• altıncı şarkının ülkemizde bomba etkisi yapacağını düşündüğüm albüm.*

    (bkz: s2n)
  • albüm kapağı çok iyi. yani paylaşılan görsel albüm kapağı olacaksa şahane. sadece o fotoğrafa bakarak bile bir sürü şey geçirdim aklımdan. o kadar çok şey anlatıyor. sanıyorum bir konsept albüm geliyor ve nedense bana sanki bu albüm ayreon albümlerini andıracakmış gibi geldi. çok uzun zamandır dream theater beni bu kadar heyecanlandırmadı. umarım hayal kırıklığı olmaz.
  • bi’ albüm kapağı, kitap konusu mevzuyu ancak bu kadar yalın anlatabilirdi, bu kadar nokta atışı olabilirdi.

    bekliyoruz!
  • ayrıca albümün tanıtım turnesi iki perdeden oluşacak. muhtemelen 2. perdesinde tüm turne boyunca scenes from a memory albümü 20. yılı şerefine tümüyle performe edilecek.

    turne, mart ayıyla birlikte amerika'dan başlıyor.
  • albümü hala dinliyorum ama ne yazık ki yine olmamış be dream theater.

    kötü demeye vallahi dilim varmıyor ama yine iyi değil.

    böyle bir denemeler var; arada güzel şeyler oluyor ama sonra "şarkı bir türlü bitemedi be" dedirtiyor.
    ulan progressive rock/ metal dinleyen adamız her türlü enstrümental mastürbasyona zaten eyvallah demiş; bu aşamaya gelmişiz ama bir şeyler eksik, dinlerken sıkıntı veriyor.

    bir olmamışlık hissi var albümde.
    burada at wits end' e bir parantez açıp bu yorumların dışında tutmak lazım. albümün uzak ara en iyi şarkısı. al eski albümlerde aralara serpiştir çiğ durmaz.

    mike mangini iyi bir davulcu ama dördüncü albüm oldu aga sen hiç mi uyum sağlayamayacaksın gruba? her çaldığı albümde dream theater' dan daha da uzaklaşıyor.
    tamam portnoy kopyası olma, sen de kendini bul ama gruba da uyum sağla be arkadaş. hem davulcu olarak en iyi performansı hem de kendi döneminin en iyi albümü hala portnoy taklidi yaptığı a dramatic turn of events.

    vasat bir albüm. türkiye' ye tekrar gelecek olurlarsa 20 yıl önce canlı izlediğim scenes from a memory konserinin anısını tazelemeye giderim. yok bu albümün turnesi için gelecek ruhsuz ruhsuz bu şarkılardan sonra pull me underçalıp gideceklerse parama/ vaktime yazık.
  • progresif metalin en önemli isimlerinden dream theater, the astonishing ile dinleyenlerini ortadan ikiye ayırmıştı. bir süre albümlerindeki kalitenin aşağıya düşmesi ile suçlanan grup, kurucusu ve müzik dünyasının en önemli davulcularından mike portnoy ile yollarını ayırınca dinleyiciler zaten gruptan umudunu kesmişlerdi. the astonishing de iki saatten fazla süren, bir disney hikayesi gibi ucuz konusu ve broadway müzikali tadında şarkılarıyla dolu bir albüm çıkınca, dream theater'ın geleceği hakkında soru işaretleri oldukça güçlü bir şekilde belirmeye başlamıştı.

    grubun yeni albümü distance over time, dümeni the astonishing'in tam tersine kırmış. bu albümde bir konsept yok. her şarkının kendine özgü bir tarzı, bir hikayesi var. uzun bir albüm yerine, tadında bırakılmış bir albüm dinliyoruz. ballad da var, çok sert şarkılar da. kısacası herkese hitap edebilecek bir eser. albümü alıp götüren isimleri john petrucci ve mike mangini olarak görüyorum. petrucci, çok komplike olmayan ama oldukça sıkı ve sert gitar rifleri ve başta "fall into the light" olmak üzere güzel sololarla albümü beslemiş. mangini 'nin performansını çok beğendim. portnoy'un enerjisi yok tabii kendisinde (ki belki de bu psikolojik bir yanılsama) ama ruhsuz bir durum yok. davullar çok iyi kaydedilmiş ve mangini, birçok şarkıyı bir üst seviyeye çıkarmış. rudess'i biraz geri planda buldum bu albümde. acaba kendisinin solo albümü ile ilgili bir durum mu yoksa miksaj kurbanı mı yoksa benim malligim mi bilmiyorum. labrie, bildiğimiz labrie. iyi performansları da var, üzerinde hafif oynanmış vokal performanslari da var. myung ise "s2n" dışında pek dikkatimi çekmese de basçının albüm tanıtımı sürecinde sesini normalden fazla duyurması çok hoşuma gitti.

    albümden yayınlanan ilk şarkı untethered angel belki artık onlarca kez dinlemiş olduğumdan kulağa çok iyi geliyor. ilk dinlediğimde vasat üstü bulmuşken şimdi oldukça sağlam bir şarkı olduğunu düşünüyorum. petrucci'nin ana gitar rifi çok sağlam. ne zaman şarkı bu rife dönse, şarkının özünü bulduğunu düşünüyorum. bunda mike mangini'nin bu rifı zenginleştiren güçlü davulunun da etkisi var. ayrıca rudess'in güzel klavye numaraları şarkıya heyecan katıyor. müzikal olarak ise en kral anlardan biri solo öncesi bu yukarıda değindiğim üçlünün uyum içinde çaldığı (ve sonlara doğru myung'ın basının da dahil olduğu) kısa pasaj. sonra giren klavye ve gitar atışması da çok iyi. ama belki de petrucci'nin iki gitar üst üste kaydettiği kısa melodik solo şarkının en iyi yeri olabilir (gel gelelim şarkının klibinde bu süper solo sırasında gösterilen petrucci'nin mangal yapma görüntüleri gözümün önünden gitmiyor). tek eleştirinin vokal kaydının pek temiz olmaması. bu nakaratta daha bir belli. önce bu problemin labrie ile ilgili olduğunu sansam da ilk klavye solonun miksajinda da aynı hisse kapılıyorum. ama genel anlamda bir tanıtım şarkısı ya da albüm açılışı olarak çok başarılı.

    untethred angel'ın bir single havası var elbet ama eğer radyolarda çalacak bir dream theater sarkisindan bahsediyorsak paralyzeda deginmeden olmaz. albümün en enerjik şarkılarından biri bu şarkı. dream theater standartlarına göre basit bir ritmde ilerleyen, az sürprizli ama oldukça kaliteli bir eser. kıtalarda labrie'nin sakinliği ve petrucci'nin sert gitar riflerinin yarattığı ikilik çok iyi. klavyenin biraz geride kalması nedeniyle oldukça sıkı bir alternative metal şarkısı gibi kulağa geliyor. hızlıca bir doz dream theater almak isteyen metal müzik bağımlıları için kaçırılmaması gereken bir şarkı.

    albüm çıkmadan tanıştırıldığımız bir başka şarkı fall into the light albümde üçüncü sırada karşımıza çıkıyor. sıkı bir metal şarkısı gibi gözükse de aslında sözlerinde ve nakarattaki müzikte bir duygusallık öne çıkıyor. ama şarkının en güzel yeri sanırım gitar solosu. daha ilk dinleyişte beni vurmuştu. şarkıyı o kadar çok dinledim ama fikrim değişmedi. akustik gitar ile başlayan solo, şarkının farklı bir havaya bürünmesini sağlıyor ve yukarıda bahsettiğim duygusallığı birkaç adım öne götürüyor. bence bu solo - özellikle de elektro gitarın da akustik gitara katılması ile - dream theater tarihinin en epik anlarından biri. "dream theater duygusuz yeaaa" diyenlerin suratına tam bir yumruk. bunun dışında mangini'nin şarkının başında, solo sonunda ve şarkı sonunda yaptığı davul atakları başta olmak üzere tüm şarkı boyunca süren yüksek performansına da şapka çıkarmak lazım. labrie de oldukça iyi bir performans göstermekte. albümün zirve noktası benim için bu şarkı.

    gel gelelim barstool warrior benim için albümün en zayıf şarkısı. kabul ediyorum, adından dolayı daha dinlemeden bir antipatim vardı ama şarkıyı dinleyince bu antipatimin yersiz olmadığı belli oldu. bir kere barda içip, efkar yapan bir insanın hikayesi çok acayip bir arka planı yoksa zaten baştan gereksiz bir konu. burada da oyle bir arka plan yok. sözler sanki dünyanın en ciddi konusunu anlatıyor ama öyle bir durum söz konusu değil. müzikal olarak da falling into infinity kokan, şarkının sözleri ile pek alakalı durmayan bir pozitif hava var. özellikle baştaki gitar solosu sanki çok eğlenceli bir şeyler dinleyecekmişiz gibi hissettiriyor. ama bu doğru çıkmıyor. özellikle nakaratı, the astonishing'in gereksiz "lay lay lom" bulduğum şarkılarına benziyor. bu arada şarkının nakaratı ve piyano solosu bana sanki dream theater'ın billy joelun meşhur piano man şarkısından etkilendiğini düşündürtüyor. ama joel'daki o derinlik, hüzünlü neşe burada tutturulamamış. ama bu bahsettiğim piyano solosu myung'ın bas numaraları ve petrucci'nin gitar efektleri ile birleşince çok kötü olmamış. bu piyano solosu ve onu takip eden gitar solosu etkileyici ama şarkının geri kalanını ne söz, ne müzik olarak çok başarılı buluyorum.

    albümün en sert şarkılarından biri room 137. şarkının netameli havasını çok beğendim. sadece ismine bakınca bile insanın aklına bir hikaye geliyor: "acaba 137 numaralı odada ne var?". ve bu da aslında gerçek bir öyküye dayanıyormuş. mike mangini, şarkının bpm'sinin 137 olduğunu görünce aklına fizikçi wolfgang pauli gelmiş. pauli, 1/137'ye denk gelen fine structure constantin neden bu rakam olduğunu deli gibi araştırıp hasta olunca hastanede oda numarasının 137 olduğunu görünce öleceğini anlıyor. mangini de sırtını bu öyküye dayayarak dt kariyerinde ilk kez söz yazmış. dediğim gibi, şarkının sert ve ağır ilerleyen tekin olmayan bir havası var. klavyeden çıkan notalar da şarkıya hafiften bir korku filmi soundtrack'i havası veriyor. şarkının çok da beğenmediğim tek bölümü herhalde labrie'nin bol phaser efektiyle söylediği kıta olabilir. o bölümleri dinlemesi çok zevkli değil.

    s2n (ve hayır, ismiyle ilgili şaka yapmacağım), john myung'un çok gaz bir bas gitar rifi ile açılan ve o rifin üstünden devam eden bir şarkı. john myung, ayrıca petrucci'yle beraber şarkının sözlerini de yazmış. yani myung'un albümde parladığı eser diyebiliriz. grup, bu gaz rifin üstüne oldukça enerjik bir performans göstermiş. son nakaratın ardından gelen ritmin ağırlaştığı ve rudess'in solosunun başı çektiği bölüm kendi içinde ufak bir şarkı gibi. şarkının nakaratı da başarılı. vokalleri kötü değil ama bir garip. şarkının girişinde üstünde oynanan bir konuşma bulunurken, şarkının "shocking truth, climate change" diye başlayan bridge kısmında labrie'ye sanki birileri eşlik ediyor gibi (petrucci? yoksa labrie kendi sesini farklı şekillerde de kullanmayı mı öğrendi?). şarkının alamet-i farikası herhalde petrucci'nin hız limitlerini aşan solosu sonrası enstrümantal kısma son verilirken kısa bir sessizlikte arkadan gelen "wow" repliği olsa gerek (merhaba owen wilson). grubun hayranları arasında bu "wow" kısa zamanda bir meme seviyesine geldi bile. bence de hoş bir dokunuş olmuş. myung baba kusura bakmasın ama sözleri çok beğenmedim. "seller, yangınlar, fırtınalar" diye giden bölümde bir ara dünyadaki bütün felaketleri sayacaklar sandım. onun dışında grubun makina gibi çaldığı, usta işi bir eser olmuş.

    at wit's end, biraz garip bir şarkı. dream theater'dan her zaman beklediğimiz ani ritm değişiklikleri bu şarkıda sık sık var. ama biraz kantarın topuzu kaçmış gibi diyebilirim. birkaç kez dinledim ama hala şarkıyı tek bir eser olarak kafamda canlandıramıyorum. eğer dream theater'ın youtube'da bulunan "track by track" review'ını izlediyseniz mangini'nin bu şarkı için "istesek 40 tane bölüm yazardık ama tutarlı bir şarkı yaratmaya çalıştık" tadında bir şeyler dediğini duymuşsunuzdur. bu da bahsettiğim sıkıntının bir kanıtı bence. şarkının fakrlı farklı bölümlerinin hepsinin aynı kalitede olmaması ayrı bir sorun. mesela bence daha yumuşak ilerleyen nakarat ve en son kıta bence çok güçlü değil. şarkı biter gibi yaptıktan sonra bir hidden track gibi başlayan, farklı bir düzenlemeye sahip yorumu (hatta belki de demo versiyonu) sanki gereksiz kaçmış. biraz fazla gömmüş gibi olsam da şarkının bazı bölümleri de oldukça iyi. mesela ilk kıta hem duygusal hem sert olmayı başarırken, "you feel i'm asking too much of you" diye başlayan ikinci kıta bence çok güçlü. ayrıca şarkının introsu, grup elemanlarının nasıl manyak müzisyenler olduğunu gösteriyor ve bana 6doit şarkılarını hatırlatıyor.

    out of reach tatlı bir ballad olmuş. piyano namelerinin üstüne labrie'nin hüzünlü vokali ve petrucci'nin gitar soloları (ki gitarın tonu bu şarkıda bence çok iyi) bana scenes from a memory'den through her eyes ya da the spirit carries on gibi şarkıları çağrıştırıyor. şarkı hem kısa hem de ballad gibi olunca akıllara "'acaba bir hit çıkarır mıyız?' düşüncesi ile yazılmış bir eser olabilir mi?" sorusu gelse de hiç alakası yok. nakaratı olmayan, sadece üç kıtadan oluşan, ölçüp biçilmeden hazırlanmış bir eser bu. sanki rudess piyano ile oynarken, labrie "abi sen hiç bozma, şuna iki üç söz yazayım" demiş de ortaya çıkmış gibi. albümdeki diğer dt şarkıları gibi epik değil belki ama samimi ve hoş bir eser.

    albümün kapanışını pale blue dot yapıyor. carl sagan'a selam çakan şarkı, koca evrende kendi yarattığımız problemlerin içinde kaybolduğumuzu anlatan, bu bakımdan da "s2n"i andıran bir eser. progresiflik bakımından ise "at wit's end" ile benzer kategoride. girişi o şarkı o kadar iyi olmasa da, labrie'nin devreye girmesiyle bence şarkı evren içindeki yalnızlık havasını vermeyi başarabilmiş. nakarat da bu atmosferi devam ettiriyor bence. ayrıca eski dream theater eserlerinden de bir hava estiriyor. şarkının da belki de en akılda kalıcı yeri burası. rudess'in klavye solosu ve aralara dağıttığı kısa performansları bence çok leziz. mangini'nin de şarkı boyuca - özellikle enstrümantal bölümde - çok iyi hareketleri var. ama gel gelelim "at wit's end"deki gibi müzikal hava olarak gereğinden fazla bir daldan dala atlama durumu bu şarkıda da var. bence şarkının ilerisindeki enstrümantal kısımlara kıta ve nakaratlarda yakalanan o ağır havaya yedirebilselermiş çok iyi olurmuş. ama olsun, genele baktığımızda epik bir kapanış yapıyoruz.

    normalde bonus track'lere değinmem ama bir istisna olsun. albümün spotify versiyonu viper king ile kapanıyor ve bu şarkıya değinmeden edemedim. ilk dinlediğimde "vay, dream theater hiç bilmediğim bir deep purple şarkısını yorumlamış" demiştim ama bir de ne göreyim, şarkı sözlerini james labrie'nin yazdığı 0 km bir dream theater bestesiymiş. özellikle nakaratıyla beraber tam bir 1970'ler hard rock şarkısı. jordan rudess'in içinden bir jon lord çıkmış gibi. petrucci de oldukça blues ya da klasik rock kokan bir solo atmış (ama adam ister istemez dream theater progresifliğinden de kaçamıyor). sözler de bir dodge viper'ı anlatınca insanın aklına ister istemez highway star geliyor. benim için çok büyük bir sürpriz oldu bu eser. neden bonus track olarak konduğunu anlıyorum çünkü albümün geri kalanıyla, hatta dream theater'ın genel olarak diskografisiyle, alakası yok ama buna rağmen distance over time'ın en sevdiğim anlarından biri bu şarkı.

    "paralyzed" özelinde yaptığım yorumu tüm albüme uyarlamak yanlış olmaz: 6doit ya da scenes from a memory gibi bir konsept olarak dolu dolu bir albüm, images and words ve awake gibi bomba üstüne bomba şarkılarla bezeli bir albüm değil belki ama "net" bir albüm. dinlemek için kafa çalıştırmak gerekmeyen, iyi bir müzisyenlikle kaydedilmiş, sade sözlerle bezeli bir çalışma. bir michelin yıldızlı restoran şefinin hazırladığı bir fast food ürünü gibi. amaç hızlıca yemek ama kaliteden ödün verilmemiş. zaman içinde albüme geri dönüp baktığımda "keşke biraz daha sınırları zorlasalarmis" deme ihtimalim var çünkü zamana dayanacak şarkılar yaratıp yaratmadiklari konusunda şüphelerim var. elbet bunu zaman gösterecek. ama bugün böyle bir albüm var olduğu için çok mutluyum.

    3,5/5 verdim gitti
    albümü en iyi anlatan şarkılar: paralyzed, out of reach, pale blue dot
  • untethered angel sonrasi beklentilerim ne yalan soyleyeyim yerlerdeydi. genclik yillarimin en nadide muzikal anilarini yasatan gruptur dt ve her ne kadar artik eskisi gibi ol(a)mayacaklarini bilsem de icimdeki o kucuk fanboy'u oldurmem cok zor. "yeni albumu dinlemicem ulen" gibi iddiali sozlerimi de tabi leak ortamlara salinir salinmaz afiyetle yedim diyebilirim.

    oncelikle hemen belirtmek lazim ki single olarak surulen 3 parca da albumun en vasat parcalari. octavarium'dan bu yana en iyi dt albumu demekte sakinca duymuyorum acikcasi. 90'lara, koklere donus demek zor olsa da en azindan eli yuzu duzgun nefis bir porokresif metal albumu olmus. kimse one cikmadan, lülülü ile kafa sikmeden her seyin kararinda kullanildigi son derece makul ama bir o kadar da etkileyici bir govde gosterisi bile denebilir.

    mangini'nin ilk defa katlanilabilir bir performans sunmasi, labrie'nin mumkun oldugunca yuksek oktavlardan uzak durmus olmasi ve ozellikle de kutur kutur duyulan bass'lariyla myung filan derken fan'larin bu albumu sevmeme olasiligi oldukca dusuk bence.

    adamlar resmen yikilmadik, ayaktayiz mesaji vermisler
  • üzerinden birkaç geçmiş ve onlarca dinlemenin üstüne geniş bir analiz yapabilirim sanırım.

    önce şöyle bir giriş yapmam şart. dream theater, the astonishing albümüyle hayran kitlesini kelimenin tam anlamıyla ikiye böldü. bu albüm ya çok sevildi ya da nefret edildi. bana kalırsa dünyadaki en kötü hayran kitlesi dream theater grubuna ait. hata affetmiyorlar, görmezden gelmiyorlar ve her daim "en iyisini" istiyorlar. bu imkansız. özellikle müzikte 30 yılını devirmiş bir grup için ve yine özellikle progresif müzik yaptıkları için. the astonishing fazlasıyla riskli bir albümdü. sıkı bir dream theater hayranı olmama rağmen bana hitap eden bir albüm değildi. fakat bu, albümün teknik ve gelişim açısından harika olduğu gerçeğini asla değiştirmezdi. albümün içinde dünya müzik tarihinin en iyi vokal performansları ve gitar partisyonları var. lakin genelde kötü gözükenler yüzünden özelde biz bunların farkına varamıyoruz. dolayısıyla the astonishing hem beklentileri düşürdü hem de yükseltti. bir grup, artık böyle bir albümden sonra dt'den tamamen umudunu kesti, bir grup ise bu facia sonrası artık elle tutulur şeyler bekliyordu.

    bu anlamda, ikinci grup biraz daha haklı çıktı. çünkü albümün müzik eleştirmenleri ve dinleyicilerden aldığı geri dönüşüm oldukça iyi.

    benim görüşüm, bu albüm gerçekten düzenlemeleri ile eski dream theater günlerine göz kırpan ama aynı zamanda da yeni sulara kulaç atan ve risk alan bir albüm olmuş. mike mangini kayıtlarda daha enerjik ve varlığı belli, bass gitarlar kesinlikle daha dengeli ve rudess aptalca sololarla şarkıların ırzına fazla geçmemiş. yine orada burada garip şeyler yapmış lakin at wit's end piyanoları bile kendini affetirebilir. albümün genel gitar soundu sanırım yıllardır insanların petrucci'den beklediği sound. temiz ve sade çalmış. albümde bir tane bile zorlama görmedim. açıkçası, a dramatic turn of events ve dt12 albümleri zorlama sololarla dolu. çok beğendiğim breaking all illusions ve outcry şarkılarında bile overplayed olmuş sololar. bu albümde hepsi tadında ve itiraf etmek gerekirse, at wit's end biraz daha uzun sololara sahip olabilirdi. vokallere gelecek olursak, bu albüm, the astonishing albümü gibi bir vokal show albümü değil. vokaller dengeli ve çok öne çıkarılmamış. ben dream theater albümlerini enstrüman öne çıkışlarına göre sıralarım genelde. six degrees of inner turbulance, octavarium ve the astonishing tamamen vokal albümleriydi. bu albüm ise, gitar albümü olmuş fakat bu sefer davul destekli olmuş. çok da iyi olmuş.

    en büyük eleştirimiz ise, mike portnoy sonrası albümlerdeki prodüksiyon durumun leş hale bürünmesiydi. portnoy varken, petrucci-portnoy iş birliği prodüksiyon açısından ve düzenlemeler açısından grubu son 2 albüm açısından inanılmaz kısır döngüye sokmuştu ve ben bu açıdan her daim portnoy'un gidişini tamamen olumlu buluyorum. lakin bu sefer de büyük bir problemle karşılaştık, petrucci tek başına at koşturmaya başladı. o da zaten portnoy sonrası prodüksiyon açısından son 3 albüme inanılmaz yansıdı. umarım ki, distance over time petrucci prodüktörlüğünde çıkan son albüm olur ve artık dışarıdan bir prodüktör alırlar. jens bogren gibi.

    yukarıdaki tüm eleştirilerin grup farkına varmış olacak ki (en çok john petrucci tabiki), grup scenes from a memory albümü sonrası ilk kez aynı evde kalarak 2-3 haftalık süreçte albümü yazdılar. sonrası kayıt, mastering...vs. grubun böyle bir tecrübe yaşaması tekrar belki de albümün genel yapısına iyi geldi ve güzel, düzenli, progresif bir albüm geldi.

    şimdi, sıra sıra gidecek olursak;

    1- untethered angel: açılış şarkısı için, dream theater grubunu bu grup yapan tüm "teknik" elementleri içinde toplayan bir şarkı kesinlikle. teknik anlamdaki yaklaşımım pozitif olsa da, genel itibariyle albümün en zayıf halkası olarak görüyorum. sondaki 10 saniyelik rudess-petrucci atışması dışında ilgi çeken bir noktası yok gibi. fakat single çalışması olarak öne sürülmesi oldukça mantıklı. vokalleri fazla efektli ve petrucci'nin içinde angel kelimesi geçen şarkıları genelde kötü oluyor. bu da böyle bir çalışma. (5/10)

    2- paralyzed: üçüncü single olarak çıkan parça. vokalleri ve düzenlemesi açısından ilk single olarak çıkmaması beni şok etmişti. bana kalırsa daha uygun bir parçaydı. hem kısa hem de etkileyici. lakin genele bakacak olursak şarkı kötünün iyisi. mangini'nin karanlık dokunuşlarını ve vokallerin agresifliğini sevdim şarkıda. systematic chaos ve hatta train of thought albümüne koysan sırıtmayacak bir şarkı. (6/10)

    3- fall ınto the light: sözleri john myung imzalı şarkı ortadaki bölüm haricinde çok da bir yenilik vaat eden bir şarkı değil. intro kısmı ile outro kısmındaki son saniyeler "wow" hissiyatı veriyor ama şarkı genel anlamda dream theater standartlarına pek yaklaşmamış. vokaller inanılmaz zorlama geldi. orta kısım ise, biraz metallica, biraz van halen olmuş. canlı olarak çalınması konserlerde eminim gaza getirecektir lakin şarkıya genel olarak pek ısınamadım. (6/10)

    4- barstool warrior: işte tam eski dream theater esintileri. hem images and words hem de six degrees of inner turbulance esintileri hissedilen tam bir gitar şarkısı. şarkının solosunu sar başa dinle. o kadar yeni ama bir o kadar da eski bir tat. ayrıca şarkıdaki vokaller inanılmaz güzel. james labrie'nin sesi aynı images and words albümündeki gibi genç geliyor kulağa. şarkıda beni kendisine bağlayan en büyük yer ise, gitar solodan sonra gelen "promises made, crying in vain, all empty..." ve devam eden kısımdaki james labrie'nin inanılmaz içli vokali ve arkadaki gitarla uyumu. (9/10)

    5- room 137: mike mangini'nin dream theater bünyesindeki ilk şarkı sözü deneyimi. şarkısının hikayesi bilinmeyince şarkı sözlerini okursanız "bu ne lan" diye tepki vermeniz olası çünkü sözler direkt okuyunca pek anlam ifade etmiyor. doğadaki ve evrendeki 1-3-7 rakamlarının ifadelerini konu alan şarkı. neyse sözler çok da önemli değil. şarkı dream theater için yenilikçi bir deneme. ben çok sevmek ile sevmemek arasında kaldım şarkıyı. yenilik ve farklılık kulağa iyi gelse de, sanırım biraz kısa oluşu akılda kalmasını engelliyor. fakat şarkıdaki davulları çok sevdim. fazlasıyla enerjik ve imza bir soundu var mangini'nin. (7/10)

    6- s2n: john myung imzalı ve bassları baskın introsuyla jazzvari girişi şarkının en güzel altyapı imzası. şarkı alışılması zor olsa da inanılmaz güzel geliyor sonradan. vokallerdeki farklılık tamamen şarkının atmosferine uyuyor ve dream theater gibi akılda kalıcı nakarat yazma özürlüsü olan grup için gayet güzel nakaratları var bu şarkıda. the great debate ve biraz da octavarium hissiyatı aldım, özellikle rudess-petrucci enstrüman düellolarında. açılımı signal to noise olan şarkı hepimize bir mesaj verme eğiliminde. hem sözler hem de düzenleme açısından harika bir çalışma olmuş. outrosu sırıtmayan şarkılardan biri. ayrıca bu şarkının sonlarında geçen "wow" owen wilson'dan geliyor. dream theater sebepsiz bir şekilde aktör owen wilson'a takık. octavarium şarkısınında da şarkı sözlerinde owen wilson geçmektedir. (9/10)

    7- at wit's end: sözleri james labrie'e ait olan, bir kadının cinsel ve psikolojik istismara uğramasını konu alan içli bir şarkı. bana göre albümün en iyi şarkısıdır. intro ve intro geçişi tamamen harika olan, inanılmaz bir gitar-klavye uyumlu şarkı. james labrie şarkıda 3 farklı noktada 3 farklı vokal tekniği kullanarak resmen şaha kaldırmış şarkıyı. adamın zaten en sevdiğim özelliği, duygusla agresif tonları şarkılarda çok iyi kullanıyor. albümün kapanışını bu şarkı yapmalıydı. şarkı sıralamasında dream theater için hata olarak görüyorum maalesef. fade-out outro harika bir düzenleme olmuş. şarkı tam bitti derken, son saniyelerde şarkının ilk unplugged halini duyuyorsunuz. bu şarkı, stüdyoya girdiklerinde akıllarına gelen ve düzenledikleri ilk şarkı. şarkının melodisini duyduğunda james labrie araya girerek, bu şarkının sözlerini bana bırakın demiştir. (10/10)

    8- out of reach: klasik bir dt balladı değil kesinlikle. disappear şarkısı sonrası gitar solosuz bir şarkı olmuş. bu da onu farklı kılıyor. şarkı zaten öyle aman aman tipik slow bir ballad değil. gayet de dinamikleri yüksek ve duygusal vokalleri olan bir şarkı. ben biraz düzenlemesi ile disappear şarkısına ve vokalleri itibariyle de space dye-vest şarkısına benzettim. (7/10)

    9- pale blue dot: gelelim, albüm öncesi tüm müzik eleştirmenlerinin yere göğe sığdıramadıkları epik kapanış çalışmasına. dream theater standartlarına göre epik olamayacak kadar kısa olan bu epik şarkımızın ilham kaynağı carl sagan. zaten şarkı uzayda geçen bir diyalogla açılıyor. şarkı sözleri de bu temaya uygun. şarkının outro kısmı hariç her yeri güzel denebilir. şarkı genel itibariyle size the glass prison v2 hissiyatı verebilir. ki gerçekten de öyle. şarkı, klavye ve gitar düellolarıyla dolu. bana göre şarkıyı en kötü etkileyen şey ise, outro kısmında elle tutulur bir gitar solosu olmaması. epik denildiği zaman insan dişe dokunur bir solo bekliyor ama yok. resmen şarkı "yarım kalmış" hissiyatı yaratıyor, bu yüzden tam puan alacakken alamıyor. ayrıca vokallerin tarzı bakımından güzel bulsam da düzenleme açısından zorlama geldi. şöyle düşünün, the dance of eternity enstrümantel şarkısının üstüne yıllar sonra şarkı sözü yazıp kaydedelim. aynı böyle hissettiriyor. yine de gitar ve klavyenin uyumu ve davulların agresifliği şarkıyı kötü olmaktan kurtarıyor. yine de kesinlikle kapanış şarkısı olmamalıydı. (8/10)

    10- viper king: dream theater grubunun deep purple grubuna evrildiği bir şarkı olmuş. neden bonus track olarak sürüldüğünü anlamasam da (sony müzik şartları) bence pale blue dot şarkısındaki yarım kalmışlık hissiyatını eğlenceli havasıyla kapatan şarkı olmuş. vokalleri ile konserde çoşturacak, özellikle gitarları ve davulları harika bir şarkı olmuş. (8/10)

    genel puanlama: (7,5/10)

    ilk dinlemeler albümü klasikler arasına sokmayacak ama onlara yakınlaştıracak bir çalışma olmuş. mike mangini döneminin en iyi albümü olmuştur. kısa şarkılar yaparak da dinleyecileri memnun etmiştir. gözler şöyle 20 dakikalar epikler arasa da awake tarzı bir albüm de şu dönem de ihtiyaçtı. kulakları yormayan, çok sert olmayan ama gerekli agresifliği barındıran beklenilenlerin üstünde albüm oldu benim açımdan.

    ilk üç single ile inanılmaz umudum kesilmişti. resmen ters köşe oldum. gerçi single çalışmaları ile geri kalan şarkılar arasındaki kalite ve beklenti farkının büyük olması biraz korkutucu lakin bunu da sony müzik şirketinin manyaklığına veriyorum.

    son durumdaki dream theater albümleri sıralamam:

    1- awake
    2- images and words
    3- six degrees of ınner turbulance
    4- scenes from a memory
    5- falling ınto ınfinity
    6- distance over time
    7- train of thought
    8- the astonishing
    9- octavarium
    10- when dream & day unite
    11- a dramatic turn of events
    12- systematic chaos
    13- dream theater
    14- black clouds of silver linings
  • bu adamlar zamanında çıtayı allahüekber dağlarının zirvesine çıkardığı için kimse bir siki beğenmiyor afedersiniz. şu albümü dream theater değil bilinmedik bir grup yapmış olsa şu eleştirilerin çoğu olmazdı.

    kabul edin zaman geçiyor insanlar yaşlanıyor belki biraz değişim istiyorlar dükkanı kapatmadan. adamlar devamlı sfam kalitesinde albüm çıkarsalar o albümlerin bir anlamı kalmaz ki zaten.

    dinleyin gitsin derim.

    tanım: o kadar da kötü yorumları hak etmeyen albüm.
  • "song 10 writing sessions" adıyla paylaşılan çalısmaya bakarak falling ınto infinity 2 yolda diyebiliriz galiba :)) şaka şaka, fii dt'nin bir daha asla yapamayacağı bir şey... albümden ilk duyduğumuz notalar beni çok heyecanlandırdı. ılk dikkat çeken şey mangini'nin davul tonlarının kulağa daha oturaklı ve doğal geliyor olması. labrie için studyo kaydında bir endişemiz yok zaten. eger bu song 10 albümün son şarkısı olacaksa net olarak 5 dakikalık allahsal dream theater introsu iceren şarkı ekolünü de takip eden bir epik olacaktır süphesiz.
    (bkz: the count of tuscany)
    (bkz: illumination theory)
    (bkz: in the presecence of enemy)
hesabın var mı? giriş yap