209 entry daha
  • akşam saat 5'ten beridir yazıyorum. bu hastalık hakkında şu ana kadar bildiğim, alanında uzmanına sorarak öğrendiğim, araştırıp süzgeçten geçirerek kullanılabilir bir bilgi olarak gördüğüm her şeyi, altına kaynak vererek açıklayacağım. umarım birilerinin işine yarar.

    toplam 8 atak geçirdim 2013'ten beri sadece gözden. bu sene çok değişik seyretti ataklar. yazın başında (2 haziran) geldi ilki. sonra 21 ağustosta. 3 eylül itibariyle tekrar kortizon alıyorum. yani iki atak arası 2.5 ay, diğer iki atak arası 10 gün.

    şu ana kadar başkent, hacettepe, gazi, tobb, dışkapı ssk, numune, mersin ünivesitesi gibi hastanelerde çalışan doktorlardan, copaxone iğnesinin evime gelen hemşirelerinden, kendi özel muayenehanesi olan nöro-oftalmoloji alanında uzmanlaşmış göz doktorları ve ms üzerine yoğunlaşmış nöroloji doktorlarından, internetten, kitaplardan öğrendiğim bilgileri kendi hikayemle anlatmak istiyorum.

    bugün 3. atak için aldığım kortizonun ilk günüydü. sol gözüm şu an net görmüyor ve doktorlara mail atıyorum sürekli. hasar kalacak mı şöyle olacak mı vs diye. şu ara tek istediğim gözümde hasar kalmaması ve bir an önce sağlıma kavuşmak. psikolojik olarak zayıf düştüğüm bir dönemdeyim. sürekli hastalıkla ilgili araştırmalar yapıyorum. bilgi verecek yetkinliğe az da olsa ulaştığımı düşünüyorum. hastalık şu ara beynimde bu kadar dolaşırken, yazacağım yazının su gibi akacağını düşündüm. kafamdakilerin hepsini aktarmak istiyorum.

    2013'te optik nörit atağıyla başladı benimkisi. aynı senenin ekim ayında 2. atağı geçirince, gazi hastanesi'ne yattım 2014 sömestrında. belimden sıvı aldılar. hatta benim bu sıvı olayı beni çok kıvrandırdı. normalde bir gün yatarsınız belden sıvı alındığında. meşakkatli bir işlem değildir. hatta hacettepe aynı gün taburcu eder. ama benim belimden sıvı alınırken kan pıhtılaşmadı, omurilik sıvısı akmaya devam etti vücutta. normal olanı, sıvının alındığı yerde pıhtılaşma olması ve omurilik sıvısının pıhtı sayesinde yolunun kesilmesi. bu pıhtılaşma olmayınca, omurililik sıvısının olması gerektiği gibi akmamasından dolayı bir hafta yatağa mahkum oldum. tuvalete dahi gidemedim. baş ağrısı yüzünden saatte bir hemşireler bağrışlarımdan dolayı ağrı kesici vermek durumunda kaldılar. en son gazideki beni yatıran nöroloji doçenti gelip kan yaması yapılması gerektiğini belirtti. beni amaliyathaneye indirdiler. belden, sinirlere yakın yere iğne yapacaklarını öğrendim. elime bir kağıt tutuşturdular. felç olma riskini kabul ettiğime ve ameliyathanede sağlıksız ortam koşullarından dolayı enfeksiyon kapma riskinin de bana ait olacağına dair bir yazının altına imza atmak zorunda kaldım. kolumla belim arasında bir bağlantı kurdular. kolumdan aldıkları kanı, belime batırdıkları iğneyle verdiler. kan akışı olduğu o an baş ağrısının b'si kalmadı. pıhtılaşma sağlanınca güle oynaya ameliyat masasından indim gittim. bir gün sonra da taburcu oldum. bu normalde çok sık rastlanan bir durum değilmiş. kimisi 100 hastadan 1'ine olur diyor, kimisi 50 hastadan 1'ine diyor. ne boksa işte, bana denk geldi o.

    belden alınan sıvının sonucuna göre 2 bant ms'i destekliyordu, 3 bant desteklemiyordu. tip2 pozitif olduğundan ms hastası olarak kabul edildim ve copaxone iğneye başladım. bu arada bos sıvısı ile ilgili araştırma yaptığımda negatif bant sayısı en az ikiyse ms ihtimali çok güçleniyor doktorlara göre. bu hasta ms'tir diyip geçiyorlar. ama ben ilk optik nörit atağımı geçirdiğimde kendi muayenehanesi olan, nöro-oftalmoloji alanında yetkinliğine hayran kaldığım bir doktordan, bazı atakların ms atağını taklit ettiğini, oysaki her atağın ms'in atağı olmadığını, ama ms'in semptomlarıyla aynı olduğundan genelde nöroloji doktorlarının bunları ms'in bir atağı olarak kabul ettiğini öğrendim. ms teşhisi konulan hastaların yüzde 10'u falan ms değil aslında. ms gibi atakları olan başka hastalıklar da var ama onların pek adından bahsedilmiyor. ms diyip geçiliyor kısacası.

    2014 copaxone iğnesini kullandığım bir dönemdi. copaxone firmasının hemşireleri vardır her bölgeye ait. iki kolunuzdan, iki bacağınızdan, karnınızdan her gün iğne yapacağınız bir ilaçtır bu. hemşireler iğne aletini nasıl kullanacağınızı falan öğretirler. her gün aynı yere vurursanız o bölgede zamanla yağ dokusunu bozarsınız ve bölgede çökelme meydana gelir. bu yüzden vücut bölgelerine ait delikli kılavuzu gün gün takvime işlemeniz gerekmektedir. 4 ay bu iğne sürecine alışamadım. hiçbir hastalığı olmayan ben, artık her gün bir iğneye bağımlı olduğumu kabul edemedim. sinirlendim, kibirlendim, agresifleştim. bunu zayıflık olarak algıladım, psikolojik olarak kendimi çok yıprattım o dönem. sonra bir hastalığımın olduğunu yavaş yavaş kabul ettim. eskiye görece kendime daha anlayışlı olmaya başladım.

    copaxone kullandığım süreç içerisinde sanırım 2 atak falan geçirdim. iğnenin yararını gördüğümü, koruduğunu söyleyemem. nerden baksan ms konusunda hiçbir yararı olmayan iğneyi iki sene her gün yedim. bu arada copaxone hemşirelerinden çok bilgi öğrendim. mesela marmara bölgesinde çalışan hemşire, serdar ortaç'ın da hemşiresiymiş. serdar ortaç'a da öncelikle copaxone iğne vermişler. ama ortaç, hastalığı kabul etmediğinden iğneyi de kullanmayı reddettmiş. yani ortaç'ın bir ara yataklarda vs resimleri çıkmıştı haberlerde, ms'inin ciddi olduğunu o zaman anlamıştık. işte bunun nedenlerinden biri doktorunun önerdiği ilaçları düzenli kullanmayışı. hastalığı bir süre benimsemeyişi. yine hemşirelerden ankara'daki iyi ms doktorlarını duydum. çoğu hakkında bilgim var. bana mesaj atabilirsiniz. buraya yazmadım ama özel bilgi veririm. hemşireler çokça hastaların evlerine gidip onlarla sohbet ettiğinden hayatım boyunca copaxone hemşirelerinden öğrendiğim doktor bilgisini hiç bir yerden öğrenemedim. o kadar bilgililerdi. copaxone iğnesinin güzel bir yanı vardı yalnız. ben beyaz tenliyim. güneşe, polene, çime, toza, deterjana, yüne, kedi tüyüne vs alerjim var. aşılık falan bir durum hatta. bu iğne de benim iki sene bahar alerjisini atlatmama, hatta hiç geçirmememe neden oldu. kullandığım iki sene boyunca bahar alerjisi geçirmemiştim.

    2015'te doktorumu değiştirdim. aynı senenin ekim ayında iğneyi bırakıp hapa geçtim, doktorumla uzun bir ilaç sohbeti sonunda. yeni çıkan aubagio adlı ilacı kullanıyorum şu an. benim atak düzenim senede 1-2 arasında değişir. bu ilaçla 2016'yı ataksız geçirdim. hatta 2016 dönemim inanılmaz yoğun geçmesine rağmen. günde 8-12 saat arası ders çalışırdım. kpss'ye hazırlanmıştım. bu tempoyla sınava bir iki ay kala tam da bahar ayları gibi atak geçireceğimi beklerken o sene mis gibi geçti. ilaç koruyor galiba diye çok sevinmiştim. ama bu senenin haziranında ilacı kullandığımdan bu yanaki ilk atağımı geçirdim. 5 gün steroid falan derken gözümde bir hasar kalmamıştı. ağustosun 21'inde tekrar bulanıklaşma oldu. 3 gün yine çekine çekine verdiler. çünkü benim göz muayenelerimdeki görme kalitem doktorlara göre %100. görme alanı testimde kayıp yok. göz dibi normal. görüş, gözlük değiştirmeye gerek kalmayacak kadar iyi. renk algılama %100. ama gel gör ki benim açımdan görüş %100'lük değil. doktoların göremedeği benim görüş kalitemi düşüren bir şey var. 2 ay arayla atak geldiğine inanamayıp bunu psikolojik olarak yorumluyorlar. ama bilinçli bir hastayım diye de, doğru söyleme ihtimalimi yüksek tutup riske atmak istemiyorlar.

    son gittiğim nöro-oftalmoloji doktorum sağ tarafın tabakasında biraz incelme olduğunu söyledi. çünkü ben 2013'ten bu yana yani 4.5 senedir 8 kez atak geçirdim. doktor bile şu kadar atağa rağmen hiçbir kayıp yaşamamış olmamı mucize olarak değerlendiriyor. 21 ağustosta aldığım kortizonla sol gözüm tam olarak açılmayınca (doktorlara göre %100 açık) tekrar kortizon verdiler. bugün 1. günü işte. hala tam olarak açılmış değil. inşallah iz kalmaz. kalırsa bunu kafaya takmayacak kadar geniş bir kafam yok. sürekli gözü düşünüp bir şeyleri tetiklemeye devam ederim böyle giderse.

    bugüne kadar öğrenmiş olduğum bilgileri maddeler halinde yazmak istiyorum belki yararlanan olur. yukarda bahsettiğim gibi bu bilgileri çoğunluğu ankara'da olan doktorlardan, bu konuya eğilen kişilerin makalelerinden, kitaplarından, hemşirelerden vs edindim.

    *ms hastalığı genellikle 20 ile 40 yaş arası insanlarda görülüyor. 10 yaştan küçük çocuklarda ve 40 yaştan büyük insanlarda da nadiren görülse de en sık yaş aralığı 20-40 arası. bunun nedenini benim bir doktorum şöyle açıklamıştı; ms vücudun kendisine savaş açtığı bir hastalık olduğu için 20-40 yaş arasında vücudun düşman olarak gördükleriyle savaşımı üst noktada. yani vücut bu aralıkta daha çok savaş hücresi üretiyor. 40 yaşından sonra hücre üretimi yavaşladığından kendi hücresine de eskisi kadar atak yapamıyor. bu yüzden yaş ilerledikçe geçirme sıklığı azalıyor. hatta hamilelik olayı da bununla paralel. hamilelikte de ms ataklarının azaldığını duymuşsunuzdur. başka bir canlının oluştuğunu fark eden vücut, üremeyi düzgün gerçekleştirebilmek için düşmanca saldırılara bir süre ara veriyor. kendisine saldırmayacak kadar dolayısıyla hamileliği tehlikeye atmayacak kadar bilinçlenmeye başlıyor. doğa gerçekten üremeye büyük önem veriyor. hamilelik geçene kadar zarar görmeyelim diye elinden gelen her şeyi yapıyor. lohusa döneminde de sizi iyi bir atak bekliyor büyük olasılıkla yalnız. hamileliği riske atmamak için özveri gösteren vücut, lohusa döneminde, bebek doğduktan sonra bunun acısını iyi çıkarıyor. lohusa döneminde atakların arttığına dair yazıları da muhtelemen görmüşsünüzdür.

    * ms kadınlarda daha sık rastlanıyor. erkeklere göre 2-3 kat daha fazla. erkeklere oranla daha çok kadın hastanın olması da, kadınların daha çok stresli olmasıyla alakalı.

    * aslında ms hastalığı ilk olarak 1830'lu yıllarda tanımlanıyor. daha öncesinde de illaki vardır ama çizelgeye bu dönemde dökülüyor. bundan yola çıkarak uzmanlar ms'i modern hayatın hastalığı olarak tanımlıyor. hatta son yıllarda büyük bir artış var. mesela japonya'da ms'li hasta sayısı çok fazla değilken, 1970'ten 2000'li dönem arasındaki 30 yıl içinde ms'li hasta sayısının japonya'da 4 katına fırladığını görüyorlar. yani çevresel değişim olumsuz olarak hızla ilerledikçe bu hastalık da ilerlemeye devam ediyor. yine köyde yaşayan kadınlardan ziyade kentte yaşayan kadınlarda bu hastalık daha sık görülüyor. şehirdeki sağlıksız yaşam koşullarının köydekine görece daha fazla olmasına bağlanıyor bu da.

    * ms'te genetik bir durum olduğu doğru ama genetik durumun etkisi çok fazla değil. mesela hemofili gibi bir gen hastalığı olmuş olsaydı akraba evliliği yapan yerlerde ms hastalığının çok büyük artışı olduğu görülürdü. ama akraba evliliği yapılmayan modern toplumlarda bu hastalık daha sık görülüyor. bu da genetik bir durumdan ziyade çevresel faktörlerin ms'i genetiğe göre daha büyük oranda etkilediğini gösteriyor. yani ateşli bir hastalık, grip, virüsler, beslenme vs gibi durumlar genetiğe göre daha tetikleyici kabul ediliyor.

    * ms'li hastaların d vitamini ve b12 vitamini eksikliğinin olması da tesadüfi bir şey değil. d vitamini güneşten doğal bir şekilde alınan bir vitamin ve kendisiyle ilgili birçok araştırma var. bazı uzmanlar d vitamininin, hastalığın iyileşmesinde çok büyük rolu olduğunu düşünüyor. mesela güneşten maksimum yaralanan ekvator bölgesi ülkelerinde yaşayan kişilerin ms olma ihtimalii, kuzeyde güneş ışığından minimum yararlanan kişilerin ms olma ihtimalinden daha az. yani güneşi çokça gören dolayısıyla yüksek d vitaminini alabilen güney kısım, bunun tam tersi olan kuzey kısma göre daha az ms hastası populasyonuna sahip. ama illaki böyle olacak diye bir şey yok. yani bu bir kural değil. mesela norveç'in iç kısımlarında, kıyı bölgelerine göre ms'li kişi sayısı daha fazla. kıyı bölgelerde yaşayan eskimoların doğal beslenmesinden ötürü ms riskini kendi içlerinde azalttıkları düşünülüyor. fareler üzerinde deneyler yapılıyor yine. ms'li farelerin bir kısmına d vitamini veriyorlar, bir kısmını d vitamininden mahrum bırakıyorlar. d vitamini alan farelerin çoğunda gelişme gözlemlenirken, d vitamininden mahrum bırakılanlar iyileşme belirtisi göstermiyorlar ya da kötüleşmeye başlıyorlar. fareler dışında insanlar üzerinde de deneyler yapılıyor. 1980 ile 2000 arasında 200.000'e yakın kadın hastadan bir kısmı d vitamini kullanıyor, bir kısmı kullanmıyor. kulananan grupta ms'in daha az olduğunu fark ediyorlar. hatta chaudhuri isimli araştırıcı gebelik ve çocukluk çağında yeterli bir d vitamini desteğiyle ms’in tamamen önlenebileceğini bile iddia ediyor. ms'in nedeni d vitamini eksikliğidir demek doğru olmasa da, araştırmalar d vitamini ile ms arasında bir korelasyon olduğunu ortaya koyuyor. hastaneye yolunuz düştüğünde kan verecek olursanız d vitaminize baktırmak istediğinizi doktorunuza iletin. senede birkaç kez kontrol ettirin bunu. özellikle güneşten minimum yararlandığımız kış aylarında düşük çıkma ihtimaline karşı d vitaminini takviye olarak kullanabilirsiniz.

    * geçenlerde bir beslenme uzmanının bir kitabına denk geldim. kitapta yazdıklarının aynısını bir internet sitesinde buldum. bu adamın altta yazısını paylaşacağım ama öncelikle kısaca ne anlattığından bahsedeyim. adamın bu yazıyı yazarken onlarca araştırma, korelasyon ilişkişi, olasılık bilimi, onlarca yabancı kaynaktan yararlandığını da ekleyim. zaten paylaşacağım linkteki yazının sonunda profesörün yararlandığı kaynakları kendiniz de göreceksiniz. nöroloji doktorları genellikle beslenme konusuna dikkat edin diyip geçerler ama bu muallak bir söylemdir. ms atağını etkileyen yiyecek ve içeçekler gerçekten var mıdır? ms'i sevmeyen yiyeceklerin varlığına dair alabildiğine araştırma vardır evet, ama bunları genelde nöroloji doktorlarından duyamazsınız. onlar daha çok ms ile ilgili üretilen ilaçların ms'i düzelttiğini ya da gerilettiğini ispatlamak isterler. yiyecekler konusunun üzerine pek düşmezler, hatta gereksiz görenler dahi vardır. mesela bir araştırma hazır gıdalar üzerine. japonya'dan havai adalarına göç etmiş japonların, kendi ülkelerindeki japonlara göre daha fazla ms'e yakalandıkları hatta bu oranın üç katı kadar olduğu tespit edilmiş. bunu da batı tipi yemek tüketerek hazır gıdalardan etkilenmelerine bağlıyor uzmanlar. yine ilginç bir araştırma. ikinci dünya savaşı sırasında ingilizler norveç'in bir adasına asker çıkarıyorlar. o adanın yerlilerinin ms'e yakalanmalarında artış olduğunu gözlemliyor bilim adamları. sonradan fark ediyorlar ki, o adanın özellikle ingiliz üslerinin çevresine konumlanmış insanlarında bu durum var. aslında bu insanlar ingilizlerin rafine yiyeceklerini bir süre tüketmiş olan kişiler. ingilizlerin çevresinde yer almayan aynı adadaki kişiler ve ms arasında bir artış gözlemlenmiyor.

    * beslenmeye devam ediyorum. ama bu sefer sindirim sistemi ile alakalı araştırmalardan bahsedeceğim. ms'li hastalarının çoğunun sindirim sisteminde aksama olduğu, mide-bağırsak fonksiyonlarında bir bozukluk olduğu gözlemleniyor. karın ağrısı, gaz çıkarma, kabızlık, ishal gibi semptomlarından şikayet eden hastalardan bi grubu alıp üzerlerinde bir dizi tahlil yapıyorlar. b12 vitamininin emiliminde azalma, sindirilmeyen et parçaları, yağ emilim bozukluğu gibi durumlar tespit ediyor araştıranlar. ağır metaller, tarım ve böcek ilaçları, gıda katkı maddeleri, antibiyotikler ve diğer toksik maddeleri yanlış beslenmeden dolayı vücuduna alan kişi, bunların sindirim sistemini bozmasına neden oluyor. b12 vitamini, protein, amino asit gibi önemli olan maddeler bağırsakta emilemeyip bunların eksikliğinden doğan hastalıklara açık hale geliyor hasta. sindirim sistemi iyi çalışmadığından, mesela kana geçmesi gereken vitamin, mineral, protein, yağ gibi önemli maddeler kana geçemezken, bağırsak geçirgenliğinin artmasından dolayı kana karışması sakıncalı olan sindirilmemiş ve toksin içerikli maddeler kana karışıyor. sindirilmemiş besinlerin kana karışmasından sonra yabancı protein parçacıklarını fark eden th2lenfositleri aşırı uyarılıyor. bağırsak tarafından emilmemesi ve kana karışmaması gereken sindirilmemiş bu proteinler de sinir kılıflarına çok benziyor. th2lenfositleri hiç yapmaması gereken bir şeyi yaparak, sindirilmemiş proteine savaş açmak yerine, korkunç bir hata yaparak sinir kılıflarına savaş açıyor. normalde bu t2lenfositleri sağlıklı insanda beynin içine giremiyor çünkü beyne girişi kabul edecek yerdeki kılcal damarlar birbirine sıkı sıkıya bağlı. bu engele kan-beyin hattı deniyor. th2lenfositleri normalde burdan geçemezken, çok uyarıldıkları durumunda geçişlerine beyin tarafından izin veriliyor. işte geçtikleri yerde de sinir kılıflarına saldırarak hasar bırakıyorlar. kan-beyin hattının zayıf olduğu yani th2lenfositlerinin beyne girebildiği yerlerde ms lezyonlarının olması bundan kaynaklı. şimdi şöyle bir soru çıkıyor ortaya. sağlıklı insanlar da ağır metallere, antibiyotiklere, ms'in tetiklendiği yiyeceklere maruz kalıyor ama onlar ms'e neden yakalanmıyor? bunu da sağlıksız, tembel bir genle açıklıyorlar. bu geniniz ateşli bir hastalık, stres, gribal enfeksiyon ya da birçok kötü çevresel durumdan dolayı bozulabiliyor. bu gen ve birlikte çalıştığı enzim, nüfusun %65’inde oldukça iyi çalışıyor; geri kalan %32’sinde yavaş, %2.5’sinde ise çok az çalışıyor. işte %2.5'luk kısımda da otizm, alzheimer, şizofreni ve bipoler bozukluk gibi multipl sklerozu olan hastalar var. ama ileriki zamanlarda %32'nin de şu anki %2.5'luk hastaların içine dahil olacağından endişe ediliyor. çünkü toksinlere son yıllarda fazlaca maruz kalıyor ve doğal, organik besinlerden gittikçe uzaklaşıyoruz. bu durum doğarken sağlıklı olan genlerimizin çevresel faktörlerden dolayı bozulmasına yol açıyor. hem de hızla yol açıyor. ms'in hazır gıda gibi, sanayili kent havası gibi modern hayatın getirdiği kötü çevresel koşullarıyla artışa geçmesi hiç tesadüfi değil. yine bir araştırmaya göre dişinde amalgam(civa) dolgusu olan kişilerin dolgusu çıktıktan sonra ms ataklarında azalma görülmüş. civa, demir, aşırı aşı olma gibi durumlara maruz kalan kişiler, ağır metallere ve toksik maddelerin etkisinde kalıyorlar. aynı şekilde birçok katkı maddeli yiyecekte bulunan aspartamında sindirilmesi zor olduğundan ms ataklarını tetiklediği gözlemlenmiş.

    * vitaminlerden minerallerden devam edelim. bilgisine çok güvendiğim nöro-oftalmoloji alanında uzmanlaşmış göz doktorum, omega3'ün ve kara üzüm çekirdeğinin optik nörit atağı geçiren ms'li hastalara olumlu katkısının olduğunu söyledi. kara üzüm çekirdeği harvard'da kanıtlanmış hatta. ama bundan verim almak, her gün 2-3 tane kara üzüm çekirdeği yemekle olan bir şey değil. bunun için piyasada resveratrol adıyla satılan bir ilaç var. gerekli düzey bunlardan sağlanıyor. doktorumun bana söylediği, hiç kesmeden uzun yıllar boyunca bunu almam. kırmızı şarabın da ms'e iyi geldiğini çoğu yerde okumuştum. çünkü o da kara üzümden yapılıyor. kaliteli bir şarap alıp bunu da tüketebilirsiniz. omega3'te yine beslenme uzmanlarının ve nöroloji doktorlarının da önerdiği bir yağ asidi çeşidi. bu da bir ay kullanıp bir hafta ara verip tekrar aynı periyotla kullanacağım şekilde tavsiye edildi. özellikle ataklarının içinde optik nöropati olan hastalara şiddetle bu ikisini tavsiye ediyorum. optik nörit konusunda bilgilerime güvenebilirsiniz. gözümde hasar kalmasın diye doktor doktor geziyorum, her şeyi didik didik araştırıyorum. bunların haricinde ms'li hastalarda başka vitaminler de eksik çıkıyor, bunları da öğrenip takviye alabilirsiniz. k vitamini mesela.

    * bir başka konu, baharatlar üzerine araştırmalar. hindistan, çin, pakistan gibi asya ülkelerinde ms'li hasta sayısının batıya göre daha az olduğunu gözlemlemişler. bu ülkelerin çokça kullandığı zencefilgillerden olan zerdeçal bitkisinin ms üzerinde bir etkisinin olup olmadığını araştırmışlar. ms'i olan farelerin bir kısmına zerdeçal vermişler alabildiğine. kimisine orta şeker. kimisine de plasebo(yalancı ilaç) verilmiş. plasebo grubu kötü etkilenirken, orta şekerin çok az kısmında düzelme olmuş. zerdeçali çokça verilen farelerin tümünde olumlu sonuçlar gözlemlemişler. bunu serdar ortaç'ın doktorunun yazdığı bir yazıda da okumuştum. her gün iki tatlı kaşığı zerdeçal bitkisinin alınmasında yarar olduğunu söyleyenlerden o da. kefirin de yine iyi geldiğini söylüyor ortaç'ın doktoru. yoğurtla mayalanıp yenilebileceğini söylüyor. paylaşacağım kaynaklarda ne yenir ne yenilmez onları okuyun oralarda daha detaylı olarak açıklanmış.

    * gelelim spor konusuna. yüzmenin iyi geldiğini gittiğim her doktor söylüyor nerdeyse. yüzmenin iyi bir yanı; sizi terletecek, vücut ısınızı yükseltecek bir spor olmaması. vücut ısısının yükselmesi, aşırı terleme, hamam, sauna gibi yerler atağın tetiklenmesi demek. en son zorlanacağınız noktaya kadar ılık duşta yıkanmaya gayret edin. bunun dışında ben mesela tenis oynuyorum. oynamam da sakınca görmedi doktorlar. yalnız göz doktorum aşırı terliyorsan oynamamanda yarar var dedi. fitnessla uğraştığım dönemlerin birinci ve ikinci ayından sonra ben hep atak geçirdim. benim böyle bir geçmişim var. başkasını bilmem de, ağır sporlar sanırım benim atağımı tetikliyor.

    * sigarayla ilgili araştırmalar var. bağışıklığın anasını ağlatan bu mereti bir ms hastası acilen bırakmalı.

    * kortizonla ilgili birkaç bilgi vereyim. bana ulaşan hastalara kortizonu aldıkları saatleri soruyorum. saatler genelde öğleye doğru. bu konuda çok net konuşuyorum, karşıma, öğlen alınsa da olur diyen "doktor" da gönderseniz bu söylediğine karşı gelirim. bugün sabahtan aldığım kortizon, dün akşam başkent'in aciline gittiğimde akşam verilmek istendi. doktorlara karşı çıktım. bu saatte kortizon almayacağımı, hastaneden çıkışımı vermelerini, reçetimi bana verip tedaviyi başka hastanede sabah başlatacağımı belirttim. önce hemşire ve doktorlar karşı geldi ama bu konuda çok net olduğumu anlayınca söylediklerimi aynen yaptılar. kortizonun verilmesi gereken saat sabah 6.00 - 7.30 arasıdır. çünkü vücudun kendisinin salgıladığı bir kortizol hormonu vardır ve bu hormon bu dediğim saatlerde salgılanır. dışardan gelen kortizon bu saatlerde verilirse vücudun salgıladığı kortizol hormonuyla birleşir ve tedaviden maximum verim alırsınız. ben 8.00 - 8.30 arasında açılan polikinlikte verilen kortizonu bile kabul etmiyorum. lütfen saati öğleye doğru verilmek istenen kortizonu kabul etmeyip, sizi kontrol eden ms doktorunuzla bu konuda mutabık olduğunuzu kortizon almaya gittiğiniz hastanelere iletin. buna uygun bir tedavi isteyin. aksi takdirde almayı reddedin. kendinize, size acilde başka bir hastanenin reçetesiyle kortizon verebilecek bir hastane bulun. diğer önemli bir husus, 2017 ilaç krizi. kriz malesef prednola da vurdu ve şu an türkiyenin başkenti ankara'da kortizon sıkıntısı yaşanmaktadır. 5 günlük bir tedavi için 250mgr'dan 20 kutu prednol gerekir. ama eczanelerde bu kadar sayıda artık prednol bulunmamakta. bazı devlet hastaneleri kendi bünyelerindeki prednollerinden veriyorlar. bu hastaneleri bulup onlarla bir sistem oluşturmaya çalışın. atak geçirdiğinizde mesela acil gittiğiniz hastane sizi bekletmeden kortizon alabileceğiniz bir hastane olsun. kendi bünyesinden kortizon verebilir mi bunu öğrenin. hemşirelerle iyi geçinin. sizi tanıdıklarında daha da ilgileniyorlar, bekletmiyorlar falan.

    * strese girmeyin diyeceğim de, bu en bilmediğim ve en beceremediğim konu. bu konuda bana söyleyecekleri olan varsa seve seve dinlerim.

    * kortizon sivilcesiyle ilgili bir yazım var. orda durumu detaylı anlattım. buraya koyuyorum. (bkz: #68884211)

    aklıma gelirse daha eklerim. şimdilik bu kadar. allah herkese şifa versin.

    ayrıca;
    pozitif olun eşşek sıpaları.

    kaynaklar;
    http://beslenmebulteni.com/…n-biyomedikal-tedavisi/
    http://www.cumhuriyet.com.tr/…orundan_aciklama.html
    https://www.google.com.tr/…5.4.698...38.qxml30jvfro
    https://www.yolarkadasimsin.com/…nire-kilinc-toprak
    http://www.1organik.com/…-gidalar-olum-saciyor.html
    http://multipleskleroz.blogspot.com.tr/…lnrken.html
425 entry daha
hesabın var mı? giriş yap