• "sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkanıp kalmış biri için, dünyanın kendisi kötü bir düştür" den içeri bir ruh kafesi.

    hapsolup da, kendi başına çıkabilen görülmemiştir. hapsolanın çıkabilmesi için, kafesin kapısını birinin açması, içeri elini uzatması gerekir.

    ergenlik ikonum sylvia plath bu "birisi"ne hiç sahip olmadı. iki çocuğuna bile tutunamadı,zaten çocukluğundan kalma intihar takıntısı da vardı. hayata hep fanusun içinde baktı ve bunun nasıl bir duyarsızlığın suçu olduğunu edebiyat tarihi biliyor.

    tüm gösterişine rağmen tepenize ne vakit nasıl geçtiğini farketmez, tüm vericiliğinizle yalnız kalabilirsiniz. ben vaktini de, nasılını da biliyorum. ama öyle bir fanusun içindeki sözde rahat batan olarak, çıkmayı başaramadım. çocuğum olsaydı ona tutunur muydum? annemin genel bir iddiasıydı, hiç denemedim bilmiyorum.

    hiç bir dekorasyonuna dokunamayacağınızdır. hiç bir gün dışında yatıp uyuyamayacağınız. an gelir bakanlar size değil sadece fanusa bakmaya başlar. fanusu sizin kişilğiniz sayarlar. oysa şartların ördüğü duvardır, anlamazlar.

    sylvia kolayını seçmiştir kanımca. bir zoru olmalı ama, bilmiyorum. içinde "ölü bir bebek gibi tıkanıp kalınca" yapabilecekleri o kadar sınırlanıyor ki insanın kendini tekrar etmeye başlıyor, 10 yılda bir. hani kapı komşum olsa, kahveye çağırsam, derdini antaltana kadar yüzlerce fincan kahve içsek birbirmize huzur vererek, fallar baksak filan. ince elesem sık dokunsam, kırıp dokmeden kaldırsam fanusu elimi uzatsam, gene de kurtaramazdım onu.

    ruhunuz inceyse (sanılanın aksine travmalarda ruhunuz daha incelir) hayal kırıklıklarınızda var edeceğiniz sırça fanus tehtidi altındasınız: iyi dostlar biriktirin ve doğru seçimler yapın.
  • sylvia plath in ilk ve son romanı olduğunu ve intiharından kısa süre önce yayınlandığını bildiğimden kitap ile ilgili hiç bir bilgi sahibi olmadan okumak istediğim, elimi attıkça geri bıraktığım bir kitaptı.

    --- spoiler ---
    intiharın nasıl bir bilinç ve kararlılık istediğini görmek nasıl da dehşet verici. mehmet pişkinde de görmedik mi gözlerimizle.

    ölümü yani kendi ölümümü düşündüğüm o eski vakitlerde, ölüm dediğim bana gelen ve maruz kaldığım birşeydi. burdan düşsem ne olur, şimdi otobüsün kapısı açılıverse, ya da bir kaza oluverse. düşünmeme bile fırsat bırakmadan, edilgenliğimin bile adı konamayacak transparanlığında ölümün beni yakalaması.
    kaçmak boyle birşey işte.

    intihar kaçış mı? hiçbir zaman o kadar kararlı olamadığımdan cevap veremeyeceğim bir soru.

    sırça fanusu okudukça bunları düşündüm. bilinçli kararlar alamayan bir ruh için kendi cinayetinin katili olmaktır intihar. ama bilerek planlayarak ve üstüne günlerce aylarca intihar yöntemleri düşünerek yapıldığında, üstüne kitap yazıldığında, canından iki parçaya bir zarar vermeden, onların varlığına rağmen rağmen sırça fanusundan kurtulamadığında bu kararlılıktan korkuyor ben gibi yaşayan ruhlar.
    'kurtulamadığında' dediğimde bile edilgenleştiriyorum bu kararlılığı belki de, anlayamadığımdan ve bilinmezlikten korktuğumdan.

    kitapta esther kurtuldu fanusundan. belki sylvia da kurtulduğunu düşündü esther ile birlikte sonra yenildi fanusuna. ya da başka türlü bir son da mümkündü ama ben esther değilim ve diğer sonu seçiyorum dedi.

    "istediğim bütün kitapları okuyamam, olmak istediğim bütün insanlar olamam ve istediğim hayatları süremem. istediğim bütün becerileri edinemem. öyleyse ne istiyorum? yaşamak ve hayatta olabilecek bütün zihinsel ve fiziksel deneyimlerin bütün renklerini, tonlarını yaşamak ve duyumsamak istiyorum ve berbat bir şekilde kısıtlıyım."

    --- spoiler ---
  • "doreen'i eşikten içeri taşıyıp yatağıma yatırırsam bir daha ondan hiç kurtulamayacağımı hissettim."(syf:48)
    doreen gerçekte kimdi adı neydi bilmiyorum ama muhteşem betimlenmiş. vardır her yerde böyle kızlar, muhabbeti harika ama biraz vurdumduymaz. sürekli onlarla takılıp çılgınlıklara sürüklenmek istersiniz ya aileden gelen tabular buna engel olur ya da onunlayken yaptıklarınızdan utanmaya başlamışsınızdır. sonunda da kendinizi betsy gibi kızlarla bulursunuz. sırf bu ayrımı anlatışı için bile okunabilecek kitap.
  • "yaşamımın, öyküdeki yeşil incir ağacı gibi önümde dallanip budaklandigini görüyordum.
    her dalın ucunda tombul, mor bir incir gibi eşsiz bir gelecek beni çağırıyor, bana göz kırpıyordu. (...)
    kendimi dalların catallandigi noktada otururken görüyordum, incirlerden hangisini sececegime bir türlü karar veremediğim için açlıktan ölüyordum. incirlerin hepsini ayrı ayrı istiyordum ama birini seçmek ötekilerin hepsini kaybetmek demekti ve ben orada karar veremeden otururken incirler burusup kararıyor, birer birer toprağa, ayaklarımın dibine düşüyorlardi."
  • beş yıldır kendimi her sylvia plath hissettiğimde çantama koyup asla okumadığım kitaptır. bu kez okuyacağım.
  • dramatik yaşam öyküsü dikkate alındığında hayatından kesitlerin ve karşılaştığı olayların birinci ağızdan anlatıldığı, bu yönüyle okuyucuda derin etkiler yaratan sylvia plath romanı.

    kitabı okuyunca anlıyoruz ki 8 yaşında babasını kaybetmesinin ardından hayata tutunmak için sarf ettiği onca çaba ve bunun sonucunda gelen başarılar, uzun boşluklar arasında kısa molalar sağlayan geçici tesellilerin ötesine geçememiş sylvia için.
  • hüzün kadın sylvia plath...

    kitaptan alıntı;

    * eğer birinden hiçbir şey beklemezsen hayal kırıklığına uğramazsın.
  • elili yıllarda tüm dünyanın tepkisini alarak amerika’nın idam sembolü olan elektrikli sandalyede ölümleri gerçekleştirilen rosenbergler ile başlayan sırça fanus, ilerleyen sayfalara doğru sylvia’nın elektro şok tedavileri ile devam ediyor. bu idamdan geriye fransız yazar alain decaux tarafından kaleme alınmış ve hala oynanan bir oyun, melih cevdet anday tarafından yazılıp zülfü livaneli’nin bestelediği ‘bir çift güvercin havalansa’ isimli şiir ve esther greenwood’un düşünceleri kalmıştır “insanın tüm sinirleri boyunca diri diri yanmasının nasıl olduğunu merak etmekten kendimi alamıyorum”
    aslına bakarsanız kitap ölümün bir şekliyle başlayıp çeşitlemeleri ve nedenleri ile devam ediyor diyebiliriz. kitabın sonuna ulaştığımızda esther greenwood başından beri istediği intiharını sonuçlandıramasa bile sylvia plath bunu gerçekleştiriyor
    bunların tüm sebebi ise karekterin içinde bulunduğu sırça fanus. toplumun aldığı şekil içinde bir diken gibi duran esther, hiç bir evcilik oyununa, erkek egemenliğine, anneliğe mahkum olmak, olduğu kişiden ve özgürlüğünden feragat etmek istememektedir. tüm bu korkularından onu kurtarabilecek kimse ile karşılaşmamış, üstelik bütün korkularını pekiştiren deneyimler yaşamıştır her defasında. annesi ile babası balayına çıkarken babası “ ohh çok şükür artık rol yapmaktan vazgeçip gerçek kişiliğimize dönebiliriz” demişti. buddy willard’ın annesi bir üniversite profesörünün eşiydi ve kendisi de bir zamanlar özel bir okulda öğretmen olmasına rağmen artık tüm yaptığı yemek yapmak temizlik yapmak ve çamaşır yıkamaktan ibaretti. esther hayatı boyunca hep tam not almış bir kız olarak kendisini bekleyen yaşamı bu örneklerle hibe edilebilecek bir zaman olarak görüyor ve bazı şeylere inancını kaybediyordu. ilerleyen zamanlarda eline geçen fırsatları değerlendirken yine erkekler tarafından hayal kırıklığına uğratılmış olarak buluyordu kendini. buddy willard’ın annesi her zaman “erkek bir eş, kadınsa sonsuz güvence ister. erkek geleceğe yönelik bir ok, kadınsa okun fırladığı yaydır” der. ilerleyen sayfalarda esther “hayatta en son istediğim şey sonsuz güvenceye kavuşmak ve okların atıldığı yay olmaktı” diyor. kitabın bir bölümünde de şu cümleleri ile evlilik düşüncesinin onda aldığı şekli izah etmiştir “bir de buddy willard’ın sinsi ve bilgiç bir tavırla, çocuklarım olduktan sonra kendimi farklı hissedeceğimi ve artık şiir yazmak istemeyeceğimi söyleyişini anımsıyordum. belki de gerçekten evlenip çocuk doğurduktan sonra insanın beyni yıkanmış gibi oluyor ve ondan sonra totaliter bir devletin kölesi gibi duyuları körelerek yaşayıp gidiyordu.” şiir esther için önemlidir. hayatının merkezinde o vardır. buddy willard şiiri “bir avuç toz” olarak betimlemiştir. buna sinirlenen esther “senin kadavraların da öyle. sanırım iyi bir şiir o insanların yüz tanesinin toplamından çok daha uzun yaşar” diye içinden geçirerek buddy’e karşı çıkmaktadır. esther kimse tarafından anlaşılamamıştır ne yazık ki. yalnızlık, aidiyetten yoksunluk, içe dönüklük, intihar düşünceleri ve girişimleri ile geçen kısa bir ömür onu akıl hastanesine sürüklemiştir. kitabın kurgusunun bir vuruculuğu yok gibi düşünülebilir. 1963 yılında sylvia sırça fanusu victoria lucas takma adı ile londra’da yayınlattığında büyük bir çıkış sağlayamamış, kitabı hakkında yapılan eleştiriler onu çok üzmüştür fakat kitabın yayınlanmasından bir ay sonra gerçekleşen syvlia’nın intiharının ardından popüler olmuştur. bu kitabın değerini belirleyen şey belki de böylesine başarılı bir şairin tek ve yarı otobiografik bir romanı olmasıdır. şahsen yazarı sylvia plath değil de başka biri olsaydı ve yaşanmış bir hikaye değil de sadece bir kurgu olarak yazılmış ve yayınlamış olsaydı günümüze kadar basımı devam eder miydi kuşkuluyum. bu noktada aklıma yine başarılı bir kitap olan sana gül bahçesi vadetmedim gelmekte. her iki kitapta da psikolojik rahatsızlıkların işlendiği görülür ve otobiografik bir değer taşır. ben kitabı okurken yeri geldi virginia woolf’u hatırladım, yeri geldi nilgün marmarayı düşündüm. sylvia’nın eleştirdiği pek çok şeyi ben de eleştirdim, kadın olmanın ikincilliğini hissettim, ne kadar başarılı olursan ol toplumda üzerimize biçilmiş olan rolden uzaklaşmanın zorluğunu gördüm. çoğu yerde de anlayamadığım bir karamsarlık ve umutsuzlukla karşılaştığımı düşünürken yaptığı benzetmelerle kendimi karakterin içinde buldum. kitabın dili ise son derece yalın ve etkileyici. sayfaları çevirirken bahsedilen her duygu ve düşünceyi yazar okuyucuya hakkı ile yedirmektedir. anlamadan ve hissetmeden okumak mümkün olmuyor kitabı. zira en anlaşılmaz bulduğum intihar düşüncesini bile anlamlandırabildiğim betimlemelerle karşılaştım. sylvia’nın kullandığı dil gerçekten etkileyici, çok başarılı. yine de acaba diyorum sırça fanus’u okuyan bir erkeğin, esther’i benim anladığım kadar iyi anlaması mümkün müdür? kitabın yazım süreci kitabın içeriği kadar incelenmiş ve değer kazanmıştır. sylvia bir arkadaşına yazdığı mektupta sırça fanus’u çıraklık dönemine ait otobiografik bir yapıt olarak tasvir etmektedir. bu çıraklık dönemine ait değerli kitabı okurken bir dönemi, bir yazarı, bir başkasının gerçeğini, kadın olmayı, intihar tutkusunu, hastalığı, yalnızlığı, yaşanmışlığı ve nicesini siz de yaşayabilirsiniz. tüm bu hikayeye merak duyuyor ve anlamak istiyorsanız okumanız gereken bir eser ile karşı karşıya olduğunuzu düşünüyorum.

    aşağıda kitaptan bir alıntı bulunmaktadır.

    “ırmağın akışı, havva ile adem’den beriye, sapan kıyıdan kıvrılan koya yönelirken, bizi rahat bir yolculukla geriye, howth şatosu dolaylarına getirir.”
    kalın kitap midemde tatsız bir girinti yapıyordu.
    “ırmağın akşı, havva ile adem’den beriye…”
    baştaki küçük harf hiçbir şeyin gerçekte en baştan, büyük harfle başlamadığı, yalnızca kendinden önce geleni izlediği anlamına gelebilir, diye düşündüm. havva ile adem kuşkusuz adem ile havva’ydı ama belki başka bir anlam da taşıyordu.
  • "sanırım başarı şimdi cesaret verici geliyor. ama, en çok cesaret vereni, camdan zarımı yırtıp çıktığım hissi." sylvia plath - the journals of sylvia plath (19 şubat 1959, perşembe)

    [ben "camdan zar"ı sylvia plath'ın günlükler'inde sırça fanus yani the bell jar'ın erken uç veren bir ifadesi, bir öncülü olarak görüyorum. the journals of sylvia plath'ta 1953 anıları içinde açıkça geçiyor: "(...) -ki uyutucu aylaklık ve konforlu eğlencelere kapılıp koyvermek çok kolaydır- kıyaslandığında oldukça karşı konulmaz geliyor. saat gibi tıkır tıkır çalışan bir topluluğun üzerindeki sırça fanusu kaldırmak ve bütün o küçük insanların durup soluklarının kesildiğini (...)"]

    1959'da ikinci ipucu daha açık ve kısa süre sonra:
    "bugün bir itham gibi. temiz, açık, yaradılış günü olmaya hazır çatıların tepeleri kar beyaz, üstlerine güneş vuruyor ve gökyüzü tam tepesinde mavi bir sırça fanus." agy (25 şubat 1959, çarşamba)
  • yeni bitirdigim ve cok etkilendigim slyvia plath romani.

    eger karanlik bir ruh halindeyseniz bu kitabi okumayi biraz ertelemenizi tavsiye ederim, hatta rica ederim.

    cok yalin ve guzel bir anlatimi var kitabin, sayfalar birbiri ardina gidiyor ve siz kendinizi o karakterin icinde hissediyorsunuz, sanki sayfalar gittikce karanliklasiyor.

    neden bilmem ama kitapla ilgili aklimda kalan cumlelerden bir tanesi asagidaki oldu, belki ben de aynisini dusundugumden.

    ''sıcak bir banyonun iyileştiremeyeceği pek çok şey olmalı, ama bunların çoğu benim bilmediğim şeyler. öleceğimi düşünerek hüzünlendiğim, uyuyamayacak kadar sinirli olduğum, ya da aşık olduğum kimseyi bir hafta boyunca göremeyeceğim zamanlarda, aşağılara doğru iner, iner ve sonra kararımı veririm.''

    bir de elbette kitabin imzasi niteliginde (ki insanlar her seyin oldugu gibi bunun da bokunu cikarip dovmesini falan yaptirmis her tarafina)

    --- spoiler ---

    ı took a deep breath and listened to the old brag of my heart: ı am, ıam , ı am.
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap