• benim için mükemmel dizi. set tasarımları, kıyafetler, müzik, sinematografi, hikaye, karakterler, şakalar. hepsi mükemmel. çoğu dizi sizi o "familiar" hisse ulaştıramıyor. karakterlerin ne yapacağını, sonlarının ne olacağını merak etmenizin sebebi diziyi takip ediyor olmanız gerçeğinden geliyor. bu dizi öyle değil. bu dizi sizi kaosun ortasına atıyor ve o ortamda büyüyüp çevrenizdeki her şeyi sevmeyi öğreniyorsunuz. size muhtemelen saçma gelecek "antic"leri sempatik buluyorsunuz zamanla. çok farklı dünyalara götürüyor gerçekten. karakterlere değer vermeyi öğreniyorsunuz, kendi ailenizden/çevrenizden birisiymiş gibi sanki her şey yolunda gitsin onlar için istiyorsunuz. bu kocaman bir başarı.

    herkese asla önermekten bıkmayacağım bir dizi ancak farkındayım ki önerdiğim 10 kişiden 9'u sıkıcı bulacak yada karakter dinamiklerinin yarısını anlamayacak bile. olsun, yine de izleyin. tekrar tekrar izleyin, izletin. (bkz: rachel brosnahan) yeteneği için izleyin, (bkz: luke kirby) çekiciliği için izleyin.

    --- spoiler ---

    buraya gelip komik değil demek hakikaten komik. dizi özellikle o dönem yaşayan yahudi aileler tarafından realizmi yüzünden sürekli övülür. aile içi dinamiklerin benzerliğinden, sürekli kaotik olmasından bahsedilir. mizah anlayışı sizin için olmayabilir ve bunu anlarım, çünkü gerçekten kültüre yatkınlığının ve bir miktar bilginin olması gerekebiliyor dizideki çoğu şakayı anlamak için. ama bu diziyi "komik değil" yapmaz. bunu gelip buraya yazana saçmalıyor etiketini yapıştırtır. saçma saçma konuşmayın.

    hikayenin hiç ilerlemediğinden bahsedilmiş, mesele burda zaten. sezonun teması ilerlemeydi. herkesin hikayeleri ilerlerken midge bi bataklıkta takılmış kalmış durumdaydı. suzie mekanını açtı, joel mei ile evlenme noktasında, abe gazetede ilerliyor, rose matchmaker'lık işini ilerletti. daha ne kadar ilerlesin istiyorsunuz? finalde de zaten beklenen konuşma geldi midge için.

    ayrıca belirtmem gerek abe ve moishe’ın obituary sahnesi inanılmaz iyiydi.

    --- spoiler ---
  • bana kalırsa her yönüyle muhteşem bir dizi ama ana akım izleyiciden yeterince ilgi görmedi diye düşünüyorum. bu sebeple de bir sezon erken veda etti ekranlara. bu dizinin neden çok iyi olduğunu ve buna karşılık neden pek de tutmadığını anlatmaya çalışayım.

    evvela arkasında çok ciddi emek olduğunu daha ilk bölümünden belli eden bir dönem dizisiydi bu. ikinci dünya savaşı sonrası new york'unda giderek sekülerleşen yahudi cemaatinin hikâyesini izledik. bu cemaatin içinde farklılıklarıyla öne çıkan bir ailenin hikâyesiydi aynı zamanda. ve o aile içinde de "kadın komedyen" olarak genel geçer kuralları ters yüz eden genç bir yahudi kadının (annenin) hikâyesi merkezdeydi. ki annelikle ilgili mesajları da sıkıydı.

    hikâyenin o kadar çok aksı vardı ki, bir noktadan sonra takip etmekte zorlanmışsınızdır. miriam'la susie'nin tuhaf arkadaşlığı, susie'nin dönemin eğlence sektörünün içinden geçen arsız yaklaşımları, miriam'la joel'in inişli çıkışlı aşkı, miriam'ın anne babasıyla yaşadıkları... hem diyalog yoğun ve her diyalogu dikkatle dinlemenizi gerektirecek kadar nüanslı metni, hem de bütün bu karakterlerin dönüşümlerini özenle bir araya getiren olay örgüsü, takibi zorlaştırıyor.

    yani 1960'ların new york'una, komedi dünyasının nasıl bir anda yahudilerin elinde kaldığına, televizyon ve eğlence dünyasının hızlı yükselişine azıcık vakıf olsanız, bütün bu anlatılan hikâyeden daha çok keyif alabilirsiniz kanımca. ama bir dönem dizisinin izleyicisinden bu kadar talepkâr olmaması da gerekir. mad men'le kıyaslarsak mesela, orada da dönem çok iyi çalışılmış ve yansıtılmıştı ama orada anlatının merceği o kadar derinden derine karakterlere odaklıydı ki, kaçırdığınız şeyleri fark etmiyordunuz bile.

    tabi takibi zorlaştıran bir diğer unsur da miriam'ın sürekli iğneleyici, nüanslı, lafı dolandırarak konuşma ve düşünme biçiminin anlatımı da kuşatmasıydı. başlarda "tamam bu kız evden kaçıp komedyen olacak" diye girdiğiniz hikâye çatallandı, dönüştü, bir ileri bir geri gitti ve dolambaçlı bir labirente döndü. bu arada espriler giderek inceldi. adeta her sahnesi kendi başına bir şova dönüştü bazı bölümlerde. bu da ortalama izleyiciyi iten şeylerden. neticede biraz da kafa dağıtmak için dizi izliyoruz.

    diziye her sezonda giren çıkan karakterler bence çok iyiydi ve hikâyeyi dönüştürücü etkileri oldu ama zaten merkezinde bir hayli çok karakter olan bir dizide bir de onları akılda tutmak epey zordu. bir de komedinin akılda tutması zor tarafları var. her yeni sezona başlarken bir önceki sezonu pek de hatırlamadığınızı hissetmişsinizdir. bazen geçen sezon ne olmuştu diye dönüp bakıyordum ve aslında hem çok şey olduğunu hem de olayların pek ilerlemediğini ama arada çok eğlendiğimi fark ediyordum.

    oyunculukların teatral değeri de bunu etkiliyor diye düşünüyorum. yani iyi bir müzikal seyrediyorsanız mesela hikâyeye değil de performanslara odaklanırsınız çoğu zaman. tabi her sezon benzer performanslar izlediğinizi düşünürseniz -- ki neticede her sezon aynı ana karakterleri izliyoruz -- bunun tekrara sardığı fikri uyanır içinizde. bu bakımdan da diziyi başlarda çok beğenenler bile bir süre sonra sıkıldığını hissetmiştir. yine de son iki sezonda tony shalhoub (abe weissman) ve marin hinkle (rose weissman) ara ara beklentileri aşan performanslarla öne çıktılar.

    son sezon bu bakımdan hikâyenin "sonrasını" da gösterdiği için ayrıca hoşuma gitti ama evet biraz aceleye getirildiği kısımlar da vardı. özellikle finalde miriam'ın "ben şan şöhret istiyorum" tiradının altı yeterince dolmadı sanki. zira şan şöhret değil de "iyi komedi" peşinde bir ana karakter gibiydi önceki sezonlarda. susie'nin yükselişiyse tam kıvamındaydı ve alex borstein'in oyunculuğu dizinin en önemli kazanımıydı bana kalırsa. yani o karakteri başka birinin oynayabileceğini düşünmüyorum. dizinin son sahnesi de, bu iki benzersiz arkadaşın "cennetteki beraberliği" idi bir bakıma.

    sırf performanslar için tekrar tekrar izlerim sanırım. bu da diziyi tek cümlede anlatıyor herhalde.
  • uzun zamandır yeni baslayan diziler icerisinde ilgimi ceken ve hayal kırıklıgına ugratmayan tek dizi. harika atmosfer, harika muzikler, muhtesem kostumler, olusturulmus cok saglam oyuncu kadrosu ve ilginc hikayesi yanında sadece garnitur. dizinin karnesi de simdilik cok iyi; imdb 9/10 rotten tomatoes 95% amazon 4.9/5.
    aslında dizi meshur kadın komedyen joan rivers'ın hayatından esinlenmis. bu yuzden bence spoiler vermeden, dizinin hikayesinden bahsetmenin en guzel yolu biraz joan rivers'ı anlatmak.
    rivers 1933 new york, brooklyn'de yahudi bir ailede dunyaya gelir. babası doktor annesi ise ev hanımıdır. 1954'te sadece kadınlara egitim veren barnard college ingiliz edebiyatı ve antropoloji bolumunden mezun olur. 1955'te evlenir, fakat evliligi cok kısa surer. bu donemde greenwich village'te komedi kluplerinde stand-up gosterileri yapmaya baslar. en cok sahne aldıgı klupler arasında meshur "the bitter end" ve "the gaslight cafe" de bulunmaktadır. o donem komik kadın oyuncular vardır fakat kadın komedyen diye birsey yoktur. 1950'lerde kadının toplumdaki yerini cok acıklamaya gerek yok zaten ama yahudi cevreleri daha muhafazakar ve erkek dominanttır bu sebepten "dul kadın" rivers'ın komedi kariyeri hic hos karsılanmaz.
    joan rivers aradıgı cıkısı 1965'te talk showun kralı olarak bilinen johnny carson'ın the tonight show'unda gorunerek yakalar. donemin komedyenlerine kıyasla joan cok daha sivri dillidir, sert ve acımasız bir espiri anlayısı vardır. ozellikle kadına toplumca bicilen rolu ve erkekleri elestiren sakalar yapmasından kimileri rahatsız olmaktadır. joan rivers 1967 joan rivers 1970 fakat joan o kadar zeki, hazır cevap ve komiktir ki insanlar onu izlemekten kendilerini alamaz. joan kadınlara yapılan haksızlıga karsı komedi yoluyla tepki gostermenin kapısını acmıs olur.

    joan yıllarca johnny carson'la birlikte yazar ve yedek sunucu olarak the tonight show'da calısır. 1986'da fox tv joan'a kendi talk showunu teklif eder. the late show'un baslamasıyla joan rivers ilk kadın talk show sunucusu olur. biraz ihanete ugradıgını dusundugu icin biraz da erkek egosundan dolayı johnny carson, joan ile konusmayı keser ve onun the tonight show'a cıkmasını tamamen yasaklar. isin acı kısmı jay leno ve conan o'brien bu yasagı devam ettirir. 2014'te jimmy fallon'ın showu devralması ve yasagı delmesiyle joan kariyerinin basladıgı programa konuk olur. bundan kısa bir sure sonra da hayatını kaybeder. belki de bu vedayı beklemistir.
    gordugunuz gibi dizinin bize sunacagı daha cok sey var. karbon kopya gibi arka arkaya patlak veren salak televizyon dizilerinden cok daha fazlası, cok daha farklısı the marvelous mrs maisel. basladıgınıza kesinlikle pisman olmayacagınızı garanti ederim.
  • amazon'un akıl almaz saçmalıkları nedeniyle olması gerekenden 1 sezon erken bitirilmiş ve son sezonuyla o muazzam prodüksiyonuna rağmen oldu bittiye getirildiğini düşündüğüm dizi. böyle konuştuğuma bakmayın gerçi ömrümde izlediğim en özel işlerden biri oldu bile. yeri geldi güldürdü yeri geldi ağlattı bazen de hayatı, aşkı ve dostlukları sorgulattı. mükemmel bir dizi olarak görülmesi için bütün koşulları sağlıyor. dizi son 2 bölümüyle kaliteyi arşa çıkardığı için diğer gereksiz sayılabilecek bölümleri görmezden geldim.

    hikaye 1950'lerin sonunda new york'ta yaşayan 2 çocuklu genç bir ev hanımı olan miriam maisel'ın yom kippur gününde kocası tarafından terkedilmesiyle başlıyor. o dönemin şartlarına göre bir kadının başarması gerektiği her şeyi başarmış, hali vakti yerinde bir kadın. terkedilince hayatı altüst oluyor ve kocasının başarısız stand-up denemelerini yaptığı gaslight'a bodoslama dalıp sahneyi resmen yıkıyor. hikayedeki gaslight new york'ta oldukça ünlü bir yermiş ayrıca, 1970'lere kadar açık kalmış ve dönemin komedyenlerinin yazarlarının uğrak mekanlarından biri olmuş.

    --- spoiler ---

    ana karakterimiz miriam "midge" maisel, ömrümde izlediğim en tatlı, en sempatik kadın karakterdi. yani şunun üstüne daha kimin hangi performansı çıkabilir gerçekten hiç bilemiyorum. kendi de söylediği gibi yaşadığı bir sinir krizini bir kariyere ve hayata çevirdi. aslında yazarların kolaya kaçarak anlatmayı pek sevdiği güçlü kadın anlatısından çok uzak, klasik feminen bir karakter ama izlediğim en güçlü kadın karakterlerden biri oldu. adım adım tırmaladı, ara ara yaşadıklarından yorulsa da hayalkırıklıklarına uğrasa da asla vazgeçmedi hep çabaladı. izlediğim en azimli, en çalışkan karakterlerden biri oldu o yüzden dizinin sonunda geldiği konum da hiç kimse için sürpriz olmadı. geleneksel bir hayatı benimsemiş biri olarak başladı ama gösteri dünyasına girince karakteri öyle büyük bir değişime uğradı ki hayatının son dönemlerinde belki de hayalini bile kuramayacağı bir kariyere ve konuma sahip oldu. aslında içten içe her zaman çok bencil ve şımarık biri olduğunu düşündüm. seçtiği hayat yolu tek başına yürümesi gereken bir yoldu o yüzden yapılabilecek en doğru tercihi yaptı. çocukları ethan ve esther için çok üzüldüm. başına kötü şeyler gelse bile midge'i her zaman komik, pozitif bir karakter olarak izledik ama hayat kadını nasıl yorduysa artık flashforward sahnelerinde yaş aldıkça huysuz, diva kompleksli bir kadın olarak görmek çok üzdü. çocuklarıyla ilişkisi hep sıkıntılıydı. çocuklar büyüdükçe sıkıntıları artık saklanamayacak boyutlara gelmiş. ethan'la ilişkisi bana direkt the crown'ın 3. sezonundaki elizabeth-charles ilişkisini anımsattı. oğluyla arasında ciddi bir mesafe oluşmuş hatta izlerken hiç oğluyla konuşuyormuş gibi gelmedi bana. esther son sezonun ilk bölümünde terapide annesinden konu açılırken "dünya onun etrafında dönmüyor" diye deliriyordu zaten. midge ünlü olduğunda çocuklarının yaşları çok küçüktü zaten, ömürlerinin büyük bir kısmını çok ünlü ve olaylı bir kadının çocuğu olarak geçirdikleri için bu hale gelmelerine de şaşıramadım pek.

    susie, tek kelimeyle efsaneydin ablam. hem girişken, hem gözükara, hem doğru bildiğini asla sakınmadan söyleyen olağanüstü bir karakterdin. friars club'daki anmalı gömme bölümünde ulaştığı konum, kendisine duyulan saygı, alanında başlı başına bir yaşayan efsane olmasını görmek o kadar sevindirdi ki yazılan en güzel karakter sonlarından biriydi. dizinin temeli midge ve susie'nin kızkardeşliğiydi. kavgaları ve ayrı düşmeleri çok ama çok saçma yazılmış oldu bittiye getirilmiş. şov dünyasında 2 kadın her zaman birbirlerinin en yakın arkadaşları olamazlar bu konuda tabii ki çok gerçekçi. yine de bunun altının doldurulduğunu, nasıl barıştıklarını öğrenmeyi çok isterdim. yeteneği gözünden anlayıp, yardım edebileceği herkes için canla başla uğraştı dizi boyunca. güzel bir sonu en çok hak eden karakterdi.

    bu dizinin yaratıcılarının joel takıntısını asla anlayamadım. evet gelişim kaydeden ve yer yer hikayesi ilgi çeken bir karakter olsa da hikayeye bu adamın angutluğuyla başlıyorsan bir zahmet zorlama bir aşk hikayesi de yazma, her sezonda da bir şeyleri alevlendirmeye çalışma bırak eksik kalsın eski karı koca olarak kalsınlar bu neyin romantizmi? seyircinin çok önemli bir kısmı karakterin kendisini hiç sevmedi ve dizinin yaratıcılarının zorlama joel sevdası nedeniyle zamanla sempati kazanabilecek bir karaktere daha da çok bilendiler. rachel brosnahan ile michael zegen'ı birbirlerine hiç yakıştıramadım karı kocadan ziyade kanka gibi görünüyorlardı ilk bölümde. kimyaları benim lise 2'de gazlar ünitesinin sınavından aldığım not kadar kötüydü. yine de bar açma hikayesi olsun, mei ile aşkı olsun bunları izlemeyi sevdim. keşke mei ile devam etseydi, hikayeleri gerçekten çok güzeldi. annesi ve babası olan moishe ile shirley inanılmaz orijinal karakterlerdi ayrıca. sahnelerine bazen gülmekten yarılıyordum asdhfghdjjfhjd.

    abe diziye eski kafalı, otoriter ve talepkar bir baba olarak başladı ama yavaş yavaş kabuğunu kırarak olabilecek egüzel karakter dönüşümlerinden birini gerçekleştirdi. kızı terkedildiği için "kızımın hayatı bitti" diye deliren bir babadan kızına çiçek yollayan adamı * "neyin nesidir kimdir necidir" diye merak edip sessiz sedasız stand-up gösterisine gitti ve adamı savunurken onunla beraber tutuklandı shdghjshdf. tony shalhoub'u izlemek her zaman dev keyifti, son 2 sezonda karakteri arşa çıktı bence. karakteri direkt babama benzettiğim için fevzikaan55 gibi "bu adam benim babam" diye diye izledim.

    rose önce sıkıcı bir anne karakteri olarak başladı. miriam'la ilişkisi apayrı sorunluydu bence. kızı kocası tarafından terkedilmiş, binbir türlü sorunla boğuşuyor, apayrı bir kariyer yoluna girip erkeklerin dünyasında tutunmaya çalışıyor rose hala "kilo alacaksın vücudun bozulacak", "onu bununla giyme" muhabbeti yapıyordu aynı annemi görür gibi oluyordum lol. ama çok büyük yol katetti ve karakteri giderek daha da ilginçleşti sezonlar ilerledikçe. en sonunda kızını delirerek değil kahkaha atarak izledi, onun için de çok güzel bir son oldu.

    veeee dizideki en trajik sona sahip olan lenny bruce. şakasız söylüyorum bu adam benim beyin kimyamı altüst etti. mr. big ve roger sterling ile beraber aşık olduğum erkek karakterler listemin en tepesinde. bu kadar karizmatik ve romantik olan başka bir adamı görür müyüm hiç zannetmiyorum. son bölümün ilk sahnesi dışında kendisini hep jilet gibi, kariyer zirvesindeki hayvan gibi karizmatik adam olarak izledik ne zaman kendisini görsem ısınmış tavaya atılan tire süt kooperatifi tereyağı gibi eridim. lenny normalde soğuk, aksi ve çok ters bir adam ama midge'e sergilediği davranışları bunun tam tersiydi. ilk bölümlerde gözünde midge'i tatlı ve komik bir kız olarak kodlamış olsa da ilk sezonun finalinden sonra onu kendine denk biri olarak gördü, kariyerinde hep destekledi ve mentorluk yaptı. midge'in kendisine duyduğu hayranlık ise daima bambaşka bir seviyedeydi. buna lenny bruce'u canlandıran luke kirby'nin rachel brosnahan ile kimyası da eklenince efsane bir aşk hikayesi izledik. bir de bu çift işleri, ship işleri biraz da fantezidir. karşısındaki kadına sürekli destek olmaya çalışan, ne kadar değerli olduğunu hep belli ettiren karizmatik güçlü adam var bir de eski koca joel olacak sümsük var. yazarlar joel konusunda ne kadar zorlarsa zorlasın ne zaman bir lenny-midge sahnesi çıksa sosyal medyaya atom bombası atılmış gibi oluyordu asdhfgdhhf. luke kirby karakteri öyle güzel içselleştirmiş, adamın mirasını öyle güzel onurlandırmış ki kendisini bu rolde izledikçe aşık olmamak elde değildi. dönem işlerinde tarihin yeniden canlandırılmasını izlemek hep çok hoşuma gitmiştir. all alone sahnesini izlediğimde tüylerim diken diken olmuştu. luke kirby kare kare, saniyesi saniyesine tarihi yeniden canlandırıp bu performansla çok haklı bir emmy almıştı. bir de lenny bruce karakteri tek bölüm için düşünülen bir karakterdi ama seyirci adamı çok beğenince sürekli çağırıp durdular. düşünmeden edemiyorum midge joan rivers'ın ve lotus weinstock'un kariyerlerinden izler taşıyordu, lenny için de böyle kurgusal bir karakter yaratılsaydı nasıl olurdu acaba? atıyorum adı bruce schneider olurdu ama herkes adamın lenny bruce'dan esinlenildiğini bilirdi, belki böyle bir durumda daha farklı bir son izlerdik. bu soru kafamda "saraçhane'de ekrem imamoğlu cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklasaydı neler yaşanırdı" sorusu gibi ölene dek daime yer edecek elimde değil.

    doğrusuyla yanlışıyla midge maisel'ın hikayesi izlediğim en güzel hikayelerden biriydi. giderek işi için hırslandı, en tepeye çıkmak en büyük olmak istiyorum dedi bunun için birçok bedel ödedi ama en sonunda amacına ulaştı. hayatının sonlarına doğru asistan ordusuyla kocaman bir evde aslında yapayalnız yaşıyor olsa da telefonun diğer hattında daima can dostu vardı. 45 sene geçmiş olsa bile tıpkı ilk yıllarındaki gibi kahkahalarla muhabbet ettiler. lenny all alone performansını boşanma aşamasında olduğu karısı için sergiledi ama aslında istemeden de olsa midge'in geleceğini ve hayatının ne yöne doğru gideceğini anlattı.

    --- spoiler ---

    bir midge maisel'ı bir de peggy olson'ı izlerken "hayat tam olarak böyle yaşanır kızlar helal olsun size" dedim ve bu hayatları keşke ben yaşamış olsaydım diyerek inceden kıskançlık krizine girdim. dizinin kıyafetlerini beğenenlere dizinin kostüm tasarımcısı olan donna zakowska'nın madly marvelous: the costumes of the marvelous mrs. maisel kitabını da öneririm. ben internetten indirdim ama günün birinde arşivlik olsun diye hardcopysini almayı düşünüyorum. midge'in beğendiğim ne kadar kıyafeti varsa ya aynı rengi ya da aynı modeli bende var. ayrıca gördüğüm en güzel siyah elbiseleri de o giydi. gün içinde renkli elbiseler ve takımlarla izlediğimiz kadın gece performans sergilediği akşamlarda daima ikonik bir siyah elbise+inciler+kırmızı rujla sahneye çıktı. iki görünüm arasındaki kontrastı çok güzel ayarlamış kostüm ve makyaj ekibi helal olsun.

    dizinin prodüksiyon ayrıntılarının yer aldığı kitapçık da şurada. dizinin meraklıları, dönem dizilerinin hastaları, prodüksiyon sevdalıları çok beğenecektir diye düşünüyorum.

    bu entrym de tespitçi, gözlemci, insanları yarmaktan asla çekinmeyen, çenesi nedeniyle başına binbir türlü bela açan midge gibi, bizim gibi bütün kadınlara armağan olsun. tits up hanımlar.
  • sözlük yazarlarının ilgi göstermediği dizilerden. 8,8 imdb puanı ve alınan bir çok ödül. burada aman da sözlük yazarları çok rererö demeyeceğim. şunu söyleyeceğim: bu dizi ve benzer kalitedeki yapımları izleyenler sözlükte değil. sözlük yazarlarının takip ettiği diziler, programlar her gün mutlaka debe'de oluyor, görüyoruz.

    neyse efendim aslında bu dizi hakkında zaman ayırıp yazılacak çok şey var. müthiş bir sinematografi, inanılmaz büyüklükte, müthiş idare edilen setler, sahneler, zeki diyaloglar, dönemi çok güzel yansıtan kostümler, tiplemeler, yaşam tarzlarına dair bir sürü ayrıntı var. benim için önemli olan ise dönemin zihniyetini, belli bir kesimin aile hayatını yansıtması ve her şeyden önemlisi dönemin toplumsal cinsiyet normlarını gösteren bir kadın bakış açısı ile yazılmış olması. feci şekilde komik olduğunu da eklemeliyim. çoğu zaman 1950 ve 60'larda çekilmiş zamanın büyük bütçeli müzikal filmlerini andırıyor.

    üçüncü sezonda da inanılmaz mükemmelikte hazırlanmış büyük mekanların set olarak yaratıldığı sahneler var. askerlere verilen moral konseri, las vegas'daki kumarhane, yine las vegas'taki oteldeki konser performansları, florida'daki otelin girişi ve lobisinde geçen açılış sahnesi, lobi merdivenlerinde düzenlenen defile, lenny'nin midge'i götürdüğü süper gece kulübü. hemen hepsi kusursuz ve tek çekimle yapıldığı için gerçek hayatı çok andırıyor.

    bu sahnelerin hepsi birbirinden güzel ama midge'in florida'daki meşhur fountainbleue oteli giriş kapısında taksiden inişi, rüzgarda dalgalanan elbisesi ile otele giriş yapması ve aynı şekilde lobide ilerleme sahnesi benim favorim. bu arada susie menejerliğin raconundandır diyerek otel çalışanlarına kendilerine daha iyi hizmet etsinler diye para dağıtmaktadır.

    dizi temel olarak yahudi komedisi, yahudi ailelerin yaşantısı üzerine ancak yahudi olmaları çok da vurgulanmıyor aslında aradaki bazı detaylar çıkarılarak aynı gelir düzeyindeki bütün ailelere uyabilir bence.

    gerçek hayatta olup da diziye ilham veren şeylerle ilgili kısa bir video.

    https://www.youtube.com/watch?v=wy-gkei8rxc

    elbette bu kültüre uzak olduğumuz için bilmediğimiz ayrıntılar bolca. misal o dönemde midge gibi ulusal çapta tanınan, tv'lere çıkan bir kaç tane kadın stand up komedi sanatçısı varmış.

    sophie lennon gerçek hayatta yaşamış bir kişi değil. bu kadın komedyenlerden harmanlanmış bir karakter. aynı şekilde shy baldwin ise dönemin meşhur şarkıcılarından johnny mathis ve harry belafonte'ye çok benzerlik gösteren bir karakter.

    susie karakteri ise gerçek hayatta yaşamış, o dönemde bir çok meşhur sanatçıya menejerlik yapan başarılı bir kadın menajer üzerine yazılmış.

    dizide gerçek kişiliklerden birisi de ünlü komedyen lenny bruce. lenny bruce gerçekten de ülke çapında ünlü bir sanatçı. sosyal eleştirileri ve taşlamaları ile biliniyor. bu eleştirileri yüzünden başı beladan kurtulmuyor. hep dışlanıyor, polisle başı belaya giriyor, defalarca tutuklanıyor.

    ancak dizideki lenny bruce gerçek hayattakinin oldukça hafifletilmiş bir versiyonu. dizide günümüz erkeklerinde sıklıkla görülen bir serserilik, bir gizemlilik havaları, bir yerde dikiş tutturamayan, bağlanmak istemeyen bir tip olarak resmedilmiş.

    gerçek hayattaki lenny bruce ise kelimenin tam anlamıyla bir baş belası; adam pisliğin teki çıktı rıza baba'daki pislik. çocukluğundan itibaren ciddi çalkantılı ve kanun dışı aktivitelerle dolu bir hayatı var. savaşa girip geliyor. bir striptiz yıldızına aşık oluyor, evleniyorlar. eşiyle her türlü skandalı barındıran bir ilişkisi var. uyuşturucu bağımlısı. eşiyle birlikte striptiz kulüplerinde çalışıyor. polis tarafından uyuşturucudan yakalanınca hapse girmemek ve şöhretini kaybetmemek için uzun yıllar polis muhbirliği yapıyor. arkadaşlarını ihbar ediyor. o kadar pis bir karakteri var ki etrafındaki herkese muhbirlik yaptığını anlatıyor. işte bu yüzden genç yaşta gelen uyuşturucudan ölümünün şüpheli olduğu söyleniyor.

    3. sezonda midge'i bir gece yanında götürdüğü canlı yayın program ise gerçek. mekan playboy malikanesi ve programı yapan hugh hefner. programın gerçek çekimleri şu videoda görülebiliyor.

    https://youtu.be/dh09k-4r69i
  • son bölümlerini izlemeyi erteleyip durdum dizi biteceği için ama sonunda dün bitti ne yazık ki. bir sezon daha olsa, ki burda okuduğum kadarıyla olması en başta planlanan bir şeymiş, kesinlikle çok daha iyi olurdu, bir şeyler aceleye gelmiş ya da eksik kalmış hissi oldu.

    --- spoiler ---

    özellikle son bölümde beni çok duygulandırdı. midge sahneye çıkmaya karar verdiğinde bildiğin ben sahneye çıkacakmışım gibi kalbim heyecandan gerçekten pır pır atmaya başladı. konuşmaya başladığında gözlerim doldu zaman zaman, o kadar hak etmişti ki artık tanınmayı.

    en sevdiğim kısım ise şöyle gelsin:
    “they say ambition is an unattractive trait in a woman. maybe. but you know what's really unattractive? waiting around for something to happen. staring out a window, thinking the life you should be living is out there somewhere but not being willing to open the door and go get it. even if someone tells you you can't. being a coward is only cute in the wizard of oz.”

    --- spoiler ---

    yazdıklarımın eksik kaldığını hissedip ekleme yapma ihtiyacı duydum. bence dizinin en güzel yanı o dönemdeki kadın olgusuna karşı çıkan bir karakterinin olması. dizi boyunca zaten kadın olduğu için ciddiye alınmamış, hakkı yenmiş bir karakter midge maisel. hatta son bölümde babasının kendisiyle bir iç hesaplaşması vardı bu konuyla ilgili çok hoşuma gitti. kendi ailesi, sevdikleri için bile kadın olduğu için birçok şekilde haksızlığa uğradı aslında, mesela yine son bölümlerde olan shirley ve moishe'un tv şovuna midge'in biletleri ayarladığını bir türlü anlamak istememesi gibi, küçük ve belki önemsiz ve hatta bunu yapan kişiler tatlı insanlar olduğu için komik ama her şeye rağmen haksızlığa uğradığı anlar çoktu. buna rağmen kendi hakkını savunması, hayallerinden vazgeçmemesi ve bir köşeye çekilmemesi ve kendi yaşadığı haksızlıkları aslında onu güçlü yapan bir şeye çevirmesi diziyi izlettiren şeydi. çok güzeldi gerçekten, ama keşke bir sezon daha olsaydı.
  • bu dizinin asil basarilarindan birisi de goruntu yonetmeninin cikardigi muhtesem isler. paris'te gecen bolumlerde her sahne impresyonist bir resim tarzinda, mukemmel.. sonra amerika'ya donuyoruz sahneler norman rockwell tarzina donuyor. yani sapka cikarilacak is. muhtesem.
  • mark twain bu diziyi izledikten hemen sonra demiş ki; mizahın kaynağı neşe değil kederdir. cennette mizah olmaz.
  • --- spoiler ---

    s2e7

    midge ve benjamin sanat galerisinden ayrılırken kadraja uzun saçlı asyalı bir kadın giriyor ve o kadın muhtemelen (bkz: yoko ono)

    1959’da japonya’da olduğu biliniyor fakat aynı zamanda o yıllarda sarah lawrence college’da eğitim görüyordu. bi’ etkinlik için o tarihlerde orada olabilir.
    link

    -ayrıca sahnenin sonunda yeşil bir elma yiyor şu eserine referans; apple-

    --- spoiler ---

    tanım: prime original kaşeli, emmy ödüllü dizi
  • muhteşem. amy sherman palladino'ya sınır koymazsanız böyle işler çıkartır işte.
    amy hanım ile kadınlardaki zevkimizin aynı olmasına değinmeyeceğim. gilmore girls'ten beri yarattığı ana karakterin fenotipi hep benzer, siyah saçlar, mavi gözler, bembeyaz ten.
    izleyin. rachel brosnahan'in farklı tip karakter oynamakta ne kadar iyi olduğunu göreceksiniz eğer house of cards'ı izlediyseniz.
hesabın var mı? giriş yap