• bu adamla antalyada tanıştım. valla. geyik değil ciddiyim. ben o sıralar, alanyada bir barda barboy olarak çalışıyorum. oralarda bi yerde bi film çekecekti. bana filminde rol vermesini teklif ettim. karşılığında istediği içkiyi verecektim. teklifimin çok hoşuna gittiğini söyledi fakat kabul etmedi. likörlerden başka bir şey içmek istemedi. bana öyle geldiki teklifimi kabul etmediğine çok pişman oldu.
  • "filmlerimin sonlarını belirsiz bırakırım, çünkü hayat böyledir."
    bugün ilk kez finali bu denli keskin bir film tamamlamış oldu bernardo bertolucci.
    "bir şeyleri anlaşılabilir kılmak için film çekiyorum, şaşırtıcı olsun diye değil." demiş büyük bir yönetmendi. mesleki motivasyonunu bu şekilde açıklasa da; bilakis filmleri, şaşırtıcıdan da öte, hep "sarsıcı" olmuşlardır.
    addio, maestro!
  • tanım: sanatını siktiğimin malı.

    insan sanat için başka bir insanın hayatını söndürür mü ya? istediği duyguyu verebilmek için oyuncusuna tecavüz ettiren adam hastadır, düşünüş şekli hastalıklıdır net. sokarlar filmine lan pislik. 19 yaşında bir kızın hayatını söndürmüş, üzerinden dünyanın parasını kazanmış, bir kere de ben bi bok yedim ama bu kız şimdi nasıl acaba, bi destek olayım özür dileyeyim en azından dememiş.

    tekrar tanım: hasta ruhlu, sapık, megaloman kişilik
  • bertolucci ile tanışmam hayatımın o kadar düzensiz olduğu bir döneme denk gelmişti ki; novecento gibi 5,5 saatlik bir filmi ingilizce altyazısıyla izlemek yeni bir kutsal kitapla tanışmak gibiydi. amarcord benzeri italyan sinemasının hayatı sürreal yönleriyle irdeleyişi zaten bana çok sağlam gelmiştir. koca memeli tütüncü kadında somutlaşan akdeniz cinselliği, bertolucci'nin sinemasında biraz daha sapıklaşıyordu. pasolini'nin şiddetle karışık cinsel bozuklukları yoktu bertolucci'de. hastalıklı aşklar vardı. öyle iki oda bir salon ve birlikte uyumanın romantizmini taşımıyordu. kahramanlar hayatlarını sorgulayan kafası karışık yoldaşlardan ziyade, sorguladıkları hayatı karıştıran çamurlu militanlardı.

    bertolucci'nin sapık yanını severim. gerçi onun aşk tasviri klasik gerçeküstücülükle bağdaşmasa da, inceden inceye bir hayalperestlik taşır. onun filmlerini klasik faşizm eleştirisi olarak görmek sadece çerçeveyi düşünmektir. derinlerde konuşlanan şey, kişilerin birbirine bir türlü itiraf edemediği sevgi ve acı çekme egosudur. normalleşmeye çalışan ruhların gittikçe anormalleşen patolojisi anlatılır.

    kim bilir belki de çölde çay bir af dilemedir.
  • yeni gerçekçilik'ten fransız yeni dalga'sına uzanan bir skalada, faşizmi eleştiren, psikolojik ve felsefik altyapısı kuvvetli, yeri gelir marks'a, yeri gelir freud'a göndermeleriyle filmlerini katman katman incelenebilecek bir yapıda sunan, cinsellik konusunda rahat ve takıntılı, göstermeyi seven, sanat müptelası italyan sanatçı, yönetmen. izlemezi zor oluyor bazen.

    (bkz: ultimo tango a parigi), (bkz: il conformista), (bkz: the sheltering sky), (bkz: 1900) (bkz: the last emperor), (bkz: stealing beauty), (bkz: little buddha)
  • 1968'te once upon a time in the west'le yıldızı parlayıp asıl başarısını 1970'in en iyi filmlerinden il conformist'le yakalayan 1972'de last tango in paris uluslararası başarı yakalayıp benzeri tanınışını ancak 15 sene sonra kendiyle zerre alakası olmayan bir 1987'deki the last emperor sayesinde yenileyen ama bu arada 1976'da 300 küsür dakikalı novacento ile gerçek bir başyapıta imza atan yönetmen.
  • "sinema, ham kumaşın düş tezgahında dokunmasıdır." ve "kameramda yeni bir lens keşfettim. bu kodak veya zeiss değil freud'du." sözlerinin sahibi yönetmen.
  • hakka falan yürümemiştir, varsa eğer cehenneme odun olmuştur. olmak zorundadır. 1972 yılı yapım paris'te son tango filminde rezil bir sahne vardır. ruh hastası yakışıklı karakterimiz(!) marlon brando'nun rol arkadaşı 19 yaşındaki maria schneider'a tereyağı ile tecavüz ettiği sahne. filmi izlerken bile rahatsız eden bu sahneyi filmi izledikten sonra öğreniyoruz ki bu yere göğe sığdıramadığınız bertolucci pisliği senaryoya dahil etmediği bu tecavüz sahnesinin detaylarını marlon brando ile tasarlayıp maria'ya haber vermeden çekmişler.

    19 yaşında gencecik bir kadın maria ve senaryoda olmayan bir sahneyi çekmek zorunda olmadığını bilmiyor o zamanlar "mecburen" "istemeye istemeye" çekiyor o sahneyi ve film çıktıktan sonra verdiği her röportajda bu sahnenin ona zorla çektirildiğini, filmdeki göz yaşlarının gerçek olduğunu kendini gerçekten tecavüze uğramış hissettiğini anlatıyor. hatta bu mesele yüzünden uyuşturucu bağımlısı olduğunu ve defalarca intihara kalkıştığını. en sonunda kanser olup ölüyor ve marlon brando pisliği ile bertolucci sapığı bir kadın yok olurken ünlerine ün katıyor.

    bununla da yetinmeyen bertolucci maria öldükten sonra 2016 yılında elle dergisine bir röportaj veriyor ve "maria'nın bir oyuncu olarak değil aşağılanmış bir kadın olarak tepkisini görmek istedim evet haberi olmadan çektik ve hayatı boyunca brando ve benden nefret etti" diye itiraf ediyor yaptıkları iğrençliği. bir de ekliyor "yine de pişmanlık duymuyorum." neden duysun ki? gencecik bir insanın hayatını mahvetmişler ama ne bertolucci ne marlon brando ünlerini yitirmedi, toplumun tepkisine maruz kalmadı herkes sustu ve görmezden geldi bu tecavüzü.

    bir takım aptallar da çıkmış dünden beri orada gerçekten tecavüz etmediler tecavüz değil ki zart zurt saçmalıyor. ne istiyorsun tecavüz dememiz için illaki penetrasyon görmek mi istiyorsunuz? kadının rızası olmadan çekilen bu sahne, ona gerçekten tecavüze uğramış gibi hissettirip ağlatan, uyuşturucu bağımlısı yapan, intiharı deneten bu iğrenç olaya tecavüz diyememek bertolucci ve brando aklamaktan başka nedir?

    bravo sinemanın öz evladı. hakikaten büyük yönetmenmişsin. her zaman nefretle hatırlanacaksın.
  • o da bir godard sineması hayranıdır, biz ikisine de bayılırız o ayrı..
hesabın var mı? giriş yap