• latin filozof yazar seneca nın bir eseri.

    providentia / tanrisal ongoru
    fatum / alinyazisi
    fortuna / talih

    gibi kavramlari aciklar.

    ayrica; çiğdem dürüşken hocamız, latinceden türkçeye çevirisini yapmıştır. eserden ufak bir parça yazayım da tam olsun;

    ".. dostluk mu, diyorum? hayir, daha cok bir akrabalik ve benzerlik. gercekten iyi insan tanridan sadece zaman bakimindan farkli olduguna gore, tanrinin ogrencisi ve taklidcisidir, ve de onun hakiki ogludur. erdemlerin sert idarecisi o muhtesem baba, tipki disiplin sahibi babalar gibi, kati bir egitim verir. bu yuzden tanrilar tarafindan kabul goren iyi insanlarin zahmet cektigini, terledigini, sarp yokuslara tirmandigini, buna karsin kotulerin gülüp eglendigini, zevkler icinde yuzdugunu gordugunde, ogullarimizin alcakgonullulugunden, köle cocuklarin ise haddini bilmezliginden hoslandigimizi, ogullarimizi hosgorusuz bir egitimle denetim altina alinirken, köle cocuklarin kustahliklarinin beslendigini bir dusun.."

    http://www.kabalci.com.tr/?act=kdet&nav=0&kid=170 adresinde kitap satilmaktadir. ama ben orjinal kitabi, 3 milyona bir yerden buldum aldim. ayip kabalci! cok ayip 12 milyon deger bicmissin incecik esere..

    edit: eser latince - türkçe yayinlanmistir.
  • {çiğdem hoca'nın * latince aslından çevirisiyle} dialogi 'den de providentia adlı eserini kitapçılarda türkçe olarak bulabildiğimiz eski romalı filozof. söz konusu eserde "iyi insanın başına neden kötü şeyler gelir?" teması sorgulanır, ve lucilius'a cevap veir seneca..

    eserden bir bölüm;

    latincesi:

    @@auida est periculi uirtus et quo tendat, non quid passura
    sit cogitat, quoniam etiam quod passura est gloriae pars
    est. militares uiri gloriantur uulneribus, laeti fluentem
    meliori casu sanguinem ostentant: idem licet fecerint qui
    integri reuertuntur ex acie, magis spectatur qui saucius
    redit. ipsis, inquam, deus consulit quos esse quam hone-
    stissimos cupit, quotiens illis materiam praebet aliquid
    animose fortiterque faciendi, ad quam rem opus est aliqua
    rerum difficultate: gubernatorem in tempestate, in acie
    militem intellegas. vnde possum scire quantum aduersus
    paupertatem tibi animi sit, si diuitiis diffluis? vnde
    possum scire quantum aduersus ignominiam et infamiam
    odiumque populare constantiae habeas, si inter plausus
    senescis, si te inexpugnabilis et inclinatione quadam @1
    mentium pronus fauor sequitur? vnde scio quam aequo
    animo laturus sis orbitatem, si quoscumque sustulisti
    uides? audiui te, cum alios consolareris: tunc conspexissem,
    si te ipse consolatus esses, si te ipse dolere uetuisses. nolite,
    obsecro uos, expauescere ista quae di inmortales uelut
    stimulos admouent animis: calamitas uirtutis occasio est.
    illos merito quis dixerit miseros qui nimia felicitate tor-
    pescunt, quos uelut in mari lento tranquillitas iners deti-
    net: quidquid illis inciderit, nouum ueniet. magis urgent
    saeua inexpertos, graue est tenerae ceruici iugum; ad
    suspicionem uulneris tiro pallescit, audacter ueteranus cru-
    orem suum spectat, qui scit se saepe uicisse post sangui-
    nem. hos itaque deus quos probat, quos amat, indurat
    recognoscit exercet; eos autem quibus indulgere uidetur,
    quibus parcere, molles uenturis malis seruat. erratis enim
    si quem iudicatis exceptum: ueniet [2et]2 ad illum diu feli-
    cem sua portio; quisquis uidetur dimissus esse dilatus est.
    @@quare deus optimum quemque aut mala ualetudine
    aut luctu aut aliis incommodis adficit? quia in castris
    quoque periculosa fortissimis imperantur: dux lectissimos
    mittit qui nocturnis hostes adgrediantur insidiis aut ex-
    plorent iter aut praesidium loco deiciant. nemo eorum
    qui exeunt dicit 'male de me imperator meruit', sed 'bene
    iudicauit'. idem dicant quicumque iubentur pati timidis
    ignauisque flebilia: 'digni uisi sumus deo in quibus ex-
    periretur quantum humana natura posset pati.'
    @@fugite delicias, fugite eneruantem felicitatem qua animi
    permadescunt et, nisi aliquid interuenit quod huma-
    nae sortis admoneat, [2marcent]2 uelut perpetua ebrietate
    sopiti. quem specularia semper ab adflatu uindicaverunt,
    cuius pedes inter fomenta subinde mutata tepuerunt, @1
    cuius cenationes subditus et parietibus circumfusus calor
    temperauit, hunc leuis aura non sine periculo stringet. cum
    omnia quae excesserunt modum noceant, periculosissima
    felicitatis intemperantia est: mouet cerebrum, in uanas
    mentem imagines euocat, multum inter falsum ac uerum
    mediae caliginis fundit. quidni satius sit perpetuam in-
    felicitatem aduocata uirtute sustinere quam infinitis atque
    inmodicis bonis rumpi? lenior ieiunio mors est, cruditate
    dissiliunt.
    @@hanc itaque rationem di sequuntur in bonis uiris quam
    in discipulis suis praeceptores, qui plus laboris ab iis
    exigunt in quibus certior spes est. numquid tu inuisos esse
    lacedaemoniis liberos suos credis, quorum experiuntur
    indolem publice uerberibus admotis? ipsi illos patres
    adhortantur ut ictus flagellorum fortiter perferant, et
    laceros ac semianimes rogant, perseuerent uulnera praebere
    uulneribus. quid mirum, si dure generosos spiritus deus
    temptat? numquam uirtutis molle documentum est. ver-
    berat nos et lacerat fortuna: patiamur. non est saeuitia,
    certamen est, quod [2quo]2 saepius adierimus, fortiores
    erimus: solidissima corporis pars est quam frequens usus
    agitauit. praebendi fortunae sumus, ut contra illam ab ipsa
    duremur: paulatim nos sibi pares faciet, contemptum
    periculorum adsiduitas periclitandi dabit.

    *****************************************************

    türkçesi:

    "..erdem tehlikeye açtır ve neye göğüs gereceğinden çok ne hedeflediğini düşünür; çünkü zaten göğüs gereceği olay, kazanacağı onurun bir parçasıdır. savaşçı insanlar yaralarıyla gurur duyarlar, daha iyi bir gelecek için akıttıkları kanları sevinçle gösterirler; savaş meydanından yara almadan dönenler daha fazla itibar kazanır. diyorum ki tanrı, mümkün olan en yüksek erdeme ulaşmasını istediği insanlara ne zaman yiğitçe ve cesurca bir iş yapma malzemesi sağlasa ve bu iş için yaşamlarında biraz zorluk çekmek zorunda bıraksa, onlardan lütfunu da esirgemez. fırtınada kaptanı, savaş meydanında askeri tanırsın. nereden bileyim yoksulluk karşısına ne tür bir ruh haliyle çıkacağını, zenginlik içinde yüzüyorsan, eğer? rezalete, kötü şöhrete ve toplumun nefretine karşı ne ölçüde bir dayanıklılığın var, nereden bileyim, eğer alkışlar içinde yaşlanıyorsan, karşı konulmaz ve insanların ruhlarından sana yönelen bir destekle yaşıyorsan? bakımını üstlendiğin tüm çocuklarının yanında olduğunu biliyorsan, nereden bileyim aynı serinkanlılıkla yokluklarına da katlanacağını? seni başkalarını teselli ederken işittim: eğer kendi kendini teselli etmiş olsaydın ve kederlenmeyi kendine yasaklamış olsaydın, sen o zaman dikkatimi çekerdin. sizden rica ediyorum, ölümsüz tanrıların, mahmuzlar gibi, ruhlarınızı canlandırdığı bu olayalrdan dehşete kapılmayın: felaket, erdemin sergilenme fırsatıdır. aşırı mutluluk yüzünden duygusuzlaşanlara ve sakin bir denizdeymiş gibi atıl bir ruh dinginliğinin pençesine düşenlere haklı olarak bahtsız insanlar denebilir, çünkü başlarına ne gelse, bir yenilik olarak gelecektir. acımasız talih deneyimsiz insanları daha fazla ezer, narin bir boyun içi boyunduruk ağır gelir. acemi askerin, yara alma kuşkusu karşısında beti benzi atar, deneyimli asker ise kendi kanına cüretle bakar, kanı aktıktan sonra hep galip geldiğini bilir. bu yüzden, tanrı değer bulduğu ve sevdiği insanları sertleştirir, tekrardan ele alır ve etrbiye eder; öte yandan lütufta bulunuyormuş ve esirgiyormuş gibi göründüğü insanları gelecek kötülükler karşısında kolay incinecekleri biçimde tutar. çünkü herhangi bir insanın kötülüklerden bağışık tutulduğunu düşünürsen, yanılırsın; uzun süredir mutlu olan o insan da payına düşeni alacaktır; her kim bundan azat edilmiş görünürse, bununki ertelenmiştir. niçin tanrı iyi insana sağlıksal bir bozukluk, keder ya da başka sıkıntılar verir? ordugahta tehlikeli görevler en cesurlara verilir de ondan; komutan, geceleyin tuzak kurup düşmanlara saldırmak, yolu tetkik etmek ya da bir garnizonu yerle bir etmek için en seçkin askerleri yollar. bu göreve gidenlerin hiçbiri kalkıp "komutan beni kötülüğe değer buldu," demez, aksine "bana iltifatta bulundu," der. aynı şekilde, olaylara göğüs germesi emredilen kim olursa olsun, korkaklara ve tembellere gözyaşları içinde şunları söyler: "insan doğasının ne derece dayanıklı olduğunu sınayacağı olaylara tanrı tarafından seçilmeye değer bulunduk."

    keyiften kaçının, takat kesen mutluluktan kaçının; ruh bunlarla sersemleşir ve insanlığın ortak ayzgısını anımsatan bir şey müdahele etmedikçe, sonu gelmez bir sarhoşlukla uyuşmuş gibi kalır. pencerelerinin kendisini daima hava cereyanından koruduğu, ayakları tekrar tekrar değiştirilen sargılar içinde tutulan, yemek odalarını, döşeme altından geçip duvarların etrafına yayılan sıcak havanınn ısıttığı adama hafif bir rüzgar bile dokunacaktır. sınırı aşan her şey zararlı olsa da, en tehlikelisi ölçüsüz mutluluktur: beyni uyarır, akla boş hayaller çağırır, yanlış ile doğru arasına kalın bir sis perdesi çeker. sınırsız ve ölçüsüz iyiliklerle çatlamaktansa, erdemi davet edip sürekli mutluluğu üstlenmek daha uygun olmaz mı? perhizden gelen ölüm daha sakindir, oburluktan gelirse insan çatlar.

    bu yüzden, öğretmenlerin öğrencilerine uyguladığı bu yöntemi tanrılar da iyi insanlara uygular, kesin ümit bulunanlardan daha çok gayret sarfetmelerini talep ederler. çocuklarının azmini devlet gözetiminde onları döverek denedikleri için, lakedaimonialıların çocuklarından nefret ettiğine mi inanıyorsun? babalar çocukları kamçı darbelerine cesurca dayanmaya teşvik eder ve darbelerden ezilip yarı ölü duruma geldikleri halde, onlardan ısrarla yaralarını yaralara sunmalarını isterler. tanrı soylu ruhları sert biçimde sınıyorsa, bunda şaşılacak ne var? erdemin kanıtı asla kolay değildir. talih bizi kamçılar ve vurarak ezer, dayanalım! bu vahşet değil, bir mücadeledir; bu mücadeleyle ne kadar sık karşılaşırsak o kadar cesur oluruz. bedenin en sağlam kısmı sürekli kullanılarak dürtüklenen kısmıdır. talihe kendimizi sunmalıyız, ona karşı onun tarafından daha dayanıklı olalım diye; adım adım bizi kendi akranı haline getirecektir, sürekli tehlikeyle iç içe olmak tehlikelerin küçümsenmesini sağlayacaktır. "

    ayrıntılı bilgi için:
    http://www.latince.net/
  • sanki seneca tanrıya dönüp "sür beni sarp kayalıklara" diyor ve bu eserini kaleme alıyor. sonra bir kız çocuğu çıkıp "yanmalısın, sönmelisin, ruhları incitmeli... inanırken yalanlara delirmiş olmalısın!" diyecektir; seneca bunu bilmiyor tabi, o kadar büyük filozof olmasa gerek!

    seneca "yokum" demiyor. aksine her filozofun ideali vardır; idealler filozofları yaratır. "magnum exemplum nisi mala fortuna non invenit" (de providentia 3.4) diyor filozof; temelde tanrı varsa niye bu kadar acı var söylemi kilidinin anahtarı bu. "magnum exemplum" yani "büyük örnek", "mala fortuna" yani "kötü kader" olmadan keşfedilemez. geçmiş büyük zihinlerin ödül ve cezayı nihai varışlar olarak gördüğü bir zeminde, büyük ödül için büyük bir acı çekmeniz gerekiyor. oysa bu ne kadar belirginse, tam tersi yani büyük kolaylıklar içinde yaşayıp büyük cezalar çekme korkusu o kadar karanlıktadır. secundum matthaeum 19.21'de isa'nın eksiksiz yoldaş için belirlediği kriter açıktır: "eksiksiz olmak istiyorsan; git, neyin varsa sat, parasını yoksullara ver; böylece göklerde hazinen olur. sonra gel, beni izle..." yerdekinden vazgeçip göktekine kucak açmak, ödül mekanizmasının merkezini oluşturur. seneca şöyle diyor "miraris tu, si deus ille bonorum amantissimus, qui illos quam optimos esse atque excellentissimos vult, fortunam illis cum qua exerceantur adsignat?" (de providentia 2.7) tanrının temelde insanlara karşı sevgi dolu olduğu ve onların en mükemmel (excellentissimi homines) ve en iyi (optimi homines) olmalarını istediği düşünülmüştür burada. o halde insanların mücadele edip rüştlerini ispatlayabilecekleri bir kötü kaderleri olmalıdır. tanrısal öngörü de budur, yani providentia. insan görüsünün bunda yetkin olabilmesi her daim mümkün değildir.

    stoa bilgesi bununla yaşamak durumundadır. filozof başka bir yerde şöyle diyor: " timoris tormentum memoria reducit, providentia anticipat" (epistulae 5.9) türkçesi "bellek, korkunun eziyetini ortaya çıkarır; (tanrısal) öngörü ise yok eder." burada görülen şudur: reducere (belli etmek, ortaya çıkarmak) ve anticipare (ortadan kaldırmak) fiilleriyle gösterilen şudur: bu eziyet zaten var! eziyet sen düşünmesen de var; ama providentia varsa eziyete eziyet demezsin; çünkü o en büyük görüsüyle eziyeti ortadan kaldırır. sen eziyete eziyet gözüyle bakmazsın; bunun farkına vardığın andan itibaren eziyet eziyetliğini yitirir. kelimenin yapısını iyi irdeleyin: pro + video = ön + görmek; yani providentia için ing. fore-knowledge, türkçede ön-görü. bu ön-görüyü sezebilmek için iyi insanın tabir edilişine bakmak gerek; filozof "potest enim miser dici, non potest esse" (de providentia 3.1) diyor yani iyi insana "zavallı" (miser) diyebilirsin, ama o (bunu dedin diye) "zavallı olamaz". zaten bu bakış açısına sahip olabilmek en büyük tanrılık göstergesi. cicero "deorum providentia mundum administrari" (divinatio 1.51) diyor yani "evreni yöneten tanrıların öngörüsü". burada takdir hakkından ziyade, görü hakkı vardır. tanrılar önceden (pro) görebildiğinden (videntia) onlardaki hak halini almıştır. providentia tanrılar nezdinde sonuç değil başlangıçtır.

    "permisi vobis metuenda contemnere, cupiditates fastidire..." (de providentia 6.5) bir tanrı sözü olarak düşüyor filozofun kalemine. "size, sizi dehşete düşüren şeyleri küçümsemenizi, ihtiraslarınızı aşağılamanızı aşıladım..." buradaki hak sonda değil başta bir bilinç halini almıştır; boethius'un, hıristiyan kimliğiyle kaderin değerlendirişinde de benzer bir bakış açısı var. aynı konuyu boethius meselesinde de tartışmıştık: aeternitas/@jimi the kewl. gördüğün noktadan itibaren yani farkına vardığın andan itibaren kaderi anlarsın, başlangıçta "kaderim neyse o" demezsin. onu diyebilmek için videntia'nın haliyle pro olması gerekiyor, tıpkı tanrı'da olduğu gibi.

    "si pugnare non vultis, licet fugere" (de providentia 6.7) bütün bu olup bitenle yüzleşip - dövüşemeyecekseniz, kaçıp gidebilirsiniz.
  • stoa felsefesini anlamak için okunması gereken kaynak- kitap.
    ayrıca gerek eserin içinde gerekse dipnotlarda roma tarihi ile ilgilide birçok şeye ulaşılabilir.
  • (bkz: seneca) tarafından yaşamının son yıllarında kaleme alınan, altı kısa bölümden oluşan diyalog biçimindeki kısa denemedir. türkçe'ye tanrısal öngörü adı ile çevrilmiştir.

    güçlenelim diye sarsılıyoruz. rüzgârın savurduğu ağaç hem sağlam hem de kuvvetlidir; fırtınada sertleşmiş, köklerini daha güvenli bir şekilde dikmektedir. korunaklı bir vadinin güneşinde büyüyen ağaçlar ise zayıf ve kırılgandır.

    musibetlere göğüs germek, en zor imtihanları yaşamak ve kötü olduğuna hükmetmedikleri sürece kötü olmayan şeylere sabretmeyi öğrenmek, iyi insanların her zaman yararınadır.
  • çok sevdiğim*den alınıp çok sevdiğim*e -kuşkusuz ki faydalı bir amaç için- bugün itibariyle ulaştırdığım kitap. bunca kargaşa ve bireysellikle boğulmuş, hacmi gereğince küçülen hayatlarımızın özellikle bugünlerinde "kitaptan öte".

    umut/inanç/teselliden öte/özgürlükten önce.
  • de providentia, seneca'nın diyalog tarzında yazılmış düzyazı alanındaki, ahlak öğretisi içeren yedi yapıtından biridir.

    elinizde tutacak olduğunuz kısacık eserin içine kocaman düşünceler yerleştirmiştir, seneca bu eserde gerçekten de tanrısal öngörüye sahip olmuştur. bazı söylemleri var ki, koskoca bir hayat içerisinde hatırlanmaya değecek o nadir şeylerin bir kısmını oluşturmaya layıktır;

    --spoiler--
    "yolu bilmediği için tarlalar arasında avare dolaşan insanı kovmaktansa, ona doğru yolu göstermek daha iyi bir davranıştır."

    "zaten gerçekten insan olan ve doğruluğu ilke edinmiş hangi adam makul bir takım sıkıntılar çekmeye ya da tehlikeli görevler üstlenmeye hazırlıklı olmaz ki ? aylaklık hangi çalışkan kişiye bir ceza değil ki ?"

    "yara almamış bir talih hiçbir darbeye karşı koyamaz, ama yaşadığı sıkıntılarla sürekli savaşım halinde olan kişinin derisi aldığı yaralarla kabuk bağlar, hiçbir kötülüğe yenilmez. düşse bile, dizlerinin üstünde dövüşür."

    "nereden bileyim yoksulluk karşısına ne tür bir ruh haliyle çıkacağını, zenginlik içinde yüzüyorsan eğer ?"

    "felaket erdemin sergilenme fırsatıdır. aşırı mutluluk yüzünden duyarsızlaşanlara, sakin bir denizdeymiş gibi atıl bir ruh dinginliğinin pençesine düşenlere haklı olarak bahtsız insanlar diyebilirsin, çünkü başlarına ne gelse bir yenilik olarak gelecektir."
    --spoiler--
  • büyük roma filozofu seneca'nın türkçeye tanrısal öngörü olarak çevrilen eseri.

    ahlak mektupları eserinde olduğu gibi lucilius'a hitaben kaleme alınmıştır. ancak eser aslında ''iyi insanların başına kötü şeyler gelmesine nasıl olup da adil ve iyiliği sonsuz bir tanrının müsaade ettiği'' sorusuna bir cevap arayan herkes için yazılmıştır.

    fakirlikle, hastalıkla, kayıpla, sürgünle ve çeşitli türden felaketle boğuşmayan bir insan seneca'ya göre (henüz) zayıf ve kişiliksizdir. kişi ancak bu çetin koşullarla sınandıktan sonra kendisini bulur. çünkü gerçek erdemlerin ortaya çıkması çetin koşulların varlığını gerektirir. seneca'nın deyişiyle- tanrılar; çocuklarının güçlü, sağlam karakter sahibi olması için onları sabah erken uyandıran, ağır işler yaptırıp yoran, tatil günlerinde bile boş bırakmak istemeyen sert ama iyi niyetli babalara benzer. ilk bakışta acımasızlık gibi görünen bu disiplin daha sonra çocukların daha güçlü, daha iyi, daha ahlaklı, daha mutlu bireyler olmalarını sağlayacaktır.

    ayrıca nasıl ki günlük hayatımızda en güç işler en yetkin olanlara verilir, talih de en zor görevleri en soylu ruhlara yükler. en zorlu, en tehlikeli görevler için en güçlü, en yetenekli askerler seçilir. ölüme gönderilen bu askerler komutanlarının yanlış bir seçim yaptığını hiç bir zaman düşünmez. bu durumda en soylu ruhların da tanrı tarafından en zor durumlar için seçilmesinde şaşılacak birşey yoktur. ihanetle, yalnızlıkla, ölümle, sürgünle, işkenceyle sınanmak seçkin kişilerin hem kaderi hem de görevidir.

    kaldı ki erdemler durup dururken ortaya çıkmaz. bütün erdemler kötülük toprağında filizlenir. tehlikeye maruz kalmayan nasıl cesaretli olacaktır? işkence çekmeyen nasıl sabırlı olmayı öğrenecektir? sevdiklerini kaybetmeyen metanet duygusunu nereden öğrenecektir? yoksulluk yaşamayan azla yetinmeyi nereden bilecektir? seneca'nın deyişiyle bir geminin kaptanını fırtınada, bir ordunun askerini savaş meydanında tanırız. bütün bu kötülükler-kötülük gibi görünen şeyler- aslında ruhumuzdaki cevheri ortaya çıkarır.

    bir de acaba kötü diye bildiğimiz şeyler ne kadar kötüdür? mesela sokrates'ın düzmece suçlamalarla yargılanması, ölüme mahkum edilmesi gerçekten kötü müdür? o bütün bunlara doğru bildiği bir dava uğruna katlanıp, baldıran zehirini hiç tereddüt etmeden içtiğinde gerçekten acınacak bir halde miydi? sokrates'ın hayatını zenginlik, zevk sefa içinde yaşayıp, kimseye faydası dokunmayan, hiç bir iz bırakmadan ölüp giden insanların hayatıyla kıyaslayın.

    evet soylu ruhlar belki daha çok acı çeker: hastalıklar, haksızlıklar peşlerini bırakmaz, çocuklarını kaybederler, arkadaşları tarafından yalnız bırakılırlar, ihanete uğrarlar, doğru söyledikleri için sürgüne gönderilirler, işkenceye maruz bırakılırlar. ama bütün bunlara rağmen eğer mutluluk kavramına daha geniş bir açıdan bakabilirsek tanrı'nın onları kayırdığını, sıradan insanlara asla vermediklerini onlara bahşettiğini göreceğiz. çünkü zenginlik, sağlık vb maddi temeli olan mutluluklar yüzeyselken iyi bir ruha sahip olmanın ödülü çok daha derindedir. bilgelik, adalet, merhamet ve sevecenlik duygularına sahip olmak, ölümden korkmamak, sıradan insanların önemsediği boş şeyleri küçümsemek, kısacası ruh inceliğine ve derinliğine sahip olmak iyi insanlar için bitmez tükenmez gerçek mutluluk kaynaklarıdır. onlar başlarına ne gelirse gelsin kadere yukarıdan bakmanın tadını çıkabilirler. bu yüzden iyi insanların mutlulukları kaba bir acı-haz dengesinin dışında ve ötesinde bir yerdedir. yani onların mutluluklarının kaynağı dışarıda değil kendi içlerindedir. böyle yaparak tanrı onları hem seçkinleştirmiş hem de kayırmıştır.
  • seneca, bu kitabında tanrı'nın iyi insanlara birçok keder, ıstırap, acı verdiğini kötülerin ise dünyada ödüllendirildiğini ve bunun asıl nedeninden bahsetmiş. iyi insanlara kendilerini denemek için fırsatlar tanıdığını ve ancak bu şekilde insanın gerçek potansiyelinin anlaşılacağından söz ediyor. tanrı'nın iyi insanları kendisi için hazırladığını pişirdiğini eklemiş. bu durumu savaş esnasında en önemli ve zor görevlere en iyi askerlerin gönderildiğini örnek vererek açıklamış.

    yaşamı boyunca dert, hastalık, keder, ayrılık çeken birinin ve buna rağmen elinden gelenin en iyisi için çabalayan bu insanın, seneca, sözlerini yabana atmamak gerektiğini düşünüyorum.
  • “bana öyle geliyor ki,” diyor demetrius, “başına hiçbir felaket gelmemiş insandan daha şanssızı yok.” çünkü böyle bir adama kendini deneme fırsatı tanınmamıştır.

    "tanrı iyi insanı keyif içinde yaşatmaz; onu sınar, sertleştirir, kendisi için hazırlar."

    "aylaklık hangi akıllı kişiye bir ceza değil ki?"
    (bkz: seneca)
hesabın var mı? giriş yap