• filozof heidegger'in "insan doğuştan sıkıntılıdır ve hayatı boyunca da sıkıntılı kalacaktır" gibi bir tanımlama ile adını koyduğu durum.. nedenini ise insanın varoluşuna bir anlam bulamamasına bağlar...

    "bütün canlıların bir amacı vardır, en azından besin zincirini tamamlarlar.. insana göre kalemin amacı yazmak, kağıdın ki ise yazılmaktır. ama kendisinin belirlenmiş bir amacı yoktur.. kendini hep tarif etmeye, hayatına anlam yüklemeye çalışır ama çoğu zaman anlam arayışına geri döner" der... *
  • en yuksek zeka seviyesi ve yetenek cesitliligi ile odullendirilen insanoglu, bunlarin bir getirisi olarak, olecegini bilerek yasamak gibi bir azaba da mahkum edilmistir. benliginin son derece ayirdinda olarak yasadigi bu hayat bittiginde ne benlikten ne bedenden eser kalacagini dusunmeye dayanamaz, oldukten sonra bile bu hayata bir etkide bulunsun ister. olum gercegi hayati yalan yaparken hayat olumu gerceklikten cikaramamaktadir. bu sikintiyi kafasindan uzaklastirmak icin olanca gucunu kullanir, olmadik islerle ugrasir ve elinde olmadan dusundugunde ise o bildik, derin en temel pis sikinti koyu bir duman gibi beyninde yayilmaya baslar…

    (bkz: uyku arasinda gelen varolus sikintisi)
  • insanı farklı yollara götürebilecek, çoğu zaman tehlikeli sıkıntıdır. insan bir kere varoluşunu sorguladığında, ister istemez bu sıkıntının içine düşecektir. bu sıkıntı yaşlılıkta tadıldığında daha beterdir. insan bir tür pişmanlık yaşar, korkar. sıkıntı sinire dönüşür.

    gençsek eğer, bir yerden sonra dünyanın bizi oyalamasını isteriz. emrah serbes'in de yazdığı gibi "televizyonla oyala, internetle oyala, esrarla oyala, edebiyatla oyala. alkolle, pornoyla ve nescafeyle oyala. oyalarken bana dokunduğunu hissedeyim, sırtımı sıvazla, saçlarımı okşa. oyala bizi dünya, hüznümüzü ve sefilliğimizi unuttur." yaşlıysak bu zordur.

    bu sözleri varoluş sıkıntısı için de söyleyebiliriz. dünya bizi de oyalasın. varoluş sıkıntımızı biraz olsun halının altına sürüklememiz için oyalasın. biraz olsun pencereden dışarı bakıp gülümseyebilelim diye oyalasın.

    aslında büyüklerimiz derdi ya; "çok düşünme delirirsin." diye. bence bu meşhur "delirten düşünce"lere varoluş sıkıntısı da dahil.
  • "var olmak ağır iş, başka iş istemem." diyerek var olan sıkıntının özünü belirtmiştir ünlü türk düşünürü ferhan şensoy.
  • bu sıkıntı kendisinden üstün bir varlığın var olmasına inandırır. bölece kendisinin de bir amacı olmuş olacaktır. soranlara "tanrıya kulluk etmek için varız" diyecektir ve kapıyı çarpıp gidecektir.
  • oldukça anlamlı bir sıkıntı bu. insan, dünya üzerinde yaşayan en zararlı ve gereksiz canlı olmanın ötesinde, kesinlikle hiçbir anlamı olmayan bir ilerleme hedefini takip eden bir kanser türü gibi adeta. aslında bir çeşit vicdan azabı denebilir bu sıkıntı için.
  • oluşla beraber gelen fakat insan fiziğinin tahammül sınırlarını zorlayan sıkıntı. evrimle birlikte düzenli seratonin salgısıyla dengelenmeye çalışılmış ama bazı bünyelerde modern zamanlara katlanmaya yetememiştir. bu durum kimilerini aç bırakmış, onları kimyasal, sosyal, medyatik, blabla uyuşturuculara mahkum etmiştir.
  • insanın yaşamına olan etkisi yok sayılamaz seviyede. tanrıyı sorgularken şöyle bir argüman vardır; kavramazlık.

    yani şöyle kısacası, bilinmeyen bir şeye atfedilen özelliklerin onu tanımlamakta hiçbir işe yaramadığı ve aslında özünde ne olduğunu bilemeyeceğimizden, yok olduğu sonucuna gitmek. çok kuvvetli bir argüman olduğunu söyleyemem tanrıyı tartışırken ama varoluş sıkıntısı ile ilgili, çok bariz bir ilişkisi var. şimdi, bu varoluş sıkıntısını ara ara kuvvetli biçimde yaşayan bir insan olarak, bu noktaya nasıl geldiğimi çok kısaca ifade etmek istiyorum.

    ne yapıyoruz lan biz?

    evet soru bu ve özünde ne yaptığımıza bir cevap bulmak ya da aslında bir cevap bulmaktan öte bir mana bulmak pek mümkün görünmüyor. hayatlarımıza belli idealler ya da inanışlar koyup bu doğrultuda kafayı kapatıp, ilizyona kapılıp yaşıyor ve ölüyoruz. bana tüm yaptıklarımız drug effect gibi geliyor. haliyle tüm bu manasızlık içinde, saçma arayışlara kapılmak pek mümkün. iş bu raddeye vardığında sanırım bu sıkıntı insanları bir inanca bir ülküye ya da bir dine yönlendiriyor ama benim sıkıntım ise, böyle her hangi bir şeye kapılamıyorum.

    çok güzel kafalar yaşadım ve hep ayıldım ama o kafaları yaşarken hep ayılacağımı biliyordum. garip olan, sanki hayatım dedikleri şeyi yaşarken hep bu hissi duymam.. tekrar soruyorum, hakikaten hacı ne yapıyoruz?
  • sasmaz ılacı bellıdır ,ama almak cesaret ıster.
  • insanın hayatın anlamı üzerine kafa yordukça artırdığı ve belki de ;tinsel varlığın fiziksel varlığı nakavt etmesi ile sonlandırdığı bir sıkıntı olabilir.
    yokolma kaygısı ya da amaçsız bir ya$am ürünü olmaktan ziyade; varolmanın,öylesine yasamak tan ibaret olmadığını idrak eden ve metanın hakimiyetinde olup ta bunu reddeden insanların isyanı da olabilir.ki bu durum tyler durden ağzından “sahip olduklarımız bize sahip olmaya ba$lıyor “gibi mükemmel bir cümleyle de ifade edilmistir.
    belki de güç sahibi oldukça,zenginle$tikce sahip olunan somut nesnelerden çok; ruh yük olmaya ba$lar insana.bu da elindekileri nerede,ne $ekilde ve en önemlisi ne zaman kulllanacağı konusunda kafa karı$ıklığı yaratır.sonra biyerlerde olduğu dü$ünülen,bir $ekilde medet umulan akraba ruhların hiç gelmeyeceği ya da aslında varolmadığı farkedilir. insan kendisine neden sorusunu sormakta sakınca görmez..sonra sonra dü$ündükçe kaybolunacağı kabul edilir.
    i$mi$,evmi$,konummu$,konutmu$,aileymi$ cok ta fazla sorgulanmaz. zira artık kurtarılacak,beklenecek bisey kalmamı$tır.
    ancak bu ahval; $artlara ve mizaca bağlı olduğundan herkes aynı boyutta ya$amaz bu sıkıntıyı.dönemseldir ve tutkulu insanlar geci$tirmeyi her zaman beceremez.
    ve bu lanetli,sürekli ızdırabın en az tarifi kadar dini,bilimi,felsefeyi,tarihi,sanatı ve intiharı içeren cok ve çe$itli bertaraf edilme yolları vardır.en önemlisi hangisini seçeceğini bilmektir.
hesabın var mı? giriş yap