• film, abisi endonezya'da bir milyon komünistle birlikte katledilen gencin, katliamın öncüleri ve birebir katilleri ile yaptığı röportajlardan oluşuyor. kurgusudur vs girmeyeceğim. zaten üst seviye ama içerik daha mühim bu noktada.

    tanım: emperyalizmin dehşetini, el broşürüyle dağıtılmış gibi müslüman ülkelerde aynı kara propaganda kalıplarının nasıl kullanıldığını gözler önüne seren film.

    dinin, zamanın başından beri tek görevi olan toplumları yönetme maşalığını üstün bir başarı ile yerine getirişi büyük bir riske girilerek belgeselleştirilmiş.

    kitlesel hareket haline gelmiş bir sapıklık karşısında suskunluğun, umursamazlığın bu kadar kolay oluşunu, sabretmesi zor bir gerçeklik ve sadelikle anlatıyor. sarsılmamak elde değil. maraş katliamını yaşamış bir toplumun parçası olduğunuzu düşününce, aynı sapıklarla, aynı iğrençliğe gırtlağına kadar boğulmuş binlerce insanla aynı ülkede yaşadığını kabul etmek çok zor. maraş'tan duymaya katlanamadığınız detayları size endonezya'dan tutup getiriyor.

    kan dondurucu demek istemiyorum, bir süre kanla ilgili hiçbir şey düşünmek istemiyorum aslında.

    üstelik cinnet, cinayet, kesmek, parçalamak bunlara filmlerden ya da yaşadığımız toplumun vahşiliğinden alıştırıldığımız şeyler. ama 1 milyon insanın düzenli olarak, sistematik bir şekilde kesilip dereye atılarak öldürülmesini, son derece rahat ve hatta eğlenerek, gurur duyarak katiller tarafından anlatılışına şahit olmak zor. hepsinin harfi harfine gerçek olduğunu kabul etmek zor.

    --- spoiler ---

    şüphesiz ki yine, yeniden bir gerçek islam olmamakla suçlanacak film. din burada maşa elbette, katillerin "namaz kılmıyorlardı, dinsizlerdi" savunmaları aciz, ahmak vahşiler olmalarından mütevelli arkasına sığındıkları söylemler. islam yüzünden değil, amerikan emperyalizminin din üzerinden hareket etmesiyle gerçekleşmiş, katlettikleri insanların kanlarını içmezlerse delireceğine inanan ve bu yüzden bardak bardak insan kanı içmiş binlerce insanın deliliğini gösteriyor.

    bu deliliğe maruz kalıp da elinden hiçbir şey gelmeyen anne ve onun dile getirilmeyen gerçekleri kayda almaya çalışan oğlunun duruşunu görmek en zoru.

    kutsalıma dil uzattın böhühühücüler falan varsa bu noktada not düşmek isterim: kardeş neden islam bu kadar katliama meyilli onu düşün, beni yorma. lakin gerçek bu, kullanıldı, kullanılmaya müsait bir cahillikten besleniyor çünkü.

    --- spoiler ---
  • insanoğlunun ne kadar iğrenç bir yaratık olduğunu yüzünüze çarpan belgeseldir.

    bir nehirde 1 milyon insanın öldürüldüğünü düşünün.
    1'den başlayıp 1 milyona kadar sayın ve her ağzınızdan çıkan sayıda birinin katledildiğini düşünün.
    sizin 100 dakika bir perdeden izlemeye dayanamadığınız gerçekleri, insanların bir ömür yaşadığını düşünün.

    ve spoiler sayılmaz ama yine de uyarayım;

    --- spoiler ---

    öldürdüğü insanların kanını içmek için yanında bardak taşıyan katilleri düşünün.

    --- spoiler ---
  • birkaç ay evvel istanbul modern sinema vesilesiyle izleme şansına ermiştik, vizyondaymis suan çok sevindim. daha çok kişiye ulaşsın, daha çok kişi haberdar olsun izlesin isterim.

    bakın bu filmi sinema öğesi adı altında kotulemeye kalkarsaniz benim canım çok sıkılır ve canınızı sıkmak için söylenir dururum fena olur. yapmayayım.

    bu film büyük bir gerçeği anlatıyor. insan olduğumuz için katlanilmasi cok zor bir gerceklik. boylesi bir vahset tum insanligi cirkinlestiriyor. bu kadar büyükse nasıl oluyor da görmüyoruz veya görmezden geliyoruz nasıl oluyor da bu dünyada bir kısım ülkelerde bir kısım insanlar kitlesel olarak vahşice katlediliyor, işkence görüyor, nehirlere atilip, öldürülüyorlar.

    bu filmi bir belge gibi izleyin. ülke ha endonezya ha türkiye fark etmiyor. din kisvesi altında yapılan da ırk adı altında yapılan da aynı çirkinlikte.

    katliam yapsa bile, öldürdüğü insanın kanini icecek kadar çıldırmış olsa bile vicdanı sizlamayanlarin, sogukkanliligini koruyanlarin, sorumluluk almayanlarin, cezalandirilmayanlarin, pismanlik duymayanlarin hangi hisler içinde olduğunu bu filmin içinde bulabilirsiniz.
  • the act of killing'in devamı olarak çekilen belgesel. 71. venedik film festivali'nde altın aslan için yarışmaktadır.
  • 1955-56 endonezya soykırımı hakkında belgesel.
    komünistlerin başarısız darbe girişiminin ardından amerikan destekli bir generale darbe girişimini bastırması için yetki veriliyor. bu general 1 milyon endonezyalıyı radikal müslüman sivillerin yardımıyla katlediyor. katletme dememizin sebebi nehir kenarlarında boğazları veya hayaları kesilerek öldürülmeleri, buna sivil halkın tepkisi görüntüsü vermeleri nedeniyledir.
    bu belgeselde abisi öldürülen bir genç o zamanın politik ve sivil liderleri ile görüşmeye gidiyor. insanları öldürmelerini haklı çıkarmak için söyledikleri tanıdık geliyor. "camiye gitmiyorlardı, birbirlerinin eşiyle yatıyorlardı, komünizm dinsizliktir."
    en çok da ölüm mangalarının lideri amir siahaan ile görüşmelerindeki bir ifade dikkatimi çekiyor. "insanları üç ay geceli gündüzlü öldürdük, diri diri gömdük; uluslararası bir iş yaptık. amerika'ya bir seyahat ile ödüllendirilmemiz gerekiyor. uçakla olmasa da gemi olur. bunu hak ediyoruz. bu işleri amerika bize komünistlerden nefret etmeyi öğrettiği için yaptık."
    benzer katliamı komünistlerin yaptığı bir belgesel için: (bkz: l'image manquante)
  • katillerin kendini akladığı belgesel. adamlar güle oynaya hala eğlenerek anlatıyorlar sanki böyle şeyler yaşanmamış da bunun filminde rol almışlar set maceralarını anlatıyorlarmış gibi. izleyince insan işte gerçek kötü bunlar biz bunların yanında melek kalıyoruz diyebiliyor. aman yine de sakın demeyin böyle şeyler, baksanıza her şey kendimizi aklamakla başlayıp uçurum aşağı gidiyor. kötü biri olmanın çeşitleri var, adam öldürmek bunlardan sadece biri.

    insanların dini nasıl kendi çıkarları için kullandığına da tekrar tanık oluyoruz. öldürdük ama inançsızlardı diyor yobaz bir katil, sanki islam'da inançsız olan öldürülüyormuş gibi. işte allah'a iftira atan yobaz zihniyet budur.

    bir arkadaş katiller hala katil demiş, çok güzel bir yorum hakikaten. sonra da birileri çıkıp duyar kasar, ahirette niye sonsuz azap varmış? işte bundan ötürü var, akıllanmayana var, kötüye var. nasıl bir belgeselse içim karardı kötülükten.
  • endonezya, dünyadaki en büyük sünni müslüman nüfusa sahip ülke.

    30 eylül 1965 günü endonezya ordusunun altı generali kaçırılıp öldürüldü ve olaylar başladı. buradan sonrasını alıntı yapıyorum;

    " sonunda devletin yayın organları üzerinden öyle bir hava yaratıldı ki, ya biz ya onlar noktasına gelindi ve general suharto, tüm antikomünist örgütleri, muhafazakar müslümanları, muhafazakar hristiyanları ve muhafazakar hinduları yanına çekmeyi başardı, cakarta'da ve büyük şehirlerde büyük antikomünist mitingler yapıldı ve pkı büroları basıldı, ilk komünistler bu bürolarda öldürüldüler.

    suharto, hem kendi sultasını kurmak hem de ordudaki solcuları temizlemek için subaylar arasında bir tutuklama dalgası başlattı ve bu tüm ülkeye yayıldı. askeri istihbarat, bu konuda suharto'ya yardımcı oldu. sonra pkı üyeleri tutuklanmaya başlandı. ama kırlık/ormanlık alanlarda parti üyelerinin kaydını tutan belgeler yoktu, bunun üzerine "göz kararı" uygulanmaya başlandı. pkı'liler, "darbeye dahil olmak ve darbeyi desteklemek" suçuyla yakalanıyorlardı. ama en kötüsünü javalılar yaptı.

    java'nın doğusunda ortaya çıkan "islam milisleri", komünizme karşı cihad ilan edip inisiyatifi kendi eline aldı ve bulduğu/umduğu bütün komünistleri öldürmeye başladı. endonezya müslümanlarının bu konuda sergiledikleri vahşet, ışid'i falan geçer. burada yazmak istemediğim, eskiden ortaçağ'da bile nadiren uygulanan yöntemlerle, köy köy "ilerlediler". endonezya'nın bir özelliği, katliamcı canavarların katliamlarına bahane bulmalarını kendilerince kolaylaştırdı. bu ülkede köyler genellikle toptan aynı partiyi seçiyorlar. bir köye "komünist köyü" dendi mi, köyün yarısının başka partiyi seçme ihtimali oldukça düşük olduğundan, damgalamak da kolay oluyor. tabii komünist olmayanlar da öldürüldü. geleneksel müslüman parti'nin gençlik örgütü "ansor", sırf komünist evlerini basmak amacıyla bir milis kurdu. olaylarda esas olarak endonezya'ya has bir tür pala kullanılıyordu. kısa süre sonra anayollar parçalanmış cesetlerle doldu, sergileniyorlardı. bu konuda da ışid'e çok benziyor.
    ülkenin diğer bölgelerinde de ordu katliamlarda önemli rol oynadı ve olaylara destek verdi ve vahşeti görmezden geldi. ordu bir köye girip "pkı üye listesi" istiyordu ve verilmezse katliam yapılacağını söylüyordu, üyeler de köylerini korumak için çıkıp teslim oluyorlardı. tutuklama dalgası, sadece bir hafta içinde katliama dönüştü. ve katliamlar, önce kamuoyunun gözünden kaçırıldı. tabii buna rağmen olay dünya basınına sızınca, batılı ülkelerin verdiği tepki çok ilginç: "asyalılar böyle!" (spiegel dergisi o yıllarda batı basınını böyle eleştiriyor)
    nazilerin yahudi katliamı, stalin'in "temizlik" harekatları, mao'nun "ileriye doğru büyük adım" ve kültür devrimi sırasındaki insan kıyımlarının ardından, 20'inci yüzyılın en büyük katliamı böyle yapılmış oluyor. öldürülen solcu veya değil, endonezyalıların sayısı en az 500.000 tahmin ediliyor ve bu sayıyı bir milyona doğru genişleten tahminler de bulunuyor.
    pkı endonezya'da haala yasak. 30 yıl iktidarda kalan suharto, okullarda sistemli olarak antikomünist bir eğitim uyguladı. parti başkanı aidit, daha darbenin ilk günü ortadan kayboldu, sonra öldürüldüğü anlaşıldı. antifaşist generallere işkence yapılıp yapılmadığı hiç ispatlanmadı, ama hapse düşen tüm komünist kadınlar tecavüze uğradı. partililer en ağır işkencelerden geçirildiler. ve bugün de parti yasağının kalkmasına karşı çıkanlar sadece "müslümanlar" değil, çünkü bu olayın üstünü nisbeten örtmenin tek yolu bu görünüyor. yüzyılın en önemli birkaç katliamından biri olan bu olayı deşmek ve araştırmak da zor, zira müslüman halk tepki gösteriyor ve ilginç olan, komünistlerin ölülerine de saygıları yok."
  • ınsan iyidir, inanç çok gerekli bir şeydir, bik bik falan. bu filmi/belgeseli seyredip öyle düşünmeli.
  • anlatılan katliamın, 1965'de komünistlerin başarısız darbe girişiminden sonra vuku bulduğunu bilmek, türkiye'de 15 temmuz'dan sonra halkın mobilizasyonu esnasında neler yaşanabileceğine, nasıl bir tehlike atlattığımıza dair fikir veriyor. allah'tan işler buralara evrilmedi ama arkasında iktidarın teşviki bulunan eli palalı, ağzı tekbirli kalabalıkların nasıl bir dehşet senaryosuna yol açabileceğini öğrenmek isteyen herkes bu belgeseli izlemeli.

    işin bir diğer boyutu, komünistlerin darbe girişimi başarılı olsaydı, muhtemelen benzer sayıda insanı bu sefer onların kesecek olması gerçeği. bir on yıl kadar sonra kamboçya'da kızıl kmerler tam da bunu yaptı mesela. bu ihtimalin yakınlığı ile sonrasındaki şiddetin büyüklüğü doğru orantılı.

    son olarak belgesel boyunca aslında anlatılan mevzu ne islam, ne endonezyane de vahşet. burada anlatılan, kolektif cezalandırmanın nasıl iğrenç bir şey olduğu ve bunun maalesef insan doğasına ne denli uygun bulunduğu. belgeselde "ama komünistler de şöyle yaptı böyle yaptı" diyen insanların, "ama ermeniler de isyan etti" veya "ama aziz nesin de halkı tahrik etti" diyen halkımdan zerre farkının olduğunu mu düşünüyorsunuz? ermeni sivilleri öldürenlerin, mallarına el koyanların hiç özrünü filan işittiniz mi? madımak canilerinin avukatları iktidarda değil mi? bence bu gözle de bir kere daha izleyin, ekranda biraz da kendinizi göreceksiniz.
  • --- spoiler ---

    - ama bir milyon kişi öldü?

    - ne yapalım, siyaset bu! siyaset, bir kişinin ideallerini gerçekleştirme çabası değil mi?

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap