90 entry daha
  • "tabu yıkıcı" kadının adı yok adlı eseri müstehcen bulunduğu için iki yıldan fazla süren bir hukuk mücadelesine konu olan kadın yazarımız.

    kendisiyle tanışmamız, şu anda neresiydi hatırlayamadığım istanbul dışı bir yerdeydi. (bayramoğlu basın ilan kurumu dinlenme tesisleri diye kalmış aklımda...) yemek yenilen bir mekanda kardeşimle koşturuyoruz. annem bir süre peşimizden koştuktan sonra artık yorgun düşmüş olacak ki, bizi babama havale ediyor. babam, keyfine düşkün adam... hiç yerinden kalkmadan bağırıyor yemek masasından:
    - duyguuu! anneninizi üzmeyin kızım ama...

    ya adaşlıktan, ya da babamın lakayıt tavrından veya korumacı mesajından dolayı kulakları dikilmiş, güzel bir kadın yanaşıyor yanımıza. sesi hala kulağımda; "hanginiz duygu?" diye soruyor, su gibi... sesi öyleydi onun evet, aynı dünya üzerindeki yumuşak duruşu gibi sakin, yavaş ama bir o kadar da insanın aklını başına getiriveren bir ton...

    hayatımda ilk kez benimle aynı ada sahip biriyle karşılaşıyordum ve buna için için öfkelenmiştim o çocuk yaşta. böyle ne bileyim sanki bir yanımı çalmış, eksiltmişti bir anda ortaya çıkan varlığıyla. adımı kimseyle paylaşmak istemiyordum, bencildim, çocukluğun en ilkeli ilkel haliyle kıskanmıştım onu, bu adı benden önce yıllardır kullanan bu kadına kızmıştım. bizi masaya oturtup, babama kinayeli bir "eşinize ne kadar çok değer veriyorsunuz" gibilerinden bir laf attığı için değil, sadece ve sadece benim adımı kullandığı için...

    bütün tatil boyunca uzaktan izledim onu meraklı gözlerle.
    "hımm, baldırları kalın... benimkiler öyle olmayacak!"
    "saçları... hıh, benimkiler daha güzel böyle dümdüz... hem ne biçim bir renk o ya???"
    "aaa, burnunu siliyor! benim burnum hiç akmayacak işte!"
    .. işte bu ve bunun gibi küçük kadınsal saçmalıklardı onu izlerken aklımdan geçen. hem bir de tek başınaydı, ben var ya ben, ben sala tek başıma olmayacaktım işte!

    aradan yıllar geçti, babamı kaybetmiştik, dedem çalışmaya başlamak zorunda kalan anneme yardımcı olabilmek için bizle oturmaya başlamış. ben kadının adı yok kitabını okumaktayım. dedem kitaba şöyle bir göz gezdirdikten sonra; "gaç be! okuma sen bu kitabı!" dedi. dedem bilirmiş "böyle kadınları"! erkek düşmanı olur, hayat boyu yalnız kalırmış böyleleri... daha çocuk sayılırım, daha bir merak sardı tabii beni. erkek düşmanlığı da ne ola ki? ben kitaba devam ettim arada bir gözüm bulaşık yıkayan dedeme takılarak. (dedem... bulaşıktan sonra öğle namazını kılacak. sonra bana kitabı bırak da ders çalış diyecek. sonra ikindi kahvaltısı hazırlayacak. biz kahvaltımızı ederken, o bir birinci sigarası yakacak ve uzun uzun camdan bakacak... bariz bir endişeyle kızının işten dönmesini bekleyecek.)

    kitabı bitirdim ve büyüyünce dedeme inat, duygu asena olmaya karar verdim. ama bu duygu, asena olan gibi olmayacak, derdini ona erkek düşmanı yaftası yapıştıranlara bile anlatabilecekti işte! tek başına kalmayı da, feministlerin çirkin olmadığını da daha bir maharetle gösterecekti herkese... nerde efendim nerde, neyse...

    duygu asena, kim ne derse desin bir tabu yıkandır, en katılmadığımız fikirleriyle bile bir arşınlık yol katettirenimizdir, çoğumuzun kader, hak hukuk ve gak guk demeden yaşayıp gittiği bu hayatı hakkıyla yaşamış olan biridir.

    uzun zamandır süren hastalığını uzaktan uzağa takip ederken, hayatta yalnız kalmadığını, bir çok dostunun onu yalnız bırakmadıklarını gördüğüm halde hakkında sevinemediğim, hep bir an önce gitse de kurtulsa diye düşündüğümdür. o su gibi sesini, kim bilir kendi kendine usulca ağladığı gecelerine gömmeyip su üstüne çıkarandır. kadınları filan taşımamıştır duygu asena, hayır. o kendini taşımıştır. her insanın yapması gerektiği gibi, dürüstçe, kavgasız gürültüsüz ve su gibi azizce...

    gidişini ayvalık'ta öğrendim, hem de cunda'da ne tuhaf... kendimi yakıştırdığım yerde, onunla paylaştığım ikinci adım olan bir duydu olarak uğurlarım kendisini gideceği yere. onunla aynı kaderi paylaşmaktan son derece korkarak.
84 entry daha
hesabın var mı? giriş yap