• beşiktaş'lıyım ve gönül rahatlığıyla şu tanımı yapabilirim:

    beşiktaş'ın kendi evinde rezil olduğu maç...

    atılan 2 gol ve kaçan birkaç pozisyon aldatmasın; bence takım olarak felaket durumdalardı... ibrahim toraman'ın en kibar ifadeyle: "şanslı" golünden sonra öne geçince fener'in ileri çıkmasıyla 10-15 dakika düzgün top oynadılar -düzgün oynadılar dediğim de 2-3 pozisyon bulup, mutlak pozisyonları bile değerlendirmeyi becerememeleri- bunun dışında en basit ifadeyle beşiktaş takımı kötü oynadı ve mağlubiyeti sonuna kadar hak etti.

    bu arada bazen alex alex diye dalga geçiyoruz, "hagi değil", "dünya yıldızı değil", "fb'den başka takımda oynayamaz" bilmem ne diye aklımızca küçümsüyoruz ama bugün de gördük ki adam işini son derece iyi yapıyor... çıkıyor ciddiyetle, disiplinle, profesyonellikle, kendini hiçbir durumda bozmadan topunu oynuyor ve çoğu zaman da bu akşamki gibi takımına galibiyeti altın tepside sunuyor. adam daha ne yapsın?

    fenerbahçelileri tebrik ederim, hak ettikleri bir galibiyet oldu, dilerim her zaman olduğu gibi sevinenler arasında terbiyesizlik yapanlar da çıkmaz...
  • ilk olarak deplasman bileti sırasında yaşanan rezaletten bahsedeceğim ama olayın daha net anlaşılması için şunu okumanızı rica ediyorum: (bkz: türk polisi/#21360889).

    "fenerbahçe bir spor kulübüdür." kavramını benimseyen ve amatör branşlar dahil olmak üzere hemen her maça gitmeye çalışan bir grubun bir üyesiyim. ben de elimden geldiğince her maça gitmeye çalışıyorum. biletlerin cuma sabahı satışa çıkacağı haberi geliyor. arkadaşlarla haberleşiyoruz. perşembe akşamı 4 gibi stadın orada buluşulacak, 4.30 gibi samandıra'ya futbolculara moral vermeye gidilecek. dönüşte kadıköy'de biraz takılıp gece yarısı bilet kuyruğuna gireceğiz.

    saat 4. stadın orada oluyorum. biraz sonra arkadaşlarım geliyor. taraftar grupları da yavaş yavaş toplanmaya başlıyor. 5 civarı otobüslere biniyor ve samandıra'ya doğru yola koyuluyoruz. tezahüratlar eşliğinde futbolculara baklava ikram ediliyor, çekebilen fotograf çekiyor. futbolcuların neşeli ve maça hazır olmasıyla dikkat çeken bu samandıra çıkarmasından sonra otobüslere dönüyoruz. istikamet kadıköy. neşeli başlayan yolculuk futbolcuların hazır olduklarını gördükten sonra daha da güzelleşiyor. samandıra'dan kadıköy'e kadar hiç susmadan geliyor, üstüne boğanın orada inip halay çekiyoruz.

    saat 8. sıraya girmek için kararlaştırılan saate 4, biletlerin satışa sunulacağı saate 15 saat var. yemek yiyor ve bir mekana geçiyoruz. 17 şubat 2011 beşiktaş dinamo kiev maçını ve ardından 17 şubat 2011 sevilla fc fc porto maçını seyrediyoruz. bu sırada izmir'den, eskişehir'den bilet alabilmek için binbir zorlukla istanbul'a gelen arkadaşlar da aramıza katılıyor. maçlar bittikten sonra biz 3 kişi yemek yemek için mekandan ayrılıyoruz. arkadaşlar bizden sonra kalkıp stada geçiyorlar. biz de bir şeyler atıştırıp stada gidiyoruz.

    saat 1. stad gişesinin oradayım. bir grup ve münferit bazı taraftarlar gişenin etrafında konuşuyorlar. bizimkilerin yanına geçiyoruz. ankara'dan ve istanbul'dan grup üyeleri de gelmiş, selamlaşıyoruz. bizim kalabalıklaştığımızı gören grup sıraya giriyor. sıra dediğim şey de yan yana konulan portatif barikatların koli bandıyla birbirine yapıştırılmasıyla ortaya çıkan 1 - 1,5 metre genişliğinde 10 - 15 metre uzunluğunda bir alan. sıranın oluştuğunu gören münferit taraftarlar da bu alana giriyor. biz de sıradaki yerimizi alıyoruz. geçmek bilmeyen zamanı derslerden, okuldan, gelecek hayallerinden konuşarak, birbirimize takılarak, tezahürat yaparak geçirmeye çalışıyoruz.

    saat 3, 4, 5, 6. yazması kolay ama orda vakit geçmek bilmiyor. ekmek aldırıyoruz birisine, yerken "nazi almanyasındaki yahudiler gibiyiz." diyorum yanımdaki arkadaşa. "haklısın abi." diyor.

    bilet bekleyenlerin arasında herkes var. işten çıkıp gelenler, okula gitmeyip gelenler, hasta hasta bilet almaya gelenler. kimisi yorgunluğa ve uykusuzluğa dayanamıyor. arabasıyla gelenler yol kenarındaki arabalarının içinde, bazılarıysa sıra beklediği yerde kıvrılıp üzerine yağan yağmura aldırmaksızın uyuyor. barikatlarla çevrili alandaysa o saatte dahi oturmaya yer yok, ayakta dikiliyoruz. ayakları ağrıyanlar barikatın üstüne oturuyor. kalabalıkta barikatın üstüne çıkıp oturmak çok çileli ve barikatta hiç rahat değil. zaten ordaki amaç rahat olmak değil. 2 - 3 dakika bile olsa ayakları dinlendirebilmek.

    bir kameraman geliyor bir ara. kameramanın gelişiyle birlikte tezahüratlar giriliyor arka arkaya. herkesi çekiyor kameraman. röportaj yapıyor birkaç kişiyle. yanımdaki bir çocukla da röpotaj yapıyor. "bu saatte neden burdasınız?" diyor çocuğa. "bizim amacımız sadece bilet almak değil, biz arkadaşlarımızla birlikte olmak için de buradayız." diyor çocuk. dalga geçiyor arkadaşları çocukla kameraman gittikten sonra. sinirleniyorum ama bir şey demiyorum çocuklara. o da sinirleniyor, bana dönüp" ne yaparsın abi? arkadaş işte." diyor. "haklısın abi." diyorum. susuyoruz.

    saat 7. servisler, arabalar yoldan geçmeye başlıyor. sıra da kalabalıklaşıyor ve arkadan yapılan baskı sonucu sıkışmaya başlıyor. sıranın yol kısmında en kenardayım. yoldan geçen yayalara ve taşıtlara bakıyorum. insanlar yarı küçümser, yarı şaşkın bir ifadeyle gülerek ufacık bir alana sıkışmış yüzlerce kişiye bakıyorlar. hepsinin surat ifadesi aynı, ayan beyan okunuyor yüzlerinden "şu gerizekalılara bak" ifadesi. ben de gülüyorum, gülme sebebimse sevginin hiçbir zaman tam olarak anlatılamayacak ve anlaşılamayacak oluşu.

    ikisi de fenerium ürünü montlar giymiş yaşlı bir amca ve 7 - 8 yaşlarında bir ufaklık geçiyor yoldan. " dede" diyor ufaklık "büyüyünce ben de bu abiler gibi sıraya gireceğim.". "koçum benim." diyor dede. tam o esnada göz göze geliyoruz. gülümsüyor torunundan duyduğu gururla, gözlerinden anlıyorum. ben de gülümsüyor ve ben de en az onun kadar gurur duyuyorum hiç tanımadığım o ufacık çocukla.

    saat 8. sıra kenardan girenler sebebiyle müthiş derecede kalabalık. nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde sıranın ortasına gelmişim. aynı anda 5 - 6 kişiyle temas halindeyim. bildiğin izdiham. yanımdaki birisi kafasını çevirip arkasındakine " kardeş adın ne?" diyor. "ali." diyor arkadaki. "benim de mehmet." diyor öndeki. "isim için düşünmeye gerek yok, çocuğun adını mehmet ali koyarız.". duyanlar onca sıkıntıya rağmen yarılıyor.
    röportaj veren çocuğun arkadaşları yanımda, muhabbet ediyoruz. "sabancı üniversitesi öğrencisiyiz aga." diyor. "senelerdir çoğu maça beraber geliyoruz. arkadaş sizin gruba girmiş bu sene biz de onunla beraber geldik.". tam o sırada bizden biraz uzakta olan arkadaşlarının bir tanesi çıldırıyor. bağırıyor avaz avaz. "yeter ulan! itmeyin artık! ne biçim insansınız? yeter!". birkaç saat önceki neşelerinden eser yok şimdi. susuyoruz.

    saat 9. sıkışıklık arttıkça artıyor. öyle ki insan ellerini cebine bile sokamıyor. birkaç kişi fenalaşıyor sıkışıklıkta, dışarıya çıkartılıyor hemen. polis defalarca aranmasına rağmen gelmiyor. "ekip yolda." deniliyor. trafik akıyor. ekip gelmiyor. amigolardan birisi yüksek bir yere çıkıp bağırıyor " arkadaşlar biraz geriye gidin, öndekiler çok sıkıştı." diye, biraz kıpırdanma oluyor ama değişen pek bir şey yok. fenerbahçe tribünlerinin tanınmış simalarından büyük alper sırayı düzenlemeye çalışıyor biraz sonra, kimse oralı olmuyor. uzun süre önce aranan polis hala yok. barikatlar patlıyor bu sırada ama hemen düzene koyuluyor patlayan yer. barikatın patlamaması gerekli çünkü bariyer patlarsa polis sırayı dağıtıyor. stad görevlilerinden birisi elinde koli bandıyla görünüyor. ikibine yakın insanın bulunduğu sıranın kenarındaki bariyerleri koli bandıyla bantlayarak sorunun önüne geçeceğini sanıyor. kenardaki 3 - 4 kişi kendisine yardımcı olup barikatı itiyor, görevli de bariyerleri birbirine bantlıyor. arkasını döndüğü anda tekrar patlıyor bariyer. o da boşverip kenara geçiyor ve rezilliği izlemeye başlıyor.

    saat 10. en kenardayım tekrar. nasıl buraya geldiğimi yine bilmiyorum. polis geliyor. 8 gibi aradığımız polis 10 gibi geliyor ve o müthiş alet "copu" kullanarak sırayı düzeltmeye çalışıyor. geriye doğru kaçan insan seline dayanamayan barikat yıkılıyor. ben de barikatın üstüne yıkılıyorum, benim üstüme de 4 -5 kişi yıkılıyor. belim barikatın köşesine denk geliyor. üzerimdekilerin baskısıyla barikatın köşesi belime giriyor sanki. önce üstümdekileri kaldırıyorlar, sonra beni. en son hep beraber barikatı kaldırıyoruz. barikat hepimizden önemli çünkü. barikat patlarsa polis gece yarısı girdiğimiz sırayı dağıtır.

    düştüğümü gören ve yüz ifademden canımın yandığını anlayan üniversite sorumlumuz yanıma geliyor ve soruyor "var mı bir şeyin?". "iyiyim abi." diyorum. canım yanıyor ama kimsenin moralini bozmak istemiyorum. "iyiyim." diyorum. 5 dakika geçmiyor, tufan amir ve ekibi bağıra çağıra, söve saya, sanki suçluymuşuz gibi muamele yaparak üstümüze doğru geliyor. sıradaki insanlar kaçışıyorlar. tam benim yanıma geldiğinde videonun sonunda görülen portatif barikatı kavrıyor ve var gücüyle bana doğru sallıyor. barikatın ayağı sol kaval kemiğimi sıyırıp sağ dizime geliyor. hayatım boyunca toplamda 5 kez gittiğim hastahaneye beni 2 defa götüren ön çapraz bağ yine sorun çıkarıyor. sırayı falan boşverip sekerek kenara kaçan arkadaşlarımın yanına gidiyorum. onlar bana ayağıma ne olduğunu soruyorlar, ben onlara iyi olup olmadıklarını soruyorum. kimisi cop yemiş, kimisi yumruk, kimisi tekme. herkes nasiplenmiş polisin insanlığından. düşünüyorum. bir taraf insan, diğer tarafta insan. hangimiz insan? kim insan? cevap bulamıyorum.

    saat 13. hepimizin morali bozuk, kenarda oturuyoruz. bilet alan 2 - 3 arkadaşımız var. izmir'den sırf bu maçı izlemek için için gelen arkadaşların ikisi bilet almışlar. seviniyorum. bu arada birkaç kez daha sıraya girmeye çalışıyorum. itiş kakış oluyor, ayaklarım ağrıyor. sırada duramıyorum, migosa gidip su alacak oluyorum. polis izin vermiyor. önümdeki 8 - 10 kişilik grubu da dağıtıyor polis. "siktirin gidin, şurda durun." diyor. elindeki copu sallayan bir başkası "yolla, yolla. birazdan gidip orasının da anasını sikeceğim." diyor. gidip tekrar kenara bir yere oturuyorum. kenardan gözaltına alınan insanlar olduğunu görüyorum.

    saat 14. herkesin morali bozuk, kimsenin ağzını bıçak açmıyor. tam o esnada beyaz bir araba genç bir çocuğa çarpıyor. ortalık karışıyor. çocuğu arabaya bindirdiklerini görüyorum. bu sırada bir arbede yaşanıyor. çocuğu bindirdikleri araba giderken polis coplarla arbedenin yaşandığı yerdeki insanlara saldırıyor tekrar. yine gözaltına alınan insanlar oluyor.
    polis tipe bakarak adam alıyor duyumları geliyor. atkıları çıkartıp sıraya giren arkadaşlardan bazıları bilet alıyor. bazı arkadaşlarım tekrar sıraya giriyor, ben çoktan vazgeçtim biletten. aynı yerde oturuyorum.

    saat 15. bir arkadaşım gelip "oğlum çok az bilet kaldı, gir sen de sıraya. belki alırsın." diyor. atkımı çıkarıp başka bir arkadaşıma veriyor, üstümdeki turkuaz polar gözükmesin diye de montumu giyiyorum. sıranın en arkasına gidip yerimi alıyorum. başka bir gruptan pankart boyarken tanıştığım bir arkadaşı görüyor ve onunla muhabbet etmeye başlıyorum. bu arada elini kaldırıp "beni alın." diyen bir çok kişiyi var etrafımızda. seçilenler bilet kuyruğuna giriyor. okuldan bir arkadaşım çekiyor beni, yan tarafa doğru görürürken "abi burdan da alıyolar, hem daha az kalabalık var burda." diyor. tam oraya geçtiğimde polisin biri beni işaret ederek "alın bunu." diyor. polisin "al bunu." demesinin ne anlama geldiğini bilen ben bir an afallıyorum, başka bir polisin "kıvırcık sen de gel." demesinden sonra neyin kastedildiğini anlıyor ve bilet kuyruğuna geçiyorum. kurbanlık hayvanlar gibi seçilerek girdiğim sırada dakikalar geçiyor, biletler azalıyor. sonunda önümde bir kişi kalıyor. bilet biter korkusu yaşıyorum. tufan amir, lokman amir ve birkaç kişi daha gişenin yanında duruyor, gülüşüyorlar. tufan amir "8 gibi mi geldik biz buraya? çok geç olmuş, şu biletler bitsin de gidelim. uğraştırdılar bugün yine." diyor. çıldırıyorum. aklıma onlar yokken bayılanlar geliyor. uçuşan coplar, tekmeler, yumruklar geliyor gözlerimin önüne. duyulan hakaretleri tekrar duyuyorum sanki. içimden bileti, maçı, her şeyi boşverip yüzüne tükürmek geçiyor. yetkili kişi, devlet adamı terbiyesizlik yapılmaması lazım. bize böyle öğretildi çünkü. kaldırılan öğrenci andındaki ilkemiz küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymaktı. içimdeki öfkeyi bastırıyorum. göz göze geliyoruz kendisiyle. bakışlarım hoşuna gitmemiş olacak ki bir şeyler söyleyecek oluyor. gözlerimi kaçırıp boynumu eğiyorum. suç işlemişim gibi. sanki suçlu benmişim gibi. orada işlenen suçu ben işlemişim gibi eğiyorum boynumu. biletimi alıyor ve çıkıyorum sıradan.

    saat 16. bilet kuyruğuna 4 arkadaşımız daha giriyor daha sonra. o arkadaşları bekliyoruz, sıra arkadaşlara geldiğinde bilet bitiyor. elimde bilet olması koyuyor o an bana. biletten çok hayvanlar gibi seçilmek koyuyor. salı pazarı'na doğru yürüyoruz. arkadaşlar okula gidecekler, beni de çağırıyorlar. "ben gelmeyeceğim abi, görüşürüz sonra." diyorum, canım fena yanıyor çünkü. bir an önce eve gitmek istiyorum. topalladığımı görmesinler diye düzgün yürümeye çalışıyorum, canım daha çok yanıyor.

    16.45 vapuruna zar zor yetişiyorum. oturuyor ve ayaklarımı uzatıyorum. ayaklarım zonkluyor. zar zor eve geliyorum. duş alıp bir şeyler atıştırıyor ve birileri konuya değinmiştir umuduyla sözlüğü açıyorum. lucianopavarotti* dışında konuya değinen yok. tufan amiri araştırıyorum, onunla ilgili bir şey de yok. uzun uzun yazmak istiyorum ama gözlerim izin vermiyor. "bugün düzen sağlayabilmek adına ana bacı küfür eden, önündekileri döverek hizaya getirmeye çalışan, kurbanlık hayvan seçer gibi seçim yapan kişiler, yıllardır insan içine çıkmamış çobanlar değil; bilet kuyruğunda asayişi sağlamakla görevlendirilmiş polislerdi." yazabiliyorum facebook iletime.

    tam yatacakken şu sayfadaki ilk yazıyı görüyorum. benden bahsediyor. o kadar çileden sonra sanki oraya ait değilmişim gibi, sanki kayırılmışım gibi anlatılmak canımı daha çok acıtıyor.

    maç mı? yenmek ve yenilmek bu işin içinde var. ben sadece çekilen çilelere değecek bir maç olmasını istiyorum.

    peşin edit: entrynin olayların üzerinden saatler geçtikten sonra girilmesinin sebebi yorgunluktur.
  • koyu bir beşiktaş taraftarı olarak, izninizle maça dair bir iki kelam etmek isterim.

    maça fenerbahçe hızlı başladı, özellikle sol kanattan dia ile çok etkili oldu, ekrem gibi cılız bir adamın bek oynatılmasında bunun etkisi oldu. bana sorarsanız, 14. dakikada ekrem dağ'ın üçüncü sert hareketinden sonra, hakemin ikinci sarı kartını göstermesi gerekirdi. ama hakemlerimizin hastalığı işte, dakikalar ilerledikçe kartlar çıkmaya başlıyor.

    fener etkiliydi ama, ancak top o üç direğin arasından geçti mi gol oluyor. neyse ki beşiktaş, maçın ilk çeyreğini fazla yara almadan sadece bir gol yiyerek atlattı. ayrıca bu evrede, beşiktaş'ın ataklarındaki organizasyon noksanlığı, dikkatinizi çekti mi bilmem. sonrasında ise, beşiktaş'ın daha etkili olduğu dakikalar başladı ve ekrem'in güzel şutunda beşiktaş eşitliği yakaladı. arkadaş, top ekrem'in ayağındayken "vurma lan!" diyenlere sözüm: lan hiç anlamıyorsunuz futboldan. adam halısahada zorunluluktan bek oynamıyor ya. neticede türkiye birinci liginin bir futbolcusu, profesyonel futbolcu. o kadar uygun pozisyonda elbette ki vuaracak, düzgün bir vuruş çıkarmak için öyle müsait pozisyonda simao olmak gerekmiyormuş demek ki. tebrik ediyorum ekrem'i, kendine güvendi vurdu, kaleci de çıkarabilirdi, auta da gidebilirdi, ama top güzel güzel yere gitti, çok da güzel bir gole imza attı.

    ikinci yarıya beşiktaş golle başlayıp, skoru 2-1'e taşıyınca, fenerbahçe'de işler karıştı, üst üste pozisyonlar verdiler. ama dedim ya, pozisyon önemli değil, önemli olan topun direklerin arasından geçmesi. bu sefer de şanslı taraf fenerbahçe idi.

    gelelim ferrari'nin lugano'yu indirdiği, penaltı itirazlarının geldiği pozisyona. bu ikili zaten maç boyunca itiştiler, kameralara da yansıdı bu durum. zaten derbi maçında, bu tarz ikili mücadelelerin çokluğu normaldir. ancak, dikkatinizi çektiyse, hakem böyle ceza sahası itişmelerinde, atış öncesinde futbolcuları uyarma gereği hissetmemiştir. bu, cüneyt çakır için eksi bir puandır bence. hakemin de bu zaafından ferrari faydalanmıştır, cüneyt çakır da fenerbahçe'nin net penaltısını es geçmiştir.

    madem sözü geçti hakeme de değinelim: cüneyt çakır kötü bir maç yönetti. ancak, taraftarlığı bir yana bırakıp, gözüm ve aklımla, verdiği kararları incelediğimde, ben hakemin taraflı bir maç yönettiğini düşünmüyorum. bazen takdir haklarını fenerbahçe, bazen de beşiktaş lehinde kullanmıştır, istikrar yakalayamamıştır. ama takdir hakkını bir takımdan yana 3 diğer takımdan yana 4 kez kullandı diye de, insanı nasıl taraf tutmakla suçladığınızı anlamıyorum.

    gelelim penaltı pozisyonuna: son zamanlarda fevri hareketlerin, beşiktaş'ta can yaktığını görüyoruz. bundan hayata dair bir ders çıkarmalıyız derim ben. bir anda kontrolünü kaybeden ibrahim üzülmez kendini, matteo ferrari ise takımını yakmıştır. bu insanlar profesyonel futbolcudur, dünya kadar da para almaktadırlar, bu da demek oluyor ki, o kadar ucuz bir şekilde tahrik olmamaları, yok eğer oluyorlarsa da bunun bir takım yaptırımları olması gerektiğini de kabul etmeliyiz maalesef.

    ferrari'nin atılması ve fenerbahçe'nin skoru 2-2'ye taşımasıyla ibre fenerbahçe yönüne döndü. beşiktaş yine de oyunu son yarım saat boyunca tutabilirdi, ancak olmadı. ayrıca takımda bir yedek stoperin bulunmayışını anlamak mümkün değil. sivok yabancı sınırlamasına takılmıştır, ancak bence dışarıda bırakılması gereken ya bobo'ydu (çünkü bir tane santrforun var ama yedekte iki tane tutmanın anlamı yok, nobre yeterliydi) ya da fernandes'ti. (çünkü sivok stoper oynayabildiği gibi, acil bir durumda fernandes kadar olmasa da ortasaha oynayabilecek bir oyuncu). bernd schuster'in bu konuda daha uyanık olmasını beklerdim. yedek kulübesinde her mevkide oynayabilecek oyuncun olmalı.

    neyse, fener inönü'de dört tane gol atmıştır, onları tebrik etmek istiyorum. bazıları ortaya ferrari'nin atılmasını mazeret olarak atacaktır ama, bunlar futbolun içinde olan şeyler, işte maçlar böyle bir anda kazanılıp kaybediliyor, hayat da böyle, bir anda her şey tersine dönebiliyor. tabii bakıp da insan ders çıkarmalı işte...

    ben kendi adıma çok zevkli bir maç izledim, maç gitti geldi yine gitti. ne yapalım, artık bir dahaki sefere kazanırız diye umuyorum. her maçı kazanacağız diye bir kaide yok, zaten öyle olsa, her maç farklı kazanılsa futbolun zevki kalmaz ki. biraz stres, cefa her taraftara lazım. rahat bir şey izlemek istiyorsanız, sinemaya gidin, tiyatroya gidin, maça değil.

    son olarak da, lafım, maçı izlediğim kahvedeki yanımda oturan bir tanıdığıma (arkadaşım demek istemiyorum). maçın skoru 2-1 olduktan sonra, "fener kocasını buldu" ve benzeri yorumlarıyla, üzerine giydiği formayı kirleten, taraftardan önce insan olması gerektiğini unutan, fenerli beşiktaşlı karışık bir şekilde, herkes medenice maç izlerken, arkadaşlarını rencide eden bu adamı, buradan kınamak istiyorum, ama zaten fenerbahçe aldığı skorla gereken cevabı kendisine vermiş, arkadaş da kös kös evinin yolunu tutmuştur.
  • fenerbahçe'nin kazanarak 48 puan ile liderliğe yükseldiği maç.

    alex yine küçük takımlara karşı iyi oynadığını gösterdi.
  • --- spoiler ---

    kral çetenin ağzına sıçtı.

    --- spoiler ---
  • fenerbahçe'nin (matteo ferrari'nin yadsınamaz katkısıyla da olsa) bileğinin hakkıyla kazandığı maçtır. burasını kabul etmek lazım. adam resmen dost kazığı attı takım arkadaşlarına. ama beşiktaşlı arkadaşların taaa nicolas anelka'nın sağdan yardırıp cordoba'yı avladığı ve tuncay şanlı'ın 90+4'te tribünleri susturduğu inönü'deki meşhur maçtan beri hakem diye ağlamaları artık klasik haline geldi. yahu adam dirsek attı amk! daha ne bekliyorsunuz ki siz? yok gökhan gönül atılmamış da, yok lugano oyunculuk yapmış da falan filan. sen sinirine hakim olamayıp dirsek atarsan karşındaki adam bunu kullanır. hatırlayın euro 2000'deki 24 haziran 2000 portekiz türkiye maçını. alpay özalan dayanamayıp bi tane geçirmişti o maçta fernando couto'ya ve couta sanki üzerine parça tesirli bomba gelmiş gibi kıvranmıştı. evet, couto'ya sövdüm, ama alpay'a diyecek laf bulamadım; zira o dönemde ortaokul talebesi olduğumdan küfür dağarcığım alpay'a olan o anki sinirimi anlatacak kadar geniş değildi. yani benim gözümde couto yüzde 10 suçlu ise alpay yüzde 90 suçluydu. şimdi bu maçta lugano yere yattıysa bunun sorumlusu tamamen o mu? ne yani, lugano gelip "abi pek sert vuramadın, bi daha vur da içinde kalmasın" dedikten sonra hiç bi şey olmamış gibi ayakta mı kalacak? tabii ki bunu kendi lehine çevirir, sonuçta rakip oyuncu onun eline koz vermiş dirsek atarak.

    artık beşiktaş taraftarı yıllardır her fener maçı sonrası ağlamayı adet haline getirdi. kendileri kazanınca maç dürüst yönetiliyor, hakem 10 numara, mevsim bahar. hele ki fenerbahçe galibiyet alsın. anında bok atacak birileri mutlaka bulunuyor. ikinci yarı ferrari atılmasa maçın 4-1 olacağından falan bahsedilmiş. şaka mısınız ya? fenerbahçe'nin ilk yarıda atamadıklarıyla sizi beşlik yapmadığına dua edeceğiniz yerde hala dirsek atan oyuncuyu görmeyip klasik hakem bahanesi üzerinden fenere saydırıp ego tatmini peşindesiniz. yenilgiyi kabullenin artık. bu bir erdemdir. you got it?

    anlamadığım bir nokta ise şu: lugano rakibe sert giriyor, çirkef oluyor. dirsek yiyor, gene çirkef oluyor? kuzum sizin zorunuz mu var aklınızdan? ferrari'ye (o da mecburiyetten, utanmamazlık da bi yere kadar tabii) dirsekten dolayı iğne batırılırken dirseği yiyene çuvaldız acımasızca dürtülüyor. bu mu sizin adalet anlayışınız? adil lig istiyoruz diye kıçınızı yırtarken adillikten kastınız bariz kırmızı kartlık bir harekette bulunan oyuncuyu ufak tefek eleştirilerle geçiştirip faule maruz kalanı çirkef diye suçlamak mı? aynı dirseği lugano bugün atsa herhalde "taksim'de sallandıralım!" deyu ferman çıkarılırdı. sizi gidi yağmur nereye yağarsa tarlayı oraya çeken uyanık çiftçiler sizi!

    bu arada, luganocum son sözüm sana. bak abiler ne diyor, dirsek yesen bile "abi buraya da at" diye öbür yanağını çevireceksin. ayıp yaptığın. cık cık.

    --- spoiler ---

    dirsek atana elsiz gerek
    anana küfredene dilsiz gerek
    stoper hırssız gerek
    sen stoper oynayamazsın.

    --- spoiler ---
  • schuster'in verdiği maç,
    ferrari'nin verdiği maç,
    almeida'nın verdiği maç,
    hakemin verdiği maç.

    20 yıldır fenerbahçe-beşiktaş maçı izliyorum. birçoğunda fenerbahçe kazandı. ama beşiktaşlı arkadaşlara göre hiçbirisini fenerbahçe almadı. güzel kafa valla. mis.

    25. dakikadan beri beşiktaş domine etmişmiş. ulan dia denilen adamın birazcık son vuruşu olsaydı bu maç ilk devre tatil edilirdi. 35-60 arası fenerbahçe'nin bir anlık geri yaslanışı sonucu topa sahip oldu beşiktaş o kadar. sadece 1 pozisyon var, o da çok ani bir kontra-atak ile geldi. fenerbahçe'nin oynadığı oyuna kontra-atak futbolu diyenlerse dia'nın şutunun direkten döndüğü pozisyonu izlesinler de organizasyon görsünler. kırmızı karttan sonrasına hiç girmiyorum. alex'in aurelio, nobre ve rüştü hatrına takımı geri çekmesine dua etsin bence bu yirmibeşmilyonluk camia.

    daha önce de yazmıştım, bjk duruşu şöyle bir şey:

    maçtan önce: sikicez sokucaz guti q7 allaaah.
    maçtan sonra. ferrari kırmızı görmese yenerdik, bobo oynasa yenerdik, hakem o faulu verse yenerdik, rıdvan o yorumu yapmasa yenerdik.
  • fenerbahce fiyapi inonu stadinin yenileme calismalarini bu macla borulari doseyerek baslatti. hayirli ugurlu olsun.
  • ferrarinin penaltı pozisyonunu göre göre hakemin fenerbahçenin tarafını tuttuğunu söyleyebilecek futbol bilgisi yoksunu beşiktaşlıların varlığını gösterecek maçtır.

    beşiktaş duruşunuzu yerim sizin.

    edit: ben entryi girerken göstermiş bile, hem anlamayıp hem konuşuyosunuz ya, dingil eksikliği yaşamıyoruz sayenizde.
    z.ö.edit : hemen zamanın ötesine, hem futbol bilmiyorsunuz hem de hazımsızsınız.
    edit 3 : ağla melis ağla açılırsın 2-4
  • eğer cüneyt çakır biraz yürekli olup ferrari'nin lugano'yu gözlerinin önünde yere yapıştırmasına penaltıyı verebilseydi çok daha güzel bir maç izlemiş olacaktık. zira o zaman maç beşiktaş 11 kişi iken 2-2 olacaktı, ferrari muhtemelen ceza sahasında bir daha saçmalamaya cesaret edemeyecekti ve son bölümüne onbire onbir ve 2-2 girilen şahane bir maç izlemiş olacaktık. cüneyt çakır'ın bu hatasının üzerine ferrari tüy dikerek canım maçı piç etti diyebiliriz. ferrari'nin hareketi o kadar embesilce ki, pozisyonu biraz dikkatli izleyenler görmüştür, o pozisyonda seken top guti'ye doğru geliyor ve arkada çok derin bir boşluk ve rahat bir pozisyonda bir beşiktaşlı futbolcu var. yani o hareketi yapmasa beşiktaş bir kez daha volkan'la karşı karşıya kalacak.
    hiçbir aklı başında beşiktaş'lının bu maçta yenilgiyi cüneyt çakır'a bağlayabileceğini sanmıyorum. çakır ekrem'i atması gerektiği halde oyunda tutarak ve lugano'ya yapılan ilk harekete penaltıyı vermeyerek beşiktaş lehine çok önemli hatalar yaptı, verdiği penaltının da su götürmeyeceği ortada.
    bir tek şu soru olabilir, penaltıya yol açan dirsekten önce faulü lugano yapıyor. bu doğru olabilir, ancak çakır orada oyunu devam ettirerek doğru bir şey yapıyor çünkü beşiktaş kontratağı doğmak üzere. ve akabinde anlaşılmaz olanı yapan ferrari orada maçı bitiriyor. burada lugano'nun yaptığı harekete çirkeflik veya provokasyon demek için ise schuster kadar çirkef olmak lazım, zira lugano'nun o pozisyonda centilmenlik dışı hiçbir hareketi yok.
    neticede, matteo ferrari'nin sorumsuzluğunun fener'e hediye ettiği maç oldu, fenerbahçe'nin şampiyonluğa inancı iyice güçlendi.
hesabın var mı? giriş yap