• sözleri mehmet teoman'a, müziği cenk taşkan'a aittir. tanju okan'ın sesi, özellikle çocukluğum derken külçe gibi oturur insanın içine, kötürüm manda misali olduğunuz yere yığılırsınız.

    bir rüzgar esti ta eskilerden
    yıkılmış evler ve depremlerden
    oyuncak yaptığım kendi kendime
    üst üste dizilmiş tezeklerden

    bir rüzgar esti ta eskilerden
    taş toprak fındık bahçelerinden
    babamın yırtık elbisesinden
    bayramlık dikildiği günlerden

    çocukluğum çocukluğum
    bir boşluk var anlayamıyorum
    kapkaranlık derin bir kuyu var
    bir türlü içinden çıkamıyorum

    çocukluğum çocukluğum
    eksik birşey var bilemiyorum
    o zamanlardan yasaklamışlar
    doyası doyasıya ağlayamıyorum

    bir rüzgar esti ta eskilerden
    yıkılmış evler ve depremlerden
    oyuncak yaptığım kendi kendime
    üst üste dizilmiş tezeklerden

    bir rüzgar esti ta eskilerden
    taş toprak fındık bahçelerinden
    babamın yırtık elbisesinden
    bayramlık dikildiği günlerden

    çocukluğum çocukluğum
    bir boşluk var anlayamıyorum
    kapkaranlık derin bir kuyu var
    bir türlü içinden çıkamıyorum

    çocukluğum çocukluğum
    eksik birşey var bilemiyorum
    o zamanlardan yasaklamışlar
    doyası doyasıya ağlayamıyorum

    çocukluğum çocukluğum çocukluğum
    çocukluğum..
  • bu bir şarkı aslında. tanju okan seslendiriyordu. açık açık bu şarkıdaki ciddiyete ve karamsarlığa hayran oldum. “o zamanlardan yasaklamışlar, doyasıya doyasıya ağlayamıyorum” dedikçe kendi çocukluğumu düşünüp durdum. sanılmasın şimdi çocukluğunu yaşayamamak gibi bir derdim tasam asla olmadı. bizimkiler sağolsun gayet el bebek gül bebek davranırlar bana hala. zira bir söz vardır ya “babanız oldukça siz hala çocuksunuz” diye, bu vesileyle hakkını da vermeliyim burada.

    maksadım kimseyi yermek değil, yalnızca geriye dönüp kısa bir durum değerlendirmesi yapmak. bilhassa, son zamanlarda ikibinli yılların başına dair ne anlatıyorsam on yıla yakın bir zaman dilimini kastettiğime dikkat ettiğim için buna ihtiyaç duyuyorum.

    bir yokuşta geçti çocukluğumun ilk zamanları, bu yüzdendir hayatın yokuşlarına çok aldırmadan pek çok şeyi kabullenişim. çıkarken ağır ağır, inerken koşa koşa mesafeleri kat edişim. o zamanlardan ise tek hatırladığım şimdiki gibi herkesinkinden büyük bir kafaya sahip oluşumdu. evet, çok dalga geçildi benim koca kafamla. yürürken dengeyi nasıl kurduğum soruldu kimi zamanlar, kimi zaman boynumun yorulup yorulmadığı merak edildi. hiç kimsenin şapkasını, kaskını, gözlüğünü takamadım kafama uymadığı için. kafama göre bir eşya bulmak nasıl zor olduysa ona göre bir insan bulmak da zor oluyordu bir zamanlar. düşünün, saklambaç oynarken bile ilk ben sobelenirdim. zira bu koca kafayı bırakın ebenin görmesi, uzaydan fotoğrafını çekseler çin seddi gibi fark edilirdi. evet bu yüzdendir her oyunu kaybedişim.

    bir zaman sonra bunu kabullendiğimdendir ki oynamayı da bıraktım.

    işte bu noktada şarkıyı yakaladım sanırım. hayat insana çocukluğundan başlayıp kabullenmek üzerine kurallarını yıkmaya, uymaya ve uygulamaya zorluyordu. insanlar da buna “olgunluk” ismini veriyorlar, bir şekilde bu hayat şartları tarikatına mensup, mutlu mesut gibi yaşamaya devam ediyorlardı. farkında olan biri de çıktı; “bir boşluk var anlayamıyorum. kapkaranlık derin bir kuyu var, bir türlü içinden çıkamıyorum…” dedi sonunda.

    bu derlemenin neticesinde ise varabildiğim tek sonuç; çocukluklarımızı bir şekilde içimize hapsetmişiz. hayat ise geçmiş karşımıza dalgasını geçiyor sürekli. ha, sanılmasın saklambaç oynayın demiyorum. ama içinizdeki çocuk oynamak isterse izin verin. yoksa şarkıyı başa alın, bir daha dinleyin.
  • çocukluğum; müebbet hapis yemişdir büyüyen bedenimim içinde. bazı bazı aynalardan bakar bana. öyle işte.
  • bir cahit sıtkı taranci şiiiri

    çocukluğum

    affan dede'ye para saydım
    sattı bana çocukluğumu
    artık ne adım var ne yaşım
    bimiyorum kim olduğumu
    hiçbir şey sorulmasın benden
    haberim yok olan bitenden

    bu bahar havası bu bahçe
    havuzda su şırılşırıldır
    uçurtmam bulutlardan yüce
    zıpzıplarım pırıl pırıldır
    ne güzel dönüyor çemberim
    hiç bitmese horoz şekerim
  • tanju okanin ruh kattigi bir parcadir. "cocuklugum"a yaptigi vurgu dinleyende tokat etkisi yaratir, "bir ruzgar esti" dediginde ise esen sey ruzgar falan degil, dupeduz firtinadir. alkolluyken dinlendigi takdirde yasak masak sallamayip anira anira aglamaya vesile olacak guzel bir parcadir.
  • balkon demir parmaklıklarından artık kafamın geçmediğini anladığım gün bitti. kötü bir tecrübe idi tabi.
  • çıkmaz sokağın iki yanına sıralanmış olan meşe ağaçlarının yazın güneş geçirmez gölgesinde, kışın karla kaplı kalın, kadim dallarının ve gövdelerinin altında futbol oynayarak, bisiklete binerek, kartopu savaşı yaparak, duvardan duvara atlayarak geçti.

    sokağın adı da zaten, meşeli sokaktı.
  • maxim gorki'nin kendi çocukluğunu anlattığı iç paralayıcı kitabının adı.
  • gorki, bu kitabında sıklıkla karşılaştığımız; şiddete meyilli, aşırı melodramik ve kompleksli karakterlerini şu paragrafta analiz etmiştir:
    “bütün bunları ciddi olarak yaptıklarına, acı duyarak ağladıklarına inanmıyordum artık. sık sık parlayan ve sönen öfkelerine, gözyaşlarına, bağırmalara, karşılıklı yaptıkları eziyetlere artık alışmış, gittikçe daha az heyecanlanıyor, daha az acı çekiyordum. çok sonraları, rus halkının, yoksul ve sefil yaşamları içinde, kederi kendilerine eğlence yaptıklarını, onunla çocuklar gibi oynadıklarını, mutsuz olmaktan çok ender utanç duyduklarını anlamıştım.
    günlük yaşamın tekdüzeliği içinde keder bayram, yangın eğlenceydi onlar için. silik bir yüz üstündeki sıyrık bile süstü.”
  • maxim gorki'nin okumaya değer kitabı. elime ilk aldığımda pek okuyacakmışım gibi durmuyordum. şimdi tavsiyelerim arasında.
hesabın var mı? giriş yap