• zamanında 3 kıtada * * * da sadece adı bile korku salmaya yeten askeri birlik
    yaşanan ve tarihteki yerini alan şöyle bir de olay vardır :

    osmanlı imparatorluğu'nun güçlü olduğu dönemlerde, almanya'nın mülhaym şehrindeki ren nehrinin bir yakasında almanlar, öbür yakasında da fransızlar oturuyordu.

    fransızlar, her sene nehrin almanlardaki kısmına geçip mahsulün tümünü toplayıp götürüyorlardı. o sıralar, birliğini temin edemeyen güçsüz almanlar ise buna fazla ses çıkaramıyorlardı tabiî. her sene böyle olunca çareyi osmanlı sultanına durumu yazıp, imdat istemekte bulurlar. mektupta şöyle denmektedir:
    "fransızlar her sene bize zulmediyor, mahsulümüzü elimizden alıyorlar. siz ki, dünyaya adalet dağıtan bir imparatorluğun sultanı, islamiyet’in de halifesisiniz. bizi şu zulümden kurtarın. asker gönderin. ürünlerimizi bu sene olsun toplama imkanı sağlayın."
    gelen yardım isteğini inceleyen padişah asker göndermeyi gerekli görmez; yalnızca asker elbisesi göndermeyi kâfi bulur ve cevabı bir mektupla beraber içi askeri elbise dolu üç çuval yollanır. şaşkına dönen almanlar, çuvalı alıp mektubu okurlar:
    "fransızlar korkak ademlerdir. onlara yeniçeri göndermemize gerek yoktur. yeniçerimizin kıyafetini görmeleri kâfidir. çuval içindeki osmanlı askerinin elbiselerini adamlarınıza giydirin. mahsul zamanı, nehrin görülecek yerlerinde dolaştırın. karşıdan gören fransızlar için bu kâfidir."
    bağ bahçe sahipleri hemen osmanlı askerinin kıyafetini kapışırlar. hasat vakti büyük bir heyecanla yeniçeri kıyafetinde, nehir kıyısında dolaşmaya başlarlar. ertesi gün, karşıdan gelen haber, almanların sevinç çığlıkları atmalarına sebep olur:
    "osmanlılardan imdat geldiğini düşünen fransızlar, korkudan köylerini de terk ederek iç kısımlara doğru kaçmaktalar. mahsulünüzü rahatça toplayabilirsiniz. zulüm sona ermiştir."
    bu olay, mülhaymlı'ların gönüllerin de taht kurmuştur. giydikleri yeniçeri kıyafetlerini, daha sonra mülhaym'a bağlı karlsruhe müzesine koyup ziyarete açarlar.
    şehrin en yüksek binasına da osmanlı bayrağı asarlar. ayrıca, halen olayın yıldönümünde de şehirde bir karnaval düzenleyip hadiseyi temsilen kutlarlar.
    bu olay osmanlı'nın sadece bir yeniçeri kıyafetiyle almanlar'ı fransızlar'ın elinden ve talanından nasıl kurtardığını gösteren maziden
    elmas bir tablo olarak kalmaktadır.

    (bugün gelen bir e mailden edit edilerek eklenmiştir)
  • yeniçerilerin direkt padişah korumalığı yapan ve savaşta padişahın yanında bulunan süper elit birlikleri arasında, kafayı tümüyle tıraş edip yalnızca tepede uzun bir perçem bırakma adeti vardı.
    bu işlem, nefer muharebe meydanında kelleyi kaybederse biri kafayı yerden kolayca alabilsin ki beden kafasız defnedilmesin diye yapılırdı.

    bu hususta daha işveli bilgiler edinmek isteyen okur godfrey goodwin'in "yeniçeriler" adlı kitabını da göz atsa yeridir.
  • yeniçerilerin yaşam tarzı hakkında bilgi sahibi olmak için yabancı tarihçiler yerine yalnızca bilumum türk tarihçisine başvurmak doğru bir tavır değildir. bilimsel kaynak bilimsel kaynaktır. özen gösterilmiş her çalışma kıymetlidir. şüphesiz türkçe ve osmanlıca biliyor olmak avantajlıdır, ancak bu özellikleri taşıyan nice kimsenin yazdığı ve asla ciddiye alınmayan nice hödük eserin varlığı sabittir. türkçe'nin en kapsamlı etimolojik sözlüğü halihazırda bir avusturyalı* tarafından yayımlanmış olup, osmanlı kroniklerinin yüzyıllarca yalnızca masal anlatmış bulunması tarihi magazin olmaktan çıkartıp bilim haline getirmek isteyen türk tarihçilerinin öncelikle dukas, hammer, babinger, edwards, braudel gibi ecnebi müelliflerin izinden gitmesini zorunlu kılmıştır. bu insanların çabaları sayeside ayağa kalkabilmiş osmanlı tarihi (bilimi!) bugün de elbette uluslar ve disiplinlerarası paylaşımdan uzak durmamalıdır. lombard tarihi çalışan bir italyan bilginin osmanlı tarihçisinden yardım alması bu doğal bağın sonucudur. bütün bunlardan godfrey goodwin'in süper bir tarihçi; murat bardakçı'nın ise bir hödük olduğu neticesi çıkartılmamalıdır!

    diğer yandan, yaşama ecnebi olarak başlamış fakat sonra devşirilerek yeniçeri edilmiş bir tanığın yeniçerilik müessesesine ve osmanlı devleti'ne bakışını merak eden olursa, milliyeti belirsiz (sırp ya da polonez) olan konstantin mihailoviç tarafından 15.yüzyılın sonunda yazılmış ve dilimize kemal beydilli eliyle çevrilmiş "bir yeniçerinin hatıratı" adlı eseri okumalıdır.
    bir solukta okumaya çalışanın götü patlayabilir.
  • fransiz saray kayitlarindan olusan osmanli imparatorlugu tarihi isimli kitapta yenicerilerin dogusu soyle anlatilir:

    donemin padisahi murat hudavendigar yeniceri ordusunu olusturan devsirmeleri bir araya getirmis ve bektasi'ye orduya isim vermesi ve de hayir duasi etmesi icin gondermistir. bektasi orduyu hep muzaffer olun tadinda kutsadiktan sonra elini yenicerinin basina koyarak onlara yeniceri adini vermistir. yenicerilerin taktigi baslik bektasinin cuppesinin yenini temsil eder.

    ayrica yeniceriler kaderde yazildiktan sonra olumun kacinilmaz olduguna inandigi icin koruyucu zirh giymezlerdi. bu sebeptendir ki hafif ve atak bir ordudur yeniceri ordusu. ne yazik ki age of empiresda iki tokatta olur yeniceri askeri (son cumle saray kayitlarina gecmemistir).
  • ölüme doğru koşmak ! (seğirdim)
    yeniçeriler saldırı yani seğirdim emrini aldıklarında mehter bütün gücü ile hucum marşını çalmaya başlar ve davullar giderek hızlanan bir ritmde vururdu..sonra flamalar sancaklar kaldırılır hep beraber bir gulbank okunurdu.bu duaya " gulbang-ı cenk" ya da "gulbang-ı muhammedi" adı verilirdi.
    bu gulbangın sözleri cephedeki askerin psikolojisini hakkında ipuçları verir.açık ve yakın bir ölüm tehlikesi karşısında ettikleri bu dua bektaşi terminolojisi ile yakından alakalıdır.

    bismi şah! allah allah !
    derviş-i dervişan, makbul-ü makbulan
    baş üryan,sine püryan,dide al kan
    yezide kan kusturan
    göğüs kalkan,arslan pençesinden kelle kurtaran
    bu meydanda nice başlar kesilir, olmaz soran
    mucizat-ı fahr-i cihan
    kerem-i şah-ı merdan
    bi-hürmeti abdalan
    pirimiz, hünkarımız,, tac-ül arifin, gavs-el-vasilin
    hacı bektaş-ı veli şah-ı horasan
    hınzırdır , mel'undur,münafıktır yezidle mervan
    la en allahü yezide ve ala kavm-i yezid
    rahmed ber can-ı şehid!
    allah yoluna ,muhammed kavline,ali uğruna
    oniki imam katarın,pir gayretine !
    dem-i pir,kerem-i evliya,gerçeklerin demine
    hu diyelim
    huuu..!

    (açıklaması: bism-i şah allah allah ! ey dervişler içinde dervişler ! ey makbuller içinde makbuller !
    işte geldik başlarımız çıplak, göğüslerimiz açık,gözlerimiz al kanlar içinde !
    bizleriz yezide kan kusturan ! bizlerizkalkan edip göğüslerini arslan pençesinden kelle kurtaran!
    biliriz kesilecek nice başlar bu meydanda ! biliriz gelecek kimse yoktur halimizi sormaya !
    dua edelim, dünyanın erdemi muhammedin mucizeleri için,
    kahramanlar şahı ali'nin keremi için !
    abdalara tüm saygımızla dua edelim!
    dua edelim pirimiz hünkarımız bilgelerin tacı; gerçeğe varmışolanların önderi horasan şahı hacı- bektaş-ı veli için
    andolsun hınzırdır, lanetlidir, kötüdür,yezid ile mervan
    lanet olsun yezide ve yezit kavmine !
    rahmetler olsun şehitlerin ruhlarına !
    allah yoluna ! muhammed sözüne ! ali uğruna!
    oniki imamın katarı ve pir gayretine !
    pir'in demine, velilerin keremine, gerçeklerin demine !
    hu diyelim !
    hu ! )

    bu gülbank okunduktan sonra yeniçeriler kesintisiz bir duvar şeklinde düşman saflarına doğru koşmaya başlarlardı.ölümle yüzleşmeden saniyeler önce okunan bu gülbank ile kendilerini allah tarafından sevilenlerin içinde ,dervişler içinde dervişler olarak gördükleri anlaşılıyor.
    çünkü allah, muhammed ,ali, oniki imam ve pir hacı bektaş için savaşmakta olduklarına inanıyorlardı.
    `"biliriz kesilecek nice başlar bu meydanda ! biliriz gelecek kimse yoktur halimizi sormaya !" derken devşirme olduklarını ve köksüz olduklarını ve onu bu dünyaya bağlayan bağlar olmadığını ima etmektedir.
    ne anne-baba ne kardeş ne de eş ne de çocukları vardır onun !

    öte yandan "baş üryan,sine püryan,dide al kan" ( başlarımız çıplak, göğüslerimiz açık,gözlerimiz al kanlar içinde ! ) ifadesi de yeniçerinin sembolik olarak öldüğü ve yeniden doğduğu bektaşiliğe giriş töreni yani ikrar ayinine yapılan bir göndermedir. (bkz: ikrar vermek)

    bektaşi yeniçeri savaş alanında ihtiyaç duyduğu anda elinde zülfikar'ı ile hz.ali'nin ve üçlerin-beşlerin-yedilerin-kırkların silahlarını kuşanarak ona yardım edeceğine inanıyordu.eğer savaş alanında ölecek olursa tanrı'nın güzelliğinin (cemal-i hakk) kendisine görüneceğine ,ve onu dört kapı kırk makamdan geçirerek yol'da son aşama olan müşahade yani hakkın cemaline şahit olma makamına doğrudan ulşacağına inanıyordu.

    erdal küçükyalçın (turnanın kalbi-yeniçeri yoldaşlığı ve bektaşilik)
    (bkz: copy paste değildir ben dikte ettim)
  • 1527 yılında, birundaki mevcutları 7886 kişi olup, toplam aldıkları maaş 14,423,398 akça imiş.

    benim dikkatimi şu çekti: sayısı 1993 adet olan sipahi oğlanlarına ise, 14,509,398 akça maaş ödenmiş.

    kabaca bir yeniçeri 1829 akça maaş alırken, bir sipahi oğlanı 7280 akça maaş alıyormuş.

    acaba yeniçeriler bu 4 kat farka bozuluyorlar mıydı?

    ***
    halil inalcık, doğu batı makaleler 2.
  • ortaçağ savaşlarında 10.000 + 1000 yabancı savaşçı sınırlaması bulunduğundan (savaşa 10.000 lejyonerle başlanabilir, bunların bin tanesi öldüğünde yerine yeniler savaş meydanına alınabilir) osmanlı ordusu ecnebi gençleri küçük yaşta yeniçeri altyapısına dahil eder ve 5 senelik eğitimin ardından osmanlı statüsünde kullanırdı. yeniçeri ocağında yükselmek için güç, cesaret ve palabıyık sahibi olmak ön şartlar olarak belirlenmiştir.
    (bkz: devamlı kendi mesleği ile ilgili entry girmek)
  • osmanlida yasamlarini biyik birakmakla ve kazan kaldirmakla geciren, padisah kabiz olunca bile bahsis isteyen askerlere verilen genel ad
  • türk halkı cüneyt arkın filmlerininde etkisiyle yeniçeriyi kırmızı urbalar giyen, kafasında kocaman keçe külahlı, elinde kılıcı ya da çakaralmaz tüfeği olan tipler olarak bilir ama gerçekte bu modeli çizilen yeniçeri yeniçeri oluşumunun "ateşli silahlarda müsellah" adlı ortasıdır yani yeniçerilerin içinde bir koldur, yeniçeri topluluğu toplam 3 savaşçı ortadan oluşmaktadır. ilk kurulanları "zırhlı nefer" ve "kesici silahlarda müsellah" adlı ortalardır daha sonra ateşli silahların ortaya çıkması ile "ateşli silahlarda müsellah" ortasıda yeniçeri topluluğu bünyesine eklenmiştir. zırhlı neferler baştan aşşağı zırh kuşanırlar* * * * ,kalkan taşırlar ve birincil silah olarak kargı yedek silah olarak yatağan ve küçük baltalar kullanırlardı(tip olarak bir miktar mehter takımında kös çalanın yanında duran o iki tipe benzerler). "kesici silahlarda müsellah" ortası ise zırh giymez ve birincil silah olarak ok ve yay kullanırdı. "ateşli silahlarda müsellah" adındanda anlaşılacağı gibi ateşli silahlar kullanırdı. yeniçeri topluluğunun 18. yüzyıla kadar bu denli başarılı olmasının en önemli sebebi yerleşik bir askeri kurum olmasıdır; yani tımarlı sipahiler ya da avrupadaki herhangi bir ordunun neferi eline silah verilmiş çifçi iken (hariç şövalyeler) yeniçeriler savaşmak için yetiştirilen fanatik askerlerdi, bir venedikli istanbulu ziyaretinde yeniçerilerin talim yerine rastlamış yeniçeri askerleri için şunları söylemiştir "benim ülkemde bir asker bir tüfeği iki eliyle zor kaldırıp nişan alıp doğru dürüst atış yapamazken sizin askerleriniz daha büyük tüfeği tek eliye tutup nişan alıp istediği hedefi vurabiliyor". 18. yüzyıldan sonra avrupada merkezi ve düzenli ordulara geçiş başlayınca yeniçeriler üstünlüklerini yavaş yavaş yitirmeye başlamışlar en sonunda da hayırlı olay ile tarih sahnesinden silinmişlerdir.
  • birazdan belirteceğim düşüncenin kaynağını hatırlamadığımı ve bir yerden apartılmış olduğunu söyledikten sonra bu kavramın günümüzdeki bir uyarlamasını burada vermekte bir beis görmüyorum.

    modern yeniçeriler...
    (kaynağı bir gören, bir bilen varsa iletsin, buraya not düşelim)

    şimdi efendim malumunuz dünyanın pek çok gelişmekte olan ülkesinde (!) olduğu gibi türkiyede de amerika kıtasına doğru bir yüksek öğrenim (öğretim kelimesi özellikle kullanılmadı efem) akışı var. nasıl oluyor bu: devlet senin benim paramdan bir kenara ayırıyor, çeşitli isimler altında (yök bursu, meb bursu vs), başarılı olduğunu ve/ve ya olacağını düşündüğü insanlara burs veriyor, git oku diyor amerikada. al adamların ilmini, fennini, gel burda çalış, çocuklarımıza öğret öğrendiklerini. buraya kadar bir sorun var mı? bir değil çok sorun var bana sorarsanız da, o buranın tartışma konusu değil. neyse. ne diyoduk?

    şimdi şu başta söylediğim ve bir yerden arakladığım düşünceye göre aslında bu insan akışı tek yönlü bir talebin neticesi değil. aslına bakarsanız öyle ama bu talep gelişmekte olan ülkelerin değil direkt olarak eğitimi veren ülkenin talebi. yani karşı taraf diyor ki; gönderin bana başarılı adamlarınızı, ben onları eğiteyim. peki bunu niye yapıyor?

    -bu öğrencilerden aldığı harçlar mı?
    -paylaşımcı bir bilim anlayışı mı?
    -gerçekten bu zihinlere ihtiyacı olduğundan mı?
    -ucuz iş gücü?

    vs.vs. hepsi, bir kaçı ya da hiçbiri. ama şu modern yeniçeriler kavramını ortaya atan adamlar başka bir neden olduğunu söylüyorlar.

    aldığı öğrenciler aracılığı ile kendi ekonomik ve sosyal sitemini gelişmekte olan ülkelere empoze etmek... (bunu niye yapsın ki şeklinde bir tartışmaya gerek yok sanırım)

    eğitip gönderdiği adamlar, en basitinden anglosakson üniversite anlayışını döndükleri ülkelerde yaymaya çalışan ve öven birer nefer olabiliyorsa, ne mutlu onlara. tıpkı osmanlıda olduğu gibi, senden olmayan insanları al, devşir ve kendi öz kültürlerine karşı saldırt. hem de birer savaş makinası haline getirdikten sonra. ve dahası bunu yapmakta gerçekten başarılı olanları da kendi bürokrasinde üst katmanlara taşı. çünkü mevcut sistemini onlardan daha iyi savunabilecek ve sahip çıkabilecek bir silah zor bulursun.

    modern yeniçerilerimize yaptığımız ya da yaptıkları şey de biraz bu değil mi?

    adam gitsin senin benim paramla okusun. okusun eyvallah, adam gibi okuyorsa benden yana helal-i hoş olsun, bir kaç sene daha kalsın. ama döndüğünde aldığı eğitimin ne denli eşsiz bir sistem üzerine dayandırıldığından dem vurup, biz de onlar gibi olabilmek için o sistemi uygulamak zorundayız dediği zaman bu kardeşiniz zivanadan çıkıyor. o sözünü ettiği sistemin işleyebilmesi için binlerce kilometre uzakta ve alakasız topraklarda açlığa mahkum edilen insanları göz önünde bulundurmadan biz de onlar gibi olmalıyız dediği zaman sokayım senin bilimine de ilmine de diyorum. sonra sinirleniyorum. sonra...
hesabın var mı? giriş yap