6 entry daha
  • ait olduğu bağlamdan koparılan tek bir soru ve yanıtın (huyu olduğu üzere) konuya yabancı bünyelerde yanıltıcı birtakım izlenimlere yol açmaması, dolayısıyla yanlış fikirlerin pekiştirilmesinde kullanılmaması için cosmopolitan'ın ocak 2004 sayısındaki röportajının tam metninin okunması gerektiğini düşündüğüm kişi.

    -----------
    - yazdıklarınızın başlıca konusu kadınlar... nedir? mesele nedir yani? kitaplarınızın hepsinin öznesi, en azından kitap isimlerinde kadınlar...

    adını çok güzel koymuşsunuz “mesele” diye. her şey kadınların son yüzyılda “mesele” haline gelmesinden kaynaklanıyor. haklarını ellerine alıp, erkeğin boyunduruğu altında yaşayan, söz dinleyen küçük acınası yaratıkçıklar olmaktan çıktıkça insanlaştıklarını görüyoruz kadınların, ki melek gibi insan üstü, doğa üstü bir sınıftan insanlığa düşmek hoş olmasa gerek. kadınlar, meğer ellerinde fırsatları olmadığı için bunca zamandır köşelerinde oturmuş, masum rolü yapmaktalarmış. ellerine fırsat geçince, erkeklerden beter olduklarını, melek olmadıklarını, erkekler kadar insan olduklarını, dolayısıyla erkekler kadar kötü olabileceklerini gördük ve bunun farkına varan insanlığın karşılaştığı bir şaşkınlık yüzyılı yaşıyoruz bence. bu nedenle olsa gerek, sadece benim değil, pek çok sanatçının eserlerinde kadınlar alışılmış eski melek rollerinin dışında, gerçek yüzleriyle ortaya çıkıyorlar. durumu sorgulama cesaretine sahip sanatçılar kadının yeni rolünü sorguluyorlar ama kadının kutsallığını, melekliğini, saflığını tartışmak hala tabu ve bunları konuşmak tepki çekiyor. mesele dediğimiz şey bu olmalıdır.

    ************
    - kent, hayat ve hızlı hayat! yeni kadın tipleri ortaya çıkıyor... eskiden daha basit birtakım sınıflamalar yapmak mümkündü kadın deyince. sizce artık kadınlar erkeklerin aklını, eskiden olduğundan çok mu karıştırıyor dersiniz?

    klasik centilmenlik kodunda artık pratiği olmayan bazı söylemler var. kadınların güçsüz oldukları ve korunmaya ihtiyaç duyduklarını vurgulayan ifadeler bunlar. oysa bu kod artık eskidi. kadınların güçsüz olduğu, hakim erkek gücünün altında sesini çıkaramayıp kaderine mahkum olduğu yıllardan kalma, güçsüzü kollamayı, güçsüze sahip çıkmayı buyuran bir kod hala ona uymaya çalışan erkeğin kafasını karıştırıyor. çünkü karşısında artık güçsüz bir masum değil, aksine binlerce yıl boyunca yaşadığı esaretin travmasını atlatamamış ve intikam peşinde, sanki, kaybettiği yılların acısını çıkarmak istercesine dünyayı ele geçirmek isteyen bir yaratık var. hani hapisten çıkınca ilk işleri onları yakalatanları veya esaret altında eziyet çektirenleri vurmak olan suçlular, gözü dönmüş katiller vardır ya, kızmayın bana ama benzetmede hata olmaz, kadınların hızla değişip, saldırgan bir tutumla kendilerini erkeklerin vahşi dünyasına adapte etmelerini buna benzetiyorum. hani kadınlar ipleri alınca dünya daha güzel bir yer olacaktı? dünyanın en büyük ateş gücüne sahip ordularını harekete geçiren siyasetçiler arasında kadın isimleri görüyorum. işyerlerinde çalışma şartları yüzünden acı çeken arkadaşlarımın başında kadın yöneticiler görüyorum. kısacası, kadınlar erkeklerin kafasını karıştırdı zira onlardan daha fazla insan çıktılar. vahşi, saldırgan ve acımasız...

    **************
    - sizce kadınlar ne ister, erkekler ne?

    kadınların güç istediği çok açık ama aşamalı bir güçlenme planları var. ilk etapta erkekleri ele geçirerek kendilerini sınıyorlar. önce arzuladıkları adamın kalbini ele geçiriyorlar. sonra o erkeğin bütün hayatını parça parça sahipleniyorlar ve erkek artık kadının peşinde, “peki hayatım, üzülme canım, sen nasıl istersen meleğim,” kıvamında bir kurbana dönüştüğünde, kadın artık dünyayla başa çıkabilecek ve istediği gücü elde etmek için arenaya çıkabilecek aşamaya geldiğini anlıyor olmalı zira erkek gibi vahşi bir yaratığı dizgin altın alacak gücü olduğunu görmüş oluyor. ağlayarak, sızlayarak, naz yaparak, “beni aramıyorsun, beni sormuyorsun, bana ilgi göstermiyorsun, beni sevdiğini belli etmiyorsun, şunu yapmıyorsun, bunu yapmıyorsun,” diyerek erkeği sudan çıkmış balığa çeviren kadın yaratığının erkek istediği kıvama gelince de “ay peşimden düşmüyor, çok bunaldım, çok sıkıldım, bıktım artık,” diye sağa sola yakınmaya başladığını inkar edemezsiniz şimdi. evet bir oran olmalı, ilginin, kıskançlığın bir sınırı olmalı ama konumuz bu değil. kadın yaratığı, “ben senin her şeyini, her anını, her saniyeni istiyorum,” diye ağlıyor mu? ağlıyor. dava kapanmıştır.

    erkekleriyse kadınlarla karşılaştırdığımda, zevk insanları olarak görüyorum. hayattan bütün istedikleri zevk almakmış gibi yaşıyorlar. otomobilleriyle, oyuncaklarıyla, küçük eğlenceleriyle mutlu olan erkekler var ve sayıları az değil, üstelik o derece kendi dünyalarında yaşıyorlar ki, kadının geçirdiği evrimi, boynuzlu, pençeli, uzun dişli bir korku filmi yaratığına dönüşümünü göremiyorlar. önceleri erkeklerin bu körlüklerinin farkında değildim. kadınların özgürlüklerini kazanmalarıyla gücün sarhoşluğuna kapılıp, insancıllıklarını kaybetmelerini gözleyip konu hakkında yazmaya başladığımda, kadınlardan haklı olduğum yönünde eleştiriler alırken, beni kadın düşmanı diye ilan ediverenler hep erkekler çıktı. mail kutumdaki övgüler kadın okuyucularıma, hakaret ve tehditler erkek okuyuculara ait. çok ilginç değil mi? onlara göre kadınlar hala melek çünkü. diyorum ya, centilmenlik kodunda revizyon vakti geldi..

    *****************
    - kadınlarla ilgili meselelere nasıl bakıyorsunuz? yanlış anlamayın; makyaj, alışveriş, bakım kürleri ve bunları içeren kadın sohbetlerine...

    bakımlı olmayı yanlış bulanlardan değilim. abartılısını sevemem ama ufak bir makyaj, hafif bir saç bakımı kadının kadınsılığını ön plana çıkarır ki arada sırada kadın olduklarını hatırlamak güzel oluyor. üstelik erkeklerin de bakımlı olmaları gerektiğine inananlardanım. elbette erkeğin bakımı kendine özgü, daha farklı yöntemlerle olur ama erkekleri kadınlar gibi kuaförde sıraya dizilmiş saatlerce dedikodu yapar şekilde veya bütün gün bakım ürünlerinin nerelerine nasıl iyi geldiğini anlatan sohbetlerin içinde düşünemiyorum. kadınların makyaj, bakım sohbetlerine bakışımı da artık kısaca “anlayış” olarak özetleyebiliriz. sizi öyle kabullendik, üzülmeyin, çekinmeyin yapın sohbetinizi. genlerinizde var bu..

    ***************

    - kadınlarla ilgili meselelere nasıl bakıyorsunuz? yani, özgürleşme arzularına, erkeklerle eşitlik taleplerine v.s...

    eşitlik talebinin insancıl bir istek olmaktan çıkıp bir iktidar yarışına döndüğü görülüyor. sanki iki taraf da daha kötü olma yarışına girmiş gibi, kuralsız, acımasız bir rekabet oluştu dünyada. kadınlar erkeklerden daha acımasız olabileceklerini ispata giriştiler. aşklar, kalp kırma yarışına döndü. teknoloji, önce o arasın, diye telefon başında bekleyenler korkaklar ortaya çıkardı. özgürlük, “ben istediğimle yatarım, sevgilim olman cinsel hayatıma karışma hakkını doğurmaz,” gibi traji-komik yorumlarla aşağılandı. aşkın özgür olması söz konusu olabilir mi? aklım almıyor. aşk bir başka insana gönüllü esir olmaktır. kadınlar özgür olmalı diye ortaya çıkanlar kadınların istedikleri insana özgürce aşık olmasını, ailesinin, çevresinin baskısıyla karşılaşmadan özgürce aşkını yaşamasını anlatmaya çalışmışlar başlangıçta sanırım ama şimdilerde yorumlanan özgürlük aşkın doğasındaki esareti inkar eden bir özgürlük.
    ***************

    - bana telefon görüşmemizde kadın düşmanı olmadığınızı söylemiştiniz. bunun altında kadınlardan yana bir korku sezer gibi oldum, haksız mıyım?

    dünyanın yarısının gözü kara bir histeriyle sonu belirsiz bir iktidar yarışına girdiğini ve insanlığını unuttuğunu görmek korkmak için yeterli bir sebep değil midir? bunların bazılarını hayatlarımıza sokup, birlikte yaşamaya çalıştığımızda küçük cennetlerimizi cehennemlere çevirdiklerini de görüyoruz. kadın, masum küçük bir çocuk gülümsemesiyle bir anda herkesin sempatisini kazanabilen bir yaratık ve küçük, zehirli gülümsemeleriyle kontrolü altına aldığı insanlara akıl almaz işler yaptırabiliyor.. benzer hikayeleri sinemada korku filmi diye izliyoruz da gözümüzün önünde insanların akıllarını başlarından alıp, uzaktan kumandalı deney hayvancıklarına dönüştüren kadın yaratığından neden korkmuyoruz? haklısınız, korkuyorum elbette. korkmak da insanı güçlü yapar.

    ******************
    - kızlar gerçekten aşık olmaz mı?

    oluyor musunuz? soruyu kızlara sormak lazım ama bu, son romanım kızlar aşık olmaz’ın ismi nedeniyle sık karşılaştığım bir soru. roman, çevrelerindeki mutlu ilişkileri bozarak, aşkların bitiş sürecini incelemeye ve aşk hakkındaki hipotezlerini sınamaya çalışan üç kahramanın hikayesini anlatıyor. ancak romandaki üç karakter deneyler ilerledikçe ve bozdukları “mutlu” ilişkilerin sayısı arttıkça aslında aşk hakkında kimsenin konuşmaya, tartışmaya, dile getirmeye cesaret edemediği bir sırrı ortaya çıkartıyorlar ve kızların aslında aşık olamayacaklarını düşünmeye başlıyorlar.

    **************

    -50 yıl önce, kadın-erkek ilişkilerinin güzergahı belliydi. tanışır, hoşlanır, nişanlanır evlenirlerdi... günümüzde bu hedef ortadan kalkmış ya da giderek azalıyormuş gibi görünüyor. sizce ilişkiler nereye gidiyor?

    elli yıl önce evliliğin, toplum baskısından kaçış olduğunu artık herkes kabul ediyor. ergenlik dönemlerine girmiş erkek ve kızların ortalıkta dolaşıp toplumun namusuna yönelik tehlike arz etmemesi için yine toplumun uygun gördüğü bir çözümmüş evlilik. birbirini ilk defa gören iki insanın arasında nasıl bir aşk söz konusu olabilir ki ikinci buluşmaları evlilik bağı altında zifaf odasında gerçekleşsin? kadınların eşitlik, özgürlük diye yakınmalarına sebep olan sorunlardan biri bu değil miydi? tarihin, olayları gerçekleştiği dönemin özelliklerine göre değerlendirme kuralı gereği, bu gün o evliliklerde bir suçlu da bulamıyorsunuz. ne o kızla evlenmeyi kabul eden damat, ne aileler, ne toplum o şartlar altında suçlu olamıyor. ama ortada kurban edilmiş masum bir kadın olduğu ortada. bu günse, kadınların o kabuklaşmış “masum” görüntülerini siper gibi kullanarak ihanetlere, yalanlara, dolanlara başvurduklarını inkar edebilir misiniz? erkekler de elbette kör değiller ve tüm bunları görüyorlar dolayısıyla iki cinsin birbirine güveni gittikçe yok oluyor. aşık olmanın, saflık olarak tanımlandığı bir dönemi yaşıyoruz ama sonsuza kadar sürmeyecektir çünkü böyle giderse insanlık paranoyaların altında ezilip hasta bir toplum olarak birbirini yok edecektir ki insan iradesi tehlikeyi görüp önlem almaya şartlanmıştır ve buna izin vermeyecektir. sonunda bu akıl almazlığı artık kaldıramayıp 68’lerin çiçek çocukları gibi isyan edecek bir nesil ortaya çıkacak ve iki cins arasında yeni bir denge kurulacaktır. ama biz bu kargaşayı, kavgayı, diş geçirmeyi, güvensizliği, ihanetleri, yalanı yaşayan nesil olacağız gibi görünüyor, ne yazık ki.
130 entry daha
hesabın var mı? giriş yap