değil reel olarak ne kadar fayda sağladığı önemli. tamam siz paranıza %10 değer kazandırmış olabilirsiniz. ama harcamalarınız mesela doğalgaz faturanız %10 dan fazla artış gösterdiye reel olarak hiç bir kazanç sağlamamış olursunuz.

    yani reel faiz için elde edeceğiniz faizi beklenen enflasyonla karşılaştırmanız gerekir. beklenen enflasyonda şu an için hükümetin hayallerde yaşaması gibi % 5 değildir. ekonomide bir değerin en iyi tahmincisi en son gerçekleşen değeridir. benim bildiğim enflasyon geçen ay %11 olarak açıklandı. ben ona bakarım.

    bankaların verdiği yüzde 6 - 10 arasında değişen oranlarından değil para kazanmak var olan alım gücünü korumak bile mümkün değil.
  • paranın zaman fonksiyonu bağlamında katsayısal değeridir. bu gubidik ekonomist yorumdan sonra bir de şöyle bir mevzudan bahsetmek gerekir: faiz, aynı zamanda anti semitizmin beslendiği en önemli kaynaklardan biridir. zira müslümanlık ve hristiyanlığın özünde faiz haramdır. nedeni ise paranın zamana bağlı olarak değerlenmesidir. kişinin reel bir işte kar etmesi kendi cin fikirliliğine bağlıyken, parasını faize yatırarak kar etmesi zamana yani tanrının arz ettiği bir değişkene bağlıdır. zamanı tanrının bir lütfu olarak gören din, insanın bu lutuf üzerinden yani tanrı üzerinden para kazanmasını hoş görmez. tabi bütün bu söylediklerimiz fi tarihinde varolan şeyler, köprünün altından çok sular aktı, sanayi devrim protestan ahlakını doğurdu, açık ekonomik düzenler oluştu, müslümanlar faizsiz kazanç dedi, kimisi entegrasyon dedi, kar zarar ortaklığı dedi ve faiz tarihsel evrimin ışığında normalleşti, din içinde de kendine bir yer buldu.
  • haram mıdır değil midir tartışmasına hiç girmiyorum. neticede para da esasında bir maldır, diğer mallardan farkı ise, her türlü mal ile takas edilebilmesidir. herhangi bir mal belli bir süreliğine başka bir kimseye kullandırıldığında; malı kullandıran kişi, kullanan kişiden bir getiri bekler.

    faiz en yalın haliyle paranın (kullanma veya borç verme) bedelidir. eşyanın tabiatı gereği, talep edildiği miktar aynı kalmak şartıyla, bir eşya piyasada ne kadar bolsa (kullanım/edinim) değeri o denli düşük, piyasada ne kadar kıtsa (kullanım/edinim) değeri o denli yüksek olur. bu anlamda faiz oranı genel olarak, piyasada ne kadar borç verilebilir sermaye olduğu (arz) ve piyasadan ne kadar borç amaçlı sermaye talep edildiği arasındaki ilişkiye göre şekillenir. tek etken bu arz/talep durumu olmamakla birlikte genel anlamda faiz düzeyini belirleyen en temel ve önemli etken; bu arz/talep durumudur. beklentiler (savaş başlayacağı düşüncesi, vb) bu arz/talep durumunu etkilediği için faizi de dolaylı yoldan etkileyebilir.

    genel olarak; gelişmiş ülkelerde reel faiz getirisi sıfıra yakın olur. yani mevduat sahipleri paralarını enflasyona karşı korumuş olurlar, ama önemli ölçüde gelir elde edemezler. borçlanan kimseler/firmalar ise düşük faiz oranlarıyla borçlanırlar. çünkü bu tür ülkeler önemli ölçüde sermaye sıkıntısı çekmezler; yani borç almak isteyenlerin bu taleplerini karşılayacak olan karşılık zaten piyasada mevcuttur. tasarruf eğiliminin düşük olduğu ve sermaye kıtlığı çekilen ülkelerde ise, aracı kurumlar kredi verebilmek amacıyla mevduat çekebilmek için gelişmiş ülkelerdeki faiz oranlarının üstünde bir faiz ile vadeli mevduat edinirler, bu yüzden sermaye bulmanın maliyeti gelişmiş ülkelerdeki maliyetten yüksek olur ve dolayısıyla borç almak isteyenlere uygulanacak faiz oranı, gelişmiş ülkelerdeki faizlere kıyasla yine yüksek olur. elbette bir ürün/hizmetin fiyatının tek belirleyicisi maliyet değildir ama maliyetler, ürün/hizmet fiyatında önemli bir belirleyici olabilir.

    küçük ama önemli bir örnek.. amerikan merkez bankası (fed), 2008 yılından beri tahvil alımı yapıyor. borç almak isteyenler bu sayede -kısmen- düşük faizlerle borçlanarak, tüketimlerini/yatırımlarını yapabiliyorlar (en azından tahvil alımının yapılmadığı duruma kıyasla daha rahat bir şekilde). tüketim yatırımı besledikçe üretim önemli ölçüde azalmıyor, ve işsizlik önemli ölçüde artmıyor. piyasada sermaye bollaşıp, bankalar düşük maliyetli kaynak buldukları için, varlığını abd'de değil gelişmekte olan ülkelerdeki yüksek faizle veya farklı yatırım araçlarıyla değerlendirmek isteyenler türkiye, çin, brezilya gibi gelişmekte olan ekonomilere kaydırdılar. bu ülkelerde belirttiğim gibi sermaye sıkıntısı olduğu için faiz, gelişmiş ülkelere göre daha yüksek. gelişmekte olan ülkelere giren bu paralar, bu ülkelerdeki parayı bollaştırdığı için, yine aynı mantıkla, faiz oranlarında aşağı yönlü hareket olmasını sağladılar (türkiye'de insanlar aylık %0,60 faiz ile ev kredisi çektiler). derken fed, abd ekonomisindeki iyileşmeye paralel olarak, piyasaya para sürmeyi kademeli olarak azaltacağının sinyalini mayıs-2013 döneminin son haftasında verince, vaktinde abd'deki getirinin düşük olmasından dolayı gelişmekte olan ülkelere kayan sermayenin bir kısmı bir anda bu ülkelerden çıkmaya başladı. çünkü fed'in piyasaya para sürmesini/bankalara düşük maliyetle kaynak sağlama işlemini azaltması demek, abd'deki faiz getirilerinin kademeli olarak yükselmesi demek. neyse, türkiye'den de bir miktar sermaye çıkışı oldu. birkaç ay önce aylık %0,60-%0,70 bandında olan konut kredileri aylık %0.95-1.05 bandına dayandı. "gezi parkı olayları yüzünden, faiz lobisi yüzünden faiz oranları arttı" yönünde iddialar var ama faiz oranlarının artmasının temel sebebi bu belirttiğim durumdur.

    'biraz artsa nolur ki?' diye düşünmeyin. yıllık bazda faizlerdeki %1'lik değişim bile çok önemlidir. örneğin, 96 ayda geri ödenecek 200,000 tl tutarında bir kredi çekilecek olduğunda, eğer yıllık toplam maliyet (faiz+diğer maliyetler) %11 ise ödenecek aylık tutar 3,142 tl; ödenecek toplam tutar ise 301,000 tl civarında olur. aynı vade ve tutarda çekilecek kredi %12'lik toplam maliyetten (faiz+diğer maliyetler) çekilecek olursa, aylık ödenecek tutar 3,251 tl, ödenecek toplam tutar ise 312,000 tl civarı olur. yani yıllık faizin %1 yükselmesi demek, bu örnekte, 96 ay boyunca her ay 110 tl fazla ödemek anlamına geliyor. yani %1'lik artış bu örnekte fazladan 96*110=10560 tl'lik bir geri ödeme yaratıyor. her yıl milyonlarca kişinin kredi başvurusu/ödemesi bulunduğunu düşünürseniz, faizdeki çok küçük değişimler bile ekonomiyi önemli oranda etkiler.

    faiz konusunda kısır bir döngü var: insanların/firmaların düşük faiz oranı ile borçlanabilmeleri için piyasada bu talebi karşılayabilecek düzeyde yeterli sermaye olmalı. yurt içindeki sermayeden tasarruf edilen oranı arttırmak için mevduat faizlerinin yüksek olması gerekir, ki bu durumda ise sermaye edinilmesi için katlanılacak maliyet artacağından piyasada düşük faiz oranıyla kredi kullanmak imkansız hale gelir.

    bu kısır döngünün temelinde, ekonominin sağlam temeller üzerinde bulunmayışı en önemli rolü oynuyor. yapılan üretim, yapılan tüketimi karşılamıyor. gelişmiş ülkeler de cari açık verirler/verebilirler. örneğin japonya. ama arada önemli bir fark var. japonya'nın, ülkeye sermaye girişi sağlayabileceği uluslararası şirketleri var, yurt içi tasarruf eğilimleri daha fazla. sermayeye erişimleri, diğer ülkelere göre daha kolay. türkiye'de ise durum böyle değil. ayrıca türkiye'nin ithalatının %75'i ara mal. yani, üretim sürecinde kullanılacak mallar. bu mallar yurt içinde üretilemediği için, döviz kuru ne olursa olsun ithal edilmekte. bu rakamın ifade ettiği şudur: daha fazla üretim, beraberinde daha fazla ithalat getirmekte. bu şu an bir kısır döngüye yol açıyor. çünkü üretimin artması bile cari açık sorununa çözüm yaratamıyor. çünkü üretimi arttırmak, beraberinde daha fazla ithalat getiriyor. orta vadeli program'da açıklanan büyüme beklentileri 2013'te %4, 2014 ve 2015'te ise %5. aynı ovp'de dış ticaret açığının milli gelire oranı için 2013'te %6,7, 2014'te %5,9 2015'te ise %5,5 hedeflenmiş. şimdiden söyleyeyim. böyle bir şey muhtemelen gerçekleşmeyecek (ki bu konuda umarım yanılırım, ve bu konuda yanılmayı çok isterim). mevcut durumda 'büyüme artacak, ama dış ticaretin milli gelir içindeki payı azalacak' dendiği zaman ben bunu inandırıcı bulmam. çünkü böyle bir yapısal reform için 1-2 yıllık bir süre yeterli değil. hoş, ben 5-6 yılda da böyle bir atılım olacağını -en azından kamu kesimi tarafından olacağını- asla düşünmüyorum.

    neyse.. faiz konusunda yaşanan bu durumdan etkilenenler insanlar oluyor. kredi çekildiği zaman ana paranın hatrı sayılır miktarı faiz olarak ödeniyor. bu, daha az tüketebilmek, daha az refaha ulaşmak demek elbette. diğer yandan, firmalar da -görece- yüksek faiz oranından borçlandıkları zaman, daha yüksek giderleri olmuş oluyor. bu gideri kompanse edebilmek için elbette maliyeti piyasaya sürdükleri-sürecekleri mal/hizmet fiyatına ekliyorlar. dolayısıyla biz de bu malı/hizmeti daha yüksek fiyattan tüketebiliyoruz. mal/hizmetlerin tek değişkeni maliyet değil ama, her bir maliyet genellikle fiyatlara bir şekilde yansıyor.

    herkes bankalara kin kusuyor ama; eğer bankaların eline, diledikleri faiz oranından işlem yapabilme gücü verilirse, bu güç daha fazla kâr sağlayacak şekilde elbette kullanılır (maalesef). tabii aynı durum diğer şirketler için de söz konusu (maalesef). 'düşük maliyetten para alıp yüksek maliyetten borç veriyorlar. olmaz böyle şey!' deniyor ama, acaba 110 tl'ye aldığımız kot pantolonun kaç tl'si maliyet? veya her ay gsm şirketlerine ödediğimiz 40-60 tl iletişim bedelinin kaç tl'si maliyet? 200 tl'lik uçak biletinin kaç tl'si maliyet? sadece bankalar değil, tüm şirketler, düşük maliyetle yüksek getiri elde etmeye çalışır. yani şirketlerin tamamı, kendilerine en fazla faydayı sağlayacak şekilde fiyatlama yapar (ki ben bir şirketin ceo'su olsaydım, samimi söylüyorum, toplum yaşamının güzelleşmesine katkıda bulunacak şekilde fiyatlama politikası izlerdim).

    2013 yılının başında kredili mevduat hesaplarına uygulanabilecek en yüksek (yıllık) faiz oranı %60 dolaylarındaydı. daha sonra yasal düzenlemeyle üst sınır %25 civarına çekildi. bu konuda inisiyatif/faiz oranının belirlenmesi önemli ölçüde bankaların elinde. yani, üst limit olan %25'ten faiz uygulamak yerine, %15 uygulayabilirler. inisiyatif bankalara ait. ama bu kredili mevduat hesabından başka, borç alma/borç verme faiz oranını belirleyen kurum doğrudan doğruya bankaların kendileri değil. faiz oranları, ekonominin genel yapısına-piyasa koşullarına göre şekillenir. piyasa gibi merkez bankası da faizler üzerinde doğrudan etki yetisine sahiptir. örneğin 2013'te yayımlanan orta vadeli program'da, cari açığın azaltılması için iç talebin özellikle krediler aracılığıyla azaltılmaya çalışılacağı açıklandı. peki iç talep krediler aracılığıyla nasıl azaltılır? elbette kredi almak (ve böylece tüketim yapmak) zorlaştırılarak. kredi almanın zorlaştırılması demek, bir anlamda faiz oranlarının yukarı yönlü hareket etmesi/ettirilmesi anlamına geliyor. burada şimdi faizi arttıran bankalar mı, yoksa hükümetin kendisi mi? kaldı ki çoğu kez ülke menfaati ile bireysel menfaatler çelişir. faizlerin artması gereken bir ortamda merkez bankası yeterince bağımsızsa faizleri arttırır. hal böyle olunca vatandaş; mevcut geliri ile daha az tüketecek duruma gelir. peki bu durum hükümetin işine gelir mi? elbette hayır. vatandaş, tüketebileceği tutardan daha azını tüketecek olursa hükümeti başarısız bulabilir. bu yüzden, merkez bankası eğer yeterince bağımsız değilse, faizlerin ülke menfaati için artması gereken durumda artmasını sağlamayabilir. çünkü belli seviyenin üstünde tüketim uzun vadede önemli sorunları beraberinde getirebilir. ben bir vatandaş olarak elbette faizlerin artmasını istemem. ama mb başkanı olsaydım, faizlerin artmasının gerekli olduğu zamanlarda bu yönde aksiyon alırdım. çünkü merkez bankası'nın kurum olarak amacı ile benim bireysel olarak amacım/hedefim farklı. ben mevcut paramla daha fazla tüketmek isterim, merkez bankası ise enflasyonu belli bir sınır içinde tutmayı ister: tüketimin belli bir sınırın üstünde olmasının enflasyon/dış açık gibi sorunları beraberinde getireceği için benim amacımla merkez bankası'nın amacı çelişir.

    ben maalesef, 2014-2015 döneminden itibaren faiz oranlarının, içinde bulunduğumuz yıla oranla daha yüksek olacağını düşünüyorum. çünkü fed yaklaşık 5 yıldır abd'deki piyasaya para aktardı.abd'deki getiriyi düşük bulan yatırımcılar da çin, türkiye, brezilya gibi gelişmekte olan ülkelere yöneldi. şimdi, fed'in tahvil alımlarını ne zaman azaltacağı tartışılıyor. fed'in öncelikli değişkeni işsizlik oranı. şu durumda, abd'deki istihdam verileri iyiye gitmeye başlayınca, gelişmekte olan ülkeler biraz panikleyecek. tahvil alımını azaltmak şöyle dursun, bu azaltımın söylentisi bile çıktığında (mayıs-2013 dönemiydi) aylık faiz oranları (örneğin konut kredisi) aylık %0.60'tan, %1'lere kadar yükseldi. sadece söylentide faizlerde bu şekilde bir hareketlenme oldu. bir de bu söylentilerin gerçeğe dönüştüğü günleri düşünün. türkiye cumhuriyeti merkez bankası böyle bir durumda döviz kuru/faiz oranı üstünde ne kadar etkili olur - bu değişimi ne kadar dizginleyebilir, orası bir soru işareti.

    mesele şu. gelişmiş ülkeler; tükettiklerinin yanında üretim de yapıyorlar, cari açık verseler de bunu finanse edebiliyorlar. bilime/teknolojiye, araştırma-geliştirmeye yatırım yapıyorlar. yaşam felsefeleri bu dünyayı sınav yeri olup diğer dünya için çalışmak yerine, bu dünyayı önemsemek yönünde. kimi ülkelerinse gündeminde; kürtajın cinayet olup olmadığı, 1+1 evlerin toplumun hayat tarzını yansıtıp yansıtmadığı, tv'de program sunucularının dekolteli kıyafetlerinin müstehcen olup olmadığı, ülke milli takımının müsabakaya hangi ilk 11 ile çıkması gerektiği gibi konular oluyor. bu ülkelerde devletin dini kurumuna ayrılan pay, eğitime ayrılan paydan yüksek olabiliyor. ister inanın ister inanmayın, dini konulara yatırım ülkenin kalkınmasına yardımcı olmaz (bu, dini işlere hiç bütçe ayrılmasın anlamına gelmiyor). kural gayet basit. teknolojide, bilimde, felsefede, eğitimde geri kalmış toplumlar; bu alanlardada ilerleyen toplumların açık pazarı haline gelir. eğitim alanında geri kalmış toplumlarda sorgulama, mukayese yeteneği gelişmez, insanların hayat tarzları-tüketim kalıpları kolaylıkla şekillendirilebilir çünkü cahil insanları yönlendirmek kolaydır. hal böyle olunca böyle toplumlarda; a ülkesinde üretilip b ülkesinde 10$'a satılan bir mal, 40$'a alıcı bulur. hatta alıcılar, diğerlerine gösteriş yaparlar. aynı mala daha fazla para ödedikleri için övünürler yani. şimdi soruyorum, gelişmiş olan ülkelerde faaliyet gösteren uluslararası firmalar için, bahsettiğim özelliklere sahip gelişmekte olan ülkeler iştah kabartan bir pazar değil de nedir?

    bu ülkelerde eğitim seviyesi, düşünce/sorgulama yetisi belli seviyenin altında kaldığı için reklamlar insanları kolayca yönlendirecek ve tüketim kalıplarını doğrudan doğruya belirleyecek. insanlar maaşlarının üç katını arama/mesajlaşma özelliğinden başka bir özelliğini kullanmadığı bir cep telefonuna veya tek taş yüzüğe vermekte sakınca görmeyecek. tüketim kalıpları bu yönde şekillenecek. insanlar kendilerini bir sosyal sınıfa ait hissetmek için, o sınıfın tüketim kalıplarını taklit edecek. son model telefona sahip olmayanlar kendilerini eksik hissedecek. bu durumda insanlar elbette borçlanarak, kendilerinin olmayan para ile ihtiyaçları olmayan ürünleri tüketecekler. elbette gerçekten ihtiyacı olduğu için borçlananlar ve bu borcun faizini ödeyenler var. ama, bilinçsiz bir şekilde borçlananların ve faiz ödeyenlerin sayısı az değil. ben, kredili mevduat hesabıyla çocuğuna düğün yapan insan biliyorum. çocuğuna gösterişli bir düğün yapmak için yeterli geliri olmayan birisi yüksek faiz ile geri ödeme yapacağını bildiği halde -ödeme gücü de sınırlıysa- ben sistemde bir sorun aradığım kadar kendisinde de bir sorun ararım.

    ne zaman ki dış sermayeye bağımlılık kısmen azalır (ki bu elbette dış ülkelerde talep gören malları üretebilmekle, dışa bağımlılığı azaltmakla, veya bir şekilde ülkeye uzun vadeli sermaye girişini sağlamakla mümkün - kısa vadeli sıcak para ile değil), işte o zaman sermaye sıkıntısı biraz azalır ve daha düşük faiz oranlarıyla borçlanırız. ama bir ülkenin bakanı bile açık açık "biz müslüman ülkeyiz. bizden mucit çıkmaz, biz ara eleman ülkesiyiz" diyorsa ekonomide önemli bir hamle beklemeyin. böyle giderse daha uzun yıllar diğer ülkelerden bir cep telefonu veya bir bilgisayarı 1500 tl'ye ithal edip, ama 1500 tl'lik ihracat için 1500 kiloluk domates göndeririz.

    hal böyle olunca nesiller boyu yüksek faizle borçlanmaya devam edip, gelişmiş ülkelerin açık pazarı olarak kalmaya devam ederiz.
  • kısaca aşağıdaki şekilde özetlenebilecek kavramdır:
    *param çoktur, giderim bankaya koyarım paramı; sonra banka bana daha çok para verir.
    **param yoktur, giderim bankadan borç para alırım; sonra bankaya aldığımdan daha çok para geri öderim.

    böylece zengin daha zengin, fakir daha fakir olur.
hesabın var mı? giriş yap