hesabın var mı? giriş yap

  • hulya avsar kizini kameralardan uzak tutma fikrini israr ve inatla surdurmeli, en azindan goz zevkimiz icin.

    kendini turkiye'nin en guzel kadini saniyorken gidip turkiye'nin en tipsiz erkegiyle evlenirsen ortaya cikacak en iyi cocuk bu olurdu zaten.

    neden tek cocuk oldugu da ortada ayrica kizimizin, hulya avsar daha fazla risk almak istememis.

  • eduardo galeano'dan alıntıyla, bir epigrafla başlayalım:

    "büyüyün ve çoğalın dedik, makineler de büyüyüp çoğaldılar. bizim için çalışacaklarına söz vermiştiler. şimdi biz onlar için çalışıyoruz. gıda miktarını artırsınlar diye icat ettiğimiz makineler açlığı çoğaltıyorlar. kendimizi savunmak için icat ettiğimiz makineler bizi öldürüyorlar. hareket etmek için icat ettiğimiz otomobiller bizi hareketsiz hale getiriyorlar. buluşmak için icat ettiğimiz şehirler bizi yalnızlaştırıyorlar. iletişim kurmak için icat ettiğimiz öncü büyük iletişim araçları, ne bizi dinliyorlar ne de bizi görüyorlar. biz makinelerimizin makineleriyiz. onlar masum olduklarını iddia ediyorlar. ve bunda haklılar."

    tüketim toplumu da bu yolla oluşturulmadı mı zaten?! bence tükettiğimiz şunca ürün(hatta hizmetleri de katabiliriz) gereksiz ve boş beleş. insanlar neden buna uyanamaz anlamış değilim. her şeyi ihtiyaçmış gibi, ne bileyim olmazsa ezik kalırmışız gibi ya da egomuzu okşamak adına bize kakalamıyorlar mı?!

    mesela şişelenmiş meyve suyu diyelim. bakıyorsun bunun reklamları oluyor. olağanüstü estetik portakallar havada uçuşuyor; mandalinaları, narları ninjalar ortadan ikiye ayırıyor. bembeyaz dişleriyle sağlıklı bir kadın, öğle sıcağının altında bunu yudumluyor falan filan. sonra da adam gidip bunu satın alıyor. bu kadar salakça bir şey olabilir mi? biz şişelenmiş, paketlenmiş meyve suyundan önce de vardık. ben portakal seviyorsam giderim, onu alırım; istersem basit bir aparatla bunun suyunu da çıkarırım. senin "renklendirici içermez" sempatikliğine gerek duymadan, zaten benim için gerekli olan formda onu tüketirim.

    şöyle güzel bir söz var; "insan nedir biliyor musun? ağaçları kesip kağıt yapan, sonra o kağıda, ağaçları koruyun, yazandır.'

    insanlara bu tarz tüketim alışkanlığı kakalanıyor. neden? belki de sürekli sistemin çarkları arasında kalsın diyerek. doğanın bana sunduğu şeyleri, basit dönüşümlerle tüketmek varken, neden bu çeşitlendirilmiş, üstelik temsil ettiği gıdanın, kıyafetin yerini tutamayan işleri tüketeyim ki? bir insanın ihtiyaçları genel olarak bellidir; kapasitesi de öyle. şurada kaç litre kapasiteli miden olduğu; günlük kalori ihtiyacın belliyken; boyun posun ortadayken neden bu tüketim çılgınlığı.

    ben kendimce bu ürünlere "ürün gereksinim oranı" ile yaklaşıyorum. gereksinimim olmayan şeyleri satın almıyorum. mesela kişisel olarak otomobil sahibi olmak aptalcadır. ama tabii konfor satın alıyorsun; araban kapının önünden kalkıyor diyeceksiniz. "bas düğmeye, bak keyfine" diyerek kontralar yapacaksınız. zaten bu yüzden eduardo galeano'nun sözlerini paylaştım yukarıda. size konforunuz karşılığında bir adet eylemsizlik kakalıyorlar. pekala işlerinizi toplu taşıma araçlarıyla da halledebilirsiniz. "ama orada ebemiz belleniyor" diyeceksiniz. işte araba satın alıp, hayatla mücadeleye girmek size zor geliyor. kendi doğanıza ters düşüyorsunuz. bizlerin nefsini, egosunu okşuyorlar.

    insanlar birbirlerine caka satmak derdinde. halbuki şöyle dikkatlice baksak, dünya ekonomisi her an resesyona girebilecek, kritik bir çizgide dönüşüyor. şöyle bir hayatıma baktığımda bir çok üründen çok kolayca vazgeçebileceğimi, hatta bunlar olmayınca, bir miktar iyileşeceğimi de öngörüyorum.

    senin için geçmiş kardeşim, diyebilirsin. belki de öyledir. ama artık bu salaklığa başkaldırmak istiyorum ve bu yazdıklarım ideolojiler üstü bir yazıdır dünyanın aptal gidişatını kaldıramıyorum. başkasının ağzıyla konuşan bu yüzeysel toplum; ucuz zevklerin yönlendirdiği bu barkod karşılığı değiş edilmiş canlı etten tiksiniyorum adeta.

    http://www.youtube.com/…vyhvt_jebg&feature=youtu.be

  • lotr kitabını okuduğumussstan beri hayatımıssda bir takım değişiklikler bas gössterdiğini pek tabii kabul ediyoruss. mağara ve kovuklarda saklanıyoruss çiğ balık yiyip güneş görmeden yaşıyoruss. en büyük korkumuss günün birinde çok kıymetli kitabımıssın ve dvdlerimissin çalınması. bisi kimse sevmiyor. kimse bissimle arkadaş olmuyor. arkadaş çevremiss çok dar. hep tek başımıza kıymetlimiss ile birlik...... gollum! gollum! ay pardon gıcık tuttu bisssi gıcık olduk birden.

  • 19. yüzyılda istanbul dahil, dünyanın neredeyse bütün metropollerinin sokaklarında arz-ı endam eden bir tür at arabası. sürücünün, arkadaki yolcu kabinin dışında önde ve yüksekte oturduğu bu arabalar, ilk kez 1830'larda ingiltere'de kullanılmaya başlanmış ve clarence dükü prens william'a ithafen clarence olarak adlandırmışlar.

    sherlock holmes'un londra'nın arnavut kaldırımlarında tıkır tıkır yolculuk ettiği ve halen viyana, roma gibi pek çok avrupa şehrinde turist gezdirmekte kullanılan bu arabaların kaç at tarafından çekildiğine, kaç yolcu aldığına ve kaç tekerleği olduğuna göre değişen adları var: brougham, hansom, cab, hackney, jarvey, growlers, cabriolet, fiacre...

    19. yüzyıl'da özel bir görev kapsamında padişah tarafından amerika'ya gönderilen iki osmanlı yetkilisi aziz bey ve lemi bey'in de seyahatleri sırasında tercih ettikleri bu arabaların türkçede de yine türlerine göre farklı farklı isimleri var: kap, fayton, talika, muhacir arabası, kupa arabası, lando, landon, landolet, koçu, kinto, katip odası, çekçek, tente, koçu, omnibus...

    fakat bunlardan en popüler, en gözde ve de en pahalı olanları, kupa arabaları ile landolar. tabi pahalı olduklarından bu arabaları asıl tercih edenler saray kadınları. örneğin padişahın cuma namazına gitmesine ilişkin yapılan tören olan cuma selamlığını izlemeye, kupa arabaları ile gelirmiş valide sultan, sultan efendiler, kadın efendiler, harem hanımları, vekillerin hanımları ve kendilerine ise atlı harem ağaları ile darüssade ağası eşlik edermiş. tören alanına gelindiğinde hanımların kupa arabaları kıdem ve de protokol sırasına göre atları çözülmüş bir şekilde yan yana dizilirmiş. tabi protokolde en önde gelen valide sultanın arabası iken en sona ise hazinedar ustanın gümüş çerçeveli küçük pencereli kupa arabası geçermiş. padişah namazı bitirip saraya dönüşe geçtikten sonra harem kupa arabalarına tekrar atlar koşulur ve hanımlar, etrafta bekleyen ahaliye kupa arabalarının içinden para saça saça saraya dönerlermiş.

    gerçi harem mensupları haricinde de kullanımı söz konusu bu arabaların. mesela bihruz bey'in, sevdalandığı periveş hanım'a ait lüks araba, esasında iki atın çektiği ince tekerlekli sarı boyalı bir lando'dur (bkz: araba sevdası). gerçi sonradan anlaşılır ki periveş hanım'ın o güzeller güzeli landosu esasında osmanlı dönemi taksilerini ifade eden bir kira arabasıdır.

    hem landolar hem de kupa arabaları küçük, dört tarafı kapalı ve fazlasıyla samimi bir ortama müsait olduğundan olsa gerek kadınla erkeğin birlikte binmesi yasakmış. bu yasak üzerine düşünen refik halid karay, ilk adım adlı kitabında şöyle yazmış:

    "neden kadın erkek bir arabaya binilmesi yasak da sandalınki değil? şimdi, bu ciheti ben de düşünüyorum ve sebeplerini buluyorum:
    1- arabanın hususuyla kupa olursa dört tarafı kapalıdır, sandalınki açık.
    2- arabacının arkası müşteriye dönüktür, sandalcının önü.
    3- deniz korkusuyla sandalda uslu durmak zaruri, arabada ihtiyari..." (s.16)

    yine aynı kitapta refik halid, kupa model kira arabalarının sıhhi denetimden geçmediği için sağlam binenin illet kaptığı seyyar mikrop mahfazaları olduğunu ve bu arabaların içindeki ıslak, ekşi, geniz yakan ve göz sulatan gübre kokularının halâ burnunda olduğunu söyleyip bu harap haldeki arabaların birinden nasıl düştüğünü anlatmış:

    "beyoğlu dönüşü eminönü'nden binerdik ve kadit atlar rızapaşa yokuşu'nu çoğu defa çıkamadıkları için yarı yolda da inerdik. bir gece, eve bu arabalardan biriyle hafifçe keyif dönerken acayip bir şey olmuştu: hem arabanın içindeydim hem de yürüyordum. evet, ayaklarım yerdeydi, acele acele adım atıyordum; aynı zamanda kendimi arabanın çerçevesi arasında buluyordum ve oturmadığımı da fark ediyordum. neden sonra anladım ki ayak bastığım tahta, yolda kopup düşmüş, minderden kaymışım ve yarı belime kadar arabanın orta kısmına geçmiş, at süratiyle yokuşa tırmanıyorum!" (s.29-30)

    bundan daha komik bir diğer anısı ise şöyle:

    "atlar, kamçı, tekme, sövüp sayma, başlarından çekip sürüme, her ne yapılsa bir türlü yokuşa tırmanamayınca arahacı bana döndü:
    - 'efendi', dedi. 'yanında lüzumsuz gazete var mı?'
    vardı, verdim. gece yarısı ve yol ortası bunu ne yapacak diye meraka düştüm. kağıdı ocak tutuşturmak için yapılan şekilde büktü, hazırladı; sonra kibritini çıkardı, ateş verdi ve alevini zavallı hayvanların arka hacakları arasına uzattı. birden, can havliyle yerimizden fırladık ve o hızla, yarı at arabası, yarı motor, beyazıt meydanı'na ulaştık!" (s. 30)

    bu kadar bahsedip de bu arabanın en revaçta olduğu 1886 yılından nadir bir fotoğrafını paylaşmamak olmaz. krikor balyan'ın nefis eseri nusretiye camii'nin (tophane camii) önünden geçmekte olan atlı tramvayın hemen solunda park halinde yolcu bekleyen şu güzellik, kupa arabasının ta kendisi ki etrafındaki kişilerin pazarlık yapan müşteriler olduğunu varsayarsak muhtemelen kira arabası olarak kullanılmakta.