hesabın var mı? giriş yap

  • bakın açık söylüyorum.
    doktoram bitti.
    ikinci master bitmek üzere.
    işime de tapıyorum.
    ama hiçbiri beni "kod yazan kadın" olmak kadar havalı yapmıyor.
    yeni başladım, keyifle devam ediyorum.
    resmen "girl talk"tan sıyrılıp "man talk" olayına giriyorsunuz.
    masaya onlarla birlikte oturuyorsunuz.
    "man the maker"a kafa tutuyorsunuz.
    "solu birleştirecek kodu buldum:
    <div style="text-align:left;">"
    gibi salak geyikler bile yapabiliyorsunuz.
    buradan tüm hemcinslerime sesleniyorum:
    yo kızlar bunu hak etmiyoruz!
    yo kızlar bunu kabul etmeyelim.
    yıllarca "teknolojiyi getiren erkek" miti ile uyutulduk. persil yeşil adam ve mr. muscle bile bu fikri ekti beyinlerimize.
    inanın kolay!
    inanın salak diziler izlemek, popüler edebiyat okumak yerine buna zaman ayırsanız dünyayı değiştiririz.
    avm tipi aile kadını olmayın nolur!
    tüketen değil, üreten biz olmalıyız.
    hepimize güveniyorum.

    edit: hepiniz çok tatlısınız! ayrı ayrı mesaj atacağım akşama.
    (bkz: minik ilayda'ya yardım kampanyası)

  • açılın ben söyleyim nedenini;
    adamın imkanı var, evde oturmak istemiyor, kendisine masrafı fazla olmayan meşgale olarak bir iş yeri açıyor. bu vesileyle tabiri caiz ise karı dırdırından ve işsizlik psikolojisinden sıyrılmış oluyor. bu tip yerler genelde ay sonunda kafa kafaya çıkarlar.

  • angela merkel'in almanya'nın golünden sonra sevincini izlediğimiz maç. sen gül anam gül, 3. havaalanını tamamladığımızda da böyle gülebilecek misin bakalım?

  • adı milliyetçi hareket partisi olan, en önemli kuruluş ilkesi milliyetçilik olan parti'nin, ülkemizin araplar tarafından istila etmesine sessiz kalması hatta mültecilerden yana taraf olması durumudur. hayırdır milliyetçi hareket partisi ummetci hareket partisi oldu da haberimiz mi yok?

  • ilk kez, amerikalı entelektüel walter lippmann'ın 1922 yılında yazdığı "public opinion" adlı kitabında ortaya atılmış olan kavramdır. lippman'a göre, stereotype kavramı ile kast edilen, "kafamızdaki resimler"dir.

    kitapta konu ile ilgili olarak şu cümleler de yer alır: "for the real environment is altogether too big, too complex, and too fleeting for direct acquaintance. we are not equipped to deal with so much subtlety, so much variety, so many permutations and combinations. and although we have to act in that environment, we have to reconstruct it on a simpler model before we can manage it."

    kitaptan bir başka önemli alıntı: "for the most part we do not first see, and then define, we define first and then see."

    gordon allport, 1954 yılında yazdığı "the nature of origin" adlı kitabında lippmann'ın teorisini geliştirmiştir. bilişsel bir perspektife sahip olan kitap, özetle, insan zihninin dış dünyaya dair son derece kompleks olan gerçeklikleri ancak kategorize ederek anlamlandırabildiğini ifade eder. bu süreçte, zihin, gözlemlediği her varlığın belli özelliklerini ön plana çıkarmakta ve bu varlıkları, ön plana çıkardığı bu özellikler doğrultusunda kategorize etmektedir. "stereotype"lar da aynı sürecin bir ürünüdür.

    allport'ın ilgili çalışmasından bir alıntı: "insan zihni, kategorilerin yardımıyla düşünmek zorundadır. ... kategoriler, bir kez oluştuktan sonra, normal ön-yargılamaya temel teşkil ederler. bu sürecten uzak durmamız mümkün değildir. düzenli bir şekilde yaşamak buna bağlıdır." (the human mind must think with the aid of categories. . . . once formed, categories are the basis for normal prejudgment. we cannot possibly avoid this process. orderly living depends upon it." (p. 19)

    ana tema:
    (bkz: sosyal psikoloji/@derinsular)

  • 14. yüzyılın ilk yarısında avrupa'da yaşamak belki de sıradan insanlar* için en zorlu çağ ve coğrafyaydı.

    batı roma'nın çöküşü sonrası akın akın gelen göçler sebebiyle durmaksızın yapılan savaşlar, peşine yaşanan bubonic plague*, iberya'da müslüman akınları sebebiyle kan ağlayan avrupa'da, 1000-1300 yılları arası sular biraz durulmuştur. medieval warm period* ve artık göçlerin sona ermesi sonucu kurulan feodaliteyle birlikte oturan stabil siyasi konjonktür, nüfusun 38.5 milyondan 73.5 milyona yani neredeyse ikiye katlanmasını sağlamış. (iklim grafiği)

    14. yüzyılda ise avrupa nüfusu tekrar yarı yarıya azalmış, bunun başlıca sebebinin ise 1257'de endonezya'da bulunan samalas yanardağı'nın patlaması olduğu düşünülmektedir. milattan sonra tambora ile birlikte gözlemlenen en büyük patlamaymış. vei* ölçeğine göre 7 büyüklüğündeymiş.

    bu patlama sonucunda çin'in sichuan ve yunnan bölgelerinde salgın hastalıklar vuku bulmuş ve moğol hanı möngke bile bu hastalıktan yakasını kurtaramamıştır. moğollar'ın çin fethi gecikmiş ve bu payeye kubilay han vakıf olmuştur.

    aynı zamanda kore ve japonya'da da kıtlık baş göstermiştir. kore'de büyük bir tahıl kıtlığı görülmüş ve sonucunda moğollar'a vassal olmuşlardır. japonya'da da durum benzerdir. budizm'in bir kolunu kuracak olan rahip nichiren, dönemi şöyle anlatmıştır:

    "son yıllarda, imparatorluğun her köşesini etkileyip tüm ülkeye yayılan garip olaylar, kıtlık ve salgın hastalıklar var. öküzler ve atlar sokaklarda cansız bir şekilde yatıyor. nüfusun yarısından fazlası yaşamını yitirdi ve her ailede biri yas tutuyor."

    zaten bu 1300-1350 arası öyle lanet bir dönem ki avrasya'da önce buzullar kıtanın çoğunluğu kaplamış. 1300'lerde kuzey avrupa'da sıcak bir yaz görülmemeye başlamış, radyokarbon testleri bitkilerin buzul yüzünden öldüğünü gösteriyormuş. 1315-1317 arası ise o kadar çok yağmur yağmış ki fransa kralı x. louis, low countries'e yaptığı seferi yarıda kesmek zorunda kalmış. çünkü o bölgeyi, olduğu gibi sele kapılmış ve bataklık halinde bulmuş.

    avrupa'da tarlalarda çalışacak kimse kalmamasından dolayı hayatta kalabilen serfler, lordlara karşı birtakım haklar elde etmiş. etmiş etmesine ancak önce dondan, daha sonra ise durmak bilmeyen yağmurlardan dolayı yiyecek kıtlığı had safhaya ulaşmış. o kadar ki ingiliz kralı ii. edward, kırsalda bulunan st. alban katedralini ziyarete gittiğinde kendisi ve şurekası için ikram edilecek bir ekmek bile bulunamamış.

    tam her şeyi atlatıp rahat nefes alacağız derken asya'dan(en eski örnekler kırgızistan'da bulunmuş), daha doğrusu cani bey han'ın genoalıları* kuşatırken, mancınıkla vebalı askerleri düşmana fırlatmak suretiyle önce kefe, oradan da italya ve avrupa'ya taşınan kara vebayla birlikte nüfusun 3'te 2'si kırılmış. hastalığın yayılım haritası

    fransa ve ispanya'nın bazı kırsal kesimlerinde 1300 öncesindeki popülasyon yoğunluğu günümüzde bile erişilememiş durumdaymış.

    gel gelelim, kara veba'nın da ortaya çıkışında en önemli etkenin, meşhur tambora patlamasının sebep olduğu little ice age'ten önceki küçük buz çağı olduğu düşünülüyormuş. havaların soğuması sebebiyle(bkz: yukarıdaki iklim grafiği) hastalıklı pirelere sahip fareler, insanların korunaklı barınaklarına hücum etmiş ve dolayısıyla hastalığın insana geçişi gerçekleşmiş. evet fareler değil, farelerin taşıdığı red rat flea cinsindeki pireler bu hastalığı taşıyormuş. (bkz: adi sıçan piresi)

    bütün bu felaketler sonrasında deliye dönen insanlar, günahları yüzünden bunların olduğunu düşünerek kerbela'da yapıldığı gibi kendilerine işkence etmeye başlamış ve tanrıdan merhamet dilenip kefaret ödemişler. o kadar moda haline gelmiş ki kendini sokaklarda kırbaçlamak, kilise önce ses çıkaramamış. daha sonra dönemin kutsal roma imparatoru iv. karl'ın "aman hocam bunlar kendilerini deli gibi yaptı" ısrarıyla papa bu bedel ödeyen bdsmcileri heretic ilan etmiş...görsel görsel

    e haliyle avrupa insanları, kilisenin üst üste yaşanan felaketlere karşı işlevsizliğini görünce, kilise otoritesini ilk sorguladığı dönem bu dönem olmuş. bu kadar felaket yaşayıp din adamlarından bir fayda göremeyince kiliseye karşı ilk isyanlar baş göstermiş. önce ingiltere'de lollard hareketi (bkz: john wycliffe), sonra bohemya'da* hussite hareketi (bkz: jan hus) kilise otoritesine karşı ayaklanmış. bütün bu hareketler elbette martin luther ve reformasyon'a temel oluşturmuş.

    edit: imla ve birtakım düzeltmeler.

  • 10 gün önce 5300 tl fiyatlı bir bilgisayar sipariş ettim buradan. normal fiyatı 6500-7000 arası. araya hafta sonu da girince 3 gün içinde elime ulaştı. akşam verdiğim sipariş akşam kargolandı zaten. o derece hızlılar maşaallah. ürün geldikten 2 gün sonra açtım ve kurdum. hem kutunun altındaki deformasyon hem de ürünün markasının resmi sitesindeki garanti süresi ( garantisi 3 ay önce başlamış ) bu bilgisayarın daha önce kullanılmış olduğunu düşündürttü bana ama bilgisayar canavar gibi.

    hemen e mail ile iletişime geçtim ve bana iade alacaklarını belirterek bir kod gönderdiler. yani eveleme geveleme yok, efenim servise gönderelim yok, siz açıp kurmuşsunuz iade alamayız yok. adamlar koşulsuz iadeyi kabul ettiler. ama burada benim mağduriyetim var tabii. bilgisayar indirimleri bitmiş ve malın fiyatı 7200 tl olmuş. diğer sitelerde en ucuz olanı 6800 tl. yani en az 1500 tl zararım var.

    sabah olunca telefon ile iletişime geçtim. durumu anlattım müşteri temsilcisine. iadeniz kabul edildi dedi. ben de iade etmek istemediğimi, indirimleri kaçırdığımı ve benim açımdan bir mağduriyet oluştuğunu belirttim. ''yetkililerle görüşüp sizinle bir saat içinde iletişime geçeceğim mutlaka'' dedi.

    yaklaşık bir saat sonra benimle aynı hanımefendi irtibata geçti. talebimin olumlu karşılandığını ve istersem ürünü iade ederek fiyat eşitlemesi ile aynı ürünü aynı fiyattan tekrar satın alabileceğimi belirtti. istersem ürünü göndermeyip kredi kartıma ürünün fiyatının yüzde 20'sini iade edebileceklerini belirtti.

    yani adamların açılmış ve kurulmuş bir bilgisayarı iade alması bile benim için çok iyiyken, yaşadığım ülkedeki alışveriş şartlarını unuttururcasına tüm mağduriyetimi farklı seçeneklerle gidermek için ellerinden geleni yaptılar.

    başka bir e ticaret sitesinden alsaydım bu ürünü, muhtemelen başıma ağrılar girene kadar sıkıntı yaşayacaktım ve çok çok büyük ihtimalle benim adıma olumsuz sonuçlanacaktı. en iyi şartlar altında hakem heyeti falan uğraşıp iade edebilecektim. geçenlerde başka ve büyük bir türk e ticaret sitesinde indirimden aldığım ürün iptal edildi ve bana tedarik sebebiyle göndermedikleri ürünü yüksek fiyattan satmaya devam ettiler . ( adı lazım değil hepsiburada )

    amazon, bana resmen müşteri memnuniyetinin zirvesini yaşattı. ben şimdiye kadar (internet alışverişini çok sık yapan birisiyim) genelde diğer sitelerden yapıyordum alışverişi. ama bu olay ve diğer sitelerdeki ufak tefek olumsuzlukları düşününce kesinlikle ilk tercihim amazon olacak. hatta ürünün fiyatı daha pahalı olsa bile ( çok ciddi fiyat farklar olmadığı müddetçe ) tercihim mutlaka amazon olacaktır.

  • genetik işlerinden çok anlamayan insanlar olabilir veya okurken kafası tam olarak almayan insanlar olabilir. o yüzden youtube üzerindeki en faydalı kanal olan kurzgesagt – ın a nutshell'ın crispr videosunu buraya biraz daha insancıl bir yöntemle açıklamaya çalışacağım.

    -----
    crispr nedir?
    -----
    crispr; bir dna arşividir. şöyle bir örnekle açıklayalım:

    bakterilerin baş düşmanı virüslerdir. he-man için iskeletor ne ise bakteriler için virüsler öyledir. virüsler bakterilerin üzerine yerleşiyor, bakterinin dış cephesini delerek içeriye kendi dna'sını bırakıyor. bu sayede bakteri hücresini ele geçirecek, ve onu kendisi gibi virüsleri üretmek için bir fabrika niyetine kullanacak. nasıl? çok fena yöntem değil mi?

    yalnız bu her zaman işe yaramıyor. nadiren bazı bakteriler bu virüs saldırılarından kurtulmayı başarabiliyorlar. evet, içlerine virüs dna'sını verdi ama bakteriyi ele geçiremedi. bakteri kardeşimiz; virüsün dna'sını alıyor ve arşivine koyuyor. bu arşivin adı crispr. hah işte bu! peki bu arşiv ne işe yarayacak?

    mesela aynı virüs bi daha saldırsın buna. bakterinin dış cephesini gene deliyor ve içeri dna'sını bırakıyor. bu bırakılma sonrasında; bakteri kardeşimiz crispr'dan yani dna arşivinin bir kopyasını çıkarıyor, daha doğrusu rna, tam olarak kopya değil, dna'nın yarısı ama diğer yarısının belirlenmesinde de yardımcı oluyor, neyse boş verin burayı.

    bu noktada adını hatırlamak zorunda olmadığınız cas9 adlı bir protein var. bu protein; arşivdeki her parçayı yeni gelen dna'ya uyarlamaya çalışıyor. tencere-çanak misali bir uyuşma gördüğü anda, virüs dna'sını kesiyor ve saldırıyı başarısız kılıyor. bu noktada cas9 adlı proteini övmeden olmaz, adam tam olarak bir dna cerrahı. yani bi tavuktan aldığın proteine bak bi de buna bak.

    sonuç olarak ne oldu? bakteri virüs saldırısını önledi.

    -----
    bizim ne işimize yarayacak?
    -----
    crispr, bütün genetik çalışmaların maliyetini ve süresini anında azaltıyor, hem de %90 oranında falan siz düşünün artık.

    bu tabi asıl mesele değil, asıl mesele şu; yukarıda bahsettiğimiz bakteri o virüse karşı artık dirençli. bir daha aynısı saldırsa bizim gibi aşı olmak için eczaneye koşmayacak. ve biz, insanoğlu olarak, bunu kullanabiliriz. mesela yeni bi virüs çıkıyor adı r1t4 falan, fena salladım ha. biz bir tane bağımsız bakteriyi alıyoruz, koyuyoruz laboratuvara, bu virüsün dna'sını veriyoruz, arkadaş bunu kendi dna arşivine koyuyor, sonra bir daha geldiği zaman virüsün işe yaramasını engelliyor. yani ilk başta olduğu gibi savaştan gazi olarak ayrılmasına gerek yok.

    asıl mevzuya hala gelmedim, şimdi geliyorum; bunu insanlar üzerinde kullanabiliriz. insan tek bir hücre olarak gelişmeye başlamıyor mu? evet. o zaman bu ilk hücreye müdahale edebiliriz. bu müdahalede hem bazı hastalıklara karşı ayakta durabiliriz hem de bazı genetik hastalıkların önüne geçebiliriz. işte genetik hastalık olayı çok önemli.

    insanoğlunun dna'sı bozuk. 3000'in üzerinde genetik hastalık, dna üzerindeki sadece bir harfin bozuk olması yüzünden var. cas9 denilen bu protein bunu düzeltebilir. mesela renk körlüğü, genetik bir hastalıktır. bu yöntem ile renk körlüğü geni tamir ediliyor ve o kişi normalde renk körü olacakken bu yöntemle bu illetten kurtuluyor.

    dna'mız üzerinde yaşayan virüs genleri de var bu arada. mesela uçuk ! uçuk bir virüstür ve bizim dna'mızda vardır. bu ne demek? şu anda vücudundaki her hücrenin içinde bu virüs var. resmen ete kemiğe bürünmüş bir virüs bu. bu yöntemle binlerce yıldır dna'mızda bulunan bu virüsten kurtulabiliriz! kızlar bir daha uçukla uğraşmayacaklar, şimdikiler uğraşacak da sonrakiler uğraşmayacak.

    işin özeti, insan dna'sı kusurlu, bayaa kusurlu, ama bunu düzeltebiliriz ve ortaya bizden daha sağlam insanlar ortaya çıkarabiliriz. yalnız burada 2 tane püf nokta var.

    1-) tedavi tek insana has. mesela birisinin renk körlüğünü düzelttin, tamam, tedavi onla birlikte ölecek. ama eğer iki kişide aynı tedaviyi uygularsan ve bu iki kişiden bir nesil meydana gelirse, işte bu nesil renk körlüğü genini taşımayacak demektir. bu yöntemi yüzlerce insanın tek hücre olduğu zamanda uygularsanız, ve bu yüzlerce insan kendi aralarında çocuk sahibi olurlarsa, elinizde tertemiz bir üstün insan nesli elde edebilirsiniz.

    2-) tedavi insan tek hücre iken uygulanabilir. mesela şu anda sana niye bunu yapamayız? çünkü o zaman vücudundaki her hücreyi tek tek alıp bu yöntemle tamir etmek lazım, e olmuyor tabii. ama tek hücre iken? işte o zaman vücudun bütün hücreleri o ilk tamir edilen hücreyi referans alarak çoğalacakları için tek hücrede ancak mümkün olabiliyor. zaten bu yöntem ile insan dna'sındaki genetik hastalıkların önüne geçmeye çalışıyorlar, malesef aspirin değil ki alamıyoruz.

    -----
    insan üzerinde neler yapabiliriz?
    -----
    yukarıda bahsettiğim gibi, bazı genetik olarak üzerimizde taşınan hastalıkları gelecek nesillere aktarmayı durdurabiliriz. mesela çocuğun olacak, diyorsun ki bu çocuk mesela albino olmasın, şeker hastalığı falan olmasın, bu arada şuna güzel bir metabolizma verin falan diyebilirsin. hatta boyunun uzun olmasını, göz kusurlarından kurtulmasını, hatta daha zeki olmasını da sağlayabilirsiniz! resmen sims'te insan yapar gibi çocuk sahibi olacaksın lan daha ne istiyorsun?

    -----
    ölümsüz olabilir miyiz?
    -----
    şimdi bu yöntemle kısmen mümkün ama burada ölümsüzlük tanımını değiştirmek gerekiyor. mesela superman, adamın üzerine vinç düşse hayatta kalır, ama bizim üstümüze düşse ölürüz. bu yöntemle belki daha fiziksel olarak dayanıklı insanlar elde edebiliriz ama mesela kafamıza 500 km/s hızla gelen bir mermi bizi öldürür. o yüzden bizi öldüren sadece bazı etkenleri ortadan kaldırabiliriz. dediğim gibi ölümün %100 önüne geçemeyiz ama bizi öldüren çoğu şeyden kurtulabiliriz.

    -----
    yaşlanmayı bitirebiliriz
    -----
    bugün insanların %66'sı (2/3'ü falan) yaşlılığın getirdiği nedenlerden dolayı ölüyor. yani bizi öldüren yaşlılık değil, yaşlılın oraya çıkardığı sorunlar. mesela yaşlandıkça karaciğerin çalışması aksıyor varsayalım, yaşlandıkça en sonunda karaciğer iflası oluyor ve ölüm gerçekleşiyor. e yaşlanmasaydık bu olmayacaktı o zaman? bizim direkman yaşlanmamıza sebep olan genler var. bunlar dna'mızın içinde. yukarıda bahsettiğim üstün insanların genlerine bu yöntemle müdahale edip yaşlanmalarının önüne geçebiliriz.

    yaşlanmama olayı şu anda ıstakozlarda, planaryalarda ve turritopsis dohrnii denilen değişik bir deniz anası türünde mevcut. istersek bunların bile genlerini kendimize alabiliriz.

    -----
    elimizde nasıl patlar?
    -----
    üstün insanlardan oluşan bir ordudan korkuyorsanız; http://wh40k.lexicanum.com/wiki/space_marines

    üstün insanların oluşturacağı yeni standartlar normal insanları zora sokmaz mı?

    sokar, ama bu bir geçiş sürecidir. burada asıl amaç ne? insanoğlunun genlerindeki sorunları ortadan kaldırmak, sonunda bütün dünyadan o hastalığı silmez, mesela gelecekte uçuk hastalığının olmasını istemiyorsanız bütün insanlardan bunu silmez zorundasınızdır. bu yüzlerce yıl sürebilir, yeni bir dünya düzeni kurabilir, ama zaten amaç bu değil mi? yeni bir dünya?

  • hatay'da enkazdan kurtarılan irem'in bacağı çok ciddi durumda. kangren olmak üzere. eğer o seviyeye gelirse bacağı kesilmek zorunda olacak. hatay ve çevresinde hastane ve doktor bulamıyor. ve bacağı o halde enkaz ortasında bekliyor. lütfen yardım edin bu kızın bacağı kesilmesin.

    (bkz: edit) görsel
    ilgili kişiyle yazışma görselini ekledim. lütfen başlık altına yazıp destek verelim.
    (bkz: edit) kızın bulunduğu tam konum. görsel

    (bkz: edit) arkadaşlar müjdeli haber geldi. ibb irem'e ulaşmış . bir depremzede kızımızın bacağını kurtardık. tüm ekşi sözlüğe ilgisi ve desteği için çok teşekkür ederim. gelişmeleri editleyeceğim.