• "matematik medeniyetin temelidir; bunu mısır piramitleri gibi mimari başarılar ve mimari için gerekli astronomik gözlemler de zamanında ispatlamıştır.
    eğer bir dinimiz olacaksa matematik dini ideal görünüyor. çünkü bir tanrı varsa, matematikçi olduğuna hiç şüphe yok."

    gece yarısı kütüphanesi ile sevdiğimiz matt haig, daha sonra yazdığı insanlar adlı bilim kurgu romanında böyle diyordu.
    matematik profesörü çok önemli bir matematik problemini çözdükten sonra değişmeye başlıyordu. o artık dünyalı bile değildi.

    neyse ki, matematiğe olan ilgisinden dolayı yatılı okulda riyaziyeci mustafa lakabı ile bilinen ve bir matematik dehası olan bizim matematikçimiz hep dünyalı kaldı.

    bir bilim adamının romanı bilim insanı mustafa inan'ın biyografisi..
    üniversite yıllarında okumuştum hem de "tutunamayanlar" dan önce..
    kitap, hüseyin inan tarafından babama hediye edilmişti. elime ne geçerse okuduğum yıllardı. yoksa, mustafa inan'ı başka türlü keşfetmem mümkün değildi.
    ünlü matematikçi ordinaryüs profesör cahit arf'in önsözü ile başlayan kitap, oğuz atay'ın anlatım dili sayesinde çok kolay okunuyor. hani "su gibi aktı" denir, öyle..

    konu oğuz atay'ın romancılığı değil. burada söylendiği gibi siparişle mi yazmış bilmiyorum, siparişle yazmışsa da bu, yazılanı değersizleştirmiyor.
    oğuz atay'ın itü'lü bir inşaat mühendisi olduğu ve mustafa inan'ın da hocası olduğu düşünülürse, bu kitabı bir vefa borcu olarak değerlendirmek zor olmasa gerek.

    ilklerin insanı mustafa inan. özellikle ülkemiz için gurur kaynağı olan ilkler. kendi uzmanlık alanındaki çalışmaları ile ilgili ilkler dışında yurt dışında doktorası kabul edilmiş ilk bilim insanı, yıl 1943.. en genç dekan, en genç rektör unvanları, yurt dışından ödüller..
    para- pul, mevki hırsı olmamış, bilimi bu yolda kullanmamış, gerçek bilim insanını tanıyorsunuz, bir idealisti.
    yurt dışında kalabilirdi, özel sektörde daha yüksek ücretle çalışabilirdi. bakanlık teklifini reddetmiş biriydi. gerekçesi ise, bir akademisyen olarak daha yararlı olacağını düşünmesi idi.
    öğrencilerine de akademisyenliği öğütlüyordu. çünkü ona göre eğitimin devam etmesi gerekiyordu.
    onlara "bırakın yüksek binaları, köprüleri başkaları yapsın " diyordu.
    ölümü hazin, gösterilen neden daha hazin. zor okunan tek bölüm bu.
    bir oğulun gözünden baba mustafa inan'ı tanımak isteyenler için;
    (bkz: babam mustafa inan)

    bilimden, akademik disiplinlerden felsefesini çıkardığınızda geriye para kazanma aracından başka bir şey kalmıyor.
    mustafa inan öğrettiği dersin felsefesini, ruhunu da öğrencilerine vermiş bir hocaydı.

    "leonardo da vinci gibi 'kuvvet nedir?' diye merak ediyorsanız buyurun sizleri mekanik kürsüsüne beklerim. çünkü bazılarına göre 'kuvvet' para ile organizasyonun çarpımına eşittir; bize göre de kuvvet ivme ve kütleyi ilgilendiren bir büyüklüktür. bu iki formülü birbiriyle karıştırmayın olur mu çocuklar? kürsü ile ticarethaneyi birbirine karıştırmayın olur mu çocuklar?"

    zekâsı, analitik düşünebilmesi ve bu sayede sahip olduğu sorun çözme ve organizasyon yeteneği, edebiyat ve tasavvuf merakı, dil ve sözcükler üzerine çalışmaları.. itü mekanik kürsüsü kurucusu ve tubitak'ın kurucularından olan inan'ı tanımlayan sadece bu kadar da değildir. karakteri önemlidir; iyi ve mütevazi bir insandı. kollarını genişçe açarak, hiçbir ayrıma tâbi tutmadan insanı kucaklayan biri.. laf gelişi, onu büyütmek için söylenmemiştir bu; ona göre, iyilik olmadan başarının bile değeri olmuyordu. iyilik.. mustafa inan dendiğinde mekanik kadar hatırlanan budur..

    bu kitaptan sonra herkes üzerinde düşünecek bir şeyler buluyordur eminim, bilim üzerine, matematik ve mühendislik üzerine fakat öncesinde ahlâk üzerine düşünmemek imkânsız. mustafa inan kant'ı çağrıştıran bir ahlâk anlayışı olduğu izlenimi veriyor.
    ve sonra onda bilim ahlâkı, bilim sevgisi, insan sevgisini görüyorsunuz. kafanızın içinde bir ses yankılanıyor; "para da neymiş!" diyen..
    bu son cümle pek sahici bulunmuyordur herhalde. iyi de, önümüzde yaşamış bir kanıt var ya işte.. ama olmuyor değil mi?

    bilindiği gibi, bilim her zaman başta özgürce çalışabilme ve yaratabilme olanakları olmak üzere, maddi desteğe, kaynağa ve katkıya ihtiyaç duyar. bu nedenle zaman zaman desteğin menşeine bağlı olarak tarafsızlığı sorgulanır. ayrıca, bazı coğrafyalarda iktidarların politik amaçlarına alet edilmek istenebilir. çok uluslu veya güçlü kuruluşlar, muhtelif güç odakları yönetmek ve saptırmak isteyebilir.
    en azından sisteme ve çıkarlarına uygun, uyum sağlamış, gözünü kapatan bir bilim arzusu ön plana çıkabilir.
    işte bu anda kahramanlar gerekli olur; bilim adamının namusu önemli hâle gelir.

    bir bilim adamının romanı günümüz koşulları ve değerleri dikkate alındığında, fantastik bir roman niyetine okunabilir; mustafa inan reel hayatta bulunması zor, düşlere yakışan fantastik bir roman kahramanı artık.. bilim ise, hele bu ülkede bir soru işareti..
  • okul hayatımın başından beri birşeylerin yanlış gittiği hissimin cevabını bulduğum romandır.

    --- spoiler ---

    "bu hikâyenin adı şöyle olmalı bence: ülkemizde eksik olan sistem."
    "lisede pek bir şey öğrenmediğimiz anlaşılıyor," diye üzüldü genç adam.
    "sistemi anlamak için," dedi profesör, "daha doğrusu, sistemin gerisindeki matematik düzeni anlamak için, formüllerin gerisindeki matematikçiyi, onun nasıl düşündüğünü sezmek gerekiyor. bunu öğretmiyorlar size; belki liseden sonra da öğretmiyorlar, hiç öğretmiyorlar. matematikçinin neden ve nasıl düşündüğünü hiçbir zaman bilmiyorsunuz belki. "matematiği birtakım uzun ve yorucu işlemlerden ibaret gördüğünüz için de bilim çekici gelmiyor size. sayıların ve eski yunanca harflerin gerisinde canlı ilişkiler olduğunu sezemezseniz, sayılarla hayatın arasındaki ilişkiyi göremezseniz, matematik ve dolayısıyla fizik çalışmanın tek amacı sınıfı geçmek olur."

    --- spoiler ---
  • bilim adamı olmak isteyenlerin kesinlikle okuması gereken kitap.

    edit: vay amk çok yararlı bilgi vermişim hagaden.
  • kanaatimce oğuz atay'ın neden delirdiğinin belgesi olan romandır. zeki halk çocuğu mustafa inan'ın bilimsel alanda yaptığı kariyer, devrin burjuvazi ortamlarına duhulü, muhtemelen içindeki samimiyeti koruma çabası, lakin zamanla eriyişi oğuz atay'ın mustafa inan sempatisini besler. çevrenin kendisine biçtiği rol de olabilir bu romanda anlattıkları. (oğuz atay da hocası gibi parlak bir akademisyen olabilirdi). oğuz atay her tür bilinç yapısına girip çıkabilen bir adamdır, lakin kendini rahat hissettiği bilinç bu romandaki değildir. o yüzden eğreti kaçar. kitabın oğuz atay'ın büyük yapıtlarından * * sonra yazılması yazarın gelişiminde bir üst seviye olarak kabul edilemez. topluma bir uyum çabasından ziyade yazarın kendi içinden biraz çıkıp çevreye yönelmesidir. oğuz atay bu kitabından kesinlikle tatmin olmaz ama kendi içinden çıkıp, biraz dışarıya yönelik şeyler karalamaktan memnundur. belki de en çok memnun olduğu tutunamayan eylemsizliği içerisinde donuklaşmış insanlara (elbette kendisine de) biraz hareket getirebilir miyim, bir ışık yakabilir miyim düşüncesidir. günlüğünde şu sözlerle biraz bahseder bundan.

    " belki bir iki kişinin dediği gibi ancak kendini ve aklına ne geliyorsa yazan biriydim. oysa mustafa inan'da başladığım bazı değişik şeyler vardı sanki. ya da bazı şeyleri kendime göre anlatmayı deniyordum. düşüncem geç gelişti, biraz geç başladım; biraz da erken bırakmak durumunda kalıyorum"

    sevdiği hocasının kitabında sert psikolojik, sosyolojik tahliller yapamayacağı için muhtemelen bunu yazmayı düşündüğü türkiye'nin ruhuna saklar. ona da ömrü yetmez.

    uyarı: entry kendi içerisinde çelişkilidir ve bu durum oğuz atay hakkında yazmaktan kaynaklanmaktadır. oğuz atay okuru için de garipsenecek durum olmasa gerektir.
  • oguz atay uslubunun tek tuk serpistirildigi kitap.kitaba baslamadan, mustafa inan kessin tutunamayan diyor insan icinden..ne alakaysa artik..
    " nereye hemsehrim?'nerden hemsehri oluyoruz?' diye dusundu genc adam.'hemsehri olsak yolumu keser miydin?'
  • '' bu rüzgar, 1930 yıllarında da bütün gücüyle esiyordu. aceleden, yeni kılıklar batıdan ithal edilirken, kafaların ithali unutulmuştu; ya da gümrüklerden çekilmemişti. saçı ve sakalı uzun olan - biraz uzun tabi-
    şairler filozof sanılıyordu: tarih,dil ve sosyoloji gibi konularda biraz fikri olanlar - ya da fikri varmış gibi görünenler- bilgin olarak saygı görüyordu. böyle bilginler de, biraz vakit geçince, artık olgunlaşmıştır düşüncesiyle hemen profesör yapılıyordu. bilimsel aşamaların akademik bir çalışma sonunda, belirli düzeyde eserlerle geçileceği hiç akla gelmiyordu. ''

    syf: 75

    oğuz atay üstünde kafa yorduğu sorunu bu cümlelerde anlatmış. mustafa inan gibi gerçek bilim adamlarının yoksunluğundan şikayet etmiş bu romanında. biyografik bir yalnızlık ve varolma çabası. cumhuriyetin ilk yıllarında ki bilim adamı ve aydın boşluğunun ve aceleye getirilmiş statü atlamaların çaresizliğini ve bilinçsizliğini vurgulamış.
  • üniversitede, en çok sevdiğim hocanın odasındaydım.

    bana, "ne olmak istiyorsun?" diye sordu.

    "entelektüel olmak istiyorum" şeklinde yanıtladım.

    "senden entelektüel olmaz" dedi.

    kırılgan bir ses tonuyla "dersinizi geçmeme rağmen sürekli dersinizdeyim. okulda en çok okuyan, araştıran ve tartışmalara giren, hep benim." diye şaşırdım.

    tekrarladı, "senden entelektüel olmaz."

    çok kızmıştım!

    "doç. tezlerin konularını bile ben öneriyorum."

    profesör gülümseyerek geriye yaslandı.

    senden çok iyi bir araştırmacı olur. ama entelektüel olmaz. nedenine gelince, sana entelektüel olamazsın dediğimde, bana bir entelektüel gibi "neden olmaz?" diye sormadın, aksine alındın ve hiddetlendin.

    yazarlık bilgi işidir. entelektüellik bilgi değil, davranış biçimidir. bir insanın entelektüel olması için en az 3 kuşak ailesinin okuması gerekir.

    okulun önüne bak. hepsi son model araç dolu ve hocalara ait. her sene model yenilerler. gerçekten böyle bir yenilenmeye ihtiyaçları var mı? neden bu şekilde yaşıyorlar?

    çünkü o unvanlarla gördüğün hocalarının kariyerleri ne kadar yüksek olursa olsun, ruhları feodal bir köylü. güçlerini topluma kabul ettirmek için böyle hava atmak zorundalar. gerçek bir entelektüel asla bu güdüyle hareket etmez.

    entel feodal köylülere artık diploma ve unvan da yetmez. tıpkı paranın yetmediği gibi.
  • mustafa inan gibi değerli bir bilim insanını tanımamıza olanak sağlamış kitaptır. ısmarlama bir kitap terimini kullanmak ne kadar doğru olur bilmiyorum. diğer oğuz atay kitaplarındaki havayı bu kitaptan beklemek kanaatimce doğru değil. bu kitapta insanlara anlatılmak istenen ana düşüncenin başarılı bir şekilde aktarıldığını düşünüyorum. tabi ki , tutunamayanlar'ın selim'i , tehlikeli oyunlar'ın hikmet'i gibi sarsıcı karakterlere alışmış oğuz atay okuyucusu, mustafa inan gibi gerçek bir karakterin yansıtılmasında ; benzer bir sunumu bekleyebiliyor. yine de edebi olarak cahit arf'in de önsözde yazdığı gibi daha içe sinen bir yapıt ortaya konabilirdi düşüncesine saygı duymak gerek. şahsi fikrim olarak , ortaokuldan -artık 5. sınıf diyeceğiz sanırım- başlayarak ; lise ve üniversite dönemlerinde tekrar tekrar okumalı öğrenciler. bilim kavramı için ; soyut bir varlık gibi algıladığımız ülkemizde ; bir nebze bile olsa bir farkındalık yaratacaktır.

    --- spoiler ---

    önemli olan , geri dönmeyi göze alamayacağımız kadar yol gitmiş olmaktır.

    --- spoiler ---
  • oğuz atay'ın yapıtlarında muhakkak bir alter-ego yer alıyor. (bkz: tutunamayanlar /@hanging rock) 'daki alter-ego turgut özben ise saygı duruşunda bulunduğumuz biyografik romandaki bu kişi prof. mustafa inan'dan başkası değildir. tehlikeli oyunlar'ın hikmet benol'u da esasen böyledir.

    tutunamayanlar'ın selim ışık'ı ise süperego figürü idi. burada mustafa inan'ın karşısındaki sistem genel olarak bir süperegoyu temsil eder. aynı zamanda atay'ın akademik yaşamdaki açmazlarının sahici bir izdüşümü gibidir.

    hocası mustafa inan'ı yeter düzeyde anlaşılamayan bir dâhi olarak okursak eğer oğuz atay da romanları o dönemde yeterince iyi kavranamayan bir sanat dehasıdır diyebiliriz.

    tüm yapıtlarına kalın bir sis tabakası gibi çöreklenen ironi ve sistem eleştirisi bu romanın ruhunu da ele geçirmiş durumdadır. yaşadığı çevreyi aşan ve uluslararası düzeyde yankı uyandıran bireyin ülkesinde ve hatta yakın çevresinde bile ilgiye mazhar olmayışı, eserlerinin geniş bir kitleye ulaşamaması burada da temel bir problem olarak belirir. atay bu meseleye özellikle neşter atarak eğitim sistemini, eğitim politikalarını, akademik mecrayı topa tutar.

    aslında bireyliğin romanıdır bu ama birey daima yalnız ve izoledir. dolayısıyla bu kaotik kahramanlar aslında atay'ın alter-egolarıdır. onlar belki de erken doğmuş kahramanlardır.

    tutunamayanlar ve tehlikeli oyunlar'ın gölgesinde kalan bu romanın ele aldığı meseleler halen güncelliğini koruyor ayrıca. demek ki 70'lerden günümüze pek yol alamamışız!
hesabın var mı? giriş yap