55 entry daha
  • ---spoiler olabilir---

    climax'e "bizi biz yapan ustalara saygıyla" diye başlıyor gaspar noe. nitekim, dansçıların tanıtıldığı sahnede, kadrajın sol yanında kitaplar, sağ yanında filmler var. salo* var misal, endülüs köpeği var, suspiria var. ustalara saygıyla açılan ustaca bir film. sarsıcı, etkileyici. ismiyle müsemma, giderek artan temposuyla gergin ve nefessiz zirveye çıkarıyor. filmekimi'nde loro, the favourite gibi iddialı filmler ziyadesiyle tırt çıktığı için giderken vasatsa çıkarız havasındaydık. çıkmayı geçtim, âdeta pseudo-lsd etkisiyle koltuğa mıhlandık.

    tek mekân filmi, dışarısı yok. o kadar yok ki, karla kaplı altı üstü olmayan bir boşluk var dışarıda ve orada yaşama şansı da yok. yani yönetmen kurduğu dünyanın topografisini nefis işliyor. bizi yeşil ve kırmızının baskın olduğu bir mekâna hapsediyor. bu mekânı hem dünya hem zihnimiz olarak okuyabiliriz. zihnimizin köşesine sıkıştırmak için de lsd'yi kullanıyor. lsd, kültür tarihinde namlı bir maddedir. beatles'ın lucy in the sky with diamonds yahut aldous huxley'nin algı kapıları mesela. özellikle 70'lerin havası asit havasıdır, noe'nin filmin müziklerinde 70'lerin iki önemli disco ikonu giorgio moroder ve cerrone'yi kullanması elbette tesadüf değildir. bu konuyla alakalı olarak in nuce'den okuyunuz: #9328808.

    lsd, algıyı çarpıtır, zaman-mekân-beden duygusunu yıkar. bu yüzden yüksek binalarda vb. asit yapmayın derler; yüksekte olduğunu fark etmeyip aşağı atlamak, yangın çıkarmak filan lsd'nin etkileridir. zihnin köşesine sıkışan insanın tüm hayvanlığı ortaya çıkar. bir aslanın tabiatı yırtıcılıktır, içinden de ancak yırtıcılık çıkar. insanın doğası ise girifttir, içinde sırtlanından kelebeğine bir orman dolusu hayvan vardır. dolayısıyla hepsinin birden açığa çıkışı insanı afallatır, bir an cengâver kesilir, bir an sonra pusar dağılır. asidin etkisiyle çorba olan hâlleriyle baş etmek için de iki temel dürtüsü ortama ağırlığını koyar: şehvet ve şiddet. filmin en sevdiğim tarafı bu oldu. insanın hayvaniyetini çok güzel yansıtmış canına yandığım. kendini bilmek diye buna diyoruz. insanın bir de ruhaniyeti var tabii, eh bunu da bilen kurtuldu gitti.

    günün birinde, 2000'lerin ilk çeyreğini bize anlatın diyen olursa, gelişmiş ülkeler ciheti için climax'i, az gelişmişler için de kefernahum'u izleterek işe başlayabiliriz. ikisini de aynı gün izlediğim için böyle bir analoji yapıyorum. eğildikleri konulara dair anlamlı cümleler kuran, buram buram zamanın ruhu* kokan iki film. zamanımızın karmaşık ruhunu anlamak isteyenler için birebir. hani bir filmin nasıl sanat olacağını düşünmüştük, (bkz: işte böyle/#82276258).

    kefernahum'da zain, ana-babasını onu bu dünyaya getirdikleri için dava ediyor. sefaletin içine doğan orta doğulu, afrikalı çocuklar hepimizden davacı. bu açıdan kefernahum, insanlığımızdan utandıran bir film. climax'de de hayvaniyeti insanı dava ediyor, sıkı sıkı tutması gereken yularını kaybettiği için. o da insanlığımızdan utandıran bir film. ayrıca noe, filmi fransız bayrağının önünde kuruyor, yani devletlere, erk sahiplerine de utanın, diyor. geliştirdiğiniz ve insanı içinde köşeye sıkıştırıp salt hayvanını semirttiğiniz dünya modeli bu! sonunda fonksiyonsuz kolluk kuvvetlerinizle ancak seyircisi olabildiğiniz bir dünya...

    saygılar efendim.
655 entry daha
hesabın var mı? giriş yap