• esenler otogarinda daha merdivenlerden inmeye ba$layinca, zaman da geriye kayar ayaklarinizin altinda. ilk basamaktaki kokuda du$ecek gibi olmaninizin sebebi budur. siyah, beyaz ve griden ba$ka rengin olmadigi a$agilara iner o merdivenler. kucuk ekran renksiz bir televizyondan gozunu ayirmaktan korkarak cabucak alir uzattiginiz parayi, sacini sari yapmak icin cok ugra$tigi belli kadin. ya$i yirmi kusurdur mutlaka ama kirkina yakin gorunur o i$ikta. unutulmu$ bir aksan ve yabanci bir sesle konu$ur, seyrettigi filmdeki yanagi kocaman benli, etine dolgun kadin. 60'larda donmu$tur televizyonun icindeki hayat. yıkılan gurura bakar fadime, zengin ve dul kalmis bir prensesin hikayesini seyrederken. prenses de gurur da kaf daginin ardinda dersiniz cikarken, bakar size eskimi$ gozleriyle, kirpikleri zifiri kara...
    otogar tuvaletleri sahife 48
  • hüzünler oradan kalkar hep...

    "bir sızı olurdu içimde, camın kenarına herkesten önce yerleşir tekerleklerin her dönüşünde beni dertlerimden biraz daha uzaklaştıracağı anı beklerdim. perdelerini kapatasım gelirdi biner binmez, o el sallayanların arasında bir kez bile bana bakan bir çift gözün sahibi bulunmazdı. ama sana kadar canım yanmadı hiç... senden önce her yolculuğun başlangıcında dedim ki, bir gün o gelecek ve yüreğim kendini bedenimden ayırıp bana uzattığı ellerine atıverecek... öylesine emindim geleceğinden daha seni bilmediğim günlerimden ve öylesine şuursuzca inanıyordum birgün biteceğine bu terminal sızılarımın... demek hala küçücük bir kız varmış içimde eski filmlere inanan, ya da 3 yaşında bir çocuk hep "ama neden" diye soran...
    yarın* ben yine koltuğuma yaslanıp, başımı buz gibi cama dayayıp tekerleklerin dönmesini bekleyeceğim, her turda huzura biraz daha yaklaşmaya dua ederek"...
  • karanlık insanlarla dolu karanlık yerlerdir. uğurlamanın hüznüyle dolu birinci katlar,karşılamanın stresiyle dolu ikinci katlardır. uğurlarken bir çırpıda geçen zamanın karşılarken bir türlü geçmemesidir,bazı durumlarda tam tersidir. huzursuzca yürürken saate bir daha,bir daha bakmaktır,üşümektir.

    hiç sevemedim otogarları,hep kendimi güvensiz hissettim içlerinde. sanki bana ya da yanımdakine veya uğurlamaya gittiğim kişiye birşey olacakmış gibi hissettim. o midedeki kramp gibi olan his...

    hep absürd geldi bana otogarlar. binlerce insan içinde bulunduğunuz şehri terkederken,onların yerini doldurmaya niyetli binlercesi şehre varıyor. kimi birilerinden kaçıyor,kimi göç ediyor,kimi tatilinden dönüyor... hepsinin hikayesi farklı.

    eğer siz de herhangi bir randevuya,önceden saati belirlenmiş bir olaya hep erken gidenlerdenseniz otogarda karşılayacağınız kişiyi beklerkenki hislerimi paylaşmışsınızdır mutlaka. en azından yarım saat önceden gidersiniz,otobüs de hep söylenenden geç gelir. yani en azından bir saat orada olacaksınız. bu sevmediğimiz otogarda...

    o zaman yüzlere bakmalısınız,çünkü bütün hikaye yüzlerdedir. hemen sağınızda varalı bir saat olmasına rağmen kimsenin karşılamaya gelmediği sarışın,güzel kız;solda annesiyle muhtemelen dayısını karşılamak için bekleyen ergen çocuk var. saçlarını garip bir şekil yapmış,annesinin bundan pek şikayeti yok,varsa da şimdi bekledikleri kişiyi düşünüyor,yüzü gülüyor,çocuğun da... hallerinden memnunlar. sağdaki kız memnun değil,suratı ekşimiş bir şekilde telefonla konuşuyor,arada sesi yükseliyor,kızgın,çok kızgın.

    o esnada karşıdan bir otobüs geldi,inanmayarak baktınız,belki sizinkidir diye. ama hayır,erken geldiğinizi ne çabuk unuttunuz. daha adımlayacağınız çok peron,yiyeceğiniz çok rüzgar,okuyacağınız çok yüz var. perona yanaşan otobüs de size bu konuda yardımcı oluyor,40 yeni insan iniyor,40 yeni yüz,40 yeni hikaye. elbette hepsininkini öğrenemeyeceksiniz. rastgele olarak bakıyorsunuz. ilk inen 30una varmamış esmer erkek,bagajı yok indiği gibi emin adımlarla yürüyor. "iş için gittiği şehirden döndü,iki günden fazla bir süreliğine gitmiş olamaz" diye teşhisi koyuyorsunuz. orta kapıdan genç bir kız iniyor hemen arkadaki dolmuşlardan birini aramaya başladı ufak bir çantası var. "küçük bir aile-yanı tatilinden dönen öğrenci" diyorsunuz. sonra hülyalı bir genç iniyor,ülkenin doğusundan,düşünceli,bavulu için ıkına sıkına muavine birşeyler söylüyor,duymuyorsunuz. bavulunu buluyor,giysileri eski,tamamen soru işareti iki gözle muhtemelen kendisini götüreceği yeri bilmeyen adımlar atıyor. kafanız takılıyor onun bu mahcubiyetine ve rengi garipleşmiş eski,lacivert ceketine. bir süre dalıyorsunuz. bir kaç yüz-hikaye yanınızdan geçiyor,kaçırıyorsunuz. sonra devam ediyorsunuz. bir teyze iniyor inerken gözlerinin ışıl ışıl olduğunu görüyorsunuz. "buralarda bir yerde oğlu olmalı" diyorsunuz. ve sonra teyze bir gence doğru hızla ilerliyor. sarılıyorlar. teyze ağlarken,genç teyzenin arkasından bagaja bakıyor. "bir an önce gitmek istiyor" diye düşünüyorsunuz.bu otobüsün yüzlerine teker teker bakıyorsunuz,kimisi çok karanlık,harfler seçilmiyor,kimininki çok sıradan,parlamıyor.

    erken gelmenizin cezasını diğer-sizi ilgilendirmeyen- otobüsler,yüzler,hikayelerle çekiyorsunuz, büyük firmaların travegoları,safirleri,neoplanları,daha ufaklarının o 403leri,yerel ve civar illerin küçük işletmelerinin temsaları,prensesleri,maratonları ve hatta 302leri geliyor içleri dolu bir şekilde. saate bakıyorsunuz bu kez sabırsızlıktan değil,"bu saatte hala geliyorsunuz?" serzenişinizi teyit etmek için. yeni yüzler,bekleyenlerin yüzleri,hikayeleri,telefonda yüksek sesle konuşmaları,ağlayan çocuklarına simit almaları,döner fiyatı için pazarlık etmeleri,hediyelik eşya dükkanlarının fahiş fiyatları gözünüze çarpıyor o dükkanlardaki kalitesiz şekerlemeleri,hediye niyetine olan takıları,anahtarları,mecmuaları,kitapları ve bunların başında size dik dik bakan esnafı inceliyorsunuz...

    vakit geçmeyecek o otobüs hiç gelmeyecek derken,bir iki yanlış alarm sonrası tabi,nihayet geliyor,içinden beklediğiniz kişi,belki o kadar hevesle olmasa da,burada olma sebebnizi olan kişi çıkıyor,selamlaşıyorsunuz,hal hatır soruyorsunuz. yüzüne baktığınızda gördüğünüz hikaye çekici gelmiyor,çantasına yardım edip soğuk geceye ve tabii ki arabanızı bıraktğınız otoparka doğru yürürken hiç sevmediğiniz otogarı terketmenin huzurunu yaşıyorsunuz
  • seyyar mekanlar. modern kent hayatinin emek gucu, tüketim ve populasyon akisinin saglandigi mekanlar. seven-eleven mesela, bu mekanlar arasinda en kisiliksiz olanidir. otobus terminalleri ise kisilik skalasinda top ta dir. sehirlerarasi otobus terminallerinden en standardize ve ruhsuz olani ise ulusoyun'kilerdir. akmerkez'in yemek reyonlarini ve d&r'in kitap, muzik reyonlarini terminale tasimis, lokantalarini akmerkez estetigiyle dekore etmistir. butun kadinlar renkli esofmanlar giyip, saclarini savura savura kahvemsi seyler icerle o mekanda. ic sikici bir mekandir yani. cogu diger terminal tuvaletten yayilan sidik kokusundan, lokantalarina, ortaliktaki sigara izmaritlerinden, kenarlarda dolasan amcalara kadar bambaska dunyalarin izlerini tasir ve terminalde bulundugun kisa zamanda o dunyalarin golgeleri ortalikta sessizce dolanir durur. hem ordadir, hem orda degildir o hayatlar. golgeleri vardir hayatlarin, biraktiklari izmaritleri, sidikleri, peceteleri, ter kokulari. oyle iste. orhan pamuk'ta tabi bu kadar enteresan bir temayi kacirmamis. yeni hayatta, bu terminaller mevzutina el atmistir.
  • uçak garlarıyla bir kontrastı var bu otobüs garlarının sözlük. misal havaalanlarında hela beleşken, bu garlarda helaya giderseniz belli bir meblağ ödemek durumundasınız. devir zengin adamın devri derlerdi de inanmazdınız di mi?

    memleketin doğusundakilerin helaları ayrı bi durum... tamam ışık doğudan yükselir de sözlük... çiş kokusu yükselmesin doğudan ne olur. (girasun otogarındaki helaya giresum misal, kapısının önüne yanaşmamla kaçmıştır. batıya gelince, bi nazilli otogarındaki helaya girdik, gayet evropai ve çiş kokusuz idi. çalışan rezervuarı olmayan tuvalet ne olur millet, kokar. alaturka helalarla donatılmış umumi mahaller ne olur millet, ıslak olur... *)

    misal bu garlardan trabzon vilayetinde bulunanın içinde sigara içmek serbest. ilginç...
  • yolculugun hemen ba$indaki "- nerede ineceksiniz?" sorusunun buyuk orandaki yaniti.
  • abartisiz sekilde dunyanin en soguk ve itici yerleridir. ıstedigi kadar kavusmaya sahne olursa olsun, hep ayriligi temsil eder otogar. sevdiklerinden ayrilirsin, sehrinden ayrilirsin, alismisligindan ayrilirsin. yolculuklar da rahatsizdir, asla rahat edemezsin.

    kavusma aninda bile hemen kurtulunmak istenir ondan. baglamak gerekirse kimse mecbur kalmasin otogarlara.
  • insana heryerde ve hiçbiryerde duygusu veren mekan..
  • şehirlerin yapısı, kültürü, tarzı ne kadar farklı olsa da,yollarının sonundaki otogarları -neredeyse- hep aynı...

    ne kadar farklı hayatlar yaşarsak yaşayalım, aynı sona varmak gibi.*
  • mutsuzluğun yıkılmaz kalesi. hep bir ayrılış, bir terkediş. birbirini seven iki insanı ayrılmadan önce sarılırken görüyorsam, istisnasız her seferinde canım yanıyor. otogarda sarılıp ayrılmışlığım da yoktur üstelik.
hesabın var mı? giriş yap