• halk tarafindan neden ciktigi bile daha anlasilamamisken orduya alinan salak ufak kardesin pesinden, onu her daim koruyup kollayan agabeyin gitmesiyle birlesen ve ayrilan kaderlerin filmi. kardes kavgasini yani kore savasinin (guney ve kuzey kore arasinda sozde) destansi bir dille anlatmaya calismistir. her destansi filmde oldugu gibi bu filmde de demagoji yapilmis, duygu somurusunden az da olsa yararlanilmaya calisilmistir. sonucta bir destan anlatmak uzere yola cikildigi belli... yalniz film bazi seyleri destansilastirirken, civitilmasi ve politiklesmesi olagan olan seylere fazla bulasmiyor. sirf bu sebepten oturu bile izlenilmesi gerekir. yani savasin nedenlerini anlatmak yerine -ki cok tehlikeli bir alan bu- savasin halklar ve insanlar ve hatta en cok da aileler uzerine etkisi uzerinde duruyor. iyi de ediyor.

    filmin yapmaya anlatmaya calistigi gibi ideolojik olarak bakmaz da sirf kardes kavgasina odaklanabilirseniz film gercekten ilginc mesajlar vermekte. kardesler neden birgun sakalasirken diger gun kavga eder, nicin sevgi cogu zaman icten dillendirilir, insan dogasi nelere kadirdir, kardes sevgisi nemenem bir seydir vs vs...

    bir diger onemli nokta da filme harcanan para. 10 milyon $ dan biraz fazla para harcanilan film, savas sahnelerini ortaya koymakta gayet basarili. yamali bohca takip, yirtik fistanlar giyip anlatmiyor destanini. bu bakimdan bizim kurtulus savasimizin anlatildigi filmler aklima geliyor nedense. uzuluyorum gercekten. eldeki kit kaynaklarla zamaninda neler yapmisiz, simdi fazla geliyor basimiza surecegimize kicimiza suruyoruz.

    elmayla armutu bir araya koymadan, saving private ryan tandansi yaratsa da anlattiklari bakimindan cok daha farkli oldugu gozetilerek, izlenilmeli. unutulmus bir savasi ilginc yonuyle ele almasi bakimindan onemli bir film.

    --- spoiler ---

    ah bu analar ah, her yerde ana anadir. elleri opulesiler, sessiz cigliklariyla bogazlari dugumluyorlar.

    --- spoiler ---
  • savaş karşıtı bir savaş filmi. kuzey ile güneyin mücadelesinin politik seviyeden halk düzeyine indikçe ne kadar içi boş ve manasız olduğunu gösteriyor. aynı milletten aynı dili konuşan iki ordunun, amerikalıların çıkarma yapması uzerine veya çin'in çember harekatına başlaması üzerine kendi kanlarından kendi kardeşlerini, karşı orduda savaşan komşularını öldüreceklerine ne denli sevindiklerini gösteriyor.

    --- spoiler ---

    filmde işlenen konular arasında en güzeli de bu olsa gerek. "geber pis komunist" diye siperde düşman askerlerini süngüleyen, esir düşen çırağını sırf komünist ordusunda savaştığı için kurşuna dizmek isteyen şeref madalyalı güneyli çavuşumuz, bir ay geçmeden kişisel acıları nedeni ile kızıllarn safında, en seçkin birliklerinin birinin başında güneylileri kılıçtan geçirirken görünüyor. kardeşi ise "o ne komünizm ne de demokrasi nedir bilmez" diyerek çok önemli bir noktaya parmak basıyor satır arasında: birbirinden ölesiye nefret eden iki tarafın milyonu bulan askeri de komünizm veya demokrasi için değil; öncesinde emredildiği sonrasında ise cephede kaybettikleri ve geride bıraktıkları için savaşıyorlar.

    güneyli askerler komünizm gelince özel mülk kalkacak endişesi ile veya çok partili sistem yokolacak kaygısı ile değil; kuzeyliler de emperyalizme karşı direndikleri bahanesi ile değil; karşı tarafın "kötü ve gaddar, zalim ve acımasız" olduğuna dair maruz kaldıkları propagandanın tesiri altında, ailelerini ve sevdiklerini düşünerek; hem de aynı propagandanın etkisindeki düşmanın korkunun getirdiği saldırgan tutumu nedeni ile savaşıyorlar.

    filmde, kardeşlerin mücadelesi ağabey açısından küçük kardeşini geri eve gönderebilmek; küçük kardeş için ise ağabeyini yalnız bırakmamaktan ibaret. boyacı çırağının kuzey ordusuna zorla katıldığını biliyoruz. yine ana karakterlerin birliğindeki "kırmızı olan her şeyden ve kızıllardan nefret eden" erin nefretinin ideolojik değil, sadece ailesinin komünistlerce katli olduğunu öğreniyoruz.

    --- spoiler ---

    abartılı duygu yoğunluğunu ve fazlası ile epik kaçan sahneleri de kore ve geneli ile doğu asya sinemasına, arkasında yatan doğu kültürüne ve doğunun olayları algılama tarzına vermek lazım.

    güney kore sinemasının kuzey ile olan savaşını konu alan bir filminde bu denli tarafsız kalması takdire şayan. aradan geçen elli beş yılda iki neslin geçmiş olması olayları soğutmuştur ama bugün, rekor bütçe ile çekilecek bir türk filminde ermenilerin yaptığı mezalimlerin yanı sıra techir edilen ermenilerin yer aldığı trenlerin durdurulup içindekilerin katledilişini bir arada verirseniz olacakları düşünün. bir asır önce yaşanan kesinlikle kore iç savaşı kadar vahşi olmayan bu tarihi vakaları dahi bugün ve türk ne de ermeni tarafı bu bakış açısı ile görememektedir. elbette almamız gereken çok ders var.

    son olarak, bu kopuk fikirlerle dolu yazıya korede savaşmış bir türk askerinin anısını ekleyeyim:

    "düşman benim bulunduğum yerleri istilâ ettiği halde, ben düşmana makineli tüfekle ateş ediyordum. o çarpışmada on bin mermi yaktım. makinalı tüfeğin namlusu kıp kırmızı olmuştu. yanımdaki arkadaşlar mermi getirmeye gitmişlerdi. o sırada düşman etrafımı sardı 'çap çap' demeye başladılar. ekmeğe, yemeğe çap çap derlerdi. düşman bana hiç ilişmedi, daima ayağımın dibindeki boş kutularla meguldüler. boyları kısa kısa, hepsinin ayağında lastik ayakkabı vardı. ben onlara bakıyordum, onlarsa bana hiç bakmıyorlardı. hepsi aç, hepsi de tek tip elbise giyiyorlardı. hiçbirinde silâh yoktu. bazılarında sadece boğma âleti vardı. ben de makineli tüfeğimi omuzuma aldım. içlerinden çıktım, elli metre kadar geri geldim. bizim arkadaşlar durumu telsizle geriye bildirmişler. bizim tabur komutanı benim şehit veya esir olduğumu duyunca çok üzülmüş, benim ruhuma yasin-i şerif okumuş. tabiiki sağ görünce çok sevindi.

    ertesi günü o cepheyi terketmek mecburiyetinde kaldık. bu vakas cephesi çok tehlikeli bir cephe idi. 1200 metre yükseklikteydi. bizim üsteğmen, topçu taburundan bir üsteğmen ile düşmanı gözetlemek için benim mevziye gelmişlerdi. mevzimiz çok muhkemdi. üzerinde büyük kalaslar vardı. üstünde yedi kat kum torbası vardı. düşman bizi anladı. yağmur gibi havadan ateşine tuttu. mevziye bir havan ateşine tuttu. mevziye bir havan mermisi isabet etti. üsteğmen ağır yaralandı. benim makineli tüfeğin ayağı kırıldı. bana hiçbir şey olmadı. mevzide otuz bin mermi vardı. mermilere de isabet etmedi. düşman ikinci sefer o cepheye taarruza geçtiğinde biz istirahate çekilmiştik. biz üçüncü tabura cepheyi teslim etmiştik. düşman bizim tabura kırk bin kişiyle taarruz etmişti. biz de geride istirahatte idik. tam iftar zamanı oruç açıyorduk.

    ...

    biz cepheye tekrar takviye gitmiştik. cephe bir ana-baba günü idi. zifiri karanlık... ateş, barut, havan topları. ben o esnada tüfek komutanı idim. iki tane ağır makinalıya bakıyordum. bir üsteğmen gördüm 'üçüncü tabur yandı, allah'ını, peygamberini seven yürüsün' diyordu.

    ...

    ben o esnada ezan okudum. ve arkadaşlar 'ateş!..' dedim ve yürüdük. o gece çok sevdiğim manga arkadaşlarımdan şehit olanlar oldu. sabahleyin taarruz ettik. cepheyi aldık. ikindi namazı geçiyordu. hemem teyemmüm ettim, iki rekât ikindi namazının farzını kıldım. beş metre gitmeden düşmanın bir havan topu sesi geldi. havan topu mermisi tam başıma isabet etti. beni yere oturttu. havan topu mermisi patlamadı, yuvarlandı, gitti. sadece miğferimde ufacık bir çukur açmıştı. bana birşey olmadı. yalnız bir tank mermisi bir çavuş arkadaşımın kolunu kopardı. hemen kolunu sardık, çavuş ölmedi, fakat kolu gitti.

    gece oldu. düşman kırk bin mevcutla taarruza geçti. amerika 8. kolordu'dan bize emir geldi, cepheyi terketmemiz için. gece cepheyi terk ettik. bizim uçaklar gece geldi. cepheyi yangın bombaları ile yaktılar, düşmana da birşey kalmadı, bize de. "
  • gecenin bir vakti buralarda başlıktan başlığa dolaşırken rastladığım ve sayesinde sözlüğe binlerce teşekkür borçlu olduğum harika filmdir. uzun zamandır böyle muazzam bir film izlemeyen bünyeye ilaç gibi gelmiştir.
    şu güne kadar modern zaman savaşları ile ilgili filmlerde saving private ryan üzerine bir film izlememiştim ancak bu film kesinlikle ondan üstün bir yapım olmuş. başlıktaki bir çok entryde de söylendiği gibi eğer ki amerikan yapımı bir film olsaydı şu an herkesin bildiği, "aaabi o filmi nasıl izlemezsin yaaa, off dünyanın en iyi filmi" şeklinde yorumlar yapılan bir eser olacaktı. tabi böyle olmaması açıkçası hoşuma gitmektedir. herkes bilmesin bu filmi, sinemayı seven şanslı bir kitle bilsin yeter*.

    --- spoiler ---

    filmin içeriğiyle ilgili yoruma gelirsek; filmde anlatılan savaşın taraflarından biri yapmasına rağmen, bu kadar tarafsız bir anlatım tutturmak gerçekten muazzam bir olay olmuş. filmi izlerken, köylerde öldürdüğü insanların altına bomba koyan, köyün girişine asan kuzeylilere sinir oluyorsunuz önce. ardından kardeşi için her şeyi yapabilecek abi rolündeki aktör zorla kuzeylilere katılan arkadaşını vurduğunda güney tarafına sinir oluyorsunuz. güneyliler komünist diyerekten kendi halkını öldürmeye başladığında daha da kızıyorsunuz. tıpkı o savaştakiler gibi ne yapacağınızı bilemiyor, sadece izlemekle yetiniyorsunuz bir süre sonra. savaşın anlamsızlığının içinde kayboluyorsunuz. ideoloji uğruna insanın insanı katletmesini izliyorsunuz. zaten bunları izlerken kalbiniz yeterince karardığı için kardeşi abisinin kemiklerinin önünde ağlarken ister istemez gözleriniz doluyor.

    --- spoiler ---
  • kore savaşının ortasındaki iki kardeşin dramını anlatan ve dünyadaki gelmiş geçmiş en iyi savaş sahnelerini barındıran film. kore sinemasının dünyaya armağan ettiği muazzam yapımlardan.

    --- spoiler ---

    abinin kardeş ile yol ortasında köşe kapmaca oynadığı yerler belki de filmin tek yapmacık yeri. ancak söylendiği gibi bir duygu yoğunluğu veya sömürüsü kesinlikle yok. tam tersine, film son sahnesindeki kardeşin abisinin kemiklerinin üzerindeki 20 saniyelik ağlayışına kadar en ufak bir duygu gösterisi yapmadan devam ediyor.

    savaşa gittiklerinde abinin ilk amacı madalya kazanarak kardeşini evine gönderebilme hakkı kazanmak oluyor. savaşla direkt olarak hiçbir ilişkisi olmayan ve tek amacı kardeşini savaşın ortasından çıkarmak olan abi bir süre sonra kahramanlıkları karşısında ilk madalyasını aldığında motivasyonları değişiyor. kahraman olmak egosunu daha fazla tatmin ettiği için kardeşini unutuyor ve bu duygu ile sürüklenmeye başlıyor. kardeş karakterinin burada devreye girip motivasyonlarının değiştiğini üzerine bastıra bastıra dile getimesi boşa değil. sıradan bir insana egosunu tatmin edebileceği ve kendisini başarılı hissedeceği bir alan verildiğinde nasıl sürüklendiği gösteriliyor. bununla da kalmıyor, bu barışçıl abi savaşın kanlı ortamında giderek bir caniye dönüşüyor. önce ayakkabı boyacısı olan arkadaşını gözü dönmüş bir şekilde öldürmeye kalkıyor -ileride yapıyor da-, daha sonra kardeşini kaybettiğini düşündüğünde ise iyice yoldan çıkıyor ve cinnet hâlinde kuzey kore tarafında savaşıyor. bu film sıradan insanların savaşta nasıl insanlıktan çıkabileceklerini ve özündeki vahşi yaratığa dönüşebileceğini gözler önüne seriyor. bunu da kendisinden önce kardeşini düşünen bir askerin üzerinden anlatarak çok iyi yapıyor. bizlere gördüğüm en mükemmel dramlardan birisini izleme fırsatı sunuyor.

    --- spoiler ---
  • soğuk savaş yılları, sovyet rusya ile amerika birleşik devletleri'nin, "en büyük benim", "hayır ulan benim" nidaları ile tüm dünyayı kamplara böldüğü bir dönemdi. teknolojiden uzay bilimine, sanattan spora her alanda tam bir rekabet hüküm sürüyordu. her ne kadar soğuk savaş terimi, iki ülkenin direkt olarak birbirleri ile savaşa girmemesini ve ideolojik bir savaşı tanımlasa da işin aslının öyle olmadığı malumumuz. iki ülkede hakim güç olduğunu kanıtlamak için hemen her küçük ülkede iç savaş ve/veya savaş çıkartarak kendi sistemini kabul ettirme amacındaydı. neticede sovyet rusya dağıldı ve a.b.d'nin kapitalist sistemi günümüz dünyasını şekillendirdi, şekillendirmeye de devam ediyor. çin ile a.b.d.'nin güç mücadelesini görene kadar da günümüz rusya'sı ile a.b.d'nin "yumuşak soğuk savaş" dönemine şahit oluyoruz.

    soğuk savaş'ın ilk yıllarında, iki süper gücün gövde gösterisine sahne olan yerlerden biri kore yarımadası idi. yıllardır bir arada yaşayan, aynı dili konuşup, aynı hayatı yaşayan insanlar 38. paralel'den itibaren düşman kardeşlere dönüştürüldü. kuzeyde sovyet rusya hakimiyetinde komunist düzen, güneyde ise a.b.d hakimiyetinde kapitalist sistem. ne uğruna savaştığını bile bilmeyen insanlar, salt propoganda ve sistematik beyin yıkama ile birbirini kesti. savaşın sonunda 2 milyondan fazla insan hayatını kaybederken, 4 milyondan fazla insan yaralandı veya kayboldu. peki ne değişti? hiç! savaş öncesi durumda olduğu gibi, 38. paralel'in sınırlandırdığı, farklı ideolojilerde iki düşman ülke. aradan 60 yıl geçmesine rağmen de hiç bir şey değişmedi, olan süper güçlerin kendi mücadelesinde harcadığı milyonlarca masum insana oldu.

    taegukgi hwinalrimyeo (ing. the brotherhood of war) işte bu anlamsız savaşı ve ortasındaki iki kardeşi anlatan, uzun süredir aradığım savaş filmi boşluğunu dolduran bir başyapıt.

    ayakkabı boyacısı jin-tae'nin (dong-gun jang) sadece küçük hayalleri vardır. babasının ölümünün ardından annesine bakabilmek, nişanlısı ile evlenebilmek, kendisinden çok daha zeki olduğunu düşündüğü küçük kardeşi jin-tae'yi (bin won) üniversitede okutabilmek ve belki bir gün bir ayakkabı dükkanı açabilmek. komünizm, kapitalizm, demokrasi vs. nedir bilmeden, hayatlarını ve küçük hayallerini yaşayan abi-kardeş, kendilerini bir anda savaşın ortasında bulacaklardır.

    --- spoiler ---
    ikinci dünya savaşı üzerine film izlemeyi bırakalı çok oldu. klasik konular ve benzer hikayeler... buna bir de, savaş alanı yaratmanın maliyet barından ve maharet gerektiren bir iş olması eklenince, savaş filmlerinde savaş sahnesi göremez hale geldik. full metal jacket, braveheart, senaryo açısından "tek amaçları er ryan'ı evine geri götürmekti" sığlığında olsa da saving private ryan gibi filmler gelmiyor artık. az önce de belirttiğim üzere, taegukgi hwinalrimyeo, 2.5 saat süresince süngü savaşı dahil birbirinden muhteşem ve gerçekçi savaş sahneleri ile bu boşluğu kesinlikle dolduruyor.

    senaryo tahmin edilebilir şekilde ilerlese de eleştirmeyi yersiz buluyorum. zira, gerçekçi ortamı yaratmak ve anlatmak istediğini basit ve açıkça anlatmaktır sinema. kardeşini peşinden cepheye gidebilecek kadar seven, onu eve yollayabilmek için şeref madalyası almaya çalışan, ancak hiç bilmediği ideolojilerin ve gücün esareti altına girip, kardeşinin nefret ettiği bir abiye dönüşmenin hikayesi, ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. ne için savaştığını bilmezken, dostlarını öldürebilecek kadar, sevdiği kadından şüphe duyabilecek kadar ve intikam almak için karşı tarafa geçebilecek kadar gözünü karartmak ve değişmek, ancak bu kadar kusursuz anlatılabilirdi.

    --- spoiler ---

    kimse ne için savaştığını bilmediğinden, taegukgi hwinalrimyeo savaşın nedenlerine odaklanmıyor. halen etkisini gördüğümüz soğuk savaş'ın, en şiddetli zamanlarında bir toplumu ne hale getirdiğini, taraf tutmadan, duygu sömürüsüne kaçmadan, bazı gerçekleri izleyicinin direkt yüzüne çarparak, bazılarını da epikleştirerek anlatmaya çalışıyor. türe dair bu başyapıt, mutlak suretle izlenmeli...
  • çoğu sivil, 4 milyon insanın yaşamını kaybettiği tarihin bu unutulmuş savaşını* taraflardan birinin taraf olmamayı başararak anlatımıdır.

    kore kültürü ile tanışıklığı olmayan, yahut henüz kore filmi*` :oldboy` görmemiş izleyiciye mimikler ve tepkilerin aşırı geleceği aşikardır. ancak bu alışılabilir yabancılık, filmin sıcacık anlatımı ile uyandırdığı bizdenlik hissinin yanında erir gider.
  • je-gyu kang'ın 2004 yapımı, gelmiş geçmiş en iyi savaş karşıtı yapımlardan biri olan filmi.

    güneyliler kuzeylilere "kızıl", kuzeyliler ise güneylilere "sarı" diyor. amerikan - hispanik, türk - kürt, katolik - protestan, alevi - sünni, sırp - bulgar, norveçli - isveçli gibi kışkırtılmış -daha doğrusu öğrenilmiş- kamplaşmaşmaların, dünyanın her yerinde olduğu gibi kore yarımadasında da varolmasının üzerine, bir de soğuk savaşın taraflarının rüştünü diğer ülkeler üzerinden ispat etme çabası eklenince, savaş kaçınılmaz oluyor. insanlar önceleri neden savaştıklarını dahi bilmiyolar, ki bence filmin başarısı da buradan geliyor. bilindik politik oyunlar yerine, sıradan insanın hayatta kalma mücadelesini ve savaşın anlamsızlığını vurguluyor yönetmen. askerlerde, savaşın meşru bir hal olduğu düşüncesinin yerine, cinayetten bir farkının olmadığı hissiyatı hakim. tabii bu durum, önce "ölmemek için öldürmek"; sonrasında ise, silah arkadaşlarının intikamını almak adına, "öldürmek için öldürmek" şeklinde evriliyor. artık hiçbiri, savaşın başında karavanadan nefret eden ve sık sık ailesine olan özlemini dile getiren insanlar değil; herbiri, birer ölüm makinası. çocuğunun büyümesine tanıklık edememesinin, ailesinin aç kalmasının, ölen arkadaşlarının, yoksulluğun ve belki de çocukken babasından yediği tokatın sorumlusu dahi aynı: düşman! küçük kardeşin dediği gibi; hiçbiri komünizmin ya da demokrasinin anlamını bile bilmiyor. önce savaşmak zorunda oldukları için savaştılar, şimdi ise çektikleri acıların onarılamaz izleri yüzünden savaşıyolar. başlarda, savaşın saçmalığına dair ses yükseltmek kolaydı; zira savaşmak için bir gerekçeleri yoktu. ama artık hepsinin gerekçesi var: intikam. kardeşi kardeşe kırdıran bir cinayetler silsilesi...

    --- spoiler ---

    bu büyük resmin içinde bir de iki kardeş var ki, sırf kardeşi askere alındığı için orduya katılan ve ona göz kulak olmaya çalışan abinin tek amacı kardeşinin terhis edilmesini sağlamakken, naif bir ayakkabı boyacısı olmaktan çıkıyor ve yeni tanıştığı egosunun altında eziliyor. en tehlikeli görevlere kardeşinin cephe arkasında kalmasını sağlamak için atılırken; kendisini, mecburiyetten kuzey ordusuna katılan çırağını, gözünü dahi kırpmadan öldürmek isterken buluyor. küçük kardeş, ondaki bu değişimi gözüne sokmaya çalışıyor ama, onun hiçbir şey umrunda değil. daha acımasız, daha zalim, daha duygusuz olmalı ki, kardeşi bir an önce terhis olup, okuluna devam edebilsin. kardeşinin yaşamına devam edebilmesinin ön şartı, daha çok kan dökmek! tam da bu arada yiyecek alabilmek için komünist parti mitinglerine katılan nişanlısının, güneylilerin şehir teşkilatı tarafından öldürülmesi ve kardeşinin ise, yine bir güneyli komutanın emri sonucunda öldüğünü sanması, yüzlerce askerini acımasızca öldürdüğü kuzey kore saflarına geçmesine sebep oluyor. kardeşin abisine ulaşma çabası, abinin gözü dönmüş şekilde savaşması, onu tanıdıktan sonra yine eski günlerdeki gibi babacanlaşarak korumaya çalışması ve bu sefer de kardeşinin yaşamına devam edebilmesi için, mitralyözün yönünü çevirerek kuzeylilere ateş açması... anlıyoruz ki, onun tarafı ya da düşmanı yok. ailesi için bir gün güneyli, diğer gün kuzeyli canı almakta beis görmüyor. önemli olan tek şey, kardeşlik. savaşı kimin kazanacağı kimin umrunda? sanki, savaşın kazananı olurmuş gibi...

    --- spoiler ---

    bu en temel insani duygular, izleyice mükemmel bir şekilde aktarılmış. dikte etmeden, yönlendirmeden, propaganda yapmadan... kah ölmemek için yalvaran bir düşman askerinin haykırmalarında, kah karavana sırasında, kah sıhhiye çadırında... gerçekçiliğin en üst düzeyinde yer alan mükemmel prodüksiyon bile, insanları mekanik birer robotmuş gibi göstermemiş. bilakis acı, hasret ve nefret her yerde kendini gösteriyor.

    işte tüm bu sebeplerden ötürü, full metal jacket ile aynı düzeyde bir film olduğunu düşünüyorum, ki bu paye gerçekten çok yüksek bir standart ölçüsü.
  • uzakdoğuluların fazla melodramatik olmasından payını alıp eksi notlarını duygusal orkestrasyon müzik eşliğindeki slow motion "ah ne güzel günler" sahneleriyle hanesine yazdırsa da, artı noktaları eksi noktalarına bin basan bi film olmuş sonuçta (oh be bitirebildim cümleyi).

    --- spoiler ---
    komünist kuzey kore askerleri geçtikleri köylerdeki insanları öldürüp cesetlerinin altına bomba gizliyorlar ama istilacı askerler gidince güney koreliler de bu sefer halkı komünist oldukları şüphesiyle idam ediyorlar.
    --- spoiler ---

    film şu taraf kesin kötüdür bile dememiş yani, melodramatik olsalar da hakkaniyet ölçülerini bağnaz bi milliyetçilikle yok etmemişler. "nıhaeuahaeha türk kadınlarına tecavüz etmekten çok zevk alıyorum" diyen gavurların resmedildiği tarkan - kara murat filmlerini anımsıyorum bu noktada. ha o filmler çok eskiydi, artık o kadar ölçüsüz değiliz derseniz, tiraj patlaması yapan son tarihsel romanımıza bakmanızı tavsiye ederim.

    filmin savaş sahneleri ise -bazen haddinden fazla uzatılmış sahneler içerse de- çok başarılı. imdb'de en yüksek puan sıralamasında on yıllık kategorilerde listeye girmiş olduğunu, aldığı notu da hak ettiğini belirteyim ve savaş filmi seyretmek isteyen herkese tavsiye ederek bitireyim sözlerimi.
  • modern savas filmleri klasmaninda yeri kesinlikle en on siralar olan filmdir. fikir vermek acisindan soyluyorum; er ryan 'a on basar. en guzeli bizzat filmi izlemek, yorum yapip kimseye bir onyargi yuklememek de lazim en begenilen seylere dair diyerek uzatmayacagim. ancak savasin bizzat icerisinde olan gidip gelmeler sanirim izleyeni de paraleline alacak denli basarili.

    not: balik burclular ve disiler yanlarinda muhakkak mendil bulundursun.(ozellikle son kismi icin)
  • bitince pamuklu bir bez alınıp biraz alkolle ıslatılarak tv/monitor çerçevesinin kenarına sıçramış kanları temizlemek, etraftaki şarapnel parçalarını toplamak ihtiyacı uyandıran her yönüyle enfes bir savaş karşıtı savaş filmi.

    adları bilinmeyen taş gibi filmlerden biri olduğu düşünülürken, sol frame'de ismini görmek şaşırtmıştır...

    izleyenlerin çoğundan duyduğumuz salya sümük olma halinin ise senaryo ve kurgunun yanında azımsanmayacak ölçüde filmin o insanı sarıp sarmalayan pentatonik melodilerinden kaynaklandığını düşünmekteyim...

    (bkz: dong-jun lee)
hesabın var mı? giriş yap