• kendi ülkesindeki kirli savaştan kaçarak askere gitmemek için isviçre'ye giden bir ressamın "diken üstünde oturma"sını konu eden stefan zweig kitabı. nitekim roman kahramanı her an askere çağrılacağını bildiği için kendisini isviçre'de bir türlü özgür hissedemiyordur.
    (bkz: mecburiyet)
  • stefan zweig'in mecburiyet adıyla türkçeye çevrilen kitabı.

    askerliğini yaptığı halde rüyasında yeniden askere çağrıldığını gören insanlar var. işte o insanların bu kitabı okuması kendileri için biraz rahatsız edici olabilir. zira kitap o psikolojiyi tüyleri diken diken edecek kadar etkileyici anlatıyor.

    *
    ferdinand savaşın olmadığı, barış içinde yaşayan bir ülkeye -isviçre'ye- gelmiş, karısıyla birlikte burada huzurlu bir hayat kurmuş.

    fakat ülkesinde savaş çıktığı için bir gün evine bir zarf geliyor ve askere çağrıldığını öğreniyor.

    onun için sürpriz olmuyor bu, çünkü o ve karısı bir gün bunun olmasını bekliyorlardı. bir gün ferdinand askere çağrılırsa gitmeyeceği konusunda karı koca anlaşmışlardı.

    --- spoiler ---

    ancak ferdinand bu anlaşmaya uymuyor. yazılı bir emir almak gözünü korkutuyor. her ne kadar inanmadığı bir savaş olsa da, insan öldürmek istemiyor olsa da kendisini o emre uymak ve gitmek mecburiyetinde hissediyor.

    karı koca bu nedenle tartışıyor.

    ferdinand ciddi bir mücadele veriyor kendi içinde. bir yanda özgürlüğü, bir yanda sorumluluğu.

    karısı gitmesini kesinlikle istemiyor:

    "vatanın ne demek olduğunu ben de biliyorum., fakat bugün ne anlama geldiğini de biliyorum: cinayet ve esaret! insan bir halkın üyesi olabilir, fakat halkı çıldırdığında kendisinin de çıldırması gerekmez. sen onlar için bir rakamdan, bir sayıdan ibaretsin, bir alet, anlamsızca ve vicdansızca ölüme gönderilen bir askersin yalnızca, oysa benim için kanlı canlı bir insansın, bu nedenle onlara katılmana izin vermeyeceğim."

    diyor, çok mantıklı konuşuyor:

    "kocaları, çocukları kendilerinden sökülüp alınırken milyonlarca kadın da korkaktı. hiçbiri yapması gerekeni yapmadı. bizler hepimiz sizin korkaklığınızdan zehirlendik."

    ferdinand karısının tüm engelleme gayretine karşın gitmeye karar veriyor.

    kendisini askeri birliğe gönderecek trene biniyor.

    yalnız durdukları bir istasyonda ferdinand sedyede yaralı bir asker görünce fikrini değiştiriyor.

    geri dönüyor. evine, karısına gidiyor.

    "hiçbir şeyin birine bağlı olmak kadar insanı hayata bağlamadığını hissetti."

    --- spoiler ---
  • stefan zweig'ın günümüz kara dünyasına ışık tuttuğu, muazzam psikolojik tahlillerini yazıya döktüğü etkileyici hikayesi. yazının devamı spoiler içeriyor. kitap, bir ressam ve eşinin ülkelerindeki savaştan kaçarak isviçre'ye sığınmasını konu ediniyor. zweig neden büyük bir yazardır sorusuna verilebilecek tüm cevaplar kitabın içerisinde cevabını buluyor. mesele her ne olursa olsun, bireyin iç dünyasındaki çatışma; karakterler üzerinden dışavuruluyor. kitapta tarihin en güçlü kadın karakterlerinden paula'yı ve manifestolarını seyrediyoruz. savaş karşıtlığı, bir kadın ve bir erkek arasında incelikle işleniyor. zweig, bunu hep yapıyor: iki karakter arasında yaşanan diyaloglar belki de bir zamanlar okurun aklından geçirdiği düşünceler ve içsel çatışmalar oluyor. zweig'ın tüm bu olanları yaşamadan asla bunları düşünemeyeceğini ve ifade edemeyeceğini düşünüyor ister istemez okur. eser, insanın aklında hep yarım kalmış düşüncelerini tam anlamıyla bir kalıba oturtmasına yardımcı oluyor. hayatımın hiçbir evresinde, bir kitaptan sonra, düşüncelerimin arkasındaki gücü bu kadar şiddetli hissetmemiştim. bazı kavramlara karşı olan duruşumuzun ve fikirlerimizin olgunlaşmasına vesile olabilecek bir kitap der zwang. insan yaşamının değeri ancak bu kadar içten ve bu kadar can acıtan, rahatsız edici fakat tutkulu bir biçimde anlatılabilirdi. kitapta şu cümleler, üzerine düşünülmeyi oldukça hak ediyor: "fakat sizler boyun eğdiğiniz, belki paçamı kurtarabilirim dediğiniz müddetçe, sizler sadece bir kölesiniz ve bunu da hak ediyorsunuz." birinci dünya savaşı sırasında yazıldığını düşündüğümüz kitabın bu cümleleri, günümüz toplumlarının hala korktuğunu ve aslında itaat etmeye devam ettikçe her şeyi daha da kötü bir hale soktuğunu gösteriyor aslında. "sen onlar için bir rakamdan, bir sayıdan ibaretsin. bir alet, anlamsızca ve vicdansızca ölüme gönderilen bir askersin yalnızca. oysa benim için kanlı canlı bir insansın, bu nedenle onlara katılmana izin vermeyeceğim." paula'nın bu ve buna benzer cümleleri, sadece bir ressamın değil; bir subayın, belki de bir işçinin, bir hayat kadınının, bir okurun da yüzüne çarpıyor.
  • yazım aşamasında fahnenflüchtige(firari) olarak tasarladığı daha sonra der zwang adını alan ve türkçeye "mecburiyet" olarak çevrilmiş bir (bkz: stefan zweig) kitabı.

    aynı zamanda 50 sayfalık ipince bir kitap olmasına karşın, çok büyük psikolojik tahliller içeren ve betimlemelerle olayların içindeymişsiniz hissi yaratan kitap.

    kitabın ön sözünde çevirmen gülperi sert şöyle yazmış: 'dört bir yanımızda savaşların olduğu, görüşleri nedeniyle vatanlarını terk etmek zorunda kalan entelektüellerin ve savaştan kaçan insanların başka ülkelerde yeni bir hayat kurmaya çalıştıkları günümüzde yüz yıl önce yazılmış bu eser hiç olmadığı kadar güncel aslında.'
  • vicdani redde ilişkin nefis bir metin. hukuki, akademik metinlerin yapamayacağı kadar derinden anlatıyor mevzuyu ve insanlık dersi veriyor.

    ikinci karakter paula' dan söz açmanın tam da sırası. çok güçlü bir kadın ve mükemmel bir eş. bir insan için en büyük zenginlik, nerede destekleyip nerede engelleyeceğini bu kadar doğru seçen bir eşe sahip olmak bence.
  • türkiye iş bankası kültür yayınları'nın mecburiyet adı ile çevirdiği, benim de yayın evinin "modern klasikler dizisi"'nin 50 sayfalık 4. baskısı ile okuduğum stefan zweig öyküsüdür.

    yazarın okuduğum diğer kitaplarına göre daha sönük olsa da insanın içindeki medceziri, secdiği şeyleri bırakmamak ve zorunlulukları arasındaki gel gitleri gayet güzel anlatan ve bunu yaptığı 50 sayfayı seksen dakikada bitirten bir kitap.
    okuyunuz, okutunuz...
  • fiyat/performans açısından bakıldığında en iyi öykülerden biridir mecburiyet. daha önce okumuş olduğum (bkz: stefan zweig) eserleriyle kıyasladığımda; phantastische nacht* ve geschicte eines untergang* eserlerinden başarılı bulduğum, en az schachnovelle* kadar iyi olan öyküsüdür ve kesinlikle okunmalıdır.

    savaş ve askerlik konusuyla her daim iç içe olan toplumumuzu daha derinden etkileyeceğini düşündüğüm hikayede ferdinand'ın yaşadığı psikolojik sıkışmışlık hissi ve arada kalmışlık okura net bir şekilde hissettiriliyor.

    karısıyla olan konuşmaları karşılıklı iki kişiden ziyade adeta insanın kafasında yarattığı melek ve şeytanın konuşması gibidir.

    hikayedeki savaşla ilgili betimlemelerin, savunulan ya da karşı durulan düşüncelerin birebir zweig'ın yaşadığını ve kendisini ferdinand karakterinde yaşattığını düşünüyorum.

    stefan zweig da avusturyalıdır ve sanatçıdır aynı hikayenin baş kahramanı gibi ve savaş/insan öldürme konusundaki düşünceleri de aynıdır. savaş sebebiyle ülkesini hatta bulunduğu kıtayı terk edip girdiği ruhsal bunalımdan çıkamamıştır. en sonunda; bu kendini yiyip bitiren düşüncelerle nazilerin avrupadaki başarısı birleşip zweig'ı ve karısını intihara sürüklemiştir.

    sade, anlaşılır, etkileyici...
  • askerde gomtancılık oynarken okuduğum eser. zweig kitaplarının söyleyecekleri az ama özdür. duygular yoğun, vermek istediğini 40 sayfada verir. nedense bu adamı sabahattin aliye benzetirim. adamın karısıyla diyalogları vatanseverlere gelsin diyor ve çekiliyorum.
  • insana yalnızca savaş karşıtlığının vicdani çelişkisini değil, aynı zamanda kavramını da sorgulatan bir kitap.

    kitap boyunca paula'nın ferdinand'a olan desteğine - hatta peronda acımasız köylülerin kahkahaları arasında kocasını o koşulda bile durdurmaya çalışmasına - hayran kaldım. işte gerçekten eş dediğin böyle olmalı sanırım. partnerlerden biri bu şekilde manevi olarak dara düştüğünde onu yerden kaldırabilmek, iyi edebilmek çok önemli bir özellik. nihayetinde de çabasının karşılığını alıyor zaten. bir evlilikte kadının her zaman pasif olması, ikinci planda kalması, son sözü her zaman erkeğin söylemesi kafasında olanların sahip olamayacağı tarzda bir eş paula.

    vicdani retçilik kavramı da bütün argümanlarıyla güzel bir metin eşliğinde servis edilmiş. vatan-millet-sakarya edebiyatını yemeyecek kadar entelektüel, ama aynı zamanda savaş başlayana kadar ömrünü geçirdiği yere karşı sorumluluk hissine de sahip olan ve bu sebepten çıkışsızlığa hapsolmuş ferdinand karakterinin ziyadesiyle başarılı bir şekilde aktarıldığını düşünüyorum. okuması kısa ama sindirmesi uzun süren bir eser.
  • zweig'ın yine psikolojik analizlerinde harika işler yaptığı kitabıdır. bir kişinin çelişkilerini, duygularını son derece vurucu bir şekilde resmediyor. kitaptaki bazı cümleler beynime kazındı. klasik olacak ama muhakkak okunması gereken bir kitap. iş bankası kültür yayınlarında bulunabilir.

    aklıma kazınan bazı cümleleri:

    "...belki de şu sıralar dünyadaki çılgınlık akıldan daha güçlü olduğu içindir"

    "tüm dünya yerle bir olurken, insanın kendisi için çalışması bir suç. günümüzde artık hiç kimse sadece kendisi için hissedemez, kendisi için yaşayamaz."

    "ben de tek bir vazifem olduğunu biliyorum, insan olmak ve çalışmak."
hesabın var mı? giriş yap