• "malınız, mevkiniz, sevginiz, mutluluğunuz, dünyanız sizin olsun. bana çocukluğumdan, güneşli bir cumartesi sabahı, ailece yapılan bir kahvaltı verin yeter.

    çayım sulandırılıp soğutulmuş, ekmeğime bal sürülmüş olsun. ben haylazlıktan, konuşmaktan yemek yiyemeyim, annem ekmeği zorla tıkıştırsın ağzıma. babam müziği açmış olsun, abim benimle uğraşsın. aklıma bir tane bile ikiyüzlülük gelmesin, bilmeyim dünyanın kötü taraflarını." -çocukluğunu özleyen tuhaf tip.
  • güzel olan bir şeyi özlediği için tuhaf ilan edilen tiptir.
    özgürsün, mutlusun, sorumlulukların az, geçim sıkıntısı nedir, gelecek kaygısı nedir, ütü yapmak nedir bilmiyorsun, ütü meselesi çok önemli mesela sırf bunun için bile özlenebilir neyse bencilsin biraz ama bunun için sana kızan yok, ağzından çıkan her kelimeye dikkat etmek zorunda değilsin, özgürsün ya uçurtman bulutlardan yüce. insanın bunları sevmesi çok doğal.
  • geçenlerde bir iztv belgeselinde denk geldik, küçük oğlumla izlerken. hadi belgesel filan dedik ya, ben sadece belgesel sanılmasın, diye açıklayayım, o elindeki ipad'te bir video izliyordu, ben ise survivor'da reklam arasında zaplıyordum diyeyim...

    adam bir şelale gibi bir yerde hem yüzüyor hem de suyunu içiyordu. üstelik türkiye'de. oğlum bunu gördü
    ıyyy dedi. zehirlenecek.

    o an dank etti kafama. tam olarak onun yaşındayken, yaz tatillerinde anneannemin köyüme gittiğim vakitler. dayımın atlarına binmeye tereddüt ettiğim, korktuğum, dayımın beni önüne alıp at ile dörtnala gittiğimiz, ayçiçeği tarlasından geçerken ayaklarıma ayçiçeği kafalarının yüzüme ise rüzgarın çarptığı anlar. benden iki yaş küçük olan kuzenimin bir diğer atla (ve yalnız) bize gülerek eşlik ettiği, benim bu durumdan gocunmadığım aksine mutlu olduğum anlar...bugün aynısını çocuğumla yaşamaya kalksam, şehirde kurulan suni bir çiftliğe gidip saatine bilmem kaç lira vermem gerekirken, bedava yaşadığım anlar.

    oğlum suyun yer altından en doğal haliyle çıktığını bilmiyor, ben onun yaşındayken, köyde atları otlatmaya götürdüğümde en az 5 farklı yerden kaynaklardan eğilip su içiyordum. kuzu kulağı yiyordum. kuzu kulağı yediğimi sanıp iğrenç tattaki bir bitkiyi tükürüyordum. karamık denilen böğürtlenleri tozlu tozlu mideye indiriyordum.

    evet çocukluğuna özlem duyan o tuhaf tip benim, (ve bunları da oğluma anlattıktan sonra ona da aynen dediğim gibi), bugün ya eline ipad verilecek teknolojiye sahip olacak bir çocukluk yaşayacaksın ya da köyünden kaynaklardan su içecek, yerin göğün dolu olduğu karamıkları ishal oluncaya kadar yiyeceksin deseler, düşünmeden ikincisini seçerim.
  • sürekli olarak gelecekteki mükemmel kariyer hedeflerine, titrine, süper arabasına, müthiş evlere, toplum tarafından dört dörtlük olduğu onanmış kadınlara/adamlara ve yine aynı tıynette yetişmeye devam edecek bebelere bir de bol manzaralı, keyifli mezarlara özlem duyacağına çocukluğuna duysundur, iyidir!
  • bugün de sağolsun bazı s.k kafalılar sayesinde tuhaf olduğumu öğrendim.
  • büyümek ağır geldiyse demek.
    (bkz: biz büyüdük ve kirlendi dünya)
  • büyüdüğünde "bu mu lan?" demiştir, hayat herkese istediklerini vermiyor maalesef. çocukken farkında olmuyor insan çoğu şeyin, akşam babası geldiğinde ona bir çikolata almışsa, o gün dünyanın en mutlu insanı olmaya adaydır. büyüyünce bir çikolatanın herhangi bir anlamı kalmıyor, daha çok para, daha çok seks, daha çok daha çok her şeyden daha çok istiyoruz. hayatın avcuna bakıyoruz, keşke babamızın avcuna bakmakla yetinebilseydik. giderek azalıyor hayat ve biz gün ve gün tükeniyoruz. şimdi bir daha düşünmek lazım, çocukluğu özlemek mi garip gerçekten?
  • bu insanları anlayamıyorum. ben bir daha bu yolları yürürsem yüreğim kaldırmaz.
  • insanın masumiyet ve safiyet dolu olduğu yıllara olan özleminin, içinde bulunduğu ''en'' huzursuz ve/veya kirlenmiş bir ruha sahip olduğu ana denk geldiği kişidir. tuhaf değildir elbette, yalnızca farkındalığı artmış; pişmanlıkları tecrübeleriyle doğru orantılı çoğalmış, tatminsiz onlarca insan suretinden biridir. ki balzac, ''tılsımlı deri'' adlı romanında bunu çok güzel irdelemiştir. gerçeklik...
  • murathan mungan der ki:

    çocukluk başlı başına bir memlekettir, hatta sılasıdır insanın. büyüdükçe sıla özlemimiz artar, hayat giderek gurbetleşir. sanki ne yaşarsak yaşayalım hep gurbetteyizdir. büyümek, gurbete çıkmaktır...

    bir çocuğun yaşamla ilişkisini, doğayla olan ilişkisine benzetirler. başlangıçta doğanın, çocuk için bir gerilim unsuru olmadığı, insanın doğayla kendisi arasındaki gerilimi büyüdükçe kazandığı söylenir. çocukken zaten doğanın bir parçasıymış gibi yaşarız. sonra parçalanma başlar, kendi içinde ve her şeyle... belki de bunun için herkes çocukluğunu anlatmak ister birilerine. bir zamanlar bizim olan bir sılayı, bir zamanlar parçası olduğumuz doğayı, suyun içinde yaşayıp da deryanın farkına varmayan balık örneğinde olduğu gibi, bir zamanlar som bir bütünlük içinde yaşadığımız için ayrı bir ad verme gereği bile duymadığımız o saf hayatı “anlatarak” yeniden ele geçirmek isteriz. anlatmak ikinci hayattır.
hesabın var mı? giriş yap