• amerika'dan çıkmış muhalif yönetmenlerin belki de en iyisiydi. wes anderson'ların, aronofsky'lerin cıvık dünyasında özlemi çekilenlerden. 12 angry men, dog day afternoon, network gibi başyapıtlardan sonra on sene önce çektiği cassavetes'in gloria'sının sharon stone'lu berbat remake'i bile, sapıttığından ziyade sağlam sinema zevkinin olduğunu düşündürmüştü bana. özleyecez.
  • kendisi hakkında, onun devamlı dahiyane filmler ortaya çıkarmasını ve dünyanın en iyi oyuncularının onun elinde yaşamlarının en iyi performanslarını sergilemesini hayatım boyunca şaşırarak izledim, demiş woody allen. bergman hayranı olan woody, lumet'in özelliklerini etraflıca ve keskin biçimde anlatmış- biliyoruz ki allen, yetmişli yılların narsist ve bir boka benzemeyen amerikan sanat çevresine hakim olan yapay havaya yumruklar sallamış, onu yeni dönem mizahın içinde kara bir tablo olarak yerleştirmiştir. yani allen, zor beğenen biridir.

    lumet, "dahiyane filmler ortaya çıkarmasını" bilen bir sinema adamıydı. dahiliğinin ilk ayağını şüphesiz 12 angry men oluşturur. tek mekanda soluk almadan çekilen bu filmin geneline yayılan felsefik ve sosyolojik temalar öyle dehşet verici bir bütünlük arz etmektedir ki, buradan woody allen'ın bahsettiği dünyanın en iyi oyuncularından biri olan henry fonda birçok kişi için en iyi performansını bu filmde gerçekleştirmiştir. bu bir tesadüf değildir elbet. 12 angry men'de lumet'in gözü sosyal ve siyasi bir çığırtkanlıktan çok bugün öyküsü iyice unutulan "insan doğası ve şaşırtıcı keşfedilmemişlikleri"ne yönelir. ve bunu çevremizde benzerlerini çok fazla gördüğümüz 12 insan tipi çeperinde işler. lumet, fonda dışındaki 11 guiltyciyi bu kelime etrafında ilk basta tektipleştirmişken, fonda'nın izlediği yolla birbakıma hepsinin tek tek kendini keşfetmelerini de sağlamıştır. (bkz: #23627499)

    al pacino'nun hafızalara zorla kazınmaya çalışılan gansgter veyahut baba tiplemesini benim gözümde yıkan adam gene lumet olmuştur. lumet, dog day afternoon'un çok katmanlı öyküsünde ince diyaloglarının yanında şaşırtıcı sahneleriyle al pacino'yu godfather'ın ardından kimliğini bir türlü tanımlayamaacağımız kara mizah dolu bir dalganın içinde adeta boğmuştur. arkadaşını satan kimliksiz sonny, bir film önce amerika'da senatoya dek etkilerde bulunan corleonelerden pacino'yu hafızalarda dümdüz etmiştir. bence pacino'yu gözümde unutulmaz yapan üç filmden ikisi lumet'e aittir. dog day afternoon'dan sonra tabiki eşsiz serpico gelir.
  • amerika'ya inancını zaman içinde yitiren yönetmen.

    amerikan sinemasında 60’lara kadar adalet sistemini tesis eden, inançlı, idealist polislerle kanun adamları boy gösteriyordu. sinik, içe dönük, anti-idealist özel dedektifler bile çoğunlukla dürüst tiplemeler olarak çiziliyorlardı. ama mevcut inanç yavaş yavaş sarsılmaya başladı. söz konusu güvensizlik amerikan başkanı richard nixon döneminde doruğa çıkacak, paranoya ve felaket filmleri de 70’lerde büyük bir artış gösterecekti.

    12 angry men’le parlak bir çıkış yapan sidney lumet, henry fonda’nın amerikan başkanını oynadığı fail-safe’in ardından, the deadly affair adlı soğuk savaş'ı eleştirdiği casusluk anlatısını çekti. polisteki dejenerasyonu idealist bir polisin (al pacino) gözünden betimleyen serpico’da görevlerini suiistimal eden, rüşvetle beslenen güvenlik kuvvetlerini betimleyerek kamu huzurunu savunmakla yükümlü kanun adamlarına yoğun eleştiriler getirdi. suça batmış sokaklarda özünü korumaya çalışan gözü pek polis, liberal sistemin çarklarında adaletin tecelli etmesini boşuna bekliyordu. 12 angry men’le adalete olan inancını ortaya koyan yönetmen serpico’yla bütünüyle yön değiştirdi.

    dog day afternoon’da suçlu patolojisiyle vietnam savaşı arasında bağlantı kurdu. filmde medya bir banka soygununu şova dönüştürmektedir.

    prince of the city ile "kent üçlemesi" halkasını tamamlayan yönetmen, bir kez daha polisteki dejenerasyona eğildi; polis dedektiflerinin mücadele ettikleri suçlulardan hiçbir farkları olmadığını gösterdi. yapıtlarına liberal adalet sistemine karşı güvensizlik ve polisteki kirlenmişlik damgasını vurdu.

    80’lerin amerikan sineması anti-komünist ronald reagan güdümünde muhafazakâr reaksiyonlar gösterse de adalet sistemine karşı geliştirilen temel güvensizlik uzun süre devam etti. bu bağlamda onun sinema kariyeri liberal amerika'ya duyulan derin inançtan pesimizme sapan çıkmazı işaret etmesi açısından ilginçtir. sanırım şu günlerde yeniden ele alınıp farklı bir gözle okunmayı hak ediyor.

    edit: güncelleme
  • kendisinden daha fazla ön plana çıkan, saygı gören birçok yönetmenden çok daha başarılı bir yönetmendir.

    özellikle 12 angry men, dog day afternoon, network, before the devil knows you're dead ve serpico isimli başyapıtlarına bakarak kendisinin inanılmaz bir casting kabiliyeti olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. filmlerinde her oyuncu oynadığı karakter için öylesine uygun ki ve karakterle ilintili hiçbir durum ya da özellik oyuncunun yeteneği ve eğilimi üzerinde sırıtmıyor. bu durumu lumet'in filmin anlatımına kattığı tiyatro oyunu havası doğrudan destekliyor. özellikle 12 angry men ve network filmlerinde diyaloglar adeta bir tiyatro sahnesinde geçiyormuşçasına dokunulabilir ve her cümle anlatımın ilerleyişinde gerçekçiliğini kaybetmeden akıp gidiyor. 12 angry men'in 6 dakikadan uzun süre kesilmeden oynanan bir sahnesinin olması da bunu destekleyen en güzel örneklerden biridir. kendisi hakkında bir diğer sevdiğim şey de karakterin kopma anlarını, duygusal kırılma noktalarını çok güzel yansıtan bir tekniği olmasıdır. ne abartıya kaçılır, ne de insanı etkilemekten uzak bir durağanlıktadır bu sahneler.

    izlenmesi çok şey katanlardandır.

    edith piaf: linuswithnoblankets'in hatırlatması üzerine murder on the orient express, amaninbe'nin hatırlatması üzerine deathtrap isimli ilk başta atlamış olduğum iki eserin de oyunculuk ve sahne tozu taşıyan lumet anlatımı üzerine bir listeye rahatlıkla gireceğini ekliyorum.
  • gecenin bir yarısı twitter'da ölüm haberini görünce gerçekten sinirlerim bozuldu. hep hakkında bir şeyler yazarım, yazarım dedim, ben yazana kadar adam öldü anasını satayım.

    kimine garip gelebilir ama sidney lumet benim en sevdiğim yönetmendi. network ile 12 angry man'i aynı dönemde izleyip, yönetmenlerinin aynı adam olduğunu farketmemle başladı lumet sevdam. sıkı bir drama izleyicisi olan bünyemde, bakış açısıyla, yalın anlatımıyla ve cesaretiyle çok sağlam yer edindi, filmlerini izlemeye başladığım zamandan itibaren. "i want you to get mad!" dediği anda kızmıştım, niye bu adamdan başka damara basan, açık açık sorgulayan, güçlü ve dobra film çeken yönetmenler yok ortada diye.

    en öne çıkan özelliklerinden biri, adalet kavramına olan takıntısıdır. benim anladığım, genel anlamda adaletin bulunmadığı bir sistemde haktan hukuktan bahsetmenin saçmalığını vurgulamak istemiştir hep. prince of the city'den, the verdict'e, 12 angry man'den dog day afternoon'a kadar birçok filminde egemenin koyduğu kuralın genele adalet dağıtacağını beklemenin abesle iştigal oluşunu, suçluya suçu işleten koşulları düzeltmedikçe, ceza sisteminin hiçbir sike yaramayacağını işler çeşitli açılardan.

    adaleti sorgularken doğal olarak amerikan adalet sistemini defalarca yerden yere vurur. sadece adaletiyle yetinmez ülkesinin, the pawnbroker'la "nazilerden kaçan yahudilere kucak açan cici abd" imajına, network ile o tüm dünyanın örnek aldığı abd medyasına ve ekonomisine, fail-safe ile güçlü ve yenilmez abd ordusu imajına güzel çomaklar sokmuştur. bu yüzden twitter'da aynı tweetin 3498750983475 kişi tarafından kopyalanmasıyla adının trendlere girmesine bakmayın, ortalama amerikan profili nefret eder sidney babadan. "hem koca hollywood sektörüne girmeyip "bağımsız" takılacak, hem de utanmadan amerkan rüyasının üzerine işeyecek, breh breh breh!" sidney baba o kadar çok şeye inceden inceden ama oturta oturta giydirmiştir ki, şu gün, ölümünden sonra kendisi için güzel şeyler söyleyen amerikan ünlülerinin bile çok azı esaslı bir tartışmada lumet'nin fikirlerini savunabilir.

    tabii bir de, taş versen taşı en iyi oyuncu adaylarına sokabilecek derecede yüksek motivasyon veren bir ustadan bahsediyoruz. 50 yıllık ve 45 uzun metrajlık sinema kariyerinde henry fonda, sophia loren, katharine hepburn, marlon brando, ingrid bergman, sean connery, al pacino, michael caine, ve paul newman gibi birçok ünlü oyuncuyla çalışmışlığı vardır ustanın. işin güzeli ise bu oyunculardan birçoğu oyunculuk üzerine röportaj verirken, konu illaki sidney babaya gelir, ondan bahsederken gözleri parlar bu koca isimli insanların. vin diesel gibi bir kas yığınını bile find me guilty'de ne hale getirdi lan adam, ben hala oradayım.

    yanına gidip konuşmak istediğim, hayatını, fikilerini, hikayelerini dinlemek istediğim ender ünlülerden olmuştur sidney lumet. bu ihtimalin artık kapanmasından dolayı üzgünüm. başımız sağolsun.
  • american film institute'a göre tüm zamanların en ilham verici 100 filminden 3'ünü yönetmiş sanatçı:
    42'nci sırada 12 angry men (1957)
    75'nci sırada the verdict (1982) ve
    84'ncü sırada serpico (1973)
    http://us.imdb.com/name/nm0001486/awards
    http://www.myfavoriteezines.com/…piring-movies.html

    (ayrıca abd'de solcu olarak tanımlanır, haliyle iyi bişey)
  • kendisi alfred hitchcock, billy wilder ve stanley kubrick gibi büyük hollywood yönetmenleriyle aynı klasmandadır. fakat onun büyüklüğü dev bütçelerden, şaşalı castlardan, sayısız ödüllerden değil vicdanındandır. zira bir sidney lumet filmi kötü olabilir ama vicdansız, duyarsız, ayrıştırıcı bir yapıda olamaz, asla olmamıştır.
  • yönetmenin favori filmleri şöyledir:

    1. the best years of our lives (wyler, 1946)
    2. fanny and alexander (bergman, 1982)
    3. the godfather (coppola, 1972)
    4. the grapes of wrath (ford, 1940)
    5. intolerance (griffith, 1916)
    6. the passion of joan of arc (dreyer, 1928)
    7. ran (kurosawa, 1985)
    8. roma (fellini, 1972)
    9. singin' in the rain (kelly, donen, 1952)
    10. 2001: a space odyssey (kubrick, 1968)
  • making movies adi altinda son derece samimi bir dille "film yapmayi" anlattıgı bir kitabı da var olan yonetmen.
  • (bkz: 12 angry men)
    (bkz: serpico)
hesabın var mı? giriş yap