• 1 haftalık deneyimlerimi, özellikle ilk defa gideceklere fikir versin, bana da hatırlatma olsun diye başlıklar halinde anlatacağım şehir.

    ulaşım:
    söz konusu tokyo olduğunda ilk akla gelenlerden biri ulaşım ve tabi ki meşhur metro hattı. burada demiryolu ulaşımı özelleştirilmiş olduğu için alternatif çok. ancak şehirdeki bir çok önemli ve merkezi semte giden yamanote hattını bilmek ve kullanmak* can kurtarır. metro ağı için fazla söze hacet yok; büyük şehir (new york, londra, vs..) metrolarındakiyle aynı mantıkla işleyen, belirli saatlerde* balık istifi şeklinde yolculuk edeceğiniz, gece 1'de kapanan oldukça iyi bir alternatif. burada dikkat çekmek istediğim bir nokta ise jr tren biletlerinin metro için kullanılamıyor olması*. benim hayalim hepsi için geçerli bilet ya da kart olması idi -belki vardır da- ama ben bulamadım.

    dil:
    3 farklı alfabe kullanıyorlar. bunlar kanji, hiragana ve katagana. kanji çin'den alınma olup diğerleri kendi icatlarıdır. ilginç olansa bazen bir cümle içinde üçünü de kullanıyor olmalarıdır. sorun olansa, özellikle dükkanların ne olduğu hakkında en ufak bir fikrinizin bile olmamasıdır. latin alfabesi olsa bilmediğiniz dillerde bile en azından kelimeler arasındaki benzerlikten veya dükkanların konseptinden ne olduğu hakkında bir fikriniz olur. burada ise ne tabeladaki yazılardan bir şey anlıyorsunuz, ne de pembe, yeşil, kırmızı, rengarenk ışıklandırmalar yüzünden konseptten... bakkal diye girdiğiniz yer kuaför çıkabilir; daha kötüsü de olabilir aman dikkat!* bugüne kadar yurt dışında gittiğim yerler içinde ingilizce kullanımının en düşük olduğu şehir tokyo'ydu. dolayısıyla birkaç japonca kelime öğrenmek en azından derdinizi anlatabilmeniz açısından gerçekten faydalı olabilir.

    kültür:
    zihnimizdeki japon mimarisi, tapınakları, giyim-kuşamı için asakusa bölgesine gitmek gerekli. en cücük gördüğünüz binanın bile 29 kat olduğu, yolların 2-3 kat şeklinde birbirinin üzerinden geçtiği, son derece yeni, modern ve betona boğulmuş bir perspektife sahip tokyo'da artık sadece belirli semtlerde eski japonya'yı bulabiliyorsunuz.

    malum olan bir başka konu ise kadının toplumdaki bastırılmış statüsü. bu kadar gelişmiş bir ülkede kadınların hala epey geri planda olması şaşırtıcı. kadının iş gücüne katılım oranı türkiye'den bile düşük. üst düzey yönetici zaten yok denecek kadar az. üstelik yapılan demografik araştırmalarda sadece erkekler değil kadınlar da (%40'ından fazlası) "kadının yeri evidir" düşüncesinde. kültürlerinden gelen bir "kadın çocuk büyütür, yuvayı dişi kuş kurar" yargısı hakim ve fakat evin bütçe yönetimi kadının kontrolünde. adam kazandığı parayı olduğu gibi kadına getirir ve karısından harçlık alır. japon kadınların iyi koca tanımlaması ise "iyi koca varlıklı, sağlıklı ve evden uzak olandır" şeklinde*.

    yeşil çay seremonisi de kültürlerinden gelen ve artık hobi aktivitesi olarak eğitimini alabileceğiniz, yaşatılmaya çalışılan bir başka miras. genel olarak nasıl oturulur, nasıl konuşulur, bardak nasıl tutulur, vs.. şeklinde kendine özgü bir adab-ı muaşereti var. amacı, rahatlamak, dinginleşmek ve sessizliği paylaşmak olarak anlatıldı, ki "sessizliği paylaşmak" kısmına bayıldım. zira kimi zaman "neden suskunsun?" sorusuna cevap vermekte, ifade etmekte zorlandığım şeyin tanımını iki kelimeyle nihayet bulmuş oldum.

    kaligrafi de kültürlerinde çok önemli. nasıl ki günümüzde el yazısından karakter tahlili yapılıyorsa, onlar da benzer şekilde, yazım şeklinden yazarın o anki ruh hali ve/veya karakteri hakkında bir fikre sahip oluyorlar. kaligrafide düzeltme yok; gelişine yazacaksınız, başlamanızla bitirmeniz arasında hiçbir yerden iki kere geçmeyeceksiniz; fırça baştan sona kadar akacak.

    yeme-içme:
    öyle börtü böcek, kedi köpek yenilen yer burası değil. gayet güzel deniz ürünleri ve harika suşiler yanında şaşırtıcı bir şekilde kırmızı eti de muhteşem yapıyorlar. gerçi kobe bifteği gerçeği varken şaşırmamak lazım zaten.

    malum artık japonlar da küreselleşiyor ve bazı fast-food zincileri var. en meşhurlarından birisi matsuya. her fırsatta yöresel lezzetler denediğim için hiç gitmedim ancak tavuklu bir şeyleri epey tutuluyormuş ülke genelinde.

    sake farklı ve güzel evet ama benim düzenli olarak tüketmeyi tercih ettiklerim arasına girmez. benim için sürpriz olansa bira oldu. soğuk, yanında tuzlu bir şey ve 50'lik, hadi en fazla 70'lik (fazlası bayıyor) haliyle benim için gideri olan bu içkiyi adamlar yebisu markasıyla harika bir şekilde yapıyorlar. sloganı da kendine uygun: "beer of beers" (tr. biraların şahı). kültür kısmında bahsettiğim yeşil çayın tadı ve kokusu ise bana bayağı bayağı noriyi anımsattı. bunu söylediğimde, bitki olarak hiçbir ortak noktaları olmamasına rağmen havasından mıdır, suyundan mıdır bilinmez, bu benzetmeyle daha önce de karşılaştıklarını söylediler. meyveleri müthiş lezzetli. hani o özlediğimiz kokusuyla birlikte harika bir tad bırakıyorlar ağızda. sebzeleri içinse aynı şeyi söyleyemem.

    ekonomi:
    yıllardır süregelen muhafazakar ve dışa kapalı işleyişi nedeniyle ekonomi tıkanmış durumda. tüketimi ve enflasyonu artırmanın, dolayısıyla büyümenin yollarını arıyorlar. bu nedenle başbakan* orta vadeli bir program* açıkladı ve işe yarayacak gibi görünüyor. en önemli sorunlarından birisi de yaşlanan ve azalan nüfus. bu paket, nüfusu ve kadınların iş gücüne katılımını artırmak için de önlemler* içeriyor. refah düzeyi yüksek olsa da bilindiği gibi dünyanın en pahalı şehirlerinden birisi, belki de birincisi. oldukça kısıtlı bir alanda yaşayan 130 milyon japondan ve/veya 13 milyonluk tokyo nüfusundan bahsediyoruz.

    genel kültür:
    herhangi genel bir başlığa koymadan semtler ve kişisel gözlem ve deneyimlerim hakkında ortaya karışık bilgiler vereyim.

    elektrik/elektronik edevatların merkezi kabul edilen akihabara, her şeyi dünyanın geri kalanından daha pahalıya bulabileceğiniz bir yer. dolayısıyla diğer ülkelerde bulabileceğiniz bir şey almaktansa daha enteresan zımbırtılara yönelmek eğlenceli olabilir. hazır gitmişken burada bulunan bir maid cafe'ye girdim. konsepti bildiğim için bir hanım arkadaşımızla gittik ki daha az rahatsız olalım. bu japonlarda hakikaten sapkın bir taraf var. tam da beklediğim gibi rahatsız hissedeceğiniz mekanlardan.

    harajuku'da omotesando caddesi, bir nevi ginza'nın yavrusu. markalar da fiyatlar da bir nebze daha uygun. yalnız bir chopstick'in 100 dolara satıldığı bir yerin "bir nebze" daha uygunu diyorum, kontrolü kaybetmeyin. magnet, anahtarlık değil de yelpaze, saç tutturma çubuğu(?), kimono, vs.. gibi japon kültürüne özgü hediyelik eşya almak isteyenler için bu cadde üzerindeki oriental bazaar'ı şiddetle tavsiye ederim. ayrıca minik dostlarınıza hediye almak isterseniz hemen bu cadde üzerindeki kiddy land 'i tavsiye ederler ve hatta brad pitt&angelina jolie çiftinin mutlaka uğradıkları bir mağaza olduğunu söylerler ancak inanmayın. zira gittiğinizde 4-5 katlı yerde hello kitty dışında bulabileceğiniz şeyler türkiye'de bir kırtasiyede bulabileceklerinizle aynı. almış olmak için alacaksanız doğru yer, ancak düzgün bir şey istiyorsanız pamuk eller cebe, sizi ginza'daki toy park'a alalım. nihayet çocuğun psikolojisini bozmayacak ve oyuncağa benzeyen şeylerin arasındasınız. yetişkinler için oyuncak bakanlar içinse yine aynı caddede condomania mevcut*.

    shibuya epey kalabalık, canlı ve hareketli bir semt. doğru metro çıkışını bulursanız sizi hachiko heykeli karşılıyor. zira sadık köpeğimizin sahibinin (prof. hachi) dönüşünü ölümünden sonra bile beklediği istasyon burası. dört yol ağzında olan bu çıkışta karşıdan karşıya geçmeden olmaz. ne de olsa filmlerdeki tokyo sahnelerinde sıkça kullanılan, dünyanın en kalabalık yaya geçişinden bahsediyoruz.

    shinjuku sanırım shibuya'dan da kalabalık. farkı ise oldukça büyük bir red light district'e* sahip olmasıdır. gitmeden önce araştırın öğrenin. unutmayın dil bilmediğiniz gibi, derdinizi anlamadıkları gibi, cinsel sapkınlıkta başı çeken bir milletten bahsediyoruz. dimyat'a pirince giderken yanlışlıkla götü kaybetmeyin*. ayrıca 10 mekandan 7-8'i -hele ki japonca bilmiyorsa- yabancıları* içeri almaz. dolayısıyla doğru konsepti, doğru mekanı ve yabancıları kabul eden mekanları bulmanız, ondan sonra aksiyon almanız tavsiye edilir. şahsen bu konuya çalıştığım kadar üniversite sınavına çalışsaydım harvard'dan teklif alırdadfasdfsd. bu sayede lost in translation durumuna rağmen nokta atışı yapabildim. bilgi isteyen olursa birkaç mekan ve yol yordam öğretmek suretiyle onu saatlerce, günlerce yabancı forum okumaktan, tam buldum derken başka yerdeki olumsuz bir deneyim/yorum yüzünden başa dönmekten kurtarabilirim. tabi giden de eşek değil ya dönerken bir taketsuru ne bileyim bir hibiki alır gelir*.

    asakusa'nın halen eski japon kültürünün yaşatıldığı bir semt olduğundan bahsetmiştim. buna ek olarak bir de kamakura'yı gördüm ben. yine benzer yapı, benzer mimari ve ek olarak 11 metrelik buddha heykeli. gidip görmek lazım bence. ayrıca burası tokyo'nun sayfiye yeri gibi, plajları var, sörf için uygun bir destinasyon ve dahası şanslıysanız, hava açıksa uzaklardan fuji dağı'nı görebiliyorsunuz. bu arada fuji'nin yeri de pek bir ayrı gönüllerde. kutsal olduğuna inanılmasının yanı sıra adına şarkılar türküler yakmışlar. kamakura deyip geçmemek lazım, tarihi önemi de olan bir yer. ilk shogun hükümeti burada kurulduğu gibi bu yönetim, 1200'lerden 1900'lere kadar devam etmiş. coğrafi konumu sebebiyle savunması kolay bir bölge olması sayesinde yüzyıllar boyunca gücünü koruyabilmiş.

    kişisel fikirlerim;
    - uzun yaşamlarının sırrı pirinç falan değil; hayatın her alanında güvenlik en önem verdikleri konu. kapalı otoparktan çıkan aracı yönlendiren görevliyi görmeniz lazım. ışıklı çubuklarıyla uçağı aprona yanaştıran görevliler gibi. yol/kazı çalışması olan yerlerde sadece kırmızı koniler ve şeritlerle kapatmakla yetinmemişler, çalışma bölgesinin başında ve sonunda birer görevli bekleyerek yoldan geçenleri uyarıyor, yönlendiriyor.
    - deprem konusunda inanılmaz bilinçliler ve inşaat sektörü bu konuda aşmış, uçmuş, gitmiş. bunu hem önde gelen bir firma* ziyaretime hem de oradayken gerçekleşen 6.4 şiddetindeki depreme bakarak söylüyorum.
    - bir süre sonra avrupalı, ya da en azından ingilizce konuşabilen birini gördüğünüzde gurbette hemşehri bulmuş gibi seviniyorsunuz.
    - genel itibariyle hem insanı hem de sokakları tertemiz.
    - modaya inanılmaz düşkünler. özellikle louis vuitton ve hermes'e bayılıyorlar. erkekler arasında omuza asılan kadın çantalarına benzettiğim çantalar çok moda.
    - sıkışık coğrafya yüzünden malesef ferahlık hissi çok az yerde yaşanabiliyor.
    - bedava wi-fi metroda var ancak şehir genelinde pek yaygın değil. bir servis sağlayıcıya üye olmanız gerekiyor.
    - adım başı 7 eleven var; bir blokta 3 tane bile gördüm.

    velhasılı kelam, oldukça yoğun iş programım arasında günde 2-3 saat kadar gezebilerek edindiğim tecrübeler, bilgiler doğrultusunda yazdığım bu yazının ilk defa gidecek olanlara bir katkısı olursa ne ala. güzellik göreceli tamam ama "farklı bir deneyim" olduğu konusunda hemfikir olmayanı döverim.
  • dünya'yı gezdim böylesini görmedim. hadi abartmiym dünyayı diyerek ama, new york bir aya yakın, londra birkaç hafta, berlin 3 hafta civarı bulundum. gelişmişlik, binalar tesisler yollar kaldırımlar her şeyiyle jilet gibi düzgün, kaliteli, kusursuz bir şehir, new york'u da, berlin'i de londra'yı da bu açılardan açık farkla harcar.

    nüfusu 35 milyon diyorlar, yani misal gebze veya beylilkdüzü'nde oturuyorsun ve toplu taşıma ile istanbul'a bağlısın, tüm bu alana metropolitan bölge deniyor, bu alanlarda, yani bu tip semt sayılan ilçeleri ile beraber tokyo'da 35 milyon kişi yaşıyor. şimdi batı dünyasında gelişmiş ülkelerde böyle 20 milyona yaklaşan metropol yok (londra ve new york gibi yerlerde yapılaşma 100 önce falan bir sınırda nerdeyse durdurulmuş gibi), böyle aşırı büyük şehirler genelde az gelişmiş ülkelerde var, kahire, dhaka, mexico city, sao paolo, istanbul, bunlar da 20 milyon civarı ama şehrine göre %30, %60'ı varoş gecekondudan ibaret olan metropoller. tokyo tamamı aşmış yarmış gelişmiş bir ülke nüfusunu barındıran varoşu gecekondusu olmayan 35 milyonluk bir metropol ondan dolayı megapol de diyorlar. kalabalık ama her şey sistemli, istanbul'da ankara'da kızılay'da cumartesi günü kalabalık daha fazla boğar, tokyo'da böyle bi şey yok.

    herkes aşırı eğitimli, en azından aşırı eğitimli insanlar gibi nazik, saygılı, cool, işinde gücünde, bir hafta kaldım yamuk yumuk bakan, hırtlık gibi bir tavrı bize ve diğer insanlara yönelik olarak şahit olmadım. yazılmış, doğru dürüst çöp tenekesi yok ama yerde çöp yok. yoğun saatlerde metrosu kaldırımı yaya geçidi derken saatler içinde önünden yüzbin insan geçiyordur, bir tane obez insan yok. metro trenlerinin koltukları evdeki kanapeler gibi yumuşak ve kadife türü bi şeyle kaplı ve üzerinde leke yok, benim evimde bir haftada oluşacak kir pas en ufak bir şey yok. metroda su içen bile görmedim, değil yemek yiyen (ayıpmış orda, ama ben acıkmıştm, bisküvi kuruyemiş yedim bir kere).

    metro ağı şaka gibi, new york londra metrolarından güzel, çok şikayet edilmiş ama metro ve yollarda nerdeyse tüm tabelalarda ingilizce yazımlar var, google maps ve akıllı telefonla kimseye bir şey sormak zorunda değilsin aslında. daha önce gelişmiş bir ülkenin metrosunu metro haritasını kullanarak aktarma yapma vs. şeklinde kullandıysan, tokyo'da toplu taşıma ile bir yere ulaşmada ekstra bir zorluk yok.

    aklıma gelenleri buraya yazacağım biraz dadaist de olsa, çok şey var.
  • valisi 500.000 dolar rüşvet aldı diye istifa etmiş. hahahhahahaaa, sik kafalı japon askeri yaa. yakuzaların iftiralarını yenmesini de biliriz diyemedin mi sığır?
  • istanbul'dan 11 saatlik, uzun bir uçak yolculuğu sonrasında varılan ve üç ay kadar kaldığım şehir. zaten iki gündür uykusuz olmanın etkisiyle yol bitmedi bir türlü. aslında tokyo'ya varış saatimiz akşam olacağından uykusuzluk işime yaramadı desem yalan olur. thy uçak içerisinde terlik, dudak balmı (bkz: cartier), göz bandı ve rahat bir çorap veriyor. dağıttıkları kulaklıklar ise uzun süreli kullanımlarda rahatsız edici.

    narita havalimanı'nda kısa bir pasaport kontrolü ve rutin sorular sonrasında japonya'ya giriş yapılıyor. buraya ilk gelişim ve h.limanı tuvatleri temiz ötesi; içeri girdiğimde yaşlı bir kadın klozetleri temizliyordu ki insan evinde böyle temizlik yapmaz.

    kalacağım otele yerleşip dışarıda kısa bir tur atmak istiyorum. gelirken yanımda priz çevirici adaptör getirmemiştim, onu da hallederim niyetindeyim. inanılmaz kibar bir resepsiyonist kendilerinde olduğunu ve odaya gönderebileceğini söyleyince buna gerek kalmadı. oda japonya standartlarına göre büyükmüş ancak bana yine de küçük geldi. kaldı ki * bölgesinde ve epey de pahalı bir otel burası. yatağın hemen yanında fener, su, ilk yardım çantası var depreme karşı. otelin camları açılmıyor ve binalar arasında mutlaka boşluk var. bu arada karşı plazada gecenin ikisinde hala birileri çalışıyor.

    japonya'da trafik soldan ve burada nissan, toyota ve honda'nın hiç görmediğim modelleri var. * beni büyüledi, taksiler ise *. taksiye binerken kapıyı siz değil içeriden bir düğmeyle şoför açıyor, inerken yine aynı durum söz konusu. hazır araba demişken arabaların hepsi pırıl pırıl, sanki galeriden yeni çıkmışlar. hatta bir beton kamyonunun jantlarını söküp alasım geldi. arabalar bu kadar temiz ama yollar daha da temiz. şimdi bir şehir düşünün, sanki her gece yeni asfalt dökülüyor. her gece abartı olur derseniz, restinizi görür ve arttırırım. sanki her saat başı asfalt yenileniyor. böylesine harika yolları, ki bahsettiğim yer şehir içi, başka bir yerde görebileceğimi zannetmiyorum. burası dünyanın en büyük metropollerinden birisi ve otopark, trafik sorunu yok. trafikte de inanılmaz kibarlar, henüz korna sesi duyabilmiş değilim. keza bisiklet kullanımı da aşmış durumda.

    sonuç olarak, bu dünyada ama bu dünyanın çok dışında bir yer burası.
  • kendisine gelişmiş demenin haksızlık olacağı, zira aşmış, içinde şahane bir milleti barındıran, mutlaka gidilesi, görülesi, sonrasında ise karşılaşılan medeniyet ve gelişmişlik karşısında hüngür hüngür ağlanası şehir. şu ana kadar gördüğüm yerler içerisinde beni hiç bu kadar etkileyen bir şehir olmamıştı. hele ki o japonların ahlakı, saygısı, dürüstlüğü... fiziksel olarak da çok sağlıklı ve fit görünüyorlar, şişman veya göbekli bir japon neredeyse hiç görmedim, inanılmaz da tatlılar. yaşlılar ayrı sevimli, gençler ayrı bi' sempatik, çocuklar desen zaten harika, oyuncak bebek gibi. şehir de öyle. belediye otobüsü var mesela, önünde gülen surat, oyuncak otobüs gibi, durunca da öyle sesler çıkartıyor. şu bak *.

    ne kadar dürüst ve güvenilir olduklarını duyarız hep ama gidip bizzat tecrübe edince inanamadım dünyada böyle bir yer olduğuna. arkadaşım şöyle bir şey anlatmıştı mesela; bu arkadaşım atkısını düşürmüş bir yerde, 3 gün sonra oraya tekrar yolu düşmüş, bi' bakmış ki atkısını yerden alıp kenara koymuşlar orada duruyor öylece. yine mesela arkadaşım ve çocuğu ile çocuk arabasını içeri sokamayacağımız tapınak vb. gibi yerlerde arabayı dışarıda bırakıyorduk. üstünde şapkalarımız asılı oluyordu, güneş gözlüklerimiz de, hatta çantamızı bırakıyorduk. böyle bir şeyi başka bir yerde yapmak mümkün müdür acaba? veya çantam açık gezmeyim aman içinden bir şey alırlar diye düşünmemek, sırt çantası ile gezerken paranoya yaşamamak... bir insanın yaşadığı yerin kendisine verebileceği en güzel şey güven duygusuymuş meğer. japonları koruma altına almak lazım bence. neyse ki ürettikleri mallar gibi kendileri de uzun ömürlü.

    esnaf da çok dürüst. para üstü alırken saymaya gerek duymuyorsun. bir keresinde satış görevlisi para üstü verirken yaptığı pratikliği anlamadım ben, napıyorsun der gibi baktım suratına. '' i'm japan, you can trust me'' dedi. kendilerinin de farkındalar yani. birine bir şey sorduğunuzda hemen gülümseyerek yanıt veriyorlar, çok da yardımseverler. adres sorduğunuzda falan canla başla tarif etmeye çalışıyorlar. yanlış trene binmiştim mesela, ''şu istasyona nasıl gidebilirim'' diye sordum yanımda oturan kıza. ingilizce bilmiyordu. hemen açtı telefonundan baktı. sonra küçük bir defter çıkardı, bir yaprak kopardı, oraya bilal'e anlatır gibi yazdı bana. sonra el yazısını beğenmedi sanırım, başka bir sayfa kopardı, özenle yeniden oraya yazdı.

    bana çok medeni gelen şeylerden biri de toplu taşıma araçlarındaki kütüphane sessizliği oldu. ne kimsenin telefonu çalıyor, ne de kimse telefonda konuşuyor; hatta birbirleriyle bile çok nadir konuşuyorlar.

    ilginç olarak ise hostes barlar vardı. bunlar gece kulübü. erkekler için olanında kadınlar gidiyormuş masalara, sohbet ediyorlarmış. asıl ilginç olanı ise kadınlar için olanı da var. ve gidenler gayet genç güzel kızlar. japon kızları çok güzellermiş bu arada yahu taş bebek gibi hepsi. ama sanırım japon erkekleri iltifat etmede biraz cimri olacak ki, erkek hostesler masasına gittikleri kadınlarla içip onlara iltifat ediyorlarmış. yani fıstık gibi bi' kız iltifat almak için para ödüyor. bu erkek hosteslerin tipler de şöyle bak 1, 2, 3. bizim burda emo diye beğenmediğimiz tipler orada paraya para demiyor. üstelik bunu zaten güzel olan kızlara iltifat ederek yapıyorlar. bizim burda kızılay'a çıksan desen ki tokyo'da böyle böyle bi' iş var, orayı yıkarlar muhtemelen, japoncayı falan ana dili gibi öğrenirler.

    pahalılık konusuna gelince bazı şeyler şaşırtıcı şekilde pahalı evet. shibuya'da food show diye bir yere gitmiştim. hediye paketi içinde tek şeftaliler görmüştüm. hediye ediyorlarmış onu birbirlerine. düşünsene sevgilin sana şeftali hediye ediyor. kavun-karpuz pahalı olayı da şehir efsanesi değilmiş. şu iki kavun * 10.800 yen, yani yaklaşık 225 tl. direkt hediyeliğe yönelik de şu karpuzlar vardı *. ama öte yandan her şeyin 100 yen'den satıldığı yerler de vardı. türkiye'de 30-40 liradan aşağı alamayacağınız bazı şeyler de orada 100 yen, yani yaklaşık 2 lira.

    t.c vatandaşlarına vize uygulaması yok ve son zamanlarda giden dönmez olmaya başlamış. vize uygulamasına geçmeyi düşünüyorlarmış zaten. gidip de oraları güvensiz hale getirebilecek herkes engellensin. varsa etrafınızda oraya gitmek isteyen tekinsiz uğursuz insan, taş koyun tekerine. vatandaşlık almak çok zor neyse ki. her devlet bize bakmıyor diyene vatandaşlık vermiyorlar. evlilik yolu ile almak en kolay ve kestirme yolu. vatandaşı olup, ölene kadar orada yaşamak isterdim ben. belki yazları fotoğraf makinemi boynuma asıp türkiye'ye öyle gelirdim. ama düşündüm de yok hiç gelmezdim.
  • kalabalik, garip, sinir bozucu bir sehir. japonlarin dunyanin en kaba insanlari (ruslardan bile) oldugu soylenebilir. tokyo, hemen herseyin bulunabilecegi, temiz, duzenli bir sehir. onlarda da sokakta kolpa/sahte marka seyler satilmakta, cok sasirtici...

    japonlar, kendi kulturlerinin dunya ahiretteki en 'guzel' kultur olduguna inanmaktalar, ve diger ulkeler hakkinda hemen hemen hicbirsey bilmiyorlar. kendileri gibi yasamaya zorlaniyorsunuz, ve bu tek basinaysaniz cok zor olan birsey. istasyonlarda ingilizce hicbir bilgi yok, yani nerden nereye nasil gideceginizi 1234323 saat arayip bulmak zorundasiniz, kimseye de soramazsiniz cunku allahin hicbir kulu "ben bir ingilizce ogreneyim" dememis. evet ilginc "oha samuraylar hede hodo"; ama sinir bozukluguna, bir su istemek icin kicinizi yirtmaya, sabahlari dus aldiginiz ve geceleri 3049043 kisinin yıkandigi su ile (kuvette doldurulmus olarak bekleyen) yıkanmadıgınız icin elestirilmeye sinirinizin bozulmasına degmez...

    en ilginci ise hic ingilzce anlamamalarina ragmen anlamis gibi gulerek (ki sanirim en nefret ettigim bu idi) kafa salalmalari ve soru sorduysaniz cevap alamamiyor olmaniz. su sekilde:

    - can i have a glass of water please?
    - ??!? nihahahohoho
    - ok...(bi de soole deneyelim) watashi "water" (ben su anlamina gelio) bir yandan elinizle su icme hareketi yaparsınız.............
    - nihnihnihnihohoho yes yes yes ha ha ha
    - (su versene essolessek!!!) do u understand me?.... (ses titrer, haftalarin verdigi sinir ucunu verir)
    - yes yes yes yes ..hihi
    beklersiniz su vermesini ama o suratiniza bakar aptal aptal.....
    -ooooooofffffffffffff mina koyim yaaaaaaaaaa!!!!!!!!!! dediginizde 'saygisiz, sabirsiz' marslı olursunuz...

    veya tren istasyonunda "information" yazan yere gidersiniz, cunku ingilizce bilmelidirler degil mi? hayiiiiiiiiiiiir efendim bilmiolar, aptal aptal bakip seslerini yukselterek japonca konusuolar bi bok anliomussunuz gibi. insan yazarken dahi sinirlenio....
  • iş yerinden 160 km. uzakta oturmanın normal kabul edildiği bir yer. (öte yandan trenlerin 320 km/saat ile gittiğini de göz önünde bulundurmak lazım tabii)
  • hakkında ne yazılsa az gelecek şehir. şimdiye kadar az şehir gezmedim sözlük (13 ülke 23 şehir olmuş), ama gördüğüm en enteresan şehir olarak bir kenara yazdım kendisini. uzun zamandır da "yeni başlayanlar için <şehir>" başlığına yazmamışım madem, gideceklere biraz fikir versin yazacaklarım.

    tokyo'ya gidecekseniz gitmeden önce ya orada bulunmuş biri ile konuşmanızı ya da burada yazılanları bir okumanızı tavsiye ederim. zira bu benim baya işime yaradı. he her yazan ya da her söylenen de doğru değil. bir doğrulama yaparsınız gitmeden.

    öncelikle gitmeden önce yapılacakları vurgulamak gerekirse;
    - vize istemiyor. el kol sallayarak gidebilirsiniz şimdilik.
    - orada pek çok yerde internet var. ancak ben gitmeden önce bir pocket wifi kiraladım buradan http://www.globaladvancedcomm.com/ (8000 yen civarı). sınırsız mobil internete sahip oluyorsunuz, ki bu o örümcek ağı metrosunda çok çok işe yarıyor. onunla ilgili detaylara birazdan gireceğim. birden çok cihazda kullanılabilmesi de çok avantaj. internet bulmak için kırk takla atmanız gerekmiyor. havaalanına sipariş ediyorsunuz, havaalanında teslim alıp dönerken havaalanının posta kutusuna atıyorsunuz. bu kadar.
    - pek çok yerde "eğer narita havaalanına iniyorsanız önceden şehre giden rail pass'den bilet alın" diyordu. ancak ben almadım. hiç de problem olmadı. narita express diye bir gerçek var. o da bu entarinin ulaşım kısmında.

    tokyo'ya gittiniz;
    ulaşım (havaalanı-şehir); thy ile gidiyorsanız sizi narita'ya götürecek. narita şehirden baya uzakta bir havaalanı. o yüzden bir saatten fazla yol almanız gerekebilir. havaalanı-şehir arası için çeşitli alternatifler var. ben bu alternatiflerden narita express olanını tercih ettim. saatte bir kalkan ve sizi çeşitli önemli istasyonlara götüren bir tren bu (shinagawa, shinjiku, tokyo gibi). pasaportunuzu ve dönüş tarihinizi belirtirseniz gidiş dönüş bileti kesiyorlar indirimli olarak. gidiş dönüş 4000 yen. tek yön yanlış hatırlamıyorsam 3000 civarı. havaalanı istasyonundaki kızın güzel ingilizcesi "bunlara mı diyorlar ingilizce bilmiyorlar diye ayol, ayıp" şeklinde düşünmeye sevk etse de onun bir vitrin olduğunu hatırlatırım *

    ulaşım (şehir içi); tokyo'da akıllara zarar bir metro ağı var. o yüzden haritaya bakmadan bir yerden bir yere gitmeniz zor. bir istasyonda 5 kat var, her katta 4 hat var. her hattan farklı tren geçiyor falan. kaybolmamak imkansız. birilerine sorarsanız ingilizce çok bilmiyorlar, ancak deli gibi yardım etmek için tutuşuyorlar. bu sebeple elinizden tutup sizi gideceğniz yere götürürler bile. yormayın adamları. internet işte burada çok işe yarıyor. gerçi tokyo tube map uygulaması çevrimdışı da çalışıyor ama ben ondan verim aldığımı söyleyemeyeceğim. en temizi google'dan gideceğiniz yeri aramak ve metro ile gidileceğini işaretlemek. o çok isabetli çalışıyor. yine de "hah 3. hat doğru yerdeyim" diye bindiğiniz trenin son durağına bakmazlık etmeyin. hanya'ya gitmek için hazırlanırken konya'ya gidebilirsiniz. metro için bir kart alıyorsunuz (suica) her mesafenin farklı ücreti var. bu fiyatlar google maps'te de yazıyor. hem girerken hem çıkarken kart okutmanız gerekiyor. bir de birden fazla şirket olduğu için shinjiku istasyonunda "yaee, burda bilmem ne hattı yok" diye hayıflanmayın. muhtemelen jr line treni o. onun için de suica kartınızı kullanablirsiniz. metro 12'de kapanıyor ama sabah erken saatlerde çalışmaya devam ediyor. bilginiz olsun.

    kültür; kırk yıl düşünsem aklıma bir şehrin kültürü ile ilgili bir şeyler yazacağım gelmezdi ama tokyo için yazılmalı. çünkü çok çok acayip farklı bir kültürden bahsediyorum. insanlar düşüncelix3. insanlar temizx5. insanlar saygılıx10. gittiğnizde aklınızda olsun, yemek yiyerek yolda yürüyemezsiniz. metroda vs. telefonda konuşamazsınız. "bunlar yazılı kural değil, ancak nasıl güzel yerleşmiş bu kültürleri" diye düşündüğünüz anda yazılı kural olarak karşınıza da çıkıyor özellikle turistik yerlerde. mesela al götür tarzı gıda satan yerlerin üstünde "buradan aldığınız ürünleri yürüyerek yemeyin" yazıyor. metroda "lütfen telefonla konuşmayın. çok lazımsa vagonlar arasındaki boş kısımda konuşabilirsiniz" uyarısı yapılıyor. yine metro istasyonlarında "telefonunuza bakarak yürümeyin" tabelaları var. çöp atmak yasak. cezası var. zaten sokaklarda çöp kutusu yok. herkes sırt çantası ile geziyor ve çöplerini kendi biriktirip evinde yok ediyor. en son paris başlığına "ne kadar pis olabilir ki demeyin, gerçekten pis" yazmışım. tokyo için de "ne kadar temiz olabilir ki demeyin, gerçekten temiz" yazıyorum. imzamı atıyorum.

    gezilecek yerler; tokyo her türlü kişisel zevke hitap eden yerler barındırıyor. alışveriş yapmayı seviyor ve hem alışveriş yaparım hem eğlenirim diyorsanız shinjuku ve shibuya doğru tercih olacaktır. turistler genelde bu iki semti tercih ediyorlar gördüğüm kadarı ile. bana çok hitap ettiğini söyleyemeyeceğim. shibuya'da meşhur hachiko'nun heykeli var. yine meşhur herkesin aynı anda karşıya geçerken yarattığı o kalabalık videoları da genelde buradaki kırmızı ışıkta çekiliyor. ben de çektim (eksik kalamazdım). shibuya ve shinjiku'nın haritadaki yakınlığına bakıp "yürürüm ben yaee" demeyin. o arada gerçekten bir şey yok. zaman kaybetmeyin derim. zaten yeterince yürüyeceksiniz. eğer çok paranız varsa ve alışveriş seviyorsanız ginza'ya; ben bir teknoloji tutkunuyum diyorsanız akihabara'ya; tapınakları ve geleneksel japon tarzını görmek istiyorsanız da asakusa'ya gidebilirsiniz. asakusa tapınaklar için tek yer değil elbette ama az zamanınız varsa ihtiyacınızı karşılayacaktır. gelelim hayran kaldığım yere. bu yer ueno. parkıyla, pazarıyla, tapınaklarıyla beni oldukça cezbetti. bir mayıs ayında ueno park'ta o ağaçlar çiçek açtığında orada olmak istiyorum sadece. yani iş için değil, turistik amaçlarla gidiyorsanız o ağaçlar böyle güzel çiçek açtığı zamanda gidin (bkz: http://cdn.deepjapan.org/…1_3jakoq1427425780924.jpg) tokyo tahmin ettiğinizden daha büyük bir şehir, neredeyse her istasyon çevresinde görülesi yerler var. önceden planlayarak gezmenizi tavsiye ederim.

    yemek; japon mutfağını seviyorsanız hayatınızda yemediğiniz lezzette sushi yiyeceğinizi garanti ederim. döndüğünüzde burada yediklerinizin sushi olmadığına kanaat getireceksiniz. ancak sushi dışında japon mutfağının ağır baharat kokusundan hazzetmeyenler için üzgünüm. bir süre yemek yiyemeyebilirsiniz. hayat sürekli sushi yiyerek geçmiyor zira. koku hassasiyeti çok da fazla olmayan biri olarak beni bile biraz rahatsız eden kokudan bahsediyorum. dönmeye yakın alışıyorsunuz (ne zaman döneceğiniz ile ilgili tabi). tempura yemeden gelmeyin. sushi yemeden gelmeyin. rameen sevmedim, çok ağır. soba olsa da olur, olmasa da. yine de siz bilirsiniz. deneyin isterseniz. ama tatlılar, yok mu o tatlılar, özellikle asakusa'da satılan o hamurlu sıcak pudra şekerli şey (jumbo melonpanmış adı) yemeden dönmeyin derim. geleneksel yemekleri shinjiku, shibuya hele de ginza'da yiyeyim derseniz baya bir para gömeceğinize emin olun. o yüzden o civarlarda gezmenizi, yemeği ise daha küçük (ueno, shinagawa, oimachi, ookayama gibi) yerlerde yemek yemenizi tavsiye ederim. şu da karşılaştırması olsun, shinjiku'da 10.000 yen'e yediğiniz sushiden daha güzelini oimachi'de 1.500'e yiyorsunuz. restoranlar şok ponçik. ayakkabılarınızı çıkarıp oturuyorsunuz. alkolsüz ıslak mendillerle güzelce paklanıp yemeğe hazır hale geliyorsunuz falan. yan masadaki kadın bir anda şarkı söylemeye başlıyor. enteresan dünyalar. bu arada bahşiş yok. sakın. bunu da saygısızlık olarak alıyorlarmış. çünkü bu zaten görevmiş.

    tuvalet;tokyo'dan aklınızda kalacak en önemli şey toto marka tuvaletleri. "türkiye'den başka temiz ülke yok, götü boklu geziyolar taharet musluğu yok" diyen amcalara inat tokyo'da taharet musluğu daniska mode on. ısıtmalı klozet, püskürtmeli taharet musluğu (kadın için ayrı erkek için ayrı), sıçarken dinlet falan. enteresan hareketler mevcut. bir gün metro istasyonunda tuvalete girmek zorunda kaldığımda "ahaa, şimdi göreceğiz bakalım gerçekten temiz millet miymiş!" dediğimde karşıma çıkan tertemiz alaturka tuvalet ile bir dehşete daha düştüm. "en temiz millet biziz ha, taharet musluğumuz bile var" diyen amcayı zamanın ötesine gönderdim gitti.

    alışveriş; tokyo genel olarak çok pahalı. örneğin türkiye'de 150 lira olan bir elektronik cihazı 10000 yen'e satılırken gördü bu gözler. tabi bazı güzellikler de yok değil. bunlardan biri japon milyoncusu (100 yen store) can-do ve daisolarda baya uygun malzeme bulabilirsiniz. bazen çok enteresan şeyler çıkabiliyor. gerçi ben hediyelik şeyleri oralardan bulamadığım için akihabara'nın arka sokaklarındaki turistik dükkanları tercih ettim. ucuz sayılmaz ancak pahalı da değil. teknoloji alışverişi için ise doğru yer akihabara ve tabi ki yodabashi camera.
    genel olarak alışveriş için tokyo'da ykm tipi alışveriş merkezleri mantığı hakim. bu alışveriş merkezlerinden birine girince saatleriniz gidiyor. zaten türkiye'de yeterince görüyoruz bunlardan diyenlerdenseniz sadece birine girip bakınıp çıkmanız yeterli bence. ueno'daki halk pazarını görün mutlaka.

    insanları seyretmek; çok ilginç ama dünyanın en kalabalık kentinde yapmaktan en çok hoşlandığım şey bir yerde oturup insanları ve çocukları seyretmek oldu. telaşsız, sakin, kibar insanları bir köşeden seyretmek şahane. hele çocuklar. ah ah.

    gitmeden önce havaalanında beklerken şu başlığı görmüştüm (bkz: japonyanin diger yuzu)biraz gerilmedim de değil. çünkü ben de bu kibarlıklarının altında bastırılmış birşeyler olduğunu ve bunun yüksek egodan kaynaklandığını düşünüyordum. ama arkadaşım yok efendim tecavüz orada çok yaygınmış da, yok efendim erkekler yol ortasında çeşitli hareketler içindelermiş de falan. orada bulunduğum süre boyunca tek bir ters bakış görmedim (gece geç saatlere kadar yalnız gezdim). üstelik rahatsız olmamam için çabalayan insanlar gördüm. bir kere "töbe bismillah bu adam nasıl bakıyor öyle, gaçhayım" demedim. ben ankara'da yaşıyorum anacım, şaka mısınız siz? ankara'da geçen gün dolmuş şoförü evine giden kadını kaçırdı bilir misiniz bilmem. bir de diğer taraftan bakarsak çok ataerkil bir yapıları olduğu, kadına çok değer verilmediği aşikar ve bu da doğu kültürlerinin en kötü tarafı zaten. ama arkadaşım sen finlandiya mısın, ya da norveç, ya da ne bileyim bir danimarka. sen çok mu değer veriyorsun? emin ol senin yapmaya çalıştığın manipülasyonu yiyenlere çok acıyorum. "tokyo'da kadınlara hiç değer vermiyorlar yaee, hep geyşa, hep maid" diyen adamları önce kendi kapılarının önünü temizlemeye davet ediyorum.

    bir de türkiye'ye döndüğünüzde orada edindiğiniz alışkanlıkla çevreye savurduğunuz çantanıza falan dikkat edin yazmış bir yazar. sonsuz katılıyorum. lan adamlar göt ceplerinde müthiş pahalı telefonlarla geziyorlar. kimse hırsızlıktan korkmuyor. çünkü yok. bu güven duygusuna bayıldım. ataerkil olsak da onlar gibi ataerkil olsak arkadaş. bizdeki nasıl bir ataerkillik anlamadım ki.

    bir enstantanemi de anlatayım da bitsin entari artık. asakusa tarafında o meşhur tapınağın önünde benim de bir fotografım olsun dedim. yanımdaki kadından bir fotoğraf çekmesini istedim. kadın el hareketleri ile reddetti. "heralde yanlış bir şey yaptım. bu da mı ayıp. ama herkes yapıyor" şeklinde hayıflanmalar içinde iken aynı kadın yanında başka bir kadınla omzuma dokundu ve öbür kadını işaret etti. öbür kadın da arkadaşının ingilizce bilmediği için bana cevap veremediğini, bana yardımcı olmak istediklerini falan söylediler. yerim lan ben bunları. ponçikler. o fotoğrafın anısı şahane yani. herkesinkinden farklı.
  • yaklaşık 3,5 senedir içinde yaşadığım benim için doğal güzelliğin, futuristik şehir planlaması ve gelenekselin uyumlu ve çarpıcı bir karışımı, bir şehir masalıdır... dört mevsimle a'dan z'ye değişen gündelik yaşamı, renkli festivalleri, yemek kültürü, teknolojisi ve pasifiğin kucağında olduğunu dev beyaz bulutları ve göz alıcı renkleriyle hissettiren görenlerin asla unutamayacağı, bir süre yaşamış olanın da zor vazgeçeceği bir şehirdir. bu kadar kalabalık bir metropolün nasıl bu kadar güvenli olabileceğini her gün sorgulamama sebep olan şehir efsanesi gibi görünen olayları -macbookunuzu trende unuttuğunuz yerde bulmanız gibi-, çalışma ortamındaki uymanız gereken, kimsenin nedenini açıklamadığı garip kuralları, herşeyin doğru yapıldığı bir yolun olması ve kulağınızı ters göstermeniz pahasına bu yola uymanızın beklenmesi, guruba uymanın bireysel başarınızdan çok daha önemli olduğu, bize çok benzediği söylenen ama aslında yer yatağı ve ayakkabıları eve girmeden çıkarmak geleneği dışında yakından uzaktan hiç bir benzerliği olmayan ülkenin değişik insanlarının en kozmopolit şehri...
  • kravatli insanlarin gec saatte isten cikip, birseyler icip, ayni kiyafetlerle barlarda eglendikleri, gulen insanlarin, cogunlukta oldugu, uzakdogu kulturunun kendine has medeniyetle yogruldugu sehir. 3 katli atari salonlari var burda, insanlar kutu gibi odalarda karaoke yaparak deli gibi egleniyorlar.

    sabah oluyor gezmeye cikiyorsun, sevgilisi ile resmini cekmeni isteyen cocuk, resmi cektikten sonra egiliyor onunde, bir garip oluyorsun. her dukkanda sanki japonca biliyormussun gibi seninle japonca konusuyorlar, kendini onlardan hissediyorsun. metro istasyonuna gelince ananons yapan bayanin sesi o kadar kibar geliyor ki kulagina uyaridan ziyade masal etkisi yapiyor bunyede. yoyogi parkinda nisan ayinda cicek acmis agaclarin altinda sanki o cicekler dunyanin baska yerinde yokmus gibi geliyor insana.

    5 itibari ile sehirde hayat basliyor. pazar sabahi 5.30 da bazi hatlarda metroda oturacak koltuk bulamayabiliyorsun.

    dikkatimi ceken diger noktalardan birisi de jenerasyonlar arasi inanilmaz gorunus farklari. bu kadar ucuk giyinen, kendine has tarzi olan (tarz diyelim, buldugunu giymek diye de adlandirilabilinir) genc jenerasyonu gorup sadece takim elbise ile gezen yaslilari gorunce insan soruyor kendine, bunlar zamanla donusume mi ugruyor yoksa yeni nesil mi kopmus diye.

    masal kahramanlarindan ziyade masal karakterlerinin yasadigi sehir diyebilirim kisaca.
hesabın var mı? giriş yap