• son zamanlarda çevremde filmin metaforik öğeler içerdiği hakkında saçma fikirler duydum. meğer ki bu saçma argümanların kaynağı söz konusu bu iki*
    * enrtymiş. ne yalan söyleyeyim bu entrylerin bu kadar beğenildiğini görünce de oldukça üzüldüm. bu entrylere itibar eden insanlar ya filmi gerçekten izlememişler ya da bu saçma argümanlar tarihsel olguları da içerdiği için onlara ilgi çekici gelmiş ve kolay yoldan bilgili gözükmek istiyorlar diye düşündüm.

    bahsettiğim enrtylerde yazarlar filmin detaylarını argümanlarını desteklemek için değiştirmiş. ayrıca söz konusu argümanlar genel olarak tarihsel olguları içerdiği için cevap niteliğinde bir entry yazma gereği duyuyorum.

    --- spoiler ---

    - “küçük çocuğun adının tito olması tesadüf değil. tito komünizm etkisindeki doğu bloku ülkelerini temsil etmekte.”

    daha önceki enrtylerde de yazıldığı üzere, yugoslavya tarihin hiçbir döneminde doğu blok'u ülkeleri arasında bulunmadı. batı ve doğu bloklarının dışında kalan, üçüncü yol ülkeleri arasında nitelendirildi. soğuk savaş döneminde bağlantısızlar hareketinin kurulmasına öncülük etti. ayrıca, stalin döneminde tito’ya karşı sayısız suikast girişiminin planlandığı da bir gerçek. özetle bu argüman tarihsel gerçeklerin bilinmemesinden ya da çarpıtılmasından kaynaklı olarak ileri sürülebilir.

    - “nihayetinde bu hamile kadını zenci başka bir hatun dom yani amerika tekmeliyor.”

    ilk olarak, filmde hiçbir amerikalı karakter yok. kaldı ki hamile dansçıyı tekmeleyen dom adlı dansçı fransız. bu karakterin abd’yi temsil ettiğine dair ufak bir detay bile yok filmin içerisinde. bu argümanın devamında belirtildiği gibi tekmeleme sahnesinden sonra duvarda haç işareti görülmüyor.

    - “birbirleriyle sevişen kardeşler arap ülkelerini temsil etmekteler.”

    bu iki kardeşin müslüman veya arap olduklarına dair herhangi bir detay yok filmin içerisinde. yönetmen böyle bir mesaj kaygısı taşısaydı müslüman olduğu belli olan karakterler koyarak amacına ulaşabilirdi. kaldı ki bahsedilen karakterler afrika kökenli.

    - “en sonunda onu elde eden küçük lezbiyen yani almanya oldu.”

    bahsedilen karakterimizin adı ivana. filmin bir bölümünde rusça konuştuğu net bir şekilde duyulabilir. yani yazarın küçük lezbiyen olarak nitelendirdiği dansçı alman değil.

    - “daddy karakteri tanrı’yı temsil etmekte. zira parti başlarken tanrı bizimle diye bağıran ve olaylar koparken hiç kimseyle ilgilenmeyen bu adam “bu kadar zulüm varken tanrı nerede” anlayışını sembolize etmekte.”

    daddy karakterinin filmin sonuna doğru riley’in üzüntüsüne kayıtsız kalamadığı açık bir şekilde görülebilir. iddia edildiği gibi duyarsız bir karakter değil.

    - “filmin başında seks muhabbeti yapan iki zenci kolonize edilmiş afrika sömürgelerini temsil etmekte. ve son sahnede kendilerini adeta afrika yerel figürleriyle boyanmış bir halde kendisini kaşıyarak vücudunu kanatırken gördük. sömürge zihniyetinden hala kurtulmaya çalışmalarına bir gönderme var.”

    seks muhabbeti yapan iki arkadaşımızın adı cyborg ve roco. filmin sonunda vücutlarını boyayan karakterler ise kyra ve bart. filmin sonunda cyborg’un alaia adlı dansçıyla beraber uyuduğu net bir şekilde görülebilir. yani seks muhabbeti yapan dansçılarla filmin sonunda vücudunu boyayan dansçılar aynı kişiler değil.

    - “son olarak alkol medyayı uyuşturucu ise alkolün içine katılan kasıtlı siyasi yönlendirme maksadı taşıyan propagandaları temsil ediyor.”

    bu argümanın doğru olduğunu varsayalım. ancak dansçıların ülkeleri temsil ettiği iddia edilirken bu argümanın doğruluk taşıması devletlerin propaganda ile kendi kendilerini zehirledikleri sonucuna ulaştırır bizi. oldukça mantıksız bir iddia.

    - “ne zaman ki david, siyahi bir kız olan gazelle'e asılmaya başladı, yani ötekilerin kara sularına girdi, penisinin koparılma fikrine kadar uç linç düşünceler belirdi.”

    david’in dayak yeme sebebi, gazelle’e asılmış olması değil. svastika işaretini çizerken taylor adlı dansçı açık bir şekilde “demek benimle dalga geçiyorsun” diyerek bağırıyor.

    - “ve kapanışla her şeyi bir alman kadının tezgahladığının anlaşılması. adeta bir 2. dünya savaşı öncesine göz kırpış.”

    ikinci dünya savaşı’nı almanya’nın tezgahladığını iddia etmek yalnızca temel tarih bilgisinin eksikliğinden kaynaklanabilir. uzun uzadıya savaşın neden çıktığını anlatmaya pek gerek yok bence.

    --- spoiler ---

    her sanat eserinin artık ortaya çıkış süreci tamamlanıp, yapıt haline geldikten sonra yaratıcısından kısmen bağımsız bir hal aldığını düşünüyorum. bu sebeple, aynı eserin farklı kişilerde aynı etkiyi yapması bence olanaksız. ayrıca, eserin sahibinin anlatmak istediklerinden daha farklı şeyler çıkarmak da mümkün. ancak bu durum, söz konusun eserin detaylarını kendimizce eğip bükebileceğimiz anlamına gelmiyor. bu film özelinde, tarihsel olguları içeren argümanların varlığını belirli bir noktaya kadar kabul edebilirim. ancak filmin detaylarını içeren argümanların iyi niyetle yazılmış olabileceğini düşünmüyorum. bariz bir şekilde, michael sikkofield tarzı argümanlar öne sürmek için filmin içerisinde bulunmayan detayların veya var olan detayların değiştirilmesi kişinin bildiğini okumasından başka bir şey değil.

    bu filmin gaspar noe filmlerinin arasında belki de en toplumsalı olduğu ileri sürülebilir. yine de bu iddia bizi filmin bir metafor olduğu sonucuna ulaştırmaz. bunun doğru olması için tarihsel olguların kuşkuya mahal bırakmayacak şekilde titizlikle filmin içerisine yerleştirilmesi gerekir. tıpkı stanley kubrick'in the shining filminde yapmış olduğu gibi.

    söz konusu entrylerin aldığı beğeni sayıları da bir başka tartışma konusu bence. bu tarz argümanların destek bulmasının en önemli sebebi bilgiye kolay yoldan ulaşma isteğinden kaynaklanıyor. birilerinin kılavuzluğuna başvurarak, düşünmeden ve emek harcamadan bilgili gözükme çabası önemli bir sorun. daha önce de söylediğim gibi, tarihi konulardaki bilgisizliği kabul edebilirim. ancak bu entryleri beğenen kişiler, filmi izlemek için bile emek sarf etmemişler. ağır olacak ama bu kadar gerzekçe argümanları, izlediğini anlamaktan aciz aptallar beğenebilir sadece.

    özetle, bu film konusundan bağımsız olarak, sanat eserlerinin belirli fikirleri ileri sürmek için bağlamından koparılabileceğini ve bu fikirlerin destek bulabileceğini görmem açısından faydalı oldu.
  • bu filme şehvet, hırs, bastırılmış cinsel duygular vesaire diyen olmuş ama cannes ta prömiyere çıkmış bu film tamamiyle politik abicim. filmin konusu uyuşturucunun zararlarını gösteren yeşilay tarzlı bir katarsis kesinlikle değil.
    --- spoiler ---
    öncelikle her dansçı birer metafor. tespit edebildiklerimi yazıyorum.
    küçük çocuğun adının tito olması tesadüf değil. tito komünizm etkisindeki doğu bloku ülkelerini temsil etmekte.
    anneleri emmanuele yani sovyetler veya komünizm bu ülkeleri kapitalizmden korumak maksadıyla dış dünyadan kopuk bir şekilde yönetiyor. sonunda da çocuk ve anne ölüyor yani kendi kapalı bölgelerinde komünizm çöküyor ve sovyetler dağılıyor.

    hamile olan kız direk meryem anaya bir gönderme. çünkü “bu çocuk kimden” tepkisi aynen meryem’in ferisilerden gördüğü tepkiyi yansıtıyor.
    nihayetinde bu hamile kadını zenci başka bir hatun dom yani amerika tekmeliyor.

    trump’ın muhafazakar bir evanjelist olması ve kendi ülke çıkarları için hristiyanlık dinini tahrif etmesine bir gönderme. o tekmelerden sonra duvarda gözüken haç işaretli poster umarım dikkatinizi çekmiştir.
    dom aynı zamanda ömer’i yani müslümanları da kapı dışarı eden, gelen geçeni suçlayıp olayları başkasının üzerine atmasıyla gayet güzel bir şekilde ülkesini yansıtıyor.

    david karakteri yahudileri temsil ediyor. adının david olması yani davud tesadüf değil. bu adam dikkat ederseniz herşeyi yapmaya hazır olduğunu söylüyor. -vaat edilen rol yani vaat edilen topraklar için- ve filmin ilerleyen sahnelerinde bu adamı ne salva ne daddy hiçkimse istemiyor. bu yahudilerin tarih boyunca gördüğü zulmü temsil etmekte. başına çizilen gamalı haçta nazilerin bu adamları kesmesine bir gönderme.

    birbirleriyle sevişen kardeşler arap ülkelerini temsil etmekteler. dikkat edilirse ilk kız kardeşimiz ömer’e ilgi duymakta. yani islamın özüne müslümanlığa. fakat daha sonra ondan vazgeçip david’le yakınlaşmaya başlıyor.-yani israil ile- bunun neticesinde bunu hazmedemeyen diğer arap ülkeleri -erkek kardeş- arasında ensest olarak adlandırabileceğimiz tuhaf ilişkiler dönüyor. arap toplumlarının aynı soydan gelip bu kadar ayrı olmaları ve sahip oldukları çarpık ilişkiler ensest ile anlatılmış.

    salva karakteri ülkeyi değil gücü temsil ediyor. çünkü birçok dansçı yani ülkeler onu elde etmeye çalıştı. en sonunda onu elde eden küçük lezbiyen yani almanya oldu.

    daddy karakteri tanrı’yı temsil etmekte. zira parti başlarken tanrı bizimle diye bağıran ve olaylar koparken hiçkimseyle ilgilenmeyen bu adam “bu kadar zulüm varken tanrı nerede” anlayışını sembolize etmekte.

    filmin başında seks muhabbeti yapan iki zenci kolonize edilmiş afrika sömürgelerini temsil etmekte. zira bu adamlar alkol alırken asılı duran haç işaretli bayrağı korkunç olarak değerlendirmekte. malum bu ülkeler kolonize edilirken başta misyonerler tarafından ziyaret edildiler. ve son sahnede kendilerini adeta afrika yerel figürleriyle boyanmış bir halde kendisini kaşıyarak vücudunu kanatırken gördük. sömürge zihniyetinden hala kurtulmaya çalışmalarına bir gönderme var.

    ilacı karıştıran uzun boylu lezbiyen ise ingiltere’yi temsil etmekte. kızın alman olması ingiliz kraliyet ailesinin alman kökenli olmasına bir gönderme. bir taşla iki kuş vuruyor fransızlar bu şekilde. ingiltere ortalığı karıştırıp en az zarar gören ülke oluyor.

    son olarakta alkol medyayı uyuşturucu ise alkolün içine katılan kasıtlı siyasi yönlendirme maksadı taşıyan propagandaları temsil ediyor.

    özetle film uyuşturucu katılmış alkolleri -propaganda yapan medya kanalları- tüketen dansçıların -ülkelerin- buna verdikleri reaksiyonları ve birbirleriyle olan ilişkisini metaforik bir dille anlatmakta.

    edit:an itibariyle ekşişeylerde yayınlanmış entryim. güne güzel haberle başlamak gibisi yok.
    dipnot: çok sayıda güzel yorum aldım.herkese teşekkür ediyorum. yorumum doğrultusunda başka analizler yapıp başka metaforlar bulan arkadaşlarda var. onları da en kısa sürede ekleyeceğim.
    --- spoiler ---
  • ---spoiler olabilir---

    climax'e "bizi biz yapan ustalara saygıyla" diye başlıyor gaspar noe. nitekim, dansçıların tanıtıldığı sahnede, kadrajın sol yanında kitaplar, sağ yanında filmler var. salo* var misal, endülüs köpeği var, suspiria var. ustalara saygıyla açılan ustaca bir film. sarsıcı, etkileyici. ismiyle müsemma, giderek artan temposuyla gergin ve nefessiz zirveye çıkarıyor. filmekimi'nde loro, the favourite gibi iddialı filmler ziyadesiyle tırt çıktığı için giderken vasatsa çıkarız havasındaydık. çıkmayı geçtim, âdeta pseudo-lsd etkisiyle koltuğa mıhlandık.

    tek mekân filmi, dışarısı yok. o kadar yok ki, karla kaplı altı üstü olmayan bir boşluk var dışarıda ve orada yaşama şansı da yok. yani yönetmen kurduğu dünyanın topografisini nefis işliyor. bizi yeşil ve kırmızının baskın olduğu bir mekâna hapsediyor. bu mekânı hem dünya hem zihnimiz olarak okuyabiliriz. zihnimizin köşesine sıkıştırmak için de lsd'yi kullanıyor. lsd, kültür tarihinde namlı bir maddedir. beatles'ın lucy in the sky with diamonds yahut aldous huxley'nin algı kapıları mesela. özellikle 70'lerin havası asit havasıdır, noe'nin filmin müziklerinde 70'lerin iki önemli disco ikonu giorgio moroder ve cerrone'yi kullanması elbette tesadüf değildir. bu konuyla alakalı olarak in nuce'den okuyunuz: #9328808.

    lsd, algıyı çarpıtır, zaman-mekân-beden duygusunu yıkar. bu yüzden yüksek binalarda vb. asit yapmayın derler; yüksekte olduğunu fark etmeyip aşağı atlamak, yangın çıkarmak filan lsd'nin etkileridir. zihnin köşesine sıkışan insanın tüm hayvanlığı ortaya çıkar. bir aslanın tabiatı yırtıcılıktır, içinden de ancak yırtıcılık çıkar. insanın doğası ise girifttir, içinde sırtlanından kelebeğine bir orman dolusu hayvan vardır. dolayısıyla hepsinin birden açığa çıkışı insanı afallatır, bir an cengâver kesilir, bir an sonra pusar dağılır. asidin etkisiyle çorba olan hâlleriyle baş etmek için de iki temel dürtüsü ortama ağırlığını koyar: şehvet ve şiddet. filmin en sevdiğim tarafı bu oldu. insanın hayvaniyetini çok güzel yansıtmış canına yandığım. kendini bilmek diye buna diyoruz. insanın bir de ruhaniyeti var tabii, eh bunu da bilen kurtuldu gitti.

    günün birinde, 2000'lerin ilk çeyreğini bize anlatın diyen olursa, gelişmiş ülkeler ciheti için climax'i, az gelişmişler için de kefernahum'u izleterek işe başlayabiliriz. ikisini de aynı gün izlediğim için böyle bir analoji yapıyorum. eğildikleri konulara dair anlamlı cümleler kuran, buram buram zamanın ruhu* kokan iki film. zamanımızın karmaşık ruhunu anlamak isteyenler için birebir. hani bir filmin nasıl sanat olacağını düşünmüştük, (bkz: işte böyle/#82276258).

    kefernahum'da zain, ana-babasını onu bu dünyaya getirdikleri için dava ediyor. sefaletin içine doğan orta doğulu, afrikalı çocuklar hepimizden davacı. bu açıdan kefernahum, insanlığımızdan utandıran bir film. climax'de de hayvaniyeti insanı dava ediyor, sıkı sıkı tutması gereken yularını kaybettiği için. o da insanlığımızdan utandıran bir film. ayrıca noe, filmi fransız bayrağının önünde kuruyor, yani devletlere, erk sahiplerine de utanın, diyor. geliştirdiğiniz ve insanı içinde köşeye sıkıştırıp salt hayvanını semirttiğiniz dünya modeli bu! sonunda fonksiyonsuz kolluk kuvvetlerinizle ancak seyircisi olabildiğiniz bir dünya...

    saygılar efendim.
  • muhtemelen etkisinden çok uzun süre çıkamayacağım film. gaspar noe bu filmle birlikte krallığını ilan etmiş. irreversible'dan bariz biçimde daha yi, enter the void'le yarışır düzeyde. love ise yanına bile yaklaşamaz. öyle ki bundan bir önceki film olan love bu filmin yanında çok ciciş, çok naif kalmış. ki bilmeyenler için, love yarısı porno (ki mecazen değil, gerçek anlamda porno) sahnelerden oluşan ağır dramatik kahredici bir filmdir.

    --- spoiler ---
    kamera film boyunca bir observer gibi grubun arasında aklı başında biçimde dolaşıyor ama ikinci yarıda o malum tepeden çekim danslar ve credits'ten sonra (evet ruh hastası credits'i filmin ortasına koymuş) kameranın da sangria içmiş gibi delirişine tanık oluyoruz. aktüel kamera aktüellikten çıkıp bildiğimiz ters dönen, mantıksızca ruh gibi etrafta dolaşan, saçma açılar kovalayan çılgın gaspar noe kamerasına dönüyor. ilk yarısı video klip tadında, biraz da karakterleri tanıyalım modunda light geçen film ikinci yarı karakterlerin bilinçaltının dışa vurmaya başlamasıyla adeta "alien meets enter the void" gibi bir şeye dönüşüyor. izlediğim 10 filmden 8'i gerilim olmasına ve çok film izlememe rağmen belki üç dört senedir hiçbir filmde bu kadar gerilmemiştim. onlarla birlikte benim midem de bulandı, oradan kaçmak kurtulmak istedim (geçmişte bazı kötü deneyimleriniz varsa tebrikler, sıçtınız), ama film izleyiciye nefes aldırmak şöyle dursun, her yeni dakikada bir önceki dakikayı aratacak kadar kapandı, karabasan gibi üzerime çöktü. evet bir climax'i anlatıyor ama tersine climax.

    rahatsız olduğum tek nokta sonunda lsd'yi kimin koyduğunu göstermesi oldu. sanki merak ediyormuşuz, sanki bu kadar şeyden sonra aklımızda o soru kalmış gibi. gaspar bari sen yapma. gerçi düz sinema izleyicisi illa bir hikaye görmek istiyor. filmin ilk yarısındaki uzun dans sekanslarında salonda bayağı bir insan oıflayıp pufladı (keşke filmekimi'nde gitseymişim, orada izleyici profili biraz daha iyi oluyor), filmden kopanlar oldu, hemen bok varmış gibi o telefon ekranları parlamaya başladı. gaspar'ı da anlıyorum. son yarım saat neler olmuş, izleyici adını unutacak seviyeye gelmiş, hala "ee kim koymuş lsd'yi öğrenemedik" diye soracak üç beş çomar varsa onlara otuz saniyelik kısa final yapmış. ama yapmasaydın da iyiydi be abi, o sorunun cevabını bazı ticari kaygılar yüzünden verdiğin öyle barizdi ki. filmekimi'ndeki bir başka muhteşem film olan beoning'in finalindeki cinayet ne kadar gereksizse burada da göze asit damlatma sahnesi o kadar gereksiz geldi.
    --- spoiler ---

    değinmeden olmaz, filmin neredeyse 1,5 saat aralıksız devam eden muhteşem müzikleri var. açılış erik satie'nin meşhur once upon a time in paris'inin (trois gymnopedies) daha da iç burkan bir cover'ıyla başlayıp fragmanda da kullanılan supernature'la devam ediyor. sonra da aphex twin'inden daft punk'ına çok iyi bir dj set çalıyor. basları içinizde hissettikçe daha iyi havaya giriyorsunuz. sırf o yüzden filmin sinemada izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. evde izleyecekseniz bile kulaklık takın öyle izleyin.

    son olarak filmle ilgili trivialar:

    -çekimler filmi cannes'a yetiştirmek için 15 günde tamamlanmış.
    -senaryo 5 sayfa, gerisi doğaçlamaymış.
    -sahneler kronolojik sırayla çekilmiş.
    -gaspar noe'ye göre filmin ilk yarısı roller coaster, ikinci yarısı korku tüneli treni gibiymiş.
    -internette asit kullanan insanların videolarından bir derleme yapılmış, çekimlerden önce herkese izletilmiş.
    -selva'yı oynayan oyuncu dışında cast'ın tamamı dansçılardan oluşuyor. gaspar noe bu ekibi dans kulüplerinden ve internetten toplamış.
    -açılışta tek plan çekilen toplu dans sahnesi 15 kez denenmiş.
    -bireysel dansların hiçbiri koreografi değil, dansçılar içinden geldikleri gibi oynamış.
    -film 1996 yılında geçiyor. o yüzden telefonları yok. müzikler ve kıyafetler de ona göre seçilmiş.
    -gaspar noe uzun planlar için victoria'dan ilham almış (izlemediyseniz kesin izleyin. iki küsür saat tek plan giden bir filmdir)
    -bir röportajda gaspar noe filmin temasının kontrolü kaybetmek ve güvenli bir yerin tekinsiz bir yere dönüşmesi olduğunu söylemiş. ayrıca 2001 a space odyssey'de nasıl maymunların insana evrimi gösteriliyorsa, bu filmde de tersine bir evrimi göstermek istemiş.
  • #83175138
    filmle ilgili en beğenilen yorum da yazar arkadaş filmin konusu itibarıyla ''uyuşturucunun zararlarını gösteren yeşilay tarzlı bir katarsis''den çok daha fazlası olduğunu söyleyerek filme ilgili aşağıda değineceğim bazı metaforik çözümlemeler yapmış.

    spoiler-

    ''çocuğun adının tito olması tesadüf değilmiş.tito komünizm etkisindeki doğu bloku ülkelerini temsil ediyomuş.anneleri, yani sovyetler de bu ülkeleri kapitalizmden korumak için dış dünyadan kopuk bir şekilde yönetiyomuş ve en sonunda kendi kapalı bölgelerinde komünizmin çöküşüyle beraber ölüp gidiyolarmış tıpkı filmde olduğu gibi.''

    keşke doğu bloku ülkelerinden birini çağrıştıracak bir liderin ismi kullanılsaymış o zaman.çünkü yazarın iddia ettiği gibi tito yugoslavya'sı hiçbir zaman doğu bloku ülkelerine dahil olmamıştır.bağlantısızlar hareketinin kurucusu da olan tito sovyetler le mesafeyi korumasını hep bilmiştir.

    hamile kız direk meryem anaymış zaten.niye, çünkü arkadaşlarından gördüğü ''bu çocuk kimden'' tepkisi aynen meryem'in ferisilerden gördüğü tepkiyi yansıtıyormuş.''
    daddy karakteri de allahmış.niye mi?çünkü parti başlarken tanrı bizimle diye bağırmış ama olaylar koparken hiçkimseyle ilgilenmemiş “bu kadar zulüm varken tanrı nerede” anlayışını sembolize ediyomuş vs...böyle bi kaç tane zorlama çıkarım daha var.

    hadi şu çözdüğünüzü iddia ettiğiniz metaforlarla ilgili sunduğunuz delillerin ikna edici olduklarını, zorlama olmadıklarını ve akla yatkın olduklarını varsayalım.e nedir yani bu bu filmin amacı.yönetmen bir sürü metaforu, göndermeyi seyircinin kafasına boca edecek.seyirci de bunlardan yakalayabildiği kadarıyla zekasıyla övünecek.öyle mi?

    hem bu olduğunu iddia ettiğiniz metaforlar filmi neden daha değerli yapsın?simgesel anlatım işlevsel olursa, belli bir konuyu aktarmak amacıyla kullanılırsa işe yarar.buradaki metaforik anlatımda bu var mı?
    meryem'le sovyetlerin çöküşünün, yahudilerle gücü sembolize ettiği iddia edilen salva karakterinin bağlantısı nedir?bölük pörçük, osurup osurup ipe dizer gibi gönderme yapmanın manası nedir?kafamıza bulmaca gibi boca edilen metaforik göndermeleri çözmenin bana seyirci olarak faydası nedir?kendi mi daha zeki hissetmek mi?
    spoiler-
  • başlıktaki en beğenilen entryleri okudum. politik metaforlar çıkaranları okurken önce güldüm, dedim herhalde ironi yapıyorlar. sonrasında tamamen ciddi olduklarını anladım. üzüldüm, sinirlendim.

    yahu yaptığınız tespitlerden, "şu metafordur, şu bunu temsil ediyor"lardan gaspar noe'nun bile haberi yok. adam görse güler muhtemelen. bir de öyle bir kendinden eminlikle yazılmış ki o fazlasıyla zorlama yorumlamaları/metaforları görmeyen kendini suçlu hissediyor.
  • gaspar noe'nun filmin başındaki sahnede, televizyonun sağ tarafına koyduğu filmler ve sol tarafına koyduğu kitaplar ile filmin gidişatına yaptığı göndermelerin yanı sıra zevkleri ve etkilendikleri hakkında da fikir verdiği filmdir. filmlerin ve kitapların iki tane kitap hariç tam listesi şudur:

    filmler
    -le droit du plus fort
    -la maman et la putain
    -possession
    -salo ou les 120 journées de sodome
    -un chien andalou
    -querelle
    -vibroboy
    -the inauguration of the pleasure dome
    -hara-kiri: her ne kadar bu sırada filmler var desem de, bu charlie hebdo'nun selefi olan dergi. ismindeki bête et méchant kısmı salak ve kötü anlamına gelen bu dergi, charles de gaulle ölünce ölümünü sıkıntılı bir başlıkla duyurunca içişleri bakanlığı tarafından yasaklanmış ve bu yasaklamanın hemen ardından charlie hebdo'yu çıkarmaya başlamışlar.
    -suspiria
    -zombie
    -schizophrenia-le tueur de l’ombre
    -labyrinth man: david lynch abimizin eraserhead'i fransa'da labyrinth man ismiyle vizyona girmiş.

    kitaplar
    -par-delà le bien et le mal-friedrich nietzsche
    -jacques le fataliste et son maître-denis diderot
    -les paradis artificiels-charles baudelaire
    -de l'inconvénient d'être né-emil cioran
    -cioran ile kafka arasındaki kitabı tam çözemedim, anlayabilen biri söylerse editlerim.
    -la métamorphose-franz kafka
    -luis bunuel: sadece bu yazdığı için ne olduğunu çözmek zor, romandan ziyade eski bir kaset gibi duruyor, aşağıda da bunuel ile ilgili kitaplar olunca buradakini tam anlayamadım.
    -luis bunuel ile lamborghini arasındaki kitabı da okuyamadım, yine bilen biri varsa editlerim.
    -novelas y cuentos-osvaldo lamborghini: osvaldo lamborghini'nin romanları ve hikayelerinin derlemesi.
    -cinémas homosexuels-jean-françois garsi: jean-françois garsi'nin oluşturduğu bir derleme.
    -mars-fritz zorn
    -suicide, mode d'emploi: histoire, technique, actualité-claude guillon, yves le bonniec
    -de profundis-oscar wilde
    -le meilleur de moi-même-philippe vuillemin ve frisson de bonheur-philippe vuillemin: philippe vuillemin isimli karikatüristin ilki antoloji ikincisi de çizgi kitabı olan eserleri.
    -baise-moi-virginie despentes
    -histoire de l'œil-georges bataille
    -mon voyage en enfer-patricia campbell hearst
    -mi hermana y yo-frederich nietzsche: ölümünden önce yazdığı iddia edilen bu kitap; almanca aslı olmayıp ilk olarak ingilizce çevirisinin ortaya çıkması, kitapta yapılan kelime oyunlarının almanca'da bulunmaması, tarihsel olaylar konusunda tutarsız olması gibi sebeplerden dolayı nietzsche uzmanları tarafından onun yazdığı kabul edilmeyen bir kitap.
    -nietzsche-stefan zweig
    -l'inconscient-jean-claude filloux: presses universitaires de france tarafından que sais-je? isminde basılan serinin bir kitabı. que sais-je? serisi ise, akademik bir konuda bir uzmanın o konu hakkında yazdığı kitaplardan oluşuyor. ismi ise michel de montaigne'den esinlenme ve ne biliyorum? anlamına gelmekteymiş.
    -psychopathologie de la vie quotidienne-sigmund freud
    -les societes secretes-claudio jannet
    -oeuvres-michel bakounine: bakunin derlemesi. hangi cilt olduğu anlaşılmadığı için buraya ilk cildini koydum.
    -fritz lang: kitabın ismini tam olarak anlayamadığım için buraya yönetmenin imdb sayfasını bıraktım, kesin olmamakla birlikte, çok büyük ihtimal lotte h. eisner'ın yazdığı kitaptır.
    -murnau-lotte h. eisner: ilk film eleştirmenlerinden olan eisner'ın friedrich wilhelm murnau hakkında yazdığı kitaptır.
    -taxi driver: hep kitap koyduğu bu alana arada bir de film sıkıştırmış.
    -l'herbe du diable et la petite fumée-carlos castaneda
    -l'aventure hippie-jean-pierre bouyxou, pierre delannoy
    -molinier, une vie d'enfer-pierre petit: pierre molinier isimli ressam ve fotoğrafçının biyografisi.
    -mon dernier soupir-luis bunuel
  • ben öyle sinefil sayılmam, o yüzden sinema esnafı gibi "yönetmen burada içsel imgelemlerimizi döngüsel devinimlerle dışavurmuş" gibi afilli cümleler kuramam. o yüzden dümdüz filmin kafamda yarattığı düşünceyi yazarım

    --- spoiler ---

    bana göre film doğrudan toplumun ta kendisini anlatmış. fransa bayrağı ve gösterilmese de bahsedilen haçlar, filmin bir okulda geçmesi vs. doğrudan "toplumsal değerler" ile ilgili.

    ve bundan sonrası, günlük hayatta neler varsa filme boca edilmiş gibi. abartılı ve cinsel eksikliği kapatma amaçlı erkek abazan muhabbeti, çapkınlık-lezbiyenlik-evlilik-çocuk doğurma arasında savrulan kadın benliği, ensest saplantılar, çocuğunu korumak için onu hapseden ve bu yüzden onu öldüren anneler, baba özlemi* çeken ve eşcinsel kimliğini kabullenmeye çalışan eşcinseller, ilk krizde farklı olanı* suçlayarak dışlayarak ölüme terk eden kitleler, linç kültürü, çapkınlıkla bastırılmaya çalışılan çaresiz sevgiler, ırkçılık vb. ve bu "cehennem", öyle fantastik canavarların zebanilerin olduğu bir hayali dünya değil, içinde olduğumuz toplumun kendisi. buradakilerin her biri bir yerlerde sürekli yaşanıyor. o rahatsız edici filmin içindeyiz zaten.

    --- spoiler ---
  • edebiyatta rising action dan hemen sonra, falling actiondan ise hemen once gelen, meragin "zirveye" tirmanmis oldugu noktadir. onegin, truman show'da, truman'in studyonun kapisini acmasi climax tir.
  • ----kamu spotu----

    batı'nın ahlaksızlığını almayın.

    ----kamu spotu----

    --- spoiler ---

    "bu bir fransız filmidir." diye başlayıp, içinde envai çeşit afrika kökenli, mağripli ve avrupa'nın çeşitli ülkelerinden genç dansçıların yanı sıra sanırım beyaz fransız olarak david ve selva karakterlerini barındıran film. (noe arjantin asıllı fransızdır.)

    filmin başında dansçılara dansla ilgili fikirleri sorulduklarında bir çoğu, dansın günlük yaşamın esnetilmiş hali, şeklinde fikirleri olduğunu görüyoruz. toplumsal dinamiklerin hafif dışına çıkılan bu özgür alanda kimse pek tedirgin olmuyor ki çocuğunu getirenler, kız/erkek kardeş beraber katılanlar var.

    filmin başlarındaki dans sahnelerinden sonra teker teker kişilerin kuytu köşelerde diyaloglarına eğildiğimizde herkesin bir şekilde birileriyle sex yapmak istediğini görüyoruz. david, beyazlığın ve ev sahipliğinin de özgüveniyle sevgilisi selva hariç de herkesle yattığını söyler diğer erkeklere. hatta dansçı erkeklerden birine, onun seviştiği kızla da sevişmek istediğini, en kötü üçlü yapabileceklerini söyler. önüne gelen herkesi sikebilecek fütursuzluğu ve istediğini elde etmesine engelin olmasının mümkün olmadığı fikrindedir. sevgilisi de bu hükümran erkeğin erkine kapılarak ona hayrandır. içkilerini yudumlarlarken (allahım en ifrit olduğum deyim olabilir.) kendilerini kötü hissetmeye başlarlar ve içkilere lsd atıldığını öğrenirler.

    bu mereti biraz araştırdığımda algı kapılarını açan, bilinçaltını hortlatan ( filmin sonunda gözüne lsd damlatan ve filmin başında "bir arkadaş ekolü"nden kafa bulan berlinli sayko psikoterapi işleriyle de ilgilidir.) ve orada saldırganlık varsa onu da etkileştiren bir şey olduğunu öğrendim.

    toplum içinde, üsttekiler vardır, bir de alttakiler. üstekiler sanırlar ki bu "üstünlük" tamamen kendi gayretleri, yetenekleri ve iradelerince elde edilmiştir. alttakilerin, zaten bu tür bir hariciliği hak etmiş "yetersizler" gürûhu olarak kabul ederler. beyazlık, yakışıklılık, zenginlik, iyi okullar... bunlar zaten hak edilen şeylerken üsttekiler için, kenarda duranı algılamazlar bile. kenardaki harekete geçtiğinde her eylemi bir suça tekabül eder, dolayısıyla o haddini bilmelidir. david, başkasının seviştiği kızı sikme hakkını zaten default olarak bünyesinde var görür. lsd, burada kişilerin bastırdıkları cinsellik ve şiddet içgüdülerinin barajsızca dışa vurulmasına yol açar.

    bundan 10 yıl önce, iç anadolu'da bir şehre ayda bir gitmem gerekiyordu. ve oradan dönüş sadece belli bir saatteki otobüste vardı. ve otobüs hep gece 4.30 gibi yaşadığım kente varıyordu. gündüz kafası okşanınca kuyruk sallayan, sürekli kendini sevdiren köpekler, o saatte grup halinde geziyorlardı ve 15 dakikalık eve yürüyüş mesafem boyunca deli gibi bir kovalamaca yaşıyorduk. 15-20 köpek tüm saldırganlıklarıyla peşimdelerdi. hâlâ ara sıra rüyalarımda köpekler kovalar beni. geçen muayene için bir hastaneye gittiğimde bir doktor; "fuat" diye seslendi bana. oradaki kapı görevlisi ise " doktor fuat mı kikiki" diye "lan o hasta amk doktor nalaka" efekti verdi. normalde havadan nem kapan ben, bu sefer biliyordum ki yersiz yalakalık ve övgü bastırılmış bir kinin tezahürüdür. adamın derdi, on yıllardır onu dışlayan doktoraydı. kinini yalakalıkla gösteriyordu. ışıklar bir kapanmaya görsün :). kendi iş yerimde de hademeler, yemek yediğimiz masada yemezler, benzer, tıpkı, aynı bir masa vardır ve orada yerler. ama bizim masamıza otur(a)mazlar. bizler, bir hademenin zaten ne haddine olduğunu düşünürüz. ve sürekli "x bey, y hanım" şeklinde kibarlardır. ve onlar asgari ücret alsa da politik tercihleri neden farklıdır biliyor musun? sadece, "masa benzer masayken, beni o masaya almıyorsan ben de sen rahatsız oluyorsun ya, seni bu oyu vererek rahatsız ediyorum ya, hah ondan inadına oyumu böyle vereceğim." diye düşünür.

    mülk, bir yanılsamadır. eşyalara, topraklara, hayvanlara ve asıl insanlara dair iyeliksel bakışımız, -evim, ülkem, sevgilim, çocuğum, arkadaşım...- her ne kadar düzenin bize sağladığı ve kendi hakkımız gördüğümüz şeyler olsa da eğer mal değilsek biliriz ki bunlara belli bir dolayım içinde sahip gibi görünürüz. hiçbir şey kimsenin değildir. haliyle sahip olanlar her zaman yüreklerinde bir tedirginlikle gezerler. kapılar kitlenir; çocuklar yoksunlukla cezalandırılmaz, tehdit edilir; sevgili hep bi kolaçan edilir; ülke, hep dış ve iç mihrakların saldırılarına karşı korunur... amma gün gelir, "gramlarlar bir olur kilodan hakkını alır." * alır da, gram da gram olduğu için iyi değildir ki. aksine gram kiloya bulaşamayacağı için önce diğer gramlarla uğraşır, ayrıca gram bir saltanatını kursun, miligramları inim inim inletir yılların hıncıyla. suyun yüzeyinde pırıl pırıl, özgürlük, eşitlik, barış arzuları artık sadece söylem olarak yeterli gelirken içerdeki adaletsizlik, kendi erk savaşımız sümenaltı edilir. ve noe filmin bir yerinde eşşek kadar puntolarla "gelmekte olan ortaklık"ın olmadığını imleyerek: "yaşam müşterek bir imkansızlıktır." der.

    şimdi, alt benin kilitli odalarında kış uykusundaki şiddet ve cinsellik yılanları, toplumsal gerçeklik geçirimli hâle geldiğinde, yani ceza müessesi işlemeyecekse kapının altından sızar. 1 dakikalık bir video paylaşacağım; canlı yayın kazası?

    videoyu 0.5 yavaşlatarak izlenilirse hareketlere daha hakim olunuyor. programın başından itibaren tatlı şivesiyle alamancı kızımız sürekli, beyazın her esprisine aşşırı gülüyor ve koluna dokunuyor, yeri geliyor eğilerek koluna kapaklanıyor.beyaz bir espri yaparken, alamancı kız şuh kahkahasıyla yine beyaz'ın koluna yapışıyor, ozan güven de burnunu aşırı karıştırarak (bir şeyler karıştırırkenki tedirginliği gizleme) ve kamerayı hafif kesip kıza doğru kıvrılır bir pozisyona geçiyor. ve durduk yere kızı dürtüp "yapma" diyor. sonra kız yine "benim de çok hassas konularım var ."diye beyaz'a yapışıyor.ve beyaz birden hanımın memesine dokunuyor. böylelikle kadının işve yapma ama dokunulmama serbestiyeti ihlal ediliyor ve bir kaç saniye sonra burnuna kanal açan ozan güven sol eliyle kızın az önce ihlal edilen alanına yakınlaşınca kız eliyle ozan'ı itiyor. (dönüş mü yok?)

    filmde lsd alıp, normların dışına çıkanlar, bu çıkışın dans gibi güvenilir olmadıklarını anlıyorlar geç de olsa. ve alfa oğlan david, zencilerce pataklanıyor, alnına gamalı haç çiziliyor rujla, az önce çok önemli bir opsiyon olmayan sevgilisi selva'ya yöneldiğinde iktidarını kaybeden erkeğe kız yüz vermeyip başka bir kızla sevişiyor. sürekli kız kardeşini diğer erkekler konusunda darlayan herif, sabah "bir şey olmadı. babama söyleme." diyerek uyanıyor.

    yourcenar, yaşamın bize rüya kadar saçma gelmemesinin tek sebebi alışkanlık, der. filmden çıkıp arkadaşa giderken 150 metre mesafede leopar desenli bornozuyla dolaşan bi adam, elinde mikrofonla şarkı söyleyen 80 yaşında bir kadın gördüm.

    noe, cennetin buralarda olmadığını, sadece cehennemin var olabileceğine işaret ediyor. ben, bu kasvetli bakışa yokum aslanım.

    "vîrâne-i cihânda ne şâhız ne bendeyiz
    rind-i âbâ-be-dûş fakîr-i revendeyiz"

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap