• sürekli savaşmanız gereken...

    savaşıyorum. sekiz aydır, her saatimle, her dakikamla, her anımla savaşıyorum.

    132 kiloyla 8 ay önce onlarca hastalıkla çıktığım yolda, şimdi 77 kiloyum, sağlıklıyım. halen rejimdeyim ve aşağı yukarı 10-12 klo kaldı verilecek. bu süreçte vücudum çökmesin diye tarihin görüp görebileceği en iyi doktor/larla çalıştık. şükürler olsun ki vücudum bu baskıyı ya da birden hafiflemeyi tıbbi olarak kaldırabildi ama beyin öyle değil.

    içime saplanıp kalmış çok büyük bir korku var ki; yeniden kilo almak.
    geçen gece rüyamda (8 aydır ilk defa) cola içtim. rüyamda bile garipsediğim şey cola içiyor olmamdan öte cola'nın diet ya da zero olmayışıydı. buna hayret edişimdi. rüyamda bile, bilinçaltımda bile nasıl bir baskılanma olduğunu düşündüğümde hayrete düştüm.

    biraz önce 8 aydır ilk kez steakhouse kokusu duydum yoktan yere. gözlerimi kapattım ve neye benzediğini düşünmeye çalıştım. üzerinde erimeye yüz tutan peyniri, etin lezzetini, kokusunu... tanrım o kadar güzeldi ki! sonra ağladım bunu düşündüğüm için. kendimi aşağıladım. aslına bakarsanız şunları yazarken hala ağlıyorum. günah işlemiş gibi. oysa sadece düşündüm.

    yeme bozukluğu sadece önünüzdeki yemekle ilgili değildir. aklınızdaki yemekle neyin boşluğunu doldurduğunuzla ilgilidir. yemek yeme bir aktivite olarak hayatınızda o kadar önemli ve destek bir yer tutar ki; bu hayatınızdan çıktığında doldurmanız gereken koca bir boşluk olur. bir bağımlının madde kullanımını bırakması gibi. benzetmem biraz abartılı gelebilir ancak yeme bozukluğu (en azından benim bahsettiğim kısmı) tam bir bağımlılıktır. tam üstesinden geldiğinizi sandığınız anda, bilinçaltı oyunları başlar. atlatmanız gereken değil, çözmeniz gereken bir mevzudur.

    türkiye'de ne yazık ki yeme bozukluğu konusunda uzmanlaşmış çok fazla psikiyatr yok. en iyilerinden birini tanıyorum lakin ona verecek param da yok. bu da demek oluyor ki; si si kendim halletmek zorundayım. bilincimi ve de altını karşıma koyup "kardeşim akıllı ol." demek zorundayım. ancak zor...

    o dandirik besinler sayesinde salgıladığın serotonin, endorfin bir daha asla aynı seviyede salgılanmayacak. (madde bağımlısı olmadığın ya da adrenalin basmadığın sürece). takviye ilaç desen (prozac vs) alamıyoruz zira ilaç alımı rejim dönemi ve sonrasında son derece kısıtlı. yine yeterince besin alınamadığı için (özellikle demir) ve serotonin salgılayamadığın için hayvani başağrıların, migren atakların oluyor.

    işin en kötü yanı da herkkesin seni bir peri masalında zannetmesi. eyvallah hastalıklarım geçti, binlerce şükür. zayıfladım, taşa yakın bir durumdayım, ona da eyvallah lakin kafam bozuk. kafa tırttı dostum. buna yapacak pek bir şey yok ne yazık ki.

    eline aldığın her paket yiyeceğin önce kalorisine bakıp yediğin kadarının kalorisini saymak, rüyalarında bile vicdan azabı çekmek, sürekli seni tetikleyecek başka unsurlar olması. sürekli, sürekli bitmeyen bir savaşın içinde olmak...

    en özendiğim kişilik yapısı nedir biliyor musunuz? hani "bu son sigaram" deyip içen ve bir daha 40 yıl elini sürmeyen insan. bu iradede ve bu kararlılıkta biri olsam herhalde şu an dünyayı yönetiyor olurdum. hiç olamadım lakin. o insanların geriye dönüp bakmayışlarıyla ve bu zaferlerine çok özeniyorum. hem de çok.

    bilincimle ya da altıyla bu savaşı kazanacağım, biliyorum. zor, belki ağzıma sıçılacak ama kazanacağım. sadece bilinmesini istediğim şey: zayıflamak ya da idealinizdeki kiloda olmak süslü bir zafer değil. yeme bozukluğunuzun olmaması, işte bu süslü bir zafer olurdu!

    siz, siz olun, eğer imkanınız varsa bu yollara çıkmadan önce ve devamında psikolojik destek alın zira zor, çok zor bu süreçler. fiziksel bir düşmanınız yok. pastaneden geçerken yayılan enfes kokular, yanınızdan geçen simitçi, erimiş kaşar, rüyalarınız, pizza vs. düşmanlarınız bunlar düşünsenize. düşmanınız, sizin eskisi gibi yiyebilmenizi ve hormon salgılamanızı isteyen beyniniz. kendinizle savaşacaksınız ama kendinize zarar vermeyeceksiniz.

    siz, siz olun bana kulak verin.
    herkes kendini değiştirmeye muktedir ancak kimse bunu yalnız yapmamalı. eşiniz, dostunuz, aileniz, sevgiliniz kastetmiyorum. adam gibi bir psikolojik destekten bahsediyorum.
    eğer bu yola çıktıysanız, eğer imkanınız varsa, yardım alın.
  • insanın yemekle olan ilişkisinin mezara kadar düzelmeyecek şekilde bozulmuş olduğu çaresiz durumun genel adıdır.

    kilodan ve vücut görüntüsünden bağımsız olarak her ekonomik ve sosyal sınıftan bir çok insanda görülebilir. kompalsiv bir biçimde yemekten, hiç yememeye, yiyip kusmaktan (ya da çiğneyip tükürmekten) sadece tuhaf seremonilerle tuhaf şeyler yemeye kadar değişiriler. anorexia nervosa ve bulimia nervosa dışında kalan her bir yeme bozukluğuna ingilizce "eating disorder not otherwise specified" sözcük öbeğinin kısaltması olarak "ednos" denir. bir de bazen çok küçük zamanda insanüstü oranlarda kalori almayı becerebilenlerimize binge eating disorder teşhisi konulabilir.

    obesitenin yeme bozukluğu sayılıp sayılması doktorlar arasında tartışmalı olmakla birlikte, obez bir kimse de herhangi bir yeme bozukluğu sahibi olabilir. yeme bozuklukları son on yılda dünya edebiyatına, müziğine, filmine ve internet kültürüne damga vurmuştur. konuyla ilgili bir de starved adında bir cnbc-e dizisi bulunmaktadır. nispeten dünya kültürüne yeni girmiş bu hastalıklar daha çok kadınlarda görülür.

    yemek yense de yenmese de, tuhaf şekillerde ve zamanlarda da yense, bir ısırık alınıp çöpe de fırlatılsa, kişi 40 kg da olsa 240 kg da olsa yeme bozukluğu sahipleri sürekli yemek düşünür. bir sonraki binge'leri planlayan anoreksiklerden, 150 kg dan 60 kg ya düşen başarılı rejimcilere kadar birçok insan bu illetin kucağına düşmüştür ve dünyada o kadar aç insan varken kendi vücutlarına odaklandıkları için cehennemde yanacakları güne kadar da bu azabı çekeceklerdir. bir kere rejim yaptıysanız büyük olasılık bu gruba dahilsinizdir. buddist bakış açısıyla yeme bozukluğu sahiplerinin şanssız birer aç hayalet olduğu savunulabilir.

    birçok psikoloğa ve yeme problemli gözlemciye göre yeme bozukluklarının temel sebepleri toplum tarafından kabullenilme/me, aidiyet duyguları, sevilme/me, benimsenme/me gibi özgüven öğeleri etrafında döner. yani yalnızlık hastalığıdır bunlar kimilerince. kurtuluşu da köklü değişimdir, yani yoktur.

    spesifik yeme bozukluklarıyla ilgili sözlükte bulunabilen bazı başlıklar:
    (bkz: binge eating)
    (bkz: anorexia)
    (bkz: bulimia)
  • bu bozukluğun geçebileceğine olan inancım bitti benim. kendinizde böyle bir bozukluğun olduğunu fark etmeniz bir avantaj sağlasa da, geçmesi için sadece bir adım olmaktan öteye gidemiyor, pek çok taktik geliştirebilirsiniz bunun için, mesela yemeğe saldırma, dünyaları yeme arzusu geldiğinde muhtemelen ruh haliniz çok kötüdür zaten ve bu durumda enerjinizi bambaşka şeylere yönlendirebilirsiniz, dikkatinizi dağıtmak için türlü şeyler deneyebilirsiniz, her şey olabilir ama her ne olursa olsun, yeme bozukluğunuz bir kenarda, eğer yeterice dirayetliyseniz, sinsice bir pusuda, bir boşluğunuzu bekliyor olacaktır.

    belki aylarca, belki yıllarca emek verseniz de bu hastalığınızı yenmek için, vücudunuzu en iyi hale getirmek için sizden başka hiç kimsenin hayal dahi edemeyeceği fedakarlıkları yapsanız da, küçücük bir boşluğunuzu yakaladığı an çıkıveriyor ortaya

    belki zamanla "daha hafif" atlatabiliyorsunuz atakları, belki büyük bir inatla evirip çevirip bambaşka şeylerden çıkartabiliyorsunuz acısını ama "normal bir insan" olabilmek adına, her zaman herkesten bir adım geride kaldığınızı fark ettiğinizde, kısırdöngü gibi, yemeğe saldırabiliyorsunuz

    küçük bir duygusal boşluk, ya da o güne enerjisiz başlamanız, akşama yapacak sağlıklı bir yemek bulamamanız, birine olan kızgınlığınız, bir ortamdan bir şekilde dışlanmanız, kötü not almanız, başarısızlık hissetmeniz ve akla gelen gelmeyen en önemliden en basit şeye kadar her negatif durum, sizi yemek yemeğe itiyor, kendinizi bu şekilde korumaya alıyorsunuz, bu şekilde kaçabiliyorsunuz sorunlardan

    bu da sizi türlü sağlık sorunları olan bir obeze çevirebiliyor ve büyük bir kısırdöngü olarak, daha da yemek yiyorsunuz

    taaa ki bir duvara çarpana kadar...

    o duvar sizi ölüme de götürebilir, şişmanlıktan ya da şişmanlığın getirdiği başka hastalıklardan ölebilirsiniz; ya da o duvar sizi geri de sektirebilir, benim gibi onlarca kilo da verebilirsiniz; ama ölmediyseniz... bir köşede, sinsice pusu kurmuş yemek bozukluğunuz hep olacak demektir.

    çılgınlar gibi yemek yemenin, aşırı yemek yemenin boşluğunu neyle doldursanız doldurun, o boşlukta bir milimlik dahi yer açılsa, pörtleyecektir.

    destek diyoruz ya hani, destek zaten bu nedenle önemli. tek başına altından kalkılabilecek bir şey değil bu.
  • on gün elma, alkol, yoğurt çorbası, aynada heroin chic ve sakinlik, iki gün bir tencere makarna, soğuk pilav, ıslak hamburger, yatak, yorgan, aynada yersiz bir cinnet.

    (bkz: meanwhile in real life)
    (bkz: body image)
  • yemek, yemek, daha cok yemek. kendini surekli eksik hissetmek ve bu eksiklik hissini yalnizca yemek yemekle bastirabilmek.
  • eger yeme bozuklugu gelistirdiyseniz buyuk ihtimalle narsistik ebevenyn kurbanisiniz diye dusunuyorum. cunku icinizdeki sucluluk ve utanc duygusu, kendine yabancilik, mukemmellesme arzusu, kendini begendirme ve elestirilmeden kabul edilme ihtiyaclari sizin beyninize programlandi. yani sorun siz degilsiniz, size yapilanlar.

    yeme bozuklugunu atlatsaniz da zihinsel olarak buna sebep olan dusunce/davranis bozuklugunu atlatabilmek gerek; yoksa utanc, sucluluk ve korku duygulari ileride baska turlu hayatinizi kontrol etmeye devam edecek. dedigim gibi sorun siz degilsiniz, muhtemelen cocuklugunuzdan beri size agir bir sekilde uygulanan zihinsel/duygusal istismarin kurbanisiniz. muhtemelen bunun farkinda bile degilsiniz, cunku yaralariniz gorunmez. guzel haber: her seye ragmen sonunda bir gun tamamen iyilesebilirsiniz. su entryi incelemenizi tavsiye ediyorum. (bkz: #62446436)
  • hayatım boyunca atlamadığım hastalık. son 2 aydır muazzam derece yemek bozukluğum var. 2 aylık süreçte 15 kilo aldım.

    sabah veya gün içinde yemiyorum kendime hakim olabiliyorum ama eve akşam geçince işler değişiyor. bu gecede ölümüne ye ama sonraki gün her şey düzene girecek diye son 2 aydır. gece 12 ve sabah 5 arası abartısız. 5000-7000 kalori arası yiyecek saatlerce tüketiyorum.

    yediklerim

    2 ekmek,3-4 yumurta.
    2 paket biskrem tarzı paket yiyecek
    2 kornet dondurma
    3 paket cips
    1 litre kola
    bunun yanıda şekerlemeler veya aburcuburlar
    çerez tüketimide çok fazla

    hiç uyuşturucu bağımlısı olmadım sanırım böyle bir duygu.yemesem deliriyorum.yesem bütün gün pişmanlık. aldığım kilolardan elbiseler gelmiyor,çevrem bile alay eder hale geldi.

    yardım edecek üyelere para ödülü bile verebilirim.
  • birkaç türlüsünü yaşamış biri olarak diyebileceğim tek şey berbat bir olay olduğu.

    şundan 3 sene önce 85 kiloydum, insanların bakışları, sürekli kilo ver söylemleri, zayıf kızlara özenmem, hiçbir giydiğimin yakışmaması falan derken ben kilo vermeye karar verdim.

    kilo verdiğim dönemde kusmak çok kolayıma geldi. (bkz: bulimia nervoza) canım ne isterse yiyordum, gidip kusuyordum, o kadar rahatlıyordum ki, hem tadını alıyordum hem de midemde yiyecek kalmamış oluyordu.
    başlarda bu kusma meselesi beni çok zorlasa da sonradan alışmıştım, ne zaman kusarsam daha verimli olacağını hesaplıyordum, ne zaman kusarsam daha rahat olacağını biliyordum, yarım su bardağı su içip 20 kez ip atlarsam da kusmamın çok kolaylaşacağını biliyordum mesela. suyu çok kaçırırsam sadece sıvıları çıkartırdım katılar midemde kalırdı gibi.
    üstelik herkesin bahsettiği zararları vermemişti bana, herkes bir süre sonra istemesen de kusarsın diyordu, ama hayır neredeyse 7-8 ay kusmama rağmen çok iyiydim, ya da öyle zannediyordum sadece.

    62 kiloya inince kendime söz verip bu kusma meselesini bıraktım. sadece çok fazla yediğim zamanlarda deli gibi kusmak istiyordum, tutmuyordum bu isteğimi ve kusuyordum.

    sonrasında bu kiloları vermeme rağmen ben yine çok kilolu hissetmeye başladım. 62 kilo çok fazlaydı, 50 olmalıydım.
    bu sefer hiçbir şey yememeye karar verdim. (bkz: anoreksiya nervoza) ciddi ciddi günlerce yemek yemiyordum, annem bu dönemde bayağı korkmaya başlamıştı ve ona da yalan söylüyordum. yedin mi diye sorduğunda evet yedim der geçiştirirdim her seferinde. az da olsa yediğimi zannediyordu. acıkmamaya başladım ama, canım yemek yemek istemiyordu.
    bu şekilde çok kısa bir sürede 51 kiloya düştüm. o kadar mutluydum ki, artık kıyafetler yakışıyordu. şort giyiyordum, etek giyiyordum, elbise giyiyordum üstelik fiziğimi herkes beğeniyordu. uzun süredir görmeyenler manken gibi olmuşsun gibi tepkiler veriyordu. tabii ben çok mutluydum halimden.

    sonra bildiğiniz üzere karantina başladı, mart'ta özellikle farklı bir yeme bozukluğunun ortaya çıktığını hissettim kendimde, nefes alamayacak kadar yiyordum. özellikle nutella. kaşık kaşık bitiriyordum tek seferde kavanozu. bu kısmı özet geçeceğim, bu yeme düzeninin sonucunda mayıs-haziran gibi 57 kilo olmuştum.

    53 kiloyum şimdi, spora başladım, fiziğimi düzelttim, yeme düzenimi az yemekten çok, sağlıklı beslenmeye değiştirdim son aylarda.

    ama bedenimde ve psikolojimde çok büyük hasarlar kaldı. en basit örneği vermem gerekirse reflü oluşturdum kusma nedeniyle. evet oluşturdum çünkü ben yaptım bunu. reflüm var şimdi, ileri derecede. yemek borusunda da geçmeyen yaralar var.

    hiç yemediğim dönemde iç organlarımda ister istemez hasar oluşmuş zaten. suyu bile ya kilo aldırırsa diye neredeyse günde 1 bardak ya da daha az içtiğim için böbreklerim zarar görmüş. ileride böbrek yetmezliği olursa diye tedirginim.

    bunları ilk kez buraya yazıyorum, anlatıyorum. böyle konuşması kolay dursa da benim için çok zor dönemlerdi. insanlar bedenim hakkında yorum yaparken bunları düşünmediler örneğin. yemeğe gittiğimizde sen bence salata ye diyen şahıs benim o yediklerimi ağlayarak kustuğumu hiç bilmedi.
    insanları görünüşleriyle yargılamayacak kadar yetişkiniz sanıyorum hepimiz. birinin kilo vermesini istesek bile en azından bu kırıcı olmayacak bir şekilde motive ederek olmalı diye düşünüyorum.
    her şeyden önemlisi sağlık çünkü.
  • herkesin bildiğinden çok daha derin meseleler barındıran psikiyatrik hastalık grubu.

    en temelde serotonin denen, insanda mutluluk, canlılık ve zindelik hissi veren nöron maddesinin eksikliğinin olduğu düşünülmektedir. bu, aynı zamanda depresyonda da görülen ve depresif, yorgun, sıkılgan bir ruh hali getiren önemli bir nörotransmitterdir. işin içine bu materyal girince artık insanlara “biraz yemek yemek bu kadar zor mu?” ya da “kendini tutuver” demenin pek de anlamı kalmaz; şımarıklık değil, patofizyolojik temeli olan bir hastalıktır artık olay.

    artmış kalori ve azalmış kalori olarak ikiye ayırarak anlatmak isterim:

    artmış beslenme, hepimizin bildiği obezite ve buna benzer hastalıklardır. yani evet, eğer vücut kitle indeksiniz belli bir değerin üzerindeyse artık siz de bir yeme bozukluğuna sahipsiniz, tebrik ederiz. ayrıca gece yeme sendromu denen, günlük kalorisinin büyük bir bölümünü gece (hatta uykudan uyanıp) yiyen, yediği şeyler daha çok karbonhidrat içerikli ve atıştırmalık niteliğinde olan kişiler de bu gruba dahil edilebilir. binge eating denen, günlük kalori alımları 30-40.000i bulabilen bir hasta grubu da vardır. bunlar, birazdan bahsedeceğim bulimia nervosa’dan farklı olarak herhangi bir kurtulma-arınma davranışı göstermezler. doğal olarak aşırı obezdirler. yani sizin hamburger, üzerine de bir bütün künefe yemeniz binge olmuyor instagram storylerinizde paylaştığınız gibi... rahat olabilirsiniz. daha uzatılabilir; ama sanırım ana kurguyu anlatabildim.

    bir de azalmış kalori ile giden yeme bozuklukları vardır ki; günümüz sıfır beden anlayışı ve ünlüler dahil pek çok kişinin bundan muzdarip olması sebebiyle çok daha fazla bilinir ve oldukça popülerdir. en başta şunu belirtmeliyim ki; şimdi bahsedeceğim hastalıklar 20:1 oranında kızlarda daha fazla görülmektedir ve ergenlik yaş grubunda başlamaları ile bilinirler. ilki, son zamanlarda sık sık haberlerde karşımıza çıkan anoreksia nervosa... başlangıç yaşı 12ye kadar düşen (infantil anoreksi denen ve bebeklerin anne ilgisizliği ya da fazla besleme alışkanlığına tepki olarak yemek yememelerine sebep olan hastalıktan bahsetmiyorum. o ayrı bir konu) bu hastalık, genellikle 16-25 yaş grubunu etkiler. başlangıç hikayesi yaklaşık olarak herkeste aynı temele oturur. kızımız oldukça güzel, sevimli bir kızdır (zaten tüm kadınlar güzeldir.). sonra bir şey olur; arkadaşları onu dışlar; annesinin davranışları bir ebeveyn olarak yetersizdir; aşık olduğu erkek tarafından zalimce aşağılanır... ve kendini şişman hissetmeye başlar. ilk başta diyet süreci vardır. önce normal bir insan gibi diyetini yapar ve kilosunu verir; normal kiloya gelene kadar pek fark edilmeyen bu diyet; muhtemelen ağır bir diyettir. 200-300 kaloriye kadar düşebilenleri görmüştüm. denk geldiğim hastam, yemek yememek için günde 8 litre su ve çay içiyor ve yalnızca maydonoz ve elma yiyordu. en son 37 kilo olarak hastaneye yatırıldı. anlayacağınız üzere, çok da agresif ve yoğun bir tedavi vermek gerekir bu hastalara. özellikle refeeding sendromuna dikkat edilmelidir.

    bulimia nervosa ise benim çok daha bilgi sahibi olduğum ve her 2000 üniversiteliden birinde olduğu söylenen, maddi ve manevi büyük kayıplara sebep olan yeme bozukluğudur. hastalar yine o binge eating sendromu gibi sınırsız yeme eylemine girerler. yeme şekli genelde benzerdir: hızlı, ağız dolusu... kendini tarif ederken “ağzımın kenarlarından yemek kalıntıları akıyordu” ifadesini kullanan bir hastam vardı. kızımız, normal zamanda çok kibar ve naif bir insanken yemek yerken içinden bir canavar çıktığını söylüyordu ve kendinden iğreniyordu. bu iğrenme ve suçluluk duygusu ile de tüm yediklerini kusmaya başlamıştı. yani aslında onun primer sebebi kilo vermek değil; tiksinti duygusuydu. böyle vakalar da olabilir. bulimia’nın anoreksiden daha farklı bir özelliği de maddi olarak büyük kayıplara sebep olmasıdır. günlük 100-200 dolar kadar ıvır zıvır, abur cümbür satın almak zorunda kalan vakalar mevcuttur. her şey bir döngüde ilerler aslında. acıkan hasta, yemek yemeye başlar. normal insanlarda midedeki hormonlar ve beyindeki nöronlar arasında yoğun bir iletişim vardır. bu nedenle sindirim sistemine ikinci sinir sistemi diyenler de vardır. bulimia hastalarında ise bu bağlantı kopmuştur. hasta yemeye başladığında en başta normal insanlar gibi davranış gösterir. ama doyum anında o doyuma ulaştığını anlayamaz. doyamadığı için de daha çok yemeye devam eder. bir tencere makarna, üzerine 5 ekmek ve krem peynir, üzerine kekler, bisküviler, çikolatalar yiyebilir. bunları yerken yanında bol miktarda süt, kola gibi şeyler de tüketmek zorundadır; çünkü kusacağını tahmin eder ve kolay kusması için sıvıya ihtiyacı olduğunu düşünür. genelde kolay çıkacak şeyleri tercih eder... sonra birden yaptığını fark eder. önünde bir çöp yığını vardır; hepsini yemiştir. ve bir arınma ( yabancılar bunu arınma anlamına gelen purge kelimesi ile tarifliyorlar) davranışına girerler. bu genelde kusmadır. illa ki parmağını boğazına sokması gerekmez; bazıları spontane, kendiliğinden de kusabilir. ishal yapıcı haplar ve diüretik ilaçlar kullanan hastalar da mevcuttur. midesi tamamen boşalana kadar bu devam eder. tabii sonra mide boş olacağı için vücut tekrar açlık sinyali gönderir. döngü başa döner.

    bulimia hastaları da anoreksiya ile benzer geçmişe sahiptir. başarılı bir diyet dönemi sonrası olur genelde. bunlarda aile yapısı; annenin çok ilgili ve başarı bekleyen, babanın ise ilgili görünüp aslında annenin gölgesinde kalmış olduğu şeklindedir. kızımız en başta çok başarılıdır. doktorlar, mühendisler, ünlü mankenler, şarkıcılar gibi pek çok meslek grubunda sık rastlandığına dair çalışmalar vardır. hatta amy winehouse‘un annesine gelip “harika bir diyet yöntemi duydum. istediğin kadar yiyorsun ve kilo veriyorsun” dediğini okumuştum. tabii sonra sonuç belli. huzur içinde uyusun.

    bulimiada daha fazla vitamin ve mineral eksikliği olur. ama anoreksiadan tedavisi daha kolaydır. yine de tekrarlama oranının yüksek olması ve dişlerde, yemek borusunda, midede yaptığı sıkıntılar ve potasyum eksikliği gibi acil ölümcül tablolar sebebiyle ciddi bir hastalıktır.

    bir psikiyatrist hocam “eğer intiharları saymazsak psikiyatrik hastalıklar arasında ölümcül olan tek hastalık yeme bozukluklarıdır” demişti. gerçekten ona hak veriyorum.

    lütfen medya ya da basındaki özendirici nitelikte paylaşımları ciddiye almayın. gerçekten hayatınız, sevdikleriniz (aileniz bile), ruhunuz yok oluyor bu hastalıklar sonucu. önemli olan zayıf olmak, şişman olmak değil... önemli olan sağlıklı olmak... sizi siz yapan, sağlık sınırları içinde farklılıklarınızdır. biraz poposu, biraz göbeği var diye kimse sizi sevmeyecek değil. sevmeyen de sevmesin zaten.

    özet geçiyorum: yeme bozuklukları pasif intihardır. kendinizi uzak tutun. eğer başlangıcından şüpheleniyorsanız uzatmadan bir profesyonel yardım alın. uzadıkça uzuyor çünkü.

    sağlıkla kalın, sevgiler.
  • okumak yeme bozukluğuna iyi gelir mi?

    neden okuruz? belki uzun ve yorucu bir günün ardından dinlenmek için, bilmediğimiz insanları ya da yerleri öğrenmek için, gülmek ya da hayallere dalmak için… belki de kendimize hiç sormayız bu soruyu ve istediğimiz ya da ihtiyacımız olan şeyleri bulacağımıza dair bir sezgiyle kitabın sayfalarını çeviriveririz.

    insanların okumaya neden bu kadar zaman ve emek harcadıkları sorusu, hem metin hem de zihin araştırmaları için ilginç bir sorudur. söz konusu kurgu eserler ve şiirse bu soru bilhassa ilginçtir çünkü bu durumda yukarıdaki soruya verilen yanıtların pragmatik bir yanıtı yoktur. yanıt ne olursa olsun, soru bize edebiyat hakkında olduğu kadar insan doğası hakkında da fikir vermeyi vaat eder.

    bilişsel edebiyat alanında çalışan araştırmacılar, kurgu eser okumamızın nedenlerini on yıllardır araştırıyorlar. en yaygın yanıtlardan biri, okumanın, bilhassa anlatı ve çoğunlukla kurgu eser okumanın zevkli olduğu çünkü gerçek dünyanın risklerine maruz kalmaksızın bilişsel becerilerimizi bileme şansı sunduğu yönünde. bu düşüncenin vardığı yerlerden biri, okumanın bizi “formda” tutarak daha sağlıklı olmamıza edebi bir destek olduğu.

    kendine yardım kitaplarından başlayalım. “kendine yardım bibliyoterapisi” üzerine giderek artan araştırmalar bu tür kitapların diğer terapi türlerine güçlü alternatifler olduğu ya da onları tamamlayıcı nitelikte olduğunu gösteriyor.

    okurların şiire, kurgu eserlere ve diğer anlatı türlerine klinik olarak nasıl tepki verdiğine dair çok az şey biliniyor ama bu bilgi eksikliği, bazı iddiaların ve teorilerin öne sürülmesini engellemiyor. hatta psikiyatr ve psikoterapistlerin kurguyu ve şiiri klinik amaçlarla kullanması yaygınlaşıyor.

    sanatın iyileştirici gücü olduğuna inanmak hüsnükuruntu mu yoksa gerçekten böyle bir şey var mı?

    bu çalışmamın konusu yeme bozuklukları. kurgu okumanın yeme bozukluklarına etkisini bulmak için yeme bozuklukları üzerine çalışan, ingiltere’nin önde gelen hayır kurumlarından beat ile işbirliği yaptık. deneklerin okuma alışkanlıklarıyla ruh sağlıkları (yeme bozuklukları bağlamında) arasındaki bağlantıları görmek için ayrıntılı bir çevrimiçi anket hazırladık. ankete 885 kişi katıldı ki bunlardan 773’ünün yeme bozukluğuyla ilgili kişisel deneyimleri vardı.

    sonuçlar yeme bozukluğu deneyimi olanların %69’unun, yeme bozukluklarını düzeltmek için hem kurgu hem de kurgu dışı eserler okuduklarını ortaya koydu. bu deneklerin %36’sı ise kurgu ya da kurgu dışı eserler okumanın yeme bozukluklarını aşma konusunda kendilerine yardımcı olduğunu belirtti. farklı metin türlerinin yeme bozukluklarına yararlı mı yoksa zararlı mı olduğu sorulduğunda denekleri %15’i, konusu yeme bozukluğu olmayan kurgu eserlerin kendilerine diğer metinlerin hepsinden daha fazla yardımcı olduğunu belirttiler. aynı zamanda, içinde yeme bozukluğu geçen anıların en zararlı metinler olduğu, ikinci en zararlı metin türünün ise yeme bozukluğuyla ilgili kurgu eserlerin olduğu ortaya çıktı. bu sonuçlar, çok karmaşık bir etkiler toplamını ortaya koyuyor.

    peki, kurgu okumak sağlığımızı, olumlu ya da olumsuz, gerçekten nasıl etkileyebilir? etkileyebilir mi? baskın teorik bakış, özdeşleme sürecinde (metindeki karakterle ya da durumla özdeşleşmenin) terapötik etkilerin ortaya çıktığını öne sürüyor. bu sürece muhtemelen güçlü bir katarsis de eşlik etmekte, sonrasında da metinden devşirilen içgörünün kişisel değişime dönüştürüldüğü sorun çözme aşaması gelmektedir. bu model, genellikle, okuyucununkine mümkün olduğunca çok benzeyen durumların betimlendiği metinleri gerektirmektedir ve metinlerin mutlu ama gerçekçi sonları olmalıdır.

    bu modeli sorgulamak için birçok nedenimiz var. eğer kendimize çok benzeyen biri hakkında okumanın tedavi edici etkileri varsa, o halde sözgelimi, bunun kendi günlüklerimizi tekrar tekrar okumaktan ne farkı olabilir? benzerlik kavramı bir noktada kendini sınırlıyor mu? eğer öyleyse hangi noktada? ve hangi durumlarda (hastalığın doğası, yaş, cinsiyet, sosyoekonomik durum) benzerlik daha etkilidir?

    terapötik değişimde içgörünün her zaman temel itici güç olup olmadığı da sorgulanabilir. kronik yeme bozukluğu durumunda, içgörü seviyesinin yüksek olması genellikle bu içgörüyle hareket edememeyi de beraberinde getirir. en azından uzun süredir bu dertten mustarip olanlarda, hastalığın korkunçluğunu teyit eden okuma deneyimlerinden ziyade kişinin kendine inancını ve motivasyonunu arttıran okuma deneyimlerinin daha önemli bir rolü olabileceği söylenebilir.

    araştırma bulguları, dikkatimizi okumanın olumlu etkilerinin yanı sıra olumsuz etkileri de olabileceğine götürmektedir: birden fazla yeme bozukluğundan kurtulmaya çalışan 18 yaşındaki bir kadın denek, bu durumu “kendimi neden aç bırakmak istediğimi ve mantıksız düşüncelerimi hatırlatıyor” diyerek ortaya koymuştur. okumanın yeme bozuklukları üzerindeki etkileriyle ilgili ifadeler, ezici bir çoğunlukla olumsuzdu: 18 denek birbirinden habersiz şekilde, “tetikleyici” metinler seçtiklerini ya da yeme bozukluklarını kötüleştireceğini düşündükleri kitapları seçtiklerini söylediler.

    birçok denek de yeme bozukluklarının, okuyacakları kitapları seçerken onları oldukça seçici olmaya zorladığını çünkü en ufak bir şeyin karışık zihin durumlarını kötüleştirebileceğini belirtti. eğer bir sebepten (benlik saygısının düşük olması gibi) yeme bozukluğu sizi kapana kıstırmış gibi hissediyorsanız, muhtemelen belirli türdeki metinleri okumaya ya da belirli biçimde (olumlu şeylerde bile kötü bir şeyler arayarak) okumaya meyledeceksiniz. bu da kendinizi daha kötü hissetmenize neden olacaktır; belki kendinizi birdenbire daha şişman hissedeceksiniz ya da kilo verme konusunda daha kararlı hale geleceksiniz. bu durum sizi daha sağlıksız okuma biçimlerine götürecek ve bu kısır döngünün kırılması gidererek daha zor hale gelecektir.

    nedir, kurgu okumak bu döngüyü kırabilecek ender şeylerden biridir. yeme bozukluklarıyla tamamıyla ilgisiz olan kurgu eserler, birçok bakımdan tedavi edici olabilir. alternatif dünyaları keşfedip kendinize hayatınızın çok daha farklı olabileceğini telkin edebilirsiniz. anoreksiyadan kurtulmaya çalışan 27 yaşındaki bir erkek deneğin ifade ettiği gibi: “bilim kurgu okuduktan sonra modum yükseldi ve evrenle barış içinde hissetmeye başladım.”

    bir dahaki sefere elinize kitap aldığınızda soluklanıp neden okuduğunuzu bir düşünün. beyaz kağıt üzerindeki siyah işaretlerde belki de avuntunun, şifanın ya da ilhamın izlerine rastlayacaksınız.

    emily troscianko

    oxford üniversitesi insani bilimler araştırma merkezi

    kaynak: the ındependent

    çeviren: onur çalı

    edebiyathaber.net
hesabın var mı? giriş yap