• burada bir sürü kişi filmdeki aşkı yüceltince merak edip izledim ve sonuç; bunun nesi aşk hikayesi arkadaşlar? bu bildiğin ot gibi bir hayat sürüp kırk yaşına yaklaşınca macera arayışına girmiş bencil, korkak ve kibirli bir adamın sıçış hikayesi. halil'in kuyruğunu kıstırıp mahallesine döneceği en başından beri belliydi zaten, olan sabiha'ya oldu. garibim bir de "daha erken tanışmalıydık:(" diye kendini avutuyor ahsjsjsk bakın çok net söylüyorum, bunlar çok daha erken bir zamanda tanışıp evlenmiş olsaydı değişen tek şey sabiha'nın halil'i pavyonda değil, iki çocuğuyla birlikte evde beklemesi olacaktı. çünkü bu kurgunun kilit noktası hayatını hiç yaşamamış kibirli bir adamın küçük dünyasında gördüğü hürmetin gazına gelmesiydi. etrafındaki herkes onun otoritesine boyun eğdiği için o dünya halil'e artık küçük gelmeye başlamıştı. filmin başında dört erkek pavyona gittiklerinde takındığı tavrı düşünün bi. diğer üç adam hayat kadınlarıyla takılmak istediğinde "benim böyle şeylerle işim olmaz, şu kadehi içer evime giderim" diye çaktırmadan arkadaşlarını küçümsemesi komikti mesela. hayır o adamlar bekar zaten, mahalledeki meyhane yerine pahalı bi pavyona gitmelerinin sebebi baştan belliydi. madem sen onlar gibi pavyon kadınlarına meyledecek kadar düşük seviyeli biri değilsin o zaman ne bok yemeye pavyona gidiyorsun?

    kusura bakmayın ama halil zaten macera arıyordu, diğer erkeklerin "bu pavyon kadınları aşık olunca köpeğe döner sevdikleri adama layık olabilmek için her şeyi sineye çekerler ama yine de yaranamazlar" demesi de radarlarını açmasına sebep oldu. arkadaşlarının bahsettiği adamlardan biri olmak istedi, evde onun karşısında el pençe divan duran karısıyla çocukları çok tatmin etmiyordu egosunu. hayatı tanıyan, görmüş geçirmiş bir kadını da kendine kul edebileceğini ispatlaması gerekiyordu. bilinçli düşüncelerinde sabiha'ya karşı gerçekten tutku hissetmiş olsa da onunla bir gelecek kurmayı hiç düşünmemişti. o nedenle sabiha halil onun peşini bıraksın diye boş yere kendini kötü biriymiş gibi gösterdi. her gün cezaevine gidip adamın dizinin dibinde yaşasaydı da o adam mahallesine geri dönecekti.

    kaldı ki halil bunu en başından beri biliyordu. bu yüzden sabiha'yı mahalledeki asıl hayatından izole edilmiş bir noktada tuttu hep. ailesini terk edip sabiha'yla bir gelecek kurmak isteyecek kadar aşık olsaydı buna yönelik bir girişimi illa ki olurdu. önce kadını pavyondan ve oradaki çevresinden uzaklaştırıp başka bir şehre yerleştirirdi. erkekler yeri gelir bir fahişeye de aşık olurlar ama aşık oldukları kadının fahişe kalmasına razı gelmezler. halil ise bırak şehir değiştirmeyi, kadının pavyondaki herkesin adresini bildiği evde oturmasına bile ses çıkarmadı. hatta bizzat gidip kendi yerleşti o eve.

    sabiha kankasına halil'i anlatırken "bir iki gömlek fanila, yanında sadece bunları getirdi^^" diye saf saf seviniyordu ama pezevenk herif mahalledeki evinden hiç ayrılmamış ki, kıyafetlerini yanına alma gereksinimi bile duymamış. sabiha da bunu halil'in mala mülke tamah etmemesi, onun aşkı için sefaleti göğüslemesi falan diye yorumluyordu zannımca ahsjsja

    halbuki halil için mühim olan tek şey kendi egosunun hasar görmemesiydi. sabiha halil onu terk etsin diye adamın egosuna zarar verip durmasaydı hapisten çıktığı gün biterdi ilişkileri. sabiha'yı pavyonda görünce deliye dönmesi de bundandı, kadını kendine köle edemediğini sanınca bıçakladı ya bundan ötesi olabilir mi? neyse ki sabiha polisler gelince bıçağı kendi kendine sapladığını söyleyip pavyondaki herkesin gözü önünde halil'e biat etti de maceraperest pezevenk amacına ulaştı. sonra da kadını hayatından çıkarıp attı zaten, mahallesine geri döndü.

    bu esnada sabiha da hastanedeydi ve kendini halil'e söylediği yalan yüzünden ayrıldıklarına çoktan ikna etmişti. ve hastaneden taburcu olur olmaz*halil'in mahallesine koştu fakat bir yıl boyunca yolunu gözlediği adam üç günde eski hayatına adapte olmuştu bile. karısı, çocukları ve babasıyla birlikteyken keyfi gayet yerindeydi.

    özellikle bu filmin ölümsüz aşk hede höde temalı bir şey olduğuna inananlar o dönüş sahnesini açıp izlesin derim. halil eve döndüğünde karısının aylar sonra eve dönen kocasına tek bir soru bile sormaması, aksine sevinçle adamın terliklerini önüne koyup karşısında el pençe divan durması, çocuklarının babalarının karşısında padişahın huzuruna çıkmış gibi dikilmesi, çocuklardan erkek olanın kardeşine "babam eve girince saçımı okşadı galiba geri gitmeyecek" demesi ve bunu derkenki sevinç dolu hali... bunları göz önünde bulundurursanız bu filmin onurlu pavyon kadınıyla mert ama fakir bir adamın imkansız aşk hikayesinden çok daha acımasız gerçekleri anlattığını fark edeceksiniz.
  • -evli miymiş sorsana!
    -soramam...
    -neden?
    -ya evet derse?
  • - ismin ne?
    - sabiha.
    - evet ama gerçek ismin ne?
    - takma isim olsa sabiha mı olur?
  • vesikalı yarim, lütfi ömer akad'ın türk sinemasına, bu topraklara, biz melali anlamaya çalışan nesle* güzel, zarif, iç burkan, unutulmayan, hatırda tutmak için sık sık izlenen, yani sönmesin diye devamlı odun atılan bir işaret ateşi gibi gözetilen bir hediyesidir. türk sinemasının en güzel, en hisli melodramlarından biri belki birincisidir. istanbullu bir ustanın elinde işlenmiş oltu taşı gibidir senaryosu. herkes ve her şey olması gerektiği gibidir. manav halil, sabiha, halil'in babası ama en çok da bütün olanlardan sonra halil'e terliklerini giydiren karısının ruh hali...

    filmin can alıcı sahnelerinden biri de, halil'in arkadaşlarıyla gittiği gazino/meyhane benzeri mekandır. daha önce böyle bir yere hiç gitmemiş olan akad, mekanı hayalinde tasarlamış amma velakin 60'lı yılların meyhane geleneğini kalbinden yakalamıştır. akad'ı büyük yapan da zaten budur.

    film özetle sabiha ve halil'in, olmayacak duaya amin ve olamayacak bir aşka inşallah demeye çalışmaları ama bunu başaramamaları beyanındadır.

    sene 1968'dir, yer istanbul'dur, dekor bir meyhane, bir hapishane, bir manav, iki evdir. vakit umumiyetle gece nadiren gündüzdür, sokaklar ise çıkmaz sokaklardır. şarkı ise kalbimi kıra kıra'dır.

    izlemekten bıkmayacağım.
  • cok ozel bir filmdir. icinizde dinlenmeye/demlenmeye biraktiginizda derine gomuldukce isiltisi teninize vuran garip bir madde gibidir bazi filmler. vesikali yarim, sevmek zamani ile birlikte ayni isigi sacan, ayni yere gomulen ve ayni siddette susan iki film benim icin. cagdaslari gibi ahlak dersi vermeyisi, o iki asigi da anlayisi, aski anlayisi...
    sabiha aklibasinda halil'i bastan cikaran asifte degildir. asiktir o.
    halil sabiha'nin tuzagina dusen adam degildir. asiktir o.
    baba sabiha'ya orospu, halil'e hain evlat, gelinine de zavalli kurban muamelesi yapan otorite degildir. gormus gecirmis, hepsini sarip sarmalayacak noktaya ermistir o. hepsini anlar.
    filmin sonunda sayfalarca sozle anlatilsa o etkiyi birkmayacak birsey yapar akad, kamerasini konusturur.
    sabiha cikar, halil'in evine gider. bu kez onu alip gelecektir. ben olsam gitmem der arkadasi. 'gidiciiim, beni gorunce gelecektir' der sabiha. ve gider. manav dukkanina uzaktan bakar. halil cocugunu kucaklar. halil degil ama halil'in babasi gorur sabihayi. sabihanin durdugu yerden manavi goruruz once, sonra babasnin gozunden sabihanin yuzunu. manav sabiha'nin durdugu yerden gorundugu gibi uzaktan gosterirlirken (ve tabii ki halil, halil'in babasi ve o esnada orada olan biten hersey), babanin gozunden sabiha yakin cekim gorunur. bu kesme 3 defa tekrarlanir ve her tekrarda ne sabiha ne de baba yerlerinden kipirdamadiklari halde sabiha'nin bakisindan gordugumuz manav resmi bizden uzaklasirken, babanin gozunden sabiha giderek buyur. sabiha o an orda kendi gozleriyle butun hayallerinin elinden nasil kaydigini gormustur. akad da bunu gostermistir. baba o gun orda bu kadinin o adimi atmadigini, ici kan aglayarak orda durdugunu resme girmedigini gormustur, akad bunu da gostermistir.
    nedense eylul aksami gibidir film. acik olan pencerelerin aksama dogru artik kapandigi, ruzgarin yavas yavas icinizi urperttigi mevsim gibi.
  • - cok eskiden rastlasacaktik...
  • bu filmde ayfer feray, türkan şoray'a bütün filmin özeti olabilecek şu lafı eder;

    "çok kıymetli bir şey bulursun da sonra bulduğuna bile bin pişman olursun.
    nereye koyacağını bilemezsin, öyle mi?
    bir matahmış gibi. "
  • fetiş ya da kült, nasıl tanımlarsanız tanımlayın bu ülkede çekilmiş öykü ve film tekniği olarak kusursuza yakın bir kaç başyapıttan biri. unutulmuş bir not; öykü sait faik'ten mülhemdir.
  • ben bu filmi izlemeden evvel methini çok sık duyardım. ve şaşırırdım. yahu ne olabilirdi ki en fazla? konusunu okuyorum. pavyon vesikalısı sabiha ile manav halil'in yasak aşkı. ee bu tip bir konuya sahip sürüyle yeşilçam filmi var. bu filmin farkı ne ola ki? ömer lütfi akad olsun türkan şoray olsun izzet günay olsun bu tip filmlerden düzinelerce çekmedi mi? farkı nedir diyordum bu filmin salon filmleriyle bezeli yeşilçam filmlerinden.

    izledim. galiba 4-5 yıl evveldi. izledim. çarpıldım. tövbe ettim o önyargıya. ve dedim ki bu film türk sinemasının en iyi 10 filminden biridir. filmin gücüne bakar mısınız? şurada evliyken aşık olmak, evli birine aşık olmak başlıklarını açın bakın; küfüre boğulursunuz. vesikalıya aşık olmak hele. evlerden ıraktırırlar insanı. ama bu film bu temaları alıp "hayatta bu da var" noktasına hiç hissettirmeden taşıyıp bütün ahlak algılarınızla oynayabiliyor. duygunun kuralları olmayacağını çakıyor izleyicisinin yüreğine. bunu türkan şoray başarıyor, bunu izzet günay başarıyor. benzeri onlarca kez çekilmiş bir konuyu alıp biricikleştiriyor. özgünlük kelimesinin anlamına örnek oluveriyor.

    filmde neredeyse çaktırmadan işleniyor her dönüşüm. hikayenin aldığı virajları izleyici hissedemiyor bile. kapılıp gidiyor filmle beraber. başlarda sabiha'nın o bıçkınlığı. "işi" gereği yürüttüğü ve karakterine işlediği o erkeksi kabadayılık. filmin sonunda neye dönüşüyor? halil'in babasıyla kamerayla beraber aşama aşama uzaklaşıp da gözlerine kadar indiğinde vizör, görüyoruz o değişimi. filme katıldığı ilk sahnede sesin bir anda yok olması ve o sigara dumanında boğuluveren halil. bir film sahnesinde aşkı, aşık olma hissini, çarpılmayı kimsenin yapmadığı türde çekiver deseniz kaç yönetmen böyle çekebilir? halil, delişmen halil, geleneklerine, istanbullu olsa da anadoluluğuna, örfüne, suyuna düşkün halil'in dönüşümü, o ilk çarpılmadan sonra hapishane dahil nerelere düşmesi ya? toplasan bu hikayeden sürüsüne berekettir. o zaman demek ki vesikalı yarim'in farkı hikayeyi nasıl anlattığında değil midir?

    bak şimdi yine o sahnedeyim. şükran ay'ın şarkısı kesiliverir senin yüzünden diyesiye... sabiha, halil'i çarpar. halil'in garsona ilk lafı sesinin içlenişiyle birlikte bizi de çarpar: "ne istiyorsa getir." sabiha, bütün hikayenin sonunda bir tek halil'i isteyecektir oysa. halil, sabiha'ya her şeyi verir. her şeyi. kendi özgürlüğünü bile. bir tek şeyi veremez halil, sabiha'ya: halil'ini. evlidir. çocukları vardır. onlar da ister halil'i. seyirci anlar, hak verir lakin sabiha'yı da anlar. sade anlar mı? anlayışla karşılar. yetmez, sabiha'yla beraber vazgeçer halil sevdasından. gerekirse ağlar beraber. şükran ay, kalbimi kıra kıra bıraktın bir hatıra der. film biter. herkes biter.
  • türkan şoray(sabiha), izzet günay(halil), semih serezli, ayfer feray, selahattin içsel (halil'in babası) , behçet nacar (şoför), hakkı haktan (garson) 'nın rolleri hakkını vererek paylaştıkları, lütfü akad imzalı bir kült film vesikalı yarim.

    ...spoiler...

    kocamustafapaşa 'nın fakir bir mahallesinde manavlık yapan istanbullu halil ve şen saz gazinosu dilberi sabiha'nın trajik öyküsü.
    gözleri velfecri okuyan, varlığını göstermesi için bazı zamanlarda kilit kişilerin sadece bakışarak anlaştıkları bir film bu. evini, eşini bırakıp gönlünü yasak elmaya kaptıran ve mutluluktan mutsuz olmayı seçmek zorunda kalanların dramı.
    sabiha' ya -içkin var mı ? diye sorup,
    - daha içecek misin ? cevabından sonra ,
    -belki de içmem, ama ver ! diyen karizmatik bir halil,

    konsomatris olduğu halde hayat derslerinin en incesini veren sabiha' nın - bir daha gelme içkiye saza, bi takılırsın, bi daha da.. derken,
    -üzme canını ..diyerek lafını kesen mahalle delikanlısı bir halil,

    sevdiği kadına, ışık vurdukça parlamasını istediği yüzüğü kadife kutusunda hediye etmek isteyen romantik bir halil,
    yine sevdiği kadınla birlikteyken - iyi misin sorusuna,
    -sultan gibiyim ! diyen bıçkın bir halil var bu filmde.

    bir noktanın ancak kendi dışındakiler tarafından görülebilen tek boyutunun hüznünü yaşamak böyle bir anlatılır ancak..
    son çaresizliğini; uğruna hapis yatıp çıktıktan sonra, sevdiği kadını bıçaklayarak göstermiştir halil.
    sabiha' nın halil'in evli olduğunu öğrenip ona karşı soğuk davranmasından habersiz , o hapisteyken onu bekleyeceğine söz verip, döndüğü pavyonda kahkahalar atarken gördüğü sabiha' yı bıçakladıktan sonra,
    sabiha'nın gelen polislere - ben yaptım, bıçağı kendim sapladım diyerek, suçu üstüne almasından sonra halil' in dönüp,
    -asıl şimdi yıktı beni .. deyişi bir ömürlük şiirlere bedeldir..

    filmin sonunda ;
    sabiha hastanede ne pahasına olursa olsun, haliline kavuşmanın özlemi içersinde, halil de, - başımı okşadı babam benim, kalacak mı? diye kardeşine soran çocuklarının, hiçbir şey olmamış gibi, terliklerini önüne koyup, beyaz çarşaflar serip, yatağını hazırlayan karısının yanında cigara içip efkâr yaparken bulur kendisini.

    sabiha hastaneden çıkışta manavda çalışmaya devam eden halilinin kucağında çocuğunu havaya atışını seyreder ve kalbini kıra kıra, ağlaya ağlaya filme veda eder..

    feri sönmüş bir göz gibi parlamaya çalışan son bir yıldız kalmıştır artık gökyüzünde ve o eski arnavut kaldırımlı, at arabalı, denizi yosun kokan, gemisi efkâr tüten siyah beyaz bir istanbul manzarası..

    ...spoiler...
hesabın var mı? giriş yap