• kaybedildiğinde, yerine konması imkansız gibi görünen.

    kastettiğim din, allah, peygamber falan değil. kendimi bildim bileli de hayatımda olmadı bunlar zaten, lafının edilmesine bile tahammül edemedim çokça. kâfir? he. ondan.

    çok içimde bir yerlere dokunmadıkça ağlamıyorum artık. ağlayamıyorum. canımı sıkma potansiyeli yüksek konulara karşı mükemmel bir savunma mekanizması geliştirdim, mevzubahis konuları yüz metre öteden tanıdıktan sonra ilk reaksiyonum geçiştirmek, üstüme gelindiyse de saldırmak ve acıtıcı sözler yardımıyla zor kullanarak geçiştirmek oluyor. -saldırmak, acıtıcı, zor kullanmak gibi kelimeleri kullanırken artık elim titremiyor.-

    eskiden de çok konuşan insanlara tahammül edemezdim. şimdi tahammül edememeyi geçtim, üstüne bir de sağlı sollu girişesim geliyor. eskiden "neden konuşmuyorsun" dediklerinde, bütün anlamsızlığıyla, sırf bir şeyler söylemiş olmak için gülümseyerek "yoo sana öyle geliyor" derdim. şimdi donuk bir surat ifadesiyle, "boş konuşmaktansa, pek konuşmamayı tercih ediyorum sadece" diyorum. bir dahaki sefere ise, "sen önce şu zeka seviyeni kafatası hacmine tamamla, öyle konuşalım" demeyi planlıyorum. görüldüğü üzere, giderek acımasızlaşıyorum ve bundan hiçbir şikayetim yok.

    hayatımdan sessiz sedasız çekilip giden insanların çetelesini tutmuyorum. çoğunlukla fark etmiyorum bile. zamanında sevgimi kazanmış da olsalar, birbirimizi görmememiz için ortada elle tutulur hiçbir sebep olmasa da üzülmüyorum. gitti mi? e peki. canımı sıkıp kaybolanlar mı? arkasından sağlam bir küfür savuruyorum ve geçip gidiyor. o kadar.

    aile kurmayı kendime fersah fersah uzakta görüyorum. son zamanlarda çokça şahit olduğum "yeni evli cicişliği"nin bu durumun katalizörü olduğunu sanıyorum, ama zaten evlilik denen imzalı sevişme sözleşmesi, hemcinslerimin gözüne göründüğü halinin aksine bana hiçbir şekilde çekici gelmiyor. herkesin kendine yonttuğu ahlâk kavramı midemi bulandırıyor ve toplumun kadına dayattığı davranış ve görevlerden tiksiniyorum; evliliğin de bunun bir parçası olduğunu düşünüyorum. el kadar bebeyken hayat(!) bilgisi dersinde dimağıma işlenmiş "aile toplumun temel taşıdır" cümlesindeki "temel taşı" her ne menem bir taşsa, onu alıp evliliği hayattaki tek gayesi haline getirmiş insanların kafasına atmak istiyorum.

    ve... sanıyorum en beteri;

    iyiliğe inanmıyorum artık, çünkü samimiyete de inanmıyorum. gerçekten samimi olan iyi insanların ise hak ettikleri mutluluğu yaşadıklarını sanmak, aptallıktan başka bir şey gibi gelmiyor. iyi bir insan olmak için ekstra çaba sarfetmiyorum. sahte olup olmadığı konusunda sağlam çelişkiler içerisinde olsam da, güleryüzlü olmaktan henüz vazgeçemedim; ama iyi bir insan olmaktan adım adım uzaklaştığımı hissediyorum. öğrenilmiş çaresizlik? belki.

    sözün özü;

    umursamazlık ikinci adım. heyecan, uzun zamandır kelime dağarcığımda bulunmuyor. birincisi hakkında yazabilirdim ama umursamıyorum. ikincisi hakkında yazabilirdim ama anlamını bilmiyorum.

    her neyse. ne diyordu başlık? maneviyat, evet. sağlam bir yerlerde muhafaza edin diyeyim, son söz olarak. kaçmasın, aman. sonra içinize kaçıyor, sağda solda arayıp arayıp bulamıyorsunuz.
  • "maneviyat, bir din değiştirme, bir inanç ya da kanaat sorunu değildir; dünyada olma tarzıdır. en belirsiz ve basit hareketlerimizde yansıması görülür: yürüme ve yemek yeme tarzımızda; diğer insanlara açık olmamızda; zaman, iktidar, kader ve sessizlik karşısındaki tefekkür tarzımızda; kısacası fikir olmayan, ideoloji olmayan her şeydedir..."
    yaralı bilinç, s. 90.
  • "(bkz: maneviyat/2)

    "efsunlu bu bebek." demiş ebe hemşire.
    "iyi şeyler dilerse allah onu mutlu eder." demiş.

    kalp gözü, hislerin gücü öyle büyük ki afallatıyor insanı.

    kul sıkışmayınca hızır yetişmezmiş ya hani... o hesap işte... yetişiyor birileri, bir şeyler.

    iyi şeyler dilerse iyi şeyler olur demiş ebe hemşire.

    iyi ki de öyle demiş..."
  • bir takim insanlarin* din ile ilgili herseye verdikleri genel isim.
    ornek cumle:
    maneviyatimizi korumaliyiz.
  • geçenlerde bir yerde okudum, çok hoşuma gitti, not almışım, bir insanın maneviyattan istifadesi, fedakarlığı ile doğru orantılıdır yazıyordu, bir kaç gün üzerine düşündüm, gerçekten neleri feda ediyoruz günlük yaşantımızda diye, halbuki yaptığımız çoğu şey eksiltili, bazen denk geliyorum - ki kendim de hiç yapmamış değilim- namazda sünneti terk etmek ya da tespihleri, dua etmeyi, o en fazla beş dakikayı ne için çalıyoruz ki, nedir o beş dakikanın ehemmiyeti de eksiltiyoruz ibadeti, biz yapmamız gerekeni tam yapamıyorken fedakarlığı düşünmek biraz üzdü beni, yine de tıpkı cahit zarifoğlu'nun acz şiirinde dediği gibi, "geçen ibadetler özürlü, eski günahlar dipdiri, seçkin bir kimse değilim, bağışlanmayı dilerim.
  • her ne kadar gafletle maddiyat maneviyattan daha gerçekçi gibi görünse de, aslında asıl hayal olmayan, gerçek olan maneviyat.

    "ey birader, sen ancak bir düşünceden ve fikirden ibaretsin. üst tarafın kemik ve a’sab sinir ve adalât (kas) ve elyaftan (insan ve hayvanda adaleleri meydana getiren ince lifler) ibarettir." hz.mevlana
  • maneviyat kelimesi dilimizde sıklıkla karşımıza çıkan sözcükler arasındadır.
    maneviyat, arapça dilinden türkçe'mize geçmiştir.
    tdk’ye göre maneviyat kelimesi ise şu anlama gelmektedir:

    - maddi olmayan, manevi şeyler
    - yürek gücü, moral

    mâneviyattan uzak düşmek müslümanları bir ve beraber olmaktan, mutlu olmaktan uzak düşürür.
    cenâb-ı hak buyuruyor:
    bismillahirrahmanirrahim

    “(resûlüm!) şüphesiz ki kitab’ı sana hak olarak indirdik. o hâlde sen de dini allâh’a has kılarak (ihlâs ile) kulluk et.” (zümer, 2)

    rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

    “kul bir hata işlediği zaman kalbine siyah bir nokta vurulur. şâyet günahtan vazgeçer, istiğfâr ve tevbe ederse kalbi cilâlanır. böyle yapmaz da tekrar hatalara yönelirse siyah nokta artırılır ve neticede bütün kalbini kaplar.” (tirmizî, tefsîr, 83; ibn-i mâce, zühd, 29)

    ibâdetlerin fayda vermesi için onların ihlâs, huşû ve takvâ hissiyâtı ile yani beden ve kalb ahengi içinde îfâ edilmeleri zarûrîdir. içinde ihlâs olmayan ibâdetler, rûhu olmayan sûretlerden, içleri boşalmış meyvelerden ve özü çürümüş habbelerden ibârettir. ibadetlerin mânevî hazzını gideren en mühim sebep ise haram ve şüpheli lokmalardır. kul bundan ne kadar sakınırsa gönlünde imanın neşvesi o kadar artar ve ibadetlerden haz alır. bununla alâkalı olarak şu kıssa ne kadar ibretlidir:

    ibrahim ethem hazretleri anlatır:

    bir gün beyt-i makdis mescidinde, hasıra sarınıp yatmıştım. gece yarısı olunca mescidin kapısı açıldı, içeri bir pîr girdi. iki rekât namaz kıldıktan sonra arkasını mihrâba dönerek oturdu. oraya kırk kişi daha geldi. içlerinden biri:

    “–burada bir kişi yatıyor.” dedi. pîr gülümseyerek:

    “–o ibrahim ethem’dir. kırk gündür kıldığı namazın tadını bulamıyor!” dedi. o sözü işitince dayanamayıp pîrin huzûruna geldim. selam verip:

    “–allâh aşkına, benim bu hâlimin sebebi nedir?” diye sordum. şöyle dedi:

    “–falan gün basra’da hurma satın almıştın. farkında olmadan yere düşen hurmaları da kendinin zannederek heybene koydun. hâlbuki onlar satıcıya âitti. bu sebeple mâneviyattan bir miktar uzak düştün.” dedi.

    hemen gidip hurma aldığım kimseyle helalleştim. bu durum satıcıya da çok tesir etti ve infâk sâhibi sâlih kimselerden birisi oldu. (attâr, tezkiretü’l-evliyâ, 122-123)

    ibadetler, rûhu besleyen mânevî gıdâların yanısıra, bir de vücûdun maddî gıdâlardan aldığı güç ve kuvvetle îfâ edilebilmektedir. bünyeye helâl gıdâdan, rûhâniyet ve feyz aksederken, bunun zıddı olan haram ve şüpheli gıdâlardan ise kasvet, sıklet ve gaflet sirâyet eder.
  • insana zevk veren şeylerle mutlu eden şeyleri ayırt edebilirsek, maddiyatla maneviyatı da ayırt edebiliriz. çünkü zevk veren eylemle mutlu eden arasındaki farkı süreçlerinin ayrı ama bitişik olmasıyla kavramakta zorlanırız ve maddiyatla maneviyatın hakimiyetini kurduğu süreçler de tam olarak bu eylemler gibi birbirini takip eder ve bize zevk veren şeyler dünyayla bağını korurken mutlu eden şeyler aşkınlığıyla manevidir, silik ve süzülendir. dolayısıyla maddiyatla maneviyat birbirinden kopuk görülürse insanın öngörü yeteneği güçten düşmeye başlar.
  • bencilliğin kabul edilmesiyle de adım atılabilecek farkındalık alanı.

    bencilliğimizin içinde, sorumluluk almadan ve dolayısıyla seçim yapma özgürlüğümüz olmadan yaşamamız manevi değerler ışında bakıldığında, henüz doğmadığımız anlamına gelir. yani, eğer bencilce hazlar peşinde yaşıyor ve gündelik olarak bu bencilliği korumakta ısrar ediyorsak, açıkçası, manevi dünyada çok bir değerimiz bulunmaz.

    değerimizi ancak biz kendimiz niyetlerimizle belirleyip artırabiliriz. kalbimizde fark etmediğimiz değeriyse bir başkası bize veremez. allah’ın güzel kalemiyle bize özel olarak yazdığı kader vasıtasıyla kalbimizi, ilahi manevi değerlerin yönüne çevirebiliriz. ancak sonunda, seçim her zaman bize ait olacaktır. bu, manevi yola girmek veya girmemek seçimidir.

    manevi yola girme isteğimiz, başlangıçta bencilce sebeplerden kaynaklanıyor olabilir. örneğin; bir hastalıktan kurtulmak, maddi kaygıları gidermek, psikolojik rahatsızlıklardan arınmak gibi son derece dünyevi sebeplerden maneviyata, manevi bir çevreye doğru çekiliyor olabiliriz. burada, fark eden bir şey yoktur. allah, beşeri, dilediği gibi, böyle bir yolla da kendisine yönlendirebilir. sonuçta edindiğimiz amaç önemlidir. amaç, hakikat’i yaşamak olmalıdır.

    samimiyetle kalbimizin mucizelerini değerlendirelim.
hesabın var mı? giriş yap