hesabın var mı? giriş yap

  • birçok çorba ismi var ama bazı menülerden içerikleri yer alırken bazı restoran menülerinde de içerikleri bilmeniz beklenir. ülke dışına çıktığınızda sık sık karşılaşırsınız. uzun zamandır yemek ile ilgili içerik paylaşmıyorum bu şekilde kendimi affettireyim dedim.

    öncelikle aşağıda yer alan içerikler “çorba isimleri” olarak dikkate alalım. çorba çeşitleri çok başka bir şeydir ve ileride o konuyu da ele alırız.

    bisque çorba: şimdi bu çorbayı menüde gördüğünüzde aklınıza hemen patates püresi kıvamından hafif cıvık bir püreli çorba gelmesi gerek. normalde kabuklu deniz ürünleri ile birlikte 4-5 çeşit sebzeyi püre yap, içerisine krema ekle.. hoooop. bisque çorba. ülkemizde domateslisini çok yapıyoruz, tabi bildiğiniz üzere içerisinde kabuklu ve kabuksuz deniz ürünlerinden eser yok.

    chili çorba : bu da koyu bir çorba çeşidi. kırmızı et ve domatesi karıştır püre yap. içerisine chilli biberi ekle. bulamazsan chilli biberi tozu işinizi görür. ülkemizde kırmızı herhangi bir çorba içerisinde eser miktarda tiftiklenmiş hindi eti ve bolca acı sos ile servis edilmektedir.

    chowder: içerisinde tane sebze olan balık çorbası işte.

    konsome: oooo, şimdi önümüzü ilikliyoruz. tamamen yağsız sığır kıymasını yumurta akı ve birtakım sebzeler ile çok ama dikkatli bir şekilde kısık ateşte pişirilmesi ile elde edilir. zaman ve ustalık ister. berraktır, içerisine eklenen malzeme ismini alır. ör: içerisine küp küp patates atarsanız patates konsome, ekmek arası balık atarsanız, balık ekmek konsome olur.

    fumet: balık kemiklerin sebze ile haşlanıp süzülmüş hali.

    gumbo: aklımıza hemen bamya geliyor çünkü gumbo bamya demekmiş. şimdi burada ironik olan nokta ise birçok gumbo reçetesinde gumbo göremememiz. neyse klasik kabuklu deniz ürünlerini iyice kaynatıp un ile bağlıyoruz. içerisine bamya ilave ediyoruz. iğrenç oldu değil mi? işte buna gumbo diyoruz. evlerden ırak..

    ek: gumbo bamya değil sulu yemek anlamındaymış. bende öğrenmiş oldum. ffemmefatalee' ye teşekkürler!

    püre çorba: anne mutfağı kokar. sebzeleri haşla, ver blenderi .. çok az et suyu ve krema ilave et. karıştır. karabiber ve kırmızı biber değirmenini servis masasına koy... menülerde püre çorba resimleri genelde kocaman olur, bütçenin amiral gemisidir.

    yahni çorba: bizdeki tandır çorba işte.

    court bouillon: sebze çorbası ama bizdeki gibi sebzelerin canını çıkarırcasına kaynamamış hali. kemik suyunun içerisine havuç, kereviz, mayanoz sapını at, 30 dk kısıt ateşte tıngırdat. koy menüye. tatsızz tuzsuz. 30 euro mis gibi.. ortamlarda çok yoruldum dersin nerden bilecekler.

    minestrone: court bouillon yaptık mı? evet. bunun içerisine o haşlanan sebzelerin küp küp doğrayarak ilave edilmiş hali. bitti gitti.

  • daha çok savunma fotoğrafıdır.

    tecavüze uğrayan kadınların sorgusunda bile "neden direnmedin?" sorusuna bulgu olarak eğer direnseydin ve reddetseydin adamda çizikler, tırnak izleri olurdu gibi karşı taraf argümanları sunulur. sen kadını döverken onun da eli kolu armut toplamaz can havliyle iter, tırnak geçirir bir şey yapar herhalde. kendisini korumasın mı?

    utanmaz herif.

  • bolu'da her yere izzet baysal dendiğini öğretmiş olay. habaerden bi bok anlamadım. şimdi izzet baysal meslek liseli öğrenciler izzet baysal caddesinde diğer izzet baysal meslek lisesine doğru yürümüşler. sloganlar atıp izzet baysal dondurmacısının önünden geçip izzet baysal kaldırımlarına basmışlar.

  • paketli topkeklerin ne kadar leziz olduğu. normalde markette envai çeşidi varken yüzüne bakmazsın ama otobüste verilince nasıl bu kadar kıymete biniyor ben de anlamadım. dört gözle beklenen topkek seni seviyoruz...

  • bir kadın olarak bana da saçma gelen uygulama, arada çocuk yoksa 1 ay bile almam nafaka. ayrılmışım, herkes kendi yoluna gitmiş, neden adamın parasını alayım ya? gir işe çalış, kendi kendine yetebil.

  • insanı karmaşık duygulara sürükleyen mesajdır.

    hayal kırıklığı yaratırken bir yandan da 'hayat devam ediyor' alt metnini içinde barındırır.

    başlarda tiksinip silersin ama ilişki bittikten sonra da seni hiç bırakmaz banka mesajı, hep avantajlar sunar. sonunda onunla yaşamayı öğrenirsin.

  • [ ] sevgilinin evlilik konusunu acmasi
    [ ] ilk "sonra konu$alim" jokerini kullanmak
    [ ] ikinci "sonra konu$alim" jokerini kullanmak
    [ ] sevgilinin "ahmet" jokerini kullanmasi

  • geliri 300 bin lira olan vatandasimla 1000 tl olan vatandasim ayni gece kulubunde eglenebiliyor.

    iste bekledigimiz alim gucu, iste medeniyet .

    300 bin avro imis, 1.8 milyon milyar sen!

  • bugün, 70'inci yaşını kutlayan şair. şiirin muzaffer sarısözen'i, türkü babası...

    yozgat, yerköylüdür. onun da cemal süreya gibi, turgut uyar gibi, ece ayhan gibi, orhan veli gibi, sabahattin ali gibi memuriyete bulaşmışlığı vardır. 26 sene toprak mahsulleri ofisinde memurluk yaptıktan sonra emekli olmuş ve antalya'ya yerleşmiştir. her nedense türkiye'nin her yerinde dinletilere, kitap günlerine gider ama en az etkinliği antalya'da yapar.

    türk şiirine, "senin korkularını benim inceliğimi" gibi bir şaheseri kazandırmıştır. ahmed arif'in anılarını okurken bir bölüme rastlamıştım. oktay rifat, ahmed arif'e "sen nazım hikmet'ten başka şair bilmez misin" diye sitem eder. ahmed arif de kendisine "bilirim elbet" diyerek, "hani kurşun sıksan geçmez geceden" şiirini okur. sonrasında kendi cümleleriyle şöyle devam eder:

    "fakat oktay rifat çarpıldı. 'korkunç, korkunç güzel bir şiir,' diye söyleniyor. 'ben bu şiirle elli tane şiir yazarım,' diye sürdürdü konuşmasını, 'malzemeyi nasıl böyle hoyratça harcıyor bu yahu...' o zaman şu karşılığı verdim: 'sen elli tane yazarsın, sulandırırsın konuyu, şiiri, mısraı… bu boya ile elli resmi boyarım diyorsun. o zaman bu şiir olmaz. yani senin yaptığını sanma ki biz bilmiyoruz. sen prevert’ten yürütüyorsun, charles nodier’den yürütüyorsun, sonra da bir yenlikmiş gibi sunuyorsun bunları…'"

    acaba diyorum, "oktay rifat bu şiiri görseydi, bu şiirden kaç şiir çıkarırdı?" çok merak ediyorum. şiirde öyle dizeler var ki, şiiri satır satır bölseniz, her bir mısradan bir şiir çıkar... öyle büyüleyici. üstüne üstlük zalim gibi yazdığı yetmemiş, bir de zalim gibi okumuş...

    "şimdi anlıyor musun
    gidişinin neden ayrılık olmadığını,
    bir yaprak düşmesi kadar ancak,
    acısı ve ağırlığı olduğunu.
    bir toplama işleminin
    sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.
    boşluğa bir boşluk katmadığını,
    kar yağdırmadığını yaz ortasında....

    ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından
    kalkıp ağzını yıkadığında başlamıştı.
    ben bulutları gösterirken,
    'bulmacanın beş harfli bir yemek sorusuna'
    yanıt aramanla halkalanmış,
    'aşkın şarabının ağzını açtım,
    yar yüzünden içti murt bende kaldı'
    türküsü tenimde düğümlenirken,
    odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
    dağlarda öldürülen çocukların
    fotoğraflarını kenara itip,
    'bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı?'
    dediğinde varacağı yere varmıştı çoktan."

    heyt be... dizelere bak, destur deyip dağları düz eder... ekmek teknesi'ndeki ölü berber korkut gibi "allah" çektirir adama*

    yozgatlı olduğu için, türkülere hakim olduğu kadar özellikle orta anadolu bozlaklarına bir meyli vardır. bu şiirde, teninde düğümlendiğinden bahsettiği, "aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı" türküsü bir çorum bozlağıdır ve şekip şahadoğru'na aittir.

    çok güzel bir bozlaktır bu eser. ve şiirdeki bu bölüm, bana göre bu bozlağın şah dizesidir. (bkz: türkülerden şah dizeler) şöyle ki; şekip şahadoğru, çok usta bir söz söyleyici. burada, "aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı" derken, bahsettiği şey aslında ayrılık. murt, anadolu'da yaban mersininin meyvesine verilen addır. özellikle akdeniz bölgesinde ve çukurova'da bu şekilde kullanılır, hatta bu bölgelerde, kimse yaban mersininin ne olduğunu bilmez; murttur o. yaşar kemal okuyanlar, aşinadırlar. güzel şarap yapılır murttan. "yar yüzünden içti" dediği de, "yar üst kısmından, yüzeyden içti" anlamına geliyor. yani, "şarabın yumuşak içimli, tortusuz kısmını yar gömdü, bize dibinde posası kaldı" diyor, çaktırmadan. şükrü erbaş da, türküyü o kadar güzel tahlil etmiş ki, “cuk” diye oturtmuş şiirin orta yerine. iyi de etmiştir.

    şükrü erbaş, türkiye’de belki de bir cumhurbaşkanın, bir şiirine karşılık “tenkit mesajı” yayımladığı tek şair olabilir.

    infial yaratan "köylüleri niçin öldürmeliyiz" şiiri yayımlandıktan sonra, dönemin cumhurbaşkanı süleyman demirel, şiire ilişkin bir tenkit metni kaleme alarak, şiiri yayımlayan gazeteye gönderir. metin aynen şöyledir:

    "köşenizde yayımlanan ve köylülüğü konu alan şükrü erbaş'a ait şiiri okudum. köylülüğü ağır şartlar çerçevesinde sunan söz konusu şiirin çok katmanlı bir yapıya sahip olduğu görülüyor. şiirin, köylüleri eleştirir görünürken aslında ironik bir üslupla, bizzat şartlar içerisinde değerlendiremediği köylülüğü, ona tepeden bakarak uygarlık yolunda yük gibi gören yanlış anlayışı eleştirdiği kanaatindeyim. bununla birlikte, gerektirdiği gibi derin bir anlayışla okunmayıp, sadece düz anlamı itibariyle dikkate alındığında köylümüzü zem eden bir metin olarak yorumlanabilecek ve birtakım yanlış anlayışlara yol açabilecek niteliktedir."

    şükrü erbaş’ın, “başıma bela oldu” dediği şiirle mücadelesi, böylelikle başlamış olur. şair, sonraki yıllarda bu şiir nedeniyle defalarca ölüm tehditi ve imzasız hakaret mektubu alır.

    sosyalist bir şairdir. “edip’e yanıtı bilinen sorular” sormuştur.

    "kimsenin kalmadığı darmadağın köylerde
    'önce vatan' yazısı bir hüzün değil midir?
    bunca kanın helalini kim kime nasıl öder
    mezar taşlarıyla barış olur mu?
    gecesi buz anısı kül ışığı kırbaç
    hangi gurbet bir sürgünün yüreğini doldurur
    'kim istemez şad olmayı cihanda' edip
    viranede baykuş sesi zafer midir?"

    şiirlerinin satır aralarında çok güzel aforizmalar gizlidir.

    "geceyi seyrede seyrede öğrendim ki, ışık insanın içinde yanmıyorsa yüzüne de vurmuyor." demiştir, mesela…

    sonuç olarak güzel insandır şükrü erbaş. hayatta olan bir şairle ilgili yazacak pek bir şey yok aslında. kendisi aramızda sonuçta, canı isterse anlatır kendisine dair bir şeyler. ama dün instagram’da paylaştığı bir fotoğrafın altına, “doğum gününüz şimdiden kutlu olsan hocam” yazmıştım. çocuksu bir sevinçle cevap verdiğini görünce, buraya bir şeyler yazmak istedim.

    bizlere okuyup iç çekeceğimiz, daha nice dizeler miras bırakması ve bilmediğimiz nice türküler öğretmesi dileğiyle...

    "ben şiir yazmazsam, yitirir dilini içimdeki çocuk." demişti... hep yazar umarım...

    "canı cehenneme rahat uyuyanın,
    kapısını örtenin perdesini çekenin.
    yüreği yalnız kendiyle dolu
    duvarları ancak çarpınca görenin.
    canı cehenneme başkasının yangınıyla
    evini ısıtıp yemeğini pişirenin."

    eyvallah hocam, o kadar haklısın ki... alayının canı cehenneme. ama sen var ol. senin doğum günü kutlu olsun. iyi ki doğmuşsun, iyi ki yazmışsın...

  • ilk sevgilisi ile tüm hayatı boyunca mutlu olmasını istiyorum. bari o uğraşmadan mutlu olabilsin amina koyim.