hesabın var mı? giriş yap

  • hoşlanılan kişi illa ki farkındadır bunun. iddia ediyorum öyledir. bunu yapan adamın yaptığı şey şudur: "a noktasına bakıyormuş gibi yaparken b noktasına bakmak". şöyle ki:

    hoşlanan adam hocaya bakıyor gibi görünmeye çalışır. tahtaya bakar... masaya bakar... ama gözünün ucuyla hep "o"na bakmaktadır. gözleri tahtaya bakarken kafası "o"na dönüktür. kafası tahtaya dönükken göz ucuyla "o"nu izler... ikisinden biri yani. (ama illa ki bakar.)

    hoşlanılan kişi eşek değilse bunu görür, anlar, daha da olmadı, hisseder: "yav sanki şu dersi dinleyen çocuk bana mı bakıyor ne? boynu pek bir garip kasılmış..." gibi. ve genellikle -hayatında biri yoksa- merak etmeye başlar: "evet yahu, resmen göz ucuyla beni kesiyor bu. kimmiş ki?". ardından ilgilenmeye başlar: "hmm, gri giymiş bugün, hoş olmuş aslında". sonra takip etmeye başlar: "allah allah, derse gelmedi bugün..."

    sonra karşılıklı çaktırmamaya çalışarak birbirini kesen bir çift olurlar. müstahaktır ikisine de. herkesle can ciğer kuzu sarmasıyken bir sürü ortak arkadaşları varken, boş koridorda birbirleriyle karşılaşınca konuşmaktan öyle korkarlar ki, nefeslerini duyabilirsiniz. milisaniyelik gözgöze gelmeler yaşarlar. herşey o kadar ortadadır ki...

    işin kötü tarafı, bazen hiç açılmazlar birbirlerine: "bunca zaman hoşlanıyor olsa bir selam verirdi, ben yanlış anladım demek ki" derler. ama içinde bir merak kalır hep: "acaba?.."

    of, bu ne böyle ya, konuşun kurtulun, karşılıklı delirtmeyin birbirinizi.

  • kelime olarak birbirlerinin zıttı gibi görülseler de aslında fonetikte olduğu kadar kontrast kavramlar değildir bunlar. nesnel değil kişisel olmaları, gerçekleri değil o gerçeklerin algılanış biçimini ön plana çıkarmaları gibi yönlerden dolayı ikisi de avangard akımlar olarak doğmuşlardır. ekspresyonizm, bir bakıma empresyonizmin araladığı kapıyı açarak daha ileri taşımıştır.

    ayrıldıkları noktalar ise özellikle şunlardır:

    -empresyonistlerin teması genellikle doğa ve manzaradır.
    -manzarayı onlarda uyandırdıkları duygu ve izlenimle çizerler ki adları bu yüzden izlenimcilerdir.
    -resimler ekseriyetle fludur. bu yüzden resimleri daha çok bir manzaranın akılda kaldığı ya da rüyada görüldüğü hali gibidir.
    -gerçeği tamamen değiştirmez, sadece biraz bozarlar. boyutlarla, biçimlerle vs. oynamazlar.
    -ışıkla oynamayı severler.
    -açık alanda çalıştıkları için resimlerinde kısa ve aceleyle atılmış darbeler görülür.

    -ekspresyonistlerin belirgin bir teması yoktur.
    -biçim bozma ve abartı elzemdir, estetik kaygıları bulunmaz.
    -kalın çizgiler, patlayan renkler kullanırlar.
    -çizdikleri subjeye değil, onun çağrışımıyla bir duygu ifade etmeye odaklanırlar. yani subjeyi fikirlerini anlatmak için araç olarak kullanırlar hatta bazen eserde bir subje olup olmadığı bile belli değildir.
    -empresyonist eserler melankoli, özlem, yalnızlık gibi daha naif duygulardan beslenirken ekspresyonist eserlerde yıkım, bunalım, korku gibi uç duygular hakimdir. zaten ww1'in buhranıyla başlamış bir akımdır.
    -çoğunlukla atölye işi olduklarından eserlerde daha özenli ve artistik darbeler görülür.

  • daha henüz 19 yaşındayken saturday night liveekibine katılmış ve çok kısa sürede yarattığı karakterler ve yaptığı taklitler ile snl ekibinin arasından henüz o yaşında sivrilmesini bilmiştir. yaşım itibariyle benim bildiğim eddie murphy, çatlak profesördür, dr.dolittle'dır veya ne bileyim bowfinger'daki komik adamdır. belki çoğu insan da eddie murphy'i filmlerinde canlandırdığı eğlenceli, mimik manyağı, "aa 3 kişi oynayan komik adam" olarak tanır ve öyle sever. ancak bu filmlerinde yarattığı karakterler buzdağının görünen kısmı bile değildir. kendisinin de röportajlarda belirttiği gibi eddie murphy çocukluğundan beri kendini bir "stand-up comedian" olarak görmüştür.

    abimizin 1983 yılında yaptığı delirious ve 1987 yılında yaptığı raw adlı stand-up gösterileri, yabancı stand-up gösterileri arasında benim nazarımda tartışmasız en güzel, en yaratıcı, en komik stand-up gösterileridir. delirious'ta yaptığı taklitler mr.t ile başlar, michael jackson ve elvis presley ile karna ağrılar sokar ve son olarak james brown ile insanı işlevsiz hale getirir. bu gösterisinde sadece taklit yapmakla kalmaz, ülkemizin gelmiş geçmiş en başarılı ve yaratıcı insanlarından biri olan (sadece komedyen demekle yetinirsem ayıp etmiş olurum) cem yılmaz'ın da "türkler uzayda" adlı skecine küçük bir malzeme dahi verir, hatta daha o yıllardan "zenci başkan" olayını da inceleyip komik bir dille anlatır. delirious adlı gösterisi daha çok taklite dayalı olsa da 4 sene sonra yaptığı raw gösterisinin çok büyük bir kısmını kadın-erkek ilişkilerine ayırmış, mükemmel tespitler yaparak insanları yerlere yatırmıştır. ayrıca raw gösterisinin başında yaptığı bill cosby ve richard pryor taklidi, gerek mimikler gerek de ses tonu olarak hala eşsizliğini korur.

    gösterilerinin her biri yaklaşık 90 dakika sürer ve bu gösterilerinde sadece bir tane ortak malzeme kullanır. o da yaklaşık 15 dakika kadar süren "sarhoş baba" skecidir. hatta ilk gösterisi olan delirious'ın ardından bu skeç o kadar ilgi görmüş ve popüler olmuştur ki, 4 sene sonra raw'da tekrar bu skecine başlarken, sarhoş baba'nın lafı olan "this is my house!" diye bağırdığında bütün seyirciler olacakları anlar ve salonda kıyamet kopar. "sarhoş erkek" ülke, kültür farkı gözetmeksizin her yerde hemen hemen aynı olduğundan, eddie murphy'nin "sarhoş maço erkek" tiplemesi herkese hitap eder ve insanı gülmekten öldürür. levent kırca'nın, metin akpınar'ın başarılı örneklerini sunduğu, cem yılmaz'ın da son gösterisinde ucundan incelediği sarhoş tiplemesinin aksine eddie murphy sarhoş erkeği tek başına, karşısında biri olmadan oynar, onu biriyle diyaloga sokmaz. yaklaşık 15 dakika boyunca tek başına ona buna söylenir.

  • 15. yüzyıldan beri lüks olmaktan çıkmış peynirin lüks olması durumudur.

    önceden paramız yoksa peynir ekmek yerdik, çerez parası derdik artık bok yiyip beton kemiririz.

    emeği geçen başta aktroll olmak üzere herkes belasını bulsun.

  • geçmiş zaman...mahalle bakkalının önü...orta yaşlı bi amca tık nefes bakkala girer:

    - benim karı buraya geldi mi?
    -- yoo?
    - hah iyi, ekmek falan alırsa bana yazma!
    -- niye?
    - karı başkasına kaçmış...

    :))) (tek derdin bu olsun be amcam)

  • baştan belirteyim fenerbahçeliyim.

    şimdi sneijder'in gelmesine sevinirsin anlarım.hatta gelme ihtimaline bile çıldırabilirsin onu da anlarım ama 35 yaşındaki drogba gelecek diye heyecanlanıyorsan,mutlu oluyorsan işte onu da anlarım.

    noldu lan? laf sokucam sandınız di mi?

    sevineceksiniz tabi olum drogba bu.
    sadece sağ taşşağı 3.5 kilo.