• genellikle pragmacılığın ismi konulmadan ilk formülasyonunu yapmış olan amerikan filozofu olarak ya da semiotikin bir disiplin olarak ortaya çıkmasını sağlamış kişi olarak üne sahip olsa, ki o da canım william james sayesindedir, akla hayale gelmez ilginçlikte kozmolojik fikirleri, evrimsel sevgi kuramı (theory of evolutionary love), insanın camsı özü üzerine makalesi ("man's glassy essence"), her şeyin yasalarca belirlenmiş olduğu bir evren fikri yerine evrende mutlak bir şansın varlığını savunması (argument of the absolute chance), evrendeki her şeyin belirli eğilime sahip tek ve sahipsiz bir duygudan türediğine dair tezi (ölçülebilir tüm sabitlikler bu duygunun katılaşmasından ortaya çıkıyor) ve mantığın ve ahlakın estetikte temellendiğine dair fikri düşünüldüğünde aslında ne kadar ele avuca gelmez biri olduğu ortadadır. filozofların kendi düşünce dünyalarından koparılıp yalnızca tek bir düşünceye, cümleye, aforizmaya, teoriye indirgenmesi her şeyi azaltarak bir kere de tüketip bitirme açgözlülüğümüzün göstergesi. ne charles sanders peirce yalnızca bir pragmacı ne amerikan felsefesi yalnızca pragmacılık.

    aslında çok bahsedesim var, böyle usul usul biyografisini falan da yazarak, çünkü yaşamı ve başına gelenler, akademik çevresi tarafından kendisine gösterilen ve nedeni tamamen bir sır olarak kalan müthiş düşmanlık gerçekten dikkate değer. felsefi bir sistem peşinde sürekli değişime uğrayan düşünsel serüveni zaten başlı başına bir olay. dönem dönem anlamı değişen ve bu yüzden sizi sürekli çelişkiye sürükleyen kavramlarıyla (sen "özne" kavramını hep aynı anlarken peirce dönemine göre başka başka anlıyor), kategorileriyle, içindeki matemtikçi ayyuka çıkınca statiksel formüllerle, hesaplarla, haklı çıkarmaya çalıştığı fikirleri takip etmeye çalışırken yanan beynimizle falan peirce bir tanedir. düşüncelerine bir sıfat verecek olsaydım düşünme şekli aksi derdim, ama kendisinin çok sakin ve yumuşak da bir tarafı var. kendi "ben"imizi başka "ben"lerden ayırmamız, yani "ben" sözcüğünün kendimize işaret eden bir şey oluğunu fark etmemiz, hata deneyimiyle başlar diyor mesela ve beni benden alıyor. gerçekten de düşündüğünüzde çocukken herkes kendine "ben" diyor, bana da "sen" diyor. o "ben" nasıl oluyor da hem herkes tarafından paylaşılan bir şey hem de benim biricik benliğime gönderen bir işaret oluyor, kendimin de bir sen değil de bir ben oluğunu nasıl anlıyorum, işte onu anlatıyor peirce. şimdi bunlardan bahsetmeyeceğim. zaten ben küçükken uzun süre büyük karışıklık yaşamışım, tutturamamışım kendimi. bırak seni beni, uzun süre kendimden üçüncü şahıs olarak bahsetmişim. mesela "karınca istiyorum" diyeceğime "linus karınca istiyor". niye karınca istiyorum zaten ne siz sorun ne ben anlatayım. hala "ben" derken kendimi tutturduğum söylenemez. ve ne yazık ki hala karıncalar çok güzel.

    peirce'le ilgili yazmak istediğim kendisinin psikolojinin çoklu kişilik bozukluğu dediği patolojik durumu çok basit bir şekilde açıklayabilecek bir ilke bulmuş olması: devamlılık ilkesi (the principle of continuity). kendisi bunu yaptığının farkında değil tabii ki. peirce düşünceler ve temsiller arasında birbirlerini bir manyetizma gibi çağıran bir etkileşim oluğunu ve bunun kendiliğinden birbirini takip eden bir düşünceler zinciri, bir devamlılık oluşturduğunu söylüyor. işte ben dediğimiz şey yavaş yavaş bu düşünce zincirinin geçmişteki ve gelecekteki düşünceleri de birbirine katarak oluşmasından başka bir şey değil. sürekli birbirini takip eden düşünceler sonucu bazı karakter özelliklerimiz yerleşiyor, arzularımız oluşuyor falan. hepi topu tesadüfen oluşmuş ve bağlar yeterince sabitlenmediyse yine aniden dağılabilecek belirli düşünce dizileri, belirli bir düşünce alışkanlığısınız yani, başka bir şey değil. işte bu devamlılık prensibi bir bedende iki ayrı düşünce dizisinin oluşmasına olanak veriyor. iki ya da çok daha fazla düşünce başka başka düşüncelerle birleşip, iki ya da daha fazla dizi, yani iki ya da daha fazla kendilik, iki ya da daha fazla kimlik oluşturabiliyor. bu dizilerin devamlılığının farkındalığına da bilinç dersek, kişi iki ayrı kişiliği olduğunun hiç ayırdına varmadan bir dizideyken o kişiliğin bilinciyle, diğer dizideykense o dizinin bilinciyle hareket ediyor. hep yine kendisi oluyor. bu beni biraz korkutuyor.

    peki tersini düşünsek? iki ayrı bedende aynı bilinç kurulabilir mi? peirce evet diyor. nasıl ki bir bedende iki farklı bilinç olabiliyorsa, iki farklı bedende de tek bir bilinç olabilir. kişinin kendilik bilincini oluşturan düşüncelerin farklı bir bedende de aynı şekilde dizilmiş ve dizilmeye devam ediyor olması gayet olası bir şey. hatta peirce belli başlı icatların ya da keşiflerin aynı anda farklı farklı kişilerin aklına gelmesini ve aynı anda yapılmasını da bu devamlılık prensibiyle açıklıyor. aynı düşünce dizilerinin farklı bedenlerde de olsa aynı düşünceyi çağırması, aynı şeyi yaratması beklenen bir şey. aynı anda olması da gerekmez, farklı çağlarda da farklı bedenlerde aynı dizilimler kurulmuş olabilir. hatta bence bu reenkarnasyon ya da önceki yaşam denilen şeyi de bir çırpıda açıklıyor. hani bazen küçücük çocuklar durgun durgun gözlerle yaşlı bir savaş pilotuymuş gibi savaş koordinatlarını anlatıyor, burada yaşadım diye uzak ülkelerdeki kentlerden bahsediyor, anne babası olarak başka insanları gösteriyor ve biz önceki yaşamında pilot olduğu kanısına varıyoruz ya. işin aslı muhtemelen devam eden bir düşünce zinciri oluşturulurken birbirini etkileyip çağrılan düşünceler önceden kurulmuş benzer bir dizindeki düşünceler olmuş oluyor. yani çocuk dediğimiz şeyi oluşturacak olan düşünce dizinine aradan geçmişteki benzer bir dizinden düşünceler çekiliyor, yani pilotun kimliğini oluşturan düşünce dizinindeki şehir isimleri, mesleki bilgiler, aile bilgileri ve benzeri. yani demek istiyorum ki asli olan ne çocuk ne de pilot, ya da yeniden doğan pilot. asli olan kurulan ve devam eden düşünce dizileri, etkileşimleri, ilişkisi, çekim kuvveti. sen varsın ve sana ait düşüncelerin var değil, belirli bir şekilde kurulmuş düşünceler var, o yüzden sen varsın. sen düşünceye aitsin. hatta çok tuhaf ama belki benzer düşünce serisinden oluşan birinin bedensel deneyimini bile seziyor olabilirsin. yani sanki birden fazla bedenin varmış gibi. çok bedenin var. ikizler neden birbirinin acısını yaşıyor sanıyorsunuz? peirce'ü anlatarak bir sürü gizemli şeyi bozdum, kötü oldu, ama güzel haber: peirce haklıysa sahiden ruh eşiniz orada bir yerde dolaşıyor olabilir, yani "ben" dediğiniz düşünce zincirinin aynısı ya da çok yakını. benden küçüklerden daha önce öleceğim kesin de, görünen o ki, ben yaşıtlarımdan da biraz daha çabuk öleceğim. artık ruh eşimle karşılaşmam biraz zor. ama siz karşılarsanız havalı bir şekilde peirce'den bahsedip, konuyu çaktırmadan ruh eşine getirip, etkileyiciliğinize etkileyicilik, çekiciliğinize çekicilik katabilirsiniz. camsı özümüzden de bahsetmeyi unutmayın. şiir gibi.
  • ama ilk evvela: isminin okunuşu hakkında, deniyor ki "'purse' der gibi olacak."

    yani bu amcanın soyadı "piyırs" veya "peğıs" değil. bildiğin "pöğrs". pes yani değil mi? hayır bence fifa.
  • "bir düşüncenin anlamını açıklamak için onun hangi davranışı doğurduğunu bilmek gerekir. işte o davranış, o eylem bizim için düşüncenin ta kendisidir" sözüyle felsefesi özetlenebilecek amerikan matematikçi ve fizikçi(1839-1914). pragmatizmin kurucusu olarak kabul edilir. mantığı felsfenin temeli olarak kabul eden pierce bugüne dek amerikalılar arasından çıkmış en özgün ve çok yönlü aydın olarak kabul edilmektedir. pierce'in ana iddiası bilginin bir etkinlik olduğudur. ona göre bilgi edinebilmek için durumumuzu değerlendirmeli ve hatalarımızdan ders çıkarmalıyız. tanrı hakkındaki düşüncesi “tanrı gerçektir, çünkü gerçek etkiler meydana getirir” sözüyle özetlenebilir.
    (bkz: amerikan pragmatistleri)
  • kendi felsefesine james'in getirdiği yorumdan hiç hazzetmeyip, ki bu felsefe'de öğretmen öğrenci arasında sıklıkla ortaya çıkan bir durumdur, benim felsefemin adı artık "pragmaticism"dir diyen ve sanırım bu araklamak için fazla çirkin bir isim diye ekleyen felsefe tarihindeki bir diğer "out of our league" adamı.

    neden bizim ligimizin ötesinde, çünkü henüz onlu yaşlarındayken harvard'da ünlü bir matematik profesörü olan babası benjamin peirce ile eğitimine başlamış, kendi yazdığına göre, abisinin masasından mantık kitapları cepleyip ezberlemelere geçmiş, 14-15 yaşlarında felsefe tarihinin önemli figürlerinin eserlerini okuyup yutmuş, bunun yanısıra harvard'da kimya lisansı ve master'ı yapmış, astronomi konusunda da çalışmalardan kendini bırakmadan, spektroskopi alanında araştırmalar ve geliştirmelerde bulunmuştur. aynı zamanda ufak tefek mucitlikleri de mevcuttur.

    geçen evrimsel süreçlerde genetik ve çevresel sebepler konulu bir konuşmada duyduğum gibi, genetik aktarım ne kadar önemli olursa olsun, dahi genleri aktarmaya müsait olan insanlar, dahilik çevresini de aktarmaya müsait olabiliyorlar. birçok noktada katılmadığım bir yaklaşım olsa dahi bu özellikle akademik çevre için, böyle olan durumların olduğu da gerçek. peirce de bunlardan bir tanesi. az var onun gibi olan dünya tarihinde. dikkate alın. anlamaya çalışın.

    her neyse bunca bilgiyi şu ufak şeyi söylemek için yazdım esasen. bunca zamandır efor ve kafa harcadığım şu disiplinde, kendisi kadar paradigma kıran, yeni bir soluk getiren, radikalliği rafine edildiğinde eline tertemiz, berrak bir ürün bırakan pek az insan bulunabilir.

    bu yüzdendir ki peirce bey, iyi ki vardır.
  • tam adı charles sanders peirce olan, 1839-1914 tarihleri arasında yaşamını sürdürmüş, pragmatizm akımının fikir babası filozoftur. hem pragmatizmin isim babası olmuş hem de yönteminin ana hatlarını çizmiştir. aristoteles'in düzeni doğada bulan nesnel yaklaşımı ile kant'ın bilgideki düzenin zihnin eseri olduğunu dile getiren öznel yaklaşımın bir sentezini yapmıştır. peirce, kavram, fikir ve kuramlarımızın doğruluğunu onların yararlılıklarıyla bağdaştırır.

    william james'in bireyselci, öznelci görünüm kazanan pragmatizmi karşısında, peirce bilimsel nesnelliği ısrarla vurgulamıştır. peirce aynı zamanda mantık biliminin gelişiminde hem direkt hem de dolaylı katkıya sahip bir bilim insanıdır. gottlob frege'nin tilmizleri bertrand russel ve alfred north whitehead modern mantığı geliştirirken peirce'nin görüşlerinden ziyadesiyle faydalanmıştır. bu yeni mantık sisteminde aristo mantığı hem genişletilmiş hem de aşolmıştır.

    peirce pragmatizmi bilimsel yöntem olması açısından dewey ve willam james'den ayrılır. diğerlerinin düşüncelerinin pratik yönü ağır basar. peirce geleneksel tümdengelimsel mantığı tamamen terk etmese de tümevarımsal, hipotetik mantığın daha evla olduğu noktasına gelmiştir. döneminde, amerika birleşik devletleri'nde, almanya'dan göç eden bilim adamları sayesinde, hegelci spekülatif felsefe ağır basmaktayken, peirce bunu eleştirerek, insanların gerek entelektüel gerekse pratik sorunlarını çözecek bir felsefi eğitim için çalışma yapmış ve başarılı da olmuştur. aynı zamanda charles darwin'in bilimsel nitelikli evrim görüşlerinin amerika'da yayılmasında da en aktif rol oynayanlardan biri peirce'dır.

    kendisi pragmatizmi şöyle tanımlar: "pragmatizm, her şeyden önce yepyeni bir düşünme, iletişim ve davranış yoludur; her türden metafizik görüş ve yaklaşımla savaşan, onları etkisizleştirmeyi amaçlayan, yeni ve çağdaş bir yöntemdir. bu yöntem, içinde bulunulan zamanın ve toplumun koşullarına, gereksinmelerine en uygun ve yararlı olabilecek bir bilimsel akımdır. bu metod iuygulanırsa, felsefe metafizik kimliğinden sıyrılacak ve gerçek bir bilim niteliği kazanacaktır. amerikan eğitim ve öğretim sistemininde görüşlerinin büyük etkisi olmuştur.

    peirce, pragmatizmin isim babası olsa da hiç bir zamn william james kadar ünlü olamamıştır. birkaç müthiş tespitine de değinmeden geçemeyeceğim:

    haşhaşiler, şeyhü'l-cebel'in en ufak emriyle ölüm koşardı çünkü; ona itaat etmenin sonsuz mutluluğa vesile olacağına inanıyorlardı. eğer bir kuşku duysalar böyle davranmazlardı. bu duruma göre farklılık gösterse de hemen her inanç biçimi için geçerlidir. inanma duygusu , bizim doğamızda eylemlerimizi belirleyen bir alışkanlık olduğunun az ya da çok güvenilir bir işaretidir. kuşkunun hiç bir zaman böyle bir etkisi yoktur. kuşku, kendimizi kurtarmaya uğraşıp, inanç durumuna girmeye çalıştığımız, rahatsız edici ve tamin olmamaış bir durumdur; buna karşılık inanç, kaçınmak istemediğimiz ya da daha başka her konuda kendisine ulaşmaya çabaladığımı, dingin ve doyurucu bir durumdur. oysa ki, yalnızca inanmaya değil, ama inandığımıza inanmaya inatçı bir şekilde bağlanırız.
  • ferdinand de saussure ile birlikte gostergebilimin kurucularindan sayilan 1839-1914 yillari arasinda ya$ami$ felsefeci-mantikci. mantikla gostergebilimin ayni $ey oldugunu, ikisinin de soyutlama ve simgeleme edimlerini inceledigini savunur. gostergeleri ce$itli ozelliklerine gore 66 ayri sinifa ayirmi$tir. bu siralama gostergebilimde halen kullanilmaya devam etmektedir
  • semiotics'i saussure'la ayni zamanlarda kuran bilgin. icon, index, symbol kavramlariyla sign'i aciklamaya calisir.
    semiotics calisan herkesin haberdar olmasi gereken dusunur.
  • eylemcilik görüşünü savunan felsefecilerden biridir. ayrıca, felsefi bir tezin anlamlı olabilmesi için deneyimlenen dünya açısından bir fark yaratması gerektiğini savunmuştur. bu arada tam adı charles sanders peirce dir.
  • "bir düşüncenin değeri o düşüncenin pratik amaçlarına bağlıdır."
  • (bkz: william james)'in hayatını sonlandırıp sonlandırmamak arasında gidip gelirken, filozof charles peirce'nin bir kitabını okuyarak hayatını sonlandırmaktan vazgeçip bir filozof olmasına vesile olmuş bir filozoftur.
hesabın var mı? giriş yap