• thristam sandy dedim de aklima orhan pamukun yazdigi onsoz geldi. binbir gece masallarina da onsoz yazmisti. ykydan cikti. ykyna ayfer tunc geldiginden beri zaten orda bir reform basladi. acik radyoda da program yapiyor yekta kopan ve bir de birisiyle daha, adini simdi hatirlayamadim. program da ubormetengami ne, oyle bisey. oguz atayin bir kitabinda geciyormus. korkuyu beklerkende adama oyle bir mektup geliyormus. anlamsiz. zaten simdi emailler cikti, mektup yazilmaz oldu. babam bile email gondermeyi ogrendi. aslinda bilgisayarin bsinden anlamazdi. tabi 55 yasinda adam, onun zamaninda telefon bile yokmus. ispartayi aramak icin postaneye gidip siraya girerlermis. simdi o postane de muze olucak galiba. restore ediyorlarmis. hatta projesini de ihsan bilgin yapiyormus. 3.siniftayken ondan bir seçmeli ders almistim da sonra zor gecmistim. *
  • "postmodernim diyen beri gelsin" diyen tüberkülozdan muzdarip rahibin elinden çıkma başyapıt;
    orhan pamuk'un 'kaçılın, önsöz yazacağım' dönemine denk gelmiştir
  • bu kitabın türkçedeki basımı pek şanslıdır: kitabı nuran yavuz çevirmiş, fatih özgüven redakte etmiş ve selahattin özpalabıyıklar editlemiştir. orhan pamuk da çok çok iyi bir önsöz yazmıştır. kitabı yky, güzel kağıtlara basmış, güzel bir cildin içine almıştır.*. daha ne olsundur?
  • yirminci yüzyılda büyük şaşkınlık ve hayranlık krizleriyle keşfedilen postmodern romanların, çok ironik bir şekilde don quijote ile birlikte ağababası ya da arketipi diyebileceğimiz, 18. yy. ingiliz edebiyatı klasiği.

    öncelikle, durumun neden ironik olduğunu açıklayıp devam edelim: don the dragon quijote, zaten roman türünün ilk örneği. 20.yy.'dan bakıldığında aynı zamanda ilk postmodern roman da oluveriyor. eğer öyleyse, romanın tanımı içinde, bugün ayrıca sınıflandırılan postmodern romanın zaten var olması lazım. sonuçta, 20.yy. itibariyle romanın köklerine bir geri dönüş var demek yanlış olmayacaktır. elbette postmodern yazarım ben diyenlerin verdikleri ürünler don quijote'nin karbon kopyası değil, her birinin getirdiği yenilikler var ama sonuçta bir çeşitleme olmaktan kurtulamıyorlar ve kategorize etme hastalığı dönüp kendilerini vuruyor. bu konuyu kuramsal, tarihsel tartışmaları yürütenlerin ilgi alanına bırakıp tristram shandy üzerinden devam edelim.

    geniş çevrelerce geç keşfedilmiş olmasına rağmen sonuçta bir edebiyat klasiği haline gelmiştir. üstelik göreceli olarak zor okunan bir romandır. roland barthes'ın writerly text dediği türden, kolay okuma imkanı sağlamayan, okuyucuğu her fırsatta romana, anlatım sürecine dahil ederek okuyucudan aktif katılımcı olmasını isteyen bir romandır. bu sayede okuyucuyu kendine sunulanı geldiği gibi alan edilgen bir varlık olarak değil, romanın anlatım sürecine, hatta daha iddialı bir şekilde konuşmak gerekirse yaratım sürecine dahil etmektedir. (her okuyucu okuduğu metni yeniden yaratır düsturu.)

    tristram shandy, romanın başlığının vadettiğinin aksine tristram shandy isimli kişinin hayatını değil, her biri kendi başına inceleme konusu olacak kadar renkli olan shandy ailesinin fertlerini ve onların hikayelerini anlatmaktadır. tristram shandy ile ilgili olarak ise yazarın verdiği bilgilerle yetiniriz. kitabın çok az bir kısmı doğrudan onun hayatı ile ilgilidir. ama görüşleri konusunda çokça bilgi sahibi oluruz. (elimizdeki romanın bize ulaşan haliyle değerlendirmek durumunda olduğumuz için laurence sterne yaşasaydı, tristram'ın hayatını anlatmış olur muydu bilemeyiz. bu nedenle değerlendirmeler elimizdeki son ürüne göre yapılmıştır.)

    roman, baştan sona esprili bir dilde ve komedi unsurlarıyla süslüdür. hatta okurken gülmekten kitabı bıraktıracak kadar komik bölümleri vardır. ama aynı zamanda kitabın yazarı da olan tristram shandy dışında hiçbir karakterin hayatı düz bir bakış açısıyla bakıdığında komik değildir. tam tersine hüzünlüdür çünkü anlatılan insanlar arasında isteklerine ulaşmış, hayallerini gerçekleştirmiş kimse yoktur. hepsinin hayatı, hayalkırıklıkları, başarısızlıklar ve müdahale edemedikleri şanssızlıklarla örülmüştür. tristram shandy'i diğerlerinden ayıran unsur, onun bu romanı yazarak başarıya ulaşmış olmasıdır.

    romanın belki de en dikkat çekici yanı ise çok basit olan olay örgüsünü, roman tekniklerini sonuna kadar kullanarak, karmaşık, çok katmanlı bir anlatı haline getirmesidir. hiçbir şey anlatmıyor gibi görünen roman, sıradan bir ailenin ibretlik ve komik öyküsünü anlatırken bir yandan da biçimsel pekçok soruya cevap arar. dağınık ve amaçsız görünen bölümler tam tersine belli bir amaç ve plan doğrultusunda şekillendirilmiştir. yazar, bir yandan pekçok konuda görüşlerini anlatırken bir yandan da edebiyat hakkındaki düşüncelerini paylaşır. romanın her safhasında ne yaptığının farkında olduğunu anlamamızı sağlayacak şekilde okuyucuya seslenir. hatta anlatıdan nerelerde sapma yaptığını, hikayeyi anlatırken nerelerde hızlanıp nerelerde yavaşladığını grafiklerle okuyucuya gösterir. bu çabaların hepsi bir bütün halinde, okuyucuyu yeniden yapılandırmak, alışmış olduğu düz hikaye anlatım tekniğinin verdiği alışkanlıklardan uzaklaştırmaktır. öyle ki yazarın verdiği ipuçlarını izleyen bir okuyucu bir shandy romanı yazacak kadar donanımlı hale gelebilir.

    son olarak, eğer ki bu yazıyı okuyanlar arasında, hazır yazılmış ödev arayanlar varsa, onlara üzülerek bildiririm ki referanslarla, alıntılarla süslü bir metin yazmak isterdim ama çok üşendim. genel bir değerlendirmeyle idare ediniz.
  • laurence sterne kitabı demek haksızlık; şaheseri. tristram shandy'nin hayatını anlatmak amacıyla yola çıkana ama hiçbir zaman bunu becer-e-meyen, sürekli bir mizahi çemberin içinde dolaşan modern romanın atası.
    oğuz atay'ın en sevdiği yapıtlardan olan kitap; kendisine olric karakterini yaratma da fikir vermiştir. zira kitapta yorick isimli bir anti-karakter mevcuttur.
    çok bulanık, çok sarsıntılı, çok iktidarsız.

    tony wilson: ""ben postmodernizm meşhur olmadan önce postmoderndim""
  • avrupa felsefi mizahının en önemli eserlerinden biri.
    sterne'ün eseri (bkz: #15643149) 9 tane kitaptan oluşur ve bu eserin üçüncü kitabının londra'da basılan her yeni baskısı birbirinden farklıdır. bunun sebebi üçüncü kitabın içinde bulunan ebru desenidir ve zamanın basım teknikleri gözönüne alınırsa bu deseni tekrar aynı şekilde basmaları mümkün değildir.

    i. kitap ıx. bölümde tristram kitabınının ithafını satışa çıkarır. de gustibus non est disputandum ve boş zaman beygirleri ile ilgili ne varsa ithafı alacak kişiye bağışlayacağını söyler. geri kalanını ay'a ithaf eder. ay'dan parlak tanrıça olarak bahsedip şöyle der:

    '' eğer candid* ve miss conegunde'nin* işleriyle uğraşmaktan zaman bulabilirsen,- tristram shandy'i de himayen altına al.''

    sterne'ün essiz mizahi dehasını gösterdiği yerlerden biride hafen slawkenbergius*'un hikayesini yazdığı bölümlerdir. burada müthiş bir burun hikayesi vardır ve burdaki göndermeler dilimize çevrilmeyen rahip-yazar francoise rabelais'nin*(bkz: #12099076) pantagruel kitabıdır. sterne eserinin zaman çizelgesini kitaplardan birine koymuştur.

    felsefi mizah deyince francoise rabelais ile birlikte laurence sterne gelir akla. bu iki yazarın bir ortak noktasıda ikisininde rahip olmasıdır. ben bunlara diğer bir rahip yazar abbe prevost*'u eklerim. sterne(bkz: #14809750), (#15643150) cambridge'de ilahiyat ve klasik edebiyat eğitimi almıştır.

    bu kitaptaki yorick karakteri oğuz atay'ın tutunamayanlarındaki olrick karakterine ilham vermiştir.

    bu kitabı okuyacak olanlara benden bir tavsiye: kitabı okurken dikkatli okusunlar kitapların birinin bir bölümü eksik. onuda siz bulun.
  • okuru yazma serüvenine dahil eden romanların zirvesinde don quijote yer alır. tristram shandy de o kulvardan yürüyen bir başka zirvedir. okurun sarakaya alındığı, edebiyat meşgalesinin dalgasının geçildiği, konudan konuya bir rüya karmaşıklığıyla atlandığı son derece eğlenceli ama bir o kadar da meşakkatli bir roman: tristram shandy.

    olay örgüsünün sürekli kesintiye uğratılması gene yukarıda çıtlattığım rüya benzeri sıçramalarla ilişkili. burada zaman ya da uzam önemli değildir artık. yazının kendisi ön plandadır, ki laurence sterne okurunu uyararak dikkat etmesini özellikle belirtir. ipin ucunu kaçırmadan takip ettiğimizde aldığımız zevk de iki katına çıkıyor haliyle.

    ansiklopedik metinler gibi bu tuhaf kurmaca da aynı anda ve peş peşe tüm evreni kucaklıyor: insan varoluşu, gündelik ve entelektüel yaşam, tabiat, din vs. bu kitapta bütün dünyanın kendisi vardır. ve kafamda deli sorular:

    üç asal karakter acaba hristiyanlık geleneğindeki teslis inancının bir uzantısı mı? yorick'ten tutunamayanlar'ın olric'ine giden yol nedir? sürekli değişen konu ve zincirleme hikâyeler bir tür nihilizm savunusu mu? hayat bir dedikodudan mı ibarettir? felsefi logosun imlediği gevezelikten başka bir şey degil midir? aslında bütün konular ve hayat edebiyatın bizatihi kendisi midir?

    cevapları kendime saklıyorum elbette. laurence sterne usta cervantes'ten ne denli etkilendiyse oğuz atay ve orhan pamuk da sterne'den o denli etkilenmişe benziyor. okudukça bağlantı kurmak kolaylaşıyor nitekim.

    çok az roman için kullandığımız bir ifade vardır: okuduğum için kendimle gurur duyuyorum ve mutluyum. bu duyguyu hissettiren romanlar şöyledir benim için: don quijote, kayıp zamanın izinde, ulysses, huzur, tutunamayanlar, kara kitap. onların arasına tristram shandy de eklendi. yine edebiyata fazlasıyla doyduk. mutluyum.
  • dünyanın en uzun procrastination şaheseri. türkçe'de nuran yavuz'un leziz çevirisiyle taçlanmış olan nefaset. sonuçsuz kalan uyarlama çabalarından yola çıkılarak varılan "asla filme çekilemez" iddiası da micheal winterbottom tarafından şahane biçimde yalanlanmıştır. ne okumaya, ne izlemeye doyulur.
  • keşfedilmeyi bekleyen pekçok güzelliğinin ve özelliğinin yanı sıra harika bir espri anlayışıyla yazılmış, başyapıtlar arasına bileğinin hakkıyla girmiş, laurence sterne harikası roman.

    bir bölümünü tadımlık olarak sunmayı bir borç bilirim.

    tristram'ın doğumuna az kalmıştır. anne sancılar içindedir. dr. slop çağırılır ama alet çantası evde kalmıştır. uşak obadiah çantayı almaya gönderilir. narin tıbbi aletlerin olduğu çantayı içindekileri kırıp dökmeden getirmesi gerektiğini bilen obadiah, çantanın etrafına sardığı ipe yirmiden fazla düğüm atarak, kendini sağlama alır. gelgelelim eve vardığında dr.slop düğümleri çözüp çantayı açamaz. düğümleri açmaya çalışırken parmağını kanatır ve bunun üzerine obadiah'a lanet olsun der. bunu duyan tristram'ın babası, roma kilisesine ait olduğunu iddia ettiği bir aforoz metninin kopyasını dr.slop'a verir ve madem lanet okuyacaksınız, sıradan sövgülerle vakit kaybetmeyin, sosyal statünüze uygun olarak bunu bu eser aracılığıyla yapabilirsiniz der. dr.slop da aşağıdaki metni, kendi duygularını katarak ve arada diğerlerinin yorumlarına aldırmayarak okur.

    (çeviri hataları ve yetersizliği benden kaynaklanmaktadır. kitabın türkçe'de yky'den çıkmış çok yetkin bir çevirisi vardır. mamafih kitap elimin altında olmadığından, metin tarafımdan çevrilerek buraya nakledilmiştir, der ve yazarın bir din adamı olduğunu ekleyerek, sizleri bu güzel sahneyle başbaşa bırakırım.)

    “herşeye kadir tanrı, baba, oğul ve kutsal ruh ve kutsal kitap ve kurtarıcımızın annesi ve velisi bozulmamış kutsal meryem’in salahiyetine dayanarak...” dr. slop, kağıtları dizinin üzerine bırakarak ve babama dönerek, madem ki daha önce bunu okumuşsunuz beyefendi ve yüzbaşı shandy’nin de bunları duymak gibi bir isteği yok, o zaman bunu yüksek sesle okumanın gereği yok, ben kendi kendime de okuyabilirim dedi. bu, anlaşmaya aykırı diye cevapladı babam ve devam etti: ayrıca, bunda, özellikle de ikinci kısmında, çok acayip bir yan var ki ikinci bir okumanın keyfinden mahrum kalmak beni ziyadesiyle üzecektir.dr. slop bu cevabı tam olarak beğenmemişti ama o anda, amcam toby, ıslık çalmayı bırakarak okumayı teklif edince, dr. slop, amcam toby’nin ıslığı altında da olsa kendi başına okuyabileceğini düşündü ve kederini saklamak için kağıtları yüzünün üstüne kaldırarak, amcam toby eskisi kadar yüksek sesle olmasa da lillabullero’yu ıslıkla çalarken, aşağıdaki gibi yüksek sesle okudu.

    “herşeye kadir tanrı, baba, oğul ve kutsal ruh ve kutsal kitap ve kurtarıcımızın annesi ve velisi bozulmamış kutsal meryem, ve tüm semavi erdemler, melekler, başmelekler, tahtlar, hakimiyetler, güçler, kerubinler ve serafimler ve tüm kutsal piskoposlar, peygamberler ve kutsal papazlar ve kutsal şehitlerin yeni şarkısını söylemeye değer bulunmuş tüm kutsal havariler ve kutsal kitabı yazan evanjelistler ve kutsal günahsızlar ve tanrı tarafından kutsanmış ve seçilmiş kutsal bakireler ve topyekün tüm azizlerin salahiyetine dayanarak, (obadiah) ‘o’ (düğümler attığı için) ‘lanetlensin’. ‘bizler, onu, herşeye kadir tanrının kilisesinin eşiğinden aforoz ediyoruz, lanetliyoruz, tecrit ediyoruz. o, cefa çekmeli, bertaraf edilmeli, dathan ve abiram’ın ve tanrıya –bizden uzak ol, senin yollarını istemiyoruz- diyen diğerlerinin yanına sürülmeli. ve nasıl ki ateş suyla sönerse,’ (düğümleri atan obadiah) ‘pişmanlık getirene kadar ve’ (düğümler konusunu) ‘telafi edene kadar, onun ışığı da öyle ebediyen sönsün. amin.’

    ‘onu yaratan tanrı ona lanet etsin. bizim için acı çeken kutsal oğul ona lanet etsin. bize vaftizle verilen kutsal ruh ona’ (obadiah’a) ‘lanet etsin. mesihin üzerinde düşmanlarına karşı zafer kazandığı ve göğe yükseldiği çarmıh ona lanet etsin.’

    ‘tanrının annesi, kutsal ve ebedi bakire meryem ona lanet etsin. kutsal ruhların savunucusu aziz michael ona lanet etsin. tüm melekler ve başmelekler ve önderler ve güçler ve tüm semavi ordular ona lanet etsin.’ (ordularımız da flanders’deyken fena sövmüştü, diye araya girdi amcam toby, ama bu kadar da değildi. kendi adıma köpeğime bile bu şekilde sövmeyi kalbim kaldırmaz.)

    ‘müjdeci aziz john ve vaftizci aziz john ve aziz peter ve aziz paul ve aziz andrew ve diğer tüm hristiyan havarileri, hepberaber ona lanet etsin. ve vaazlarıyla evrensel dünyayı değiştiren geri kalan tüm müritleri ve dört evanjelist, herşeye kadir tanrının kutsal işlerini memnuniyet verici gördüğü kutsal ve muhteşem şehitler ve papazlar ona’ (obadiah’a) ‘lanet etsin’.

    ‘mesih’in onuruna dünyevi şeyleri hor gören kutsal bakirelerin kutsal korosu onu lanetlesin. dünyanın başından sonsuz çağlara kadar tanrının sevgilisi olan ve olmaya devam edecek olan tüm azizler onu lanetlesin. yer ve gök ve arada oralardaki tüm kutsal şeyler o adamı ’ (obadiah’ı) ya da o kadını (ya da artık bu düğümlerin atılmasında başka kimin parmağı varsa onu) ‘lanetlesin’.

    ‘o’ (obadiah) ‘her nerede olursa olsun –evde, ahırda, bahçede ya da tarlada ya da yolda ya da patikada ya da ormanda ya da suda ya da kilisede- lanetlensin. yaşamda ve ölümde lanetlensin.’ (amcam toby bu esnada melodisinin ikinci barındaki iki dörtlük notanın avantajını kullanarak, cümlenin sonuna kadar kesintisiz olarak bir notayı çalarak ıslığıyla eşlik etti; bu esnada dr. slop her yöne yayılan bir bas sesin altında lanet taksimine devam etti.) yerken ve içerken, açken, susuzken, oruçtayken, uyurken, pineklerken, yürürken, dururken, otururken, uzanırken, çalışırken, dinlenirken, işerken, sıçarken ve kan akıtırken lanetlensin!’

    ‘onun’ (obadiah’ın) tüm bedensel melekeleri lanetlensin.’

    ‘içten ve dıştan lanetlensin! saçının teline kadar lanetlensin. beynine ve başının tepe noktasına, şakaklarına’ (bu hazin bir lanet oldu dedi babam), alnına, kulaklarına, kaşlarına, yanaklarına, çene kemiklerine, burun deliklerine ön dişlerine, azı dişlerine, dudaklarına, gırtlağına, omuzlarına, bileklerine, kollarına, ellerine, parmaklarına kadar lanetlensin!’

    ‘ağzı, göğsü, kalbi ve karnının derinliklerine kadar iç organları lanetlensin!’
    ‘böbreklerinden kasığına’ (tanrı yazdıysa bozsun dedi amcam toby) ‘butlarından cinsel organlarına kadar’ (babam başını iki yana salladı) ‘ve dizleri, bacakları ve ayakları ve ayak tırnaklarına kadar lanetlensin!’

    ‘tepeden tırnağa tüm eklem yerleri ve tüm mafsalları lanetlensin! onda sağlam hiçbir yan kalmasın!’

    ‘tüm görkemiyle ebedi tanrının oğlu’

    -(burada amcam toby, başını geriye atarak, devasa, uzun, yüksek ve nidalı, viuuuuu şeklinde bir ıslık çaldı)
    ‘jüpiter’in ve (eğer majestelerinin de varsa) juno’nun altın sakalı ve ibadet edilen diğer tüm batıl tanrıların sakalı (bu arada sayıca hiç de az değiller) ve havada ya da suda diğer tüm semavi tanrıların sakalı [... özetle kadın ya da erkek sakalı olan tüm pagan tanrılarının sakalı...] ve tüm bu sakallar üstüne yemin ederim ki amcam toby’nin bu eşlik edişini duymak için herşeyi verirdim.-

    ‘lanetlesin’ diye devam etti dr. slop. ‘cennet ve içinde yer alan tüm güçler, onun aleyhinde olsun, ona’ (obadiah’a) ‘beddua ve lanet etsin, ta ki tövbe edip yaptıklarını telafi edene kadar! amin’

    şunu açıkça belirteyim ki, dedi amcam toby, şeytana bile bu kadar acı bir şekilde lanet etmeye içim elvermezdi.
    o, lanetlerin babasıdır, dedi dr.slop.
    ama ben değilim, diye cevap verdi amcam toby.
    ama o çoktan lanetlendi, sonsuza dek, diye cevap verdi dr.slop.
    onun için üzüldüm, dedi amcam toby."
  • bu kitabı bu kadar önemli yapan şeylerin başında kendi yazılış süreci hakkında bilgi vermesi (bkz: metafiction) gelir- ki bu romanın daha yeni yeni oluşan bir tür olduğu zamanlarda bir yenilik değil, zaman yolculuğu kıvamında bir şeydir- . okuyanlara laurence sterne'i şömine başında pipo içer ve de bu serüveni bir de kendi ağzından anlatırken görmeyi hayalletir.
hesabın var mı? giriş yap