• 1955 senesinde felc gecirdiginde ipekci kardesler'in studyosunda iki filmin muziklerini hazirliyordu. amerikan hastanesi'nden cagirilan doktordan felc gecirdigi ogrenen ihsan ipekci "sadettin kaynak'tan artik hayir gelmez, filmler icin baskasini bulalim" diyerek besteciyi arabasina bindirtir, sadettin bey hastaneye kaldirilacagini sanir, ancak ihsan ipekci "sadettin bey'i kosuyolu'ndaki evine birakin" talimatini verir, bir daha da aramaz, bir kismi tamamlanan sarkilarin parasini da odemez. sarkilari her gun radyolarda calinan, plaklara okunan kaynak bu eserlerinden bir gelir elde edemediginden, sarkilariyla meshur olan sarkicilardan da zerre ilgi gormediginden hayata veda ettiginde buyuk yokluk ve borc icindeydi. bugun yayin haklari kalan muzik'e aittir.
  • bütün eserleri (tam 482 tane):

    açıldı gül figân etmekte bülbül nev-bahar oldu
    ada'ya gel gidelim bir gececik bizde kal
    ağlarım çağlar gibi
    akşam yine gölgen yine gölgen yine akşam
    alemde minnet etmez gönül artık feleğe
    aman güzel maçka'lı
    artık bu bahçede ötmesin bülbül
    aşk böyledir aşk böyledir aşıkı sevdâ söyletir
    aşkın beni durmaz yakar
    aşkın fecri yüceldi müjdeler olsun gönül
    aşkın susuz bağında pınar gibi çağlarım
    aşk yolunda bağrı yanık yolcular
    ay doğarken gecelerden harelenir garip garip
    ay doğdu batmadı mı
    ayrılık yaman kelime
    ayrılık yıldönümü kalbime yâdın doluyor
    bağrıma taş basaydım
    bahar bitti güz bitti artık bülbül ötmüyor
    bahar oldu düştün dile sende figan eyle bülbül
    bana bir tatlı haber verdi gülen lebleriniz
    bana yardan vaz geç derler gönül senden vaz geçer mi
    batan gün kana benziyor
    batarken ufukta bu akşam güneş
    beklerim her gün bu sâhillerde mahzun böyle ben
    ben ağlarım eller güler buda başa geşecekmiş
    ben bir çoban kızıyım
    ben güzele güzel demem güzel benim olmayınca
    benim gönlüm bütün sevmek bütün duymak için yanmış
    benim olsan seni bir gül gibi koklar sararım (yasemen))
    yasemen (benim olsan seni bir gül..)
    benim yârim gelişinden bellidir
    beni sana bağlayan gözlerinin rengidir
    ben şehîd-i bâdeyim dostlar demem yâd eyleyin
    ben yıllarca yanmışım sen de büsbütün yakma
    beyaz göğsün bana karşı açma beni öldürürsün
    bingöllerden süzülürsün inersin (firat)
    firat (bingölerden süzülürsün)
    bin gözyaşının incileşip aktığı andı
    bin hüzün çöktü yine gönlüme akşamla benim
    bir esmer dilberin vuruldum hüsnüne
    bir gün yaşadık hâtırası yıllara erdi
    bir hakikat anladım dünyâda ben her şey yalan
    bir hayâl âlemi içindeyim ben
    bir içim su gibi özlerim seni
    bir rüzgârdır gelir geçer sanmıştım
    bir yer ki sabah olmayacaktır adı gönlüm
    bu gece düğün dernek binbir geceden örnek
    bugün mutlu günümdür
    bu hâl zuhur etmesin bir daha
    bulutlar kokunu getirir bana
    bu yerler ne füsunkârdı
    bülbüller gibi çiler mutlu gönül şen gönül
    bülbülüm gel de dile (çile bülbülüm )
    çile bülbülüm (bülbülüm gel de dile)
    çıkar yücelerden haber sorarım
    çiçeklerin gülüyor sevincinden
    çiçekten nağmeden bir deste bağlar
    çözmek elinde değil gönlümü senden kadın
    dağları hep kar aldı gülleri hep hâr aldı
    daha sevdâmı açarken
    dalda bir ishak öter
    damlalar damla damla içimde çağlar gibi
    deli gönül gezer gezer gelirsin
    boynunu bükme dolap (dertli dolap)
    dertli dolap (boynunu bükme dolap)
    dertliyim rûhuma hicrânımı sardım da yine
    derman kâr eylemez
    dıştan viran bağlıyım (tuna)
    dizlerine kapansam kana kana ağlasam
    doğuyor ömrüme bir yirmisekiz yaş güneşi
    dudağında yangın varmış dediler
    dursun kaptan (plâklarda sesini..)
    plaklarda sesini duydum da (dursun kaptan)
    elâ gözlerine kurban olduğum
    elâ gözlerini sevdiğim dilber göster cemâlini görmeye geldim
    elâ gözlüm yıktın benim evimi
    elbet gönüllerde sabah olacak
    elmanın alına bak dön de bir dalına bak
    enginde yavaş yavaş günün minesi soldu
    esîrinim civan senin
    esmer bugün ağlamış
    esmerim kıyma bana
    ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker
    ey gönül bir derde düştün derdinin dermânı yok
    ey ipek kanatlı seher rüzgârı
    ey şanlı beldenin kahraman kızı (mudanyakizi)
    mudanya kizi (ey şanlı beldenin)
    fâriğ olmam eylesen yüzbin cefâ sevdim seni
    kabrinde benim olmalıdır sen...(feryât)
    fırat kenarının ince dumanı
    gam çekme güzel n'olsa bahârın sonu yazdır
    gece gündüz uyku girmez gözüme
    gecemiz kapkara sâkî sun elin nûr olsun
    geldi bir hâle gönül
    gel göklere yükselelim gel de seninle
    gelinin yüzünde ipek duvarlar
    gemi çıkar yola(gemi ister yedek ne yelken ne kürek)
    gemi ister yedek ne yelken ne kürek (gemi çıkar yola)
    gemim gidiyor baştan yelkenleri kumaştan
    gonca idik gül olduk
    gökler perisi gibi pırıl pırıl emine
    gönlüm özledikce görürdüm hele ...
    gönlüm seher yeli gibi daldan dala essem diyor
    gönlümün içindedir gözden ırak sevdiğim
    gönül civan ister boyu boyumca
    gönülden yâdın mı var
    gönül harareti sönmez ne mey ne kevserle
    gönül nedir bilene gönül veresim gelir
    gönül sana tapalı
    gönül seni ayık bulsam sorsam hâlin nedir diye
    gördüm seni bir gün yeni açmış güle döndüm
    göresin mi geldi beni meleğim (gurbet mektubu)
    gözler mavi yüz penbe
    gurbet elde yaman oldu hâlimiz
    gül derler gül derler bana gül derler
    güller ne hoştur renkler ne ince
    güneş gibi şahsım olsa
    güneş güneş can güneş
    güneş yüzlü sünbül yâr
    günlerce durmadan koşar ararım
    güzel terk etme beni
    hani bir gündü "şu derdim sana bir geçse "dedim
    hasret kavuşturan geliyor
    hatırla ey gönül hoş geçen demi
    hatice'm saçlarını dalga dalga taratmış
    hazan ile geçti gülşen-i bûstan
    her sînede bir gam gelen ağlar giden ağlar
    hey pınar derin pınar
    hicran dolu geceler bahtım gibi karadır
    hicrân gönül belâsı
    hicrân ü elem sîne-i pür-hûnumu dağlar
    hicrânla harab oldu da sevdâ eli gönlüm
    bayram gecesi (hoş geldin elimize)
    hoş geldin elimize şiir oldun dilimize (bayram gecesi)
    hoy deniz karadeniz suların kıpırdaşır
    ilkbahara bürünmüşsün gül yüzüne şal olaydım
    incecikten bir kar yağar tozar elif elif diye
    indim yâr bahçesine yine düştüm yâreli (yâreliyim yâreli)
    işte seni seven benim
    kalbim kanıyor durmadan en tatlı çağında
    kalbin yine niçin küstü
    kalblerden dudaklara yükselen sesi dinle
    kara bulutları kaldır aradan
    dedim"dilber yanakların kızarmış"
    gözler var anam gözler var
    karlı dağlar yıldızı yamandır yörük kızı
    karşıda kara yonca gel öpeyim doyunca
    kınalar yakmış eline (nazar değmesin)
    kıroğlan'ın davarı dereye iner
    kirpiklerinin gölgesi güllerle bezenmiş
    leylâ aceb neden ses vermiyor feryâdıma (leylâ)
    leylâ bir özge candır kara gözlü ceylândır
    leylâkların hayâli salkımların emeli
    meğer çok sevilenler bir gün unutulurmuş
    mehtâba bürünmüş gece
    mehtaplı gecelerde biz sâhile inerdik
    jokond (menekşelendi sular..)
    menekşelendi sular sular menekşelendi (jokond)
    merhem koyup onarma sînemde kanlı dağı
    mihnetle geçen ömrüme bir penbe şafaksın
    muhabbet bağına girdim bu gece
    n'ideyim bilmem elinden senin
    ne boş yere yanmışım
    ne dert kalır ne hüzün
    o dudaklar yine yaz geldi de bülbülleşiyor
    ne hazindi o akşam bırakıp gittin beni
    ne idi n'oldu hâlim çektiklerim vebalim
    ne yaptım kendimi nasıl aldattım
    ne zaman görsem onu ayaklarım dolaşır
    niçin baktın bana öyle dargın mısın durma söyle
    o gözler siyah gözler (gözler)
    olsa da hoş kokulu dikenidir gül yolu
    o siyah gözlerini bir daha olsun göreyim
    ömrümün neş'esiz geçti baharı
    perîşan ömrümün neş'esi söndü
    pınar başında sandım bir söğüt dalı ayşe'm
    rûhuma gecenin mâtemi doldu
    saatlerce başbaşa kaldığımız geceler
    saçlarıma ak düştü sana ad bulamadım
    sâkî yeni sevdim bana sen eski şarap sun
    sarsam seni gönlümce güzel bahtıma kansam
    senelerden beri hasret çekerek yâre gönül
    senin yazın kışa benzer
    sevdâ dolu gözleri sözleri cana yakın (kalbden kalbe yol vardir)
    sevgi kanununun aldım o ilâhi sesini
    sevgili ne demek bilmem gönlümce bilen var mı
    sînede bir gönül var
    son ümîdimde bitti kuş gibi uçtu gitti
    söyle git ağlanacak hâlini dildâre gönül
    söyle zâlim nerdesin
    söyleyin nerde o göz nûru gönül sevgisi yâr
    sular gibi akar çağlar
    sürmeyi göz öldürür âşıkı nâz öldürür
    şebâbet geçti artık zevk-i mâzî bir serâb oldu
    mudanya'li şehit (şükrü çavuş..)
    şükrü çavuş mert yürekli sert bakışlı kahraman
    tanburamın ince kıvrak beli var
    tel tel taradım zülfünü
    tez geçse de her sevgide bin hâtıra vardır
    uzaktan merhaba olmaz gel ey mestâne bakışlım
    ümit yolu serap mı
    ümitlerim hep kırıldı o eller benden ayrıldı
    vardım ki yurdundan ayağ göçülmüş
    yâd eller aldı beni
    yalnız seni sevdim seni yaşadım
    yanakların çiçektir gönlüm bir kelebektir
    yanık ömer her savaştan bir yara taşıyor
    yâr ayrılık yaktı beni
    yeşil gözlerini ufkuma ger ki
    yeşiller umman kadar derin olurmuş
    yıllarca elim kalbimin üstünde eğildim (gazi)
    yine bahar oldu coştu yüreğim
    yine dumanlı dağlar yollar geçilmez oldu
    yine esti muhabbetin yelleri
    yolculuk var
    yollarına gül döktüm gelir de geçer diye
    yüce dağ başında yatmış uyumuş
    yücelerden nazlı nazlı gelin gibi süzülen ay
    yüzün güllerden ince sesin bülbülden tatlı
    zeyneb'im uçtu gitti
    ağla gözlerim ağla
    ağlamış gülmüş cefâya durmadan yanmış gönül
    bizim elin koyunları kuzular derdim artar yaralarım sızılar
    alma tenden cânımı aman allah'ım aman
    bana bu ten gerekmez can gerektir
    yâ sâhibe'l cemâlî ve yâ seyyîd-el beşer
    doğmazdı kalbe îman
    fesaddaknâke yâ hayral berâ yâ resûlallah
    ey âşık-ı sâdıklar gelin allah diyelim
    durup da bir bakışın bütün bir cihan değer
    kurbanlar tığlanıp gülbank çekildi
    adın yaşar dillerde kıskanırım sen ayşe'm
    ben bir garip kuşum yurdum yuvam yok
    gözüm yok şu cihanda pırıldayan tacında
    mersin bağları yalı
    türbe-i ravza-i sultan-ı risalettir bu
    gir melâmet mülkine mâlik olan ol şâhı
    ey menba-ı cûy-bâr-ı rahmet
    ya ilâhi bize tevkini göster; amin
    kurban oldum adına
    toprak al kanlara boyandı bugün
    selam size selam size
    toprak ana selam sana ürün doldur harmanlara
    yakın gel bir daha göreyim seni
    şu sille'nin ufacık taşları
    peşimden bir bahar gelir sanırım
    mesud bugün gönüller, gülelim eğlenelim
    ey milletimin lâhzada halk'ettiği ordu
    sararmış çiçeğim yuvasız kuşum
    neden uzaklaşıyor saadet aramızdan
    kutlu olsun vezirimize ak bir gelin getirdi bize
    istanbul biricik dünya güzeli
    flurya flurya, güneş eğildi suya
    bu gece mehtabı koynuna almış
    ben sizinle birlik olup taşırım
    atlılar atlılar erler yiğit askerler (atlılar marşı)
    gemi yedekte bayrak direkte dayı kürekte
    nazlım sana kavuşamam
    ay saçlarını koyda tararken pupa yelken
    babam bir asker idi eşim de asker
    deniz geçtim düz yürüdüm dağ aştım
    nice yıllar geldi geçti, hiç görmedi aşkım bahar
    bir zaman gençti yaşım, aşk ile hoştu başım
    gönülden isteseydin gönlümde sen olurdun
    sahil gecenin gölgesi altında uyuklar
    nişanlım ayrı benden, canım ayrı bedenden
    bu gece mes'ut gece bitmesin bu eğlence
    bir hatırasın gençliğimin tatlı çağından
    savaşkanlık bizimdir (kılıç oyunu)
    şen güzeller şen güzeller birbirinden güzeller
    ateşim hiç sönmedi, şifası görünmedi
    aile yuvasını kadındır cennet yapan
    sevgi şefkat iki kardeş
    şimşek gibi kanatlı, yıldırımlardan atlı
    sen her zaman kalbimdesin
    dağlar ağardı kardan haber gelmedi yardan
    sesini duydum geldim, gönlüme uydum geldim
    sevmek suçsa çekinmezdim ölümden
    doğumun kutlu olsun, taliin nurla dolsun
    gün ufka indi renkler silindi
    ağlarız sokaklarda her baharda her karda
    çiftçiyiz ünümüz var, sevinçli günümüz var
    bu haydutlar birer aptal
    bugün en mes'ud günüm
    hayat tatlı bir rüya (boş ver aldırma)
    yıldırımlarla yanık bağrımızın uğraşı var
    hayat ne tatlı ipek kanatlı
    okşayan sesinle taze can buldum
    bir zaman kalbim boştu kelebek gibi şendim
    uyan prenses uyan prenses
    mecalim yok bir tek söze
    koçyiğitler durağı şen köyüm şirin köyüm
    dertli gönül dinle beni
    köy hayatı ne güzeldir herkes için bir emeldir
    tutunca bir yiğit gurbet yolunu
    sevgilim senden ırak cana yetti iştiyak
    eridim inlemeden katı yürekli güzel
    düştüm onulmaz derde
    canımdan yakın kadınım sen nerdesin ben nerdeyim
    garibiz gurbet bize artık bir sıla oldu
    canıma can katan yar sevdalar yaratan yar
    bir ses duydum inceden
    içimde bir hüzün var bilmem neye üzgünüm
    serçeler oynaşıyor kanları kaynaşıyor
    oh güzel kız şirin kız bakışları derin kız
    keloğlan isterse eğer
    bitti her emel bitti güneşim söndü gitti
    kirpiği oyalı kız bakışı rüyalı kız
    haydindi kızlar oyuna haydindi
    türk işçisiyiz her işin eri
    kayboldun içimizden hangi illere gittin
    kervan gider kavuşmaya bin can gider
    yurdumuz irem bağı her yanında ırmağı
    ovalarda meltem ol dağlarda bad-ı saba (anadolum)
    yine geldi evvel bahar günleri
    hançerim bileğide zağlanır gide gide
    ne olaydım yar seninle bir yastıkta baş olaydım
    sporcu kızlar
    seher yolu gül dağıdır, gönül aşkın budağıdır
    ben şimdi her emelden her güzelden seni sevdim
    sevenler sevilenler gönül derdi çekenler
    sabah uyanan ağlar, aşka boyanan ağlar
    saçından kokular çalarken rüzgar
    köyümün benzeri yok bu illerde
    nazir olmaz sana alemde teksin
    ne bekleyen kimsem var, ne çocuğum ne karım
    ne yazık anlamadın kalbimi bir an için olsun
    yalnız seninim diye aşkıma yeminim var
    açılırsın güzelim birer kadeh içelim
    bir gün için ben olaydım yaradan
    bir gün için ben olaydım yaradan
    gel seninle bu kışın bir yere kapanalım
    gönül sevdin sevilmedin sevda elinde elinde
    sor şu yıldızlara sor doğan aya
    giderim önüm gurbet
    demiryolu demiryolu nûra boğdun sağı solu
    encâm-ı hayatı bir hesab et
    gece gündüz hep sensin benim kaygım kederim
    eser batı karayel açilduk marmara'ya
    gidiyor eski sene yenisine geçelim
    geliyor başbuğumuz ulu türk'ün önderi
    iftirakın ebedi ruhumu hüzne salıyor
    bir yastıkta kocasın gelin ile güveyi
    kalbimde biten güldür bu gönül şarkıları
    kadehinle bana biraz rakı ver
    dördünüz birbirinizden güzel ey hemşireler
    sanma şâhım alemi sen sadıkane yar olur
    güzel kızlar kadınlar biliniz ne isterim
    aşk ehline hicrân ile ülfette safa var
    yürü sofi yürü yolunda azma
    yaşa ankara yaşa ankara cumhuriyetin beşiği sensin
    yol göründü serime od düştü içerime
    can vatan canan vatan bûy-i vatan
    bakışları hovarda, buluşalım fuar'da
    aşığım baharın yeşil gözüne
    nurunla yanan gönlüm ümidim gibi yüksek
    bileştirdi sevda bizi
    ruhumda gezen sevgilisin gözleri mahmur
    öteden bir peri bana el eder
    ay doğar katar gider, topuğu batar gider
    aşkım benim hep ye's ile hicran ile kalbimde uyurken
    bahar oldu, tabiat gülüyor için için
    bayburt'un eğmeleri, beğenmem değmeleri
    bana olan cefa senden değildir
    bizim sahraların başı, pare pare duman şimdi
    bir gül koparıp göğsüme tak
    dağların sünbülü var, bağların bülbülü var
    erzincan yüreğim yaktı dağladı
    deli gönül gafil olma gözün aç
    gönlümün sultanısın ferman senin efendim
    hoy kemençe kemençe zerdali dal mısın
    ineyim gideyim osmaneli'ne
    bir yastıkta var olsun gelin ile güveyi
    hayat garip bir rüyadır hep tesadüflerle dolu
    gönül dağlar gibi yalçındır, sarpdır
    gül derler güler yüze gül derler
    günlerce peşinden ağladım koştum ceylan
    çal ahımı inlet güzelim kanasın kalbim elinde
    rumelinden göçmen gelir durmadan (göçmenler)
    aşk yolunda can veren, bu masumlar eştiler
    ayrılık perde perde uzaklaşır gider de
    her seste bir nağmesi var ondan koku alır bahar
    yıllarca süren sevgide gönlüm ne kazandın
    nemiz kaldı bizim mülk-i arab'da
    bir ah çeksem dağı taşı eritir
    ilgıt ılgıt esen seher yelinden
    gönlüm onu göğsündeki benden tanıyordu
    ne feryad edersin divane bülbül (1)
    ne feryad edersin divane bülbül (2)
    nev-nihalim kim büyüttü böyle bi-perva seni
    sana derim allı gelin has gelin
    gün altun başını yine koydu yurdun sinesine
    bunca demdir hasretliğin çekerim
    bir çiçek açıldı bilalözü'nde
    uyu benim meleğim
    dağların mazısı var, alnımın yazısı var
    pınar başında sandım bir söğüt dalı ayşem
    akşam oldu neyleyim, bade doldu neyleyim
    söğütler sıra sıra su verilir mısıra
    ses vermez benim kalbim değme gönül
    tenhalarda dolaştık sevda izinde
    ufuklar kara bağladı (atarük'e mersiye)
    ağlasın bülbülleri varsın bu bağ-ı alemin
    alem bizar oldu benim zarımdan
    alemde doğru dost yoktur dedikleri gerçek imiş
    şu kimsesiz sahralarda diken oldu gülüm benim
    mecnûn gibi nam istese efsane olurduk
    filiz oldum büküldüm uzandım kollarına
    mehtab gümüşten oya işliyor yeşil suya
    yaşatan ölmez yaşar gönüllerdedir yeri
    bu çiçeklerden kim alır
    derdimden anlayanım bana acıyanım yok
    süzülmüş damlalar aydan güneşten
    devretmedi muradımca zamane
    tamzara'dan geçtin mi , rakı şarab içtin mi
    cevap bekleme kuzum yok diyecek bir sözüm
    yıllarca çırpındın, yıllarca yandın
    rûhuma sunduğun mukaddes günah
    uyu güzel oğuz'um
    kalbin derdimi bilse, acırdı belki biraz
    yalvarırım gel gitme, beni yalnız terketme
    elimde silahım var, dilimde allahım var
    mehtab mı halelendi, sular mı minelendi
    esen yelde yadın mı var bülbül neden ağlarsın
    cihandan göç ederim yâ kerim allah kerim
    bülbül uyanık uyuyormusun
    duman duman üstüne ben de duman olayım
    ne çare gönül ne çare
    eyyamın olmadan gemim yürümez
    dağların başı kardır
    bir ay doğmuş pasin'den
    gidek bizim illere, çiçeklere güllere
    selim han oldu hünkar (cenk türküsü)
    rumeli'den göçmen gelir durmadan (göçmenler)
    uyan sevgilim uyan, benim sana yalvaran
    biz volkanız, deryalarla çarpışırız sönmeyiz
    geldi belleme ayı, belleyelim tarlayı
    dudaklarında bu ilham, dudaklarımda vezin
    okurken aşk kitabını düşünme ıstırâbını
    vakti gelince gönül, başlar sevince gönül
    tahirim, can tahirim benim civan tahirim
    gül sen dalın olayım
    hem neş'elen, hem dans eyle
    mestim bu gece, bu gece coşkunum, şenim
    gönül başbaşa verip sevişmek hevesinde
    bu çeng-ü çegane bana gerekmez
    bekarlar evlenmeyi küçük bir şey sanmayın
    başımda duman var kalbimde sızı
    sıçrayınca at sırtına, oluruz zorlu fırtına
    yine coştu türk yurdu
    uyu kurbanım sana, minicik kelebeğim
    telli turnam yücelerden aştı mı
    hangi suçum oldu sebep hicrine
    kara kazan koldadır, yarim uzak yoldadır
    ela gözlü benli dilber koma beni el yerine
    kızıldağdan çıkarsın köpürerek taşarak
    köyümün benzeri yok bu ellerde
    beydağı'na yaslanmış sıralı yeşil dağlar
    bir ılık yaz gecesi her taraf neş'e dolu
    bir kadeh içtim sardı, beni baştan çıkardı
    sen her zaman kalbimdesin
    kokladım yar elinden güllerin güzelinden
    ben seni ellere verdim vereli
    allah allah deyip ettik sefer allah yekdir
    nedir suçum yüce tanrım
    bebek'le göksu kanlıca, sulardan evliyor rica
    dün kahkahalar yükseliyorken evinizden
    gün olup yadıma geldikçe sönen hatıralar
    anacığım nice olur hali yardan ayrılanın
    bir kız ile bir gelinin ahdı var
    uludağı uludağı dumanlıdır başın senin
    beni hüznümle bırak, istemiyorum seni
    eski libas gibi aşığın gönlü
    söğütler sıra sıra su verilir mısıra
    kalbin acı bilmezse ona halimi göster
    aşkımın bahçesinde açılan sarı zambak
    andım o geçen günleri hasretle derinden
    bir vakte erdi ki bizim günümüz
    hayatın her neş'esini evlilik verir insana
    bahtımın karanlık sarp yamacından
    dırvana vurdim uçdi
    muhabbet köyünün olsam şarabı
  • selahattin pınar'a kendisinin sadettin kaynak'la birlikte en önemli iki besteciden biri olduğu söylendiğinde "o kaynak, ben ise yalnızca bir pınarım.." diyerek durumu özetlemiştir.
  • türk müziği üstadlarından...
    belçikada yüksek yüksek tahsiller yapmış..
    urfa türküleri üzerine araştırmalar yapmış
    zaten benim de dikkatimi çeken olay; eserlerinde türküsel ezgileri sezinleyebilmek...
  • sâdeddin kaynak 1895 yılında istanbul'da doğdu.babası fatih câmii hocalarından ali alaeddin efendi,annesi havva hanım'dır.ilk zamanlarında hâfız sâdeddin bey olarak tanınmıştır.bulunduğu semtte ilk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra ilâhiyat fakültesinden mezun oldu.balkan savaşı'nın çıktığı yıllarda (1912),"ilâhiyat zabiti" olarak askerlik görevini yapmak üzere diyarbakır'a gönderildi.bu münasebetle elazığ,harput,malatya,mardin gibi illerimizi dolaştı.istanbul'a döndükten sonra çalışmalarını kişisel çabası ile sürdürdü.cumhuriyet'in kuruluşundan sonra,o yıllarda adını duyurmuş bir sanatkâr olarak birkaç kez çankaya köşkü'ne çağrıldı.atatürk'ün emri ilekur'an-ı kerîm'in savaşla ilgili âyetleri üzerine ordu komutanlarına konferans verdi.

    1926 yılında plâk doldurmak üzere berlin'e,çeşitli tarihlerde viyana,paris ve milano'ya gitti.türkiye'de de plak doldurdu.1953 yılında sultanahmed câmii ikinci imamlığına tayin edilmişti.beyin kanamasına bağlı olarak 1955'de sol tarafına felç geldi.son yıllarının kadıköy koşuyolu'nda bulunan iki katlı evinde hasta olarak geçirdi.bu sıralarda nota defterini her mûsıkî severin yararlanmasına açmıştı.mûsıkîşinas dost ve arkadaşlarının ziyaretinden memnun olur,en yakın arkadaşlarının aramamasından yakınırdı.hastalığı ağırlaşınca haydarpaşa numûne hastahanesi'ne kaldırıldı.nihayet 3 şubat 1961'de burada öldü.4 şubat 1961 cumartesi günü nuruosmaniye câmii'nde kılınan cenaze namazından sonra,tekbir ve ilâhilerle topkapı merkezefendi mezarlığı'nda toprağa verildi.zehra hanım'la evli olan kaynak,dört çocuk babasıydı.

    sesinin güzelliği çok küçük yaşlarında çevresinin dikkatini çekerek ilk mûsıkî derslerine hâfız melek efendi'den ilâhi meşk ederek başladı.bununla yetinmeyerek,o zamanlar darüşşafaka'da musıkî öğretmeni olan kâzım uz'dan yararlandı.daha sonra şeyh cemal efendi'ye devam ederekdurak,ilâhi ve dört-beş fasıl meşk etti.kendi ifadesine göre bu hocasından geçtiği ilk eser tab'i mustafa efendi'nin bayati makamındaki ağır semaisiymiş.hattat ve neyzen emin efendi'den de yararlanmıştır.başlangıçta nota bilmeyen,bestelerini başkalarının notaya aldığı kaynak,sonraları eserlerini bizzat notaya alacak kadar nota öğrendi.kimseden ders almadan ,önce bildiği eserleri notaya alarak geliştirdi.bütün bunlardan da anlaşılacağı gibi,düzenli bir mûsıkî eğitimi görmemesine rağmen mevcut kabiliyetini kullanarak bu sanatta ilerlemeyi başardı.her ne kadar plâklar doldurmuş,şarkılar ve gazeller okumuş bir kimseyse de sâdeddin kaynak'ı bir ses sanatkârı olarak düşünmek doğru değildir.onun türk musıkîsi'ndeki yeri bestekârlığıdır.

    sâdeddin kaynak bestekârlığa,1926 yılında berlin'e giderken yol arkadaşı olan "hicran-ı elem....." sözleri ile başlayan bir şiirini hüzzam makamından besteleyerek başladı.eserleri hakkında bir değerlendirme yapmadan önce,onun bestekârlığını birkaç yönden ele almak ve incelemek gerekir.çünkü,hakkında en çok tenkide neden olan film şarkıları bestekârlığının elbette bir gerekçesi vardı.

    kaynak,mûsıkîmizin ustalarının henüz hayatta bulunduğu yıllarda geleneklere bağlı sanatkârlardan ders alarak bu sanatın içine girmiş,yeteneği ve merakı ile bilgisini giderek geliştirmişti.bu nedenle mûsıkîmizdeki beste formlarının geleneklerine uymuş,büyük-küçük her formda gerçekten sanatlı ve güzel eserler vermiştir.bu eserlerinden çok film şarkılarının üne kavuşması kaynak için bir talihsizlik olmuştur.o halde bu film şarkılarını ileri sürerek,bugünkü yoz mûsıkîye zemin hazırladığını söylemek bir ölçüde büyük haksızlık olur.

    bunu toplumsal gelişmelerde ,geniş halk kitlelerinin musıkî zevkinin basite kaymasında aramak gerekir.ayrıca sinema sanatı gibi hem göze,hem de kulağa seslenen bir olayın etkisi yabana atılacak gibi değildir.kaldı ki o yıllarda "kanto" ve benzeri mûsıkî akımları vardı ve "arabesk" denen yoz müzik büyük ilgi görüyordu,kaynak,buna da hiç itibar etmemiştir.

    ikinci olarak doğu illerimizde vatanî görevini yaparken,çok zengin ve renkli folklorik özelliği olan bu yörelerde incelemeler yapmıştı.halk mûsıkîmizin bölgesel motiflerini derinlemesine incelemiş,bu motifleri sanatkâr benliğinde yoğurarak bir form ortaya koymuş,şarkı ile türkü arası bir özellik taşıyan üslûbunu eserlerinde ustalıkla kullanmıştır.o yörelerin özelliği olan uzun havaları ve hoyrat ezgilerini bazen ritmli,bazan resitatif olarak pek çok eserine yansıtmıştır.bu gibi eserleri bestelerken yine bu yörelerde çok kullanılan hüseyni,gerdaniye,muhayyer gibi makamları seçmiş,çoğuna "dağî"özellik vermiştir.güneş,fırat,gurbet mektubu(göresin mi geldi beni meleğim ?), ağlarım çağlar gibi,batan gün kana benziyor,bağrıma taş basaydım v.b. eserlerinde bütün yansımalarını,renk ve kokularını bulmak mümkündür.

    filmcilik o yıllarda avrupa ve amerika'da hızla ilerlemiş,pek çok dünya klasiği filme alınmış ve müzikaller çok moda olmuştu.ülkemizde de buna karşı bir heves başlamıştı.ii.dünya savaşı çıkınca hem bu endüstri durdu,hem de çevrilmiş olan filmler gelmez oldu.işte bu sıralarda mısır'da bu tür filmlerin çok kötü kopyaları yapılıyor,ucuz fiyatla türkiye piyasasına sürülüyordu.bu arada dublaj sanatı gelişerek filmler türkçeleştirildiğinden filmlerin müziğinin de türkçeleştirilmesi uygun görülmüştü.sâdeddin kaynak bu ihtiyaçtan yola çıkarak seksen beş arap filmini ayrıca allah'ın cenneti,kahveci güzeli,yavuz sultan selim ağlıyor gibi türk filmlerini de seslendirdi.bu gibi filmlerin orijinalinde müzikli bölümlerin süresi çok uzundu;bizim beste şekillerimiz bu süreye yetmiyordu.ayrıca eserlerin sözleri filmin konusu ile ilgili olmalıydı.böylece vecdi bingöl devreye girerek eserlerin sözleri ona sipariş edildi.bol aranağmeli,usul ve makam geçkili,geleneksel beste şekillerine benzemeyen yepyeni bir form olan film müziği bestekârlığı doğmuş oldu.seslendirdiği ilk film "leyla ile mecnun" dur. bütün bu noktalar ve bu gerçekler gözönüne alınacak olursa,sâdeddin kaynak'ı üç açıdan incelemek gerekir;

    birinci açıdan,bestekârlık geleneklerimize bağlı olarak büyük ve küçük formlarda eserler veren büyük bir bestekârdır.

    ikinci yönden,halk mûsıkîmizin geleneksel şekillerini,sanat musıkîmizin duyuş ve anlayışı ile yorumlayan bir sanatkâr olarak dikkati çeker.

    üçüncü yönden ise,bazı zorunluluklar ve ihtiyaçtan ileri gelen film müziği bestekârı olarak görünmesidir.

    bazı revülerin müzikli bölümlerini de bestelemiştir.dinî mûsıkî eserleri de vardır.ilâhi bestekârlığında da başarılıdır.çok verimli bir bestekâr olmasına rağmen eserlerinin tam bir listesi yoktur.

    o günler olduğu gibi bugün de çok popüler olan kaynak,tek başına ve hafız kemal efendi ile plak doldurmuştur.plağa okuduğu ilk eser mustafa izzet efendi'nin bayati makamındaki durak'ıdır.eserlerinin çoğu plaklara okunmuş;münir nureddin selçuk,safiye ayla,ve müzeyyen senar'ın seslendirdiği eserleri satış rekorları kırmıştır.zaten kendisi de bu sanatkârları sever,bu sanatkârların okumasını istermiş.bilinen eserlerinin 5 ilâhi,3 gazel plağı,2 beste,1 marş bestesi ile şarkı,türkü,fantezi ve film müziği eserleri olarak

    yüzseksen eserden meydana geldiği söylenir.

    kaynak: http://www.turkmusikisi.com/
  • 2005'te kalan müzik'ten çıkan ve bütünüyle zeki müren'in icra ettiği eserlerden oluşan saadettin kaynak şarkıları adlı albüm niyeyse unutulmuş gitmiş. halbuki müren'in sırtını geleneğe yasladığı o altın dönemin (1955-63 kayıtları, zeki müren ile başbaşa radyo günleri, saklı kayıtlar 1952-1984) hayli parlak bir örneği.

    ela gözlerine kurban olduğum
    niçin baktın bana öyle
    menekşelendi sular
    ayrılık yaman kelime
    yad eller aldı beni
    benim yarim gelişinden bellidir
    tel tel taradım
    muhabbet bağına
    enginde yavaş yavaş
    yollarına gül döktüm
    yine bahar oldu
    bir rüzgardır gelir geçer sanmıştım
    ne yaptım kendimi nasıl aldattım
    perişan ömrümün neşesi söndü
    elbet gönüllerde sabah olacak
    kalplerden dudaklara
    leylakların hayali
    mehtaba bürünmüş gece
    çıkar yücelerden haber sorarım

    play
  • "büyük besteci", "en büyük besteci", "gelmiş geçmiş en büyük türk müziği bestekarı", "üstad-ı azam" ...

    bunlar laf kalabalığıdır. sadettin kaynak bugün spotify'da sinanılmaz'dan bile daha az dinleniyor. bunun bir sürü sebebi vardır ama sebeplerinden biri de bu koca koca lafların içini dolduramayan hatiplerdir. kof bir abideye dönüştürdüler sadettin kaynak'ı. öyle anlaşılıyor ki kaynak'ın niçin büyük olduğunu bize açıklayabilecek kimse yok. varsa da ben rastlayamadım.
    "hem hafız hem de batı eğitimi almış".
    "ilk türkçe ezanı okumuş"
    "çok fazla şarkı bestelemiş"
    "çile bülbülüm"...
    türkiye bir regurgitator cennetidir. daha evvel yazmıştım galiba bunu. herkes heybesindekileri doğru zamanda çıkarıyor, sergiliyor. üretim yok, tefekkür yok, düşünmek yok. bu yazının amacı, ezbere laflardan sıkılanlara sadettin kaynak'ın niçin 'büyük' olduğunu izah etmektir. uzun bir yazı olacak, baştan uyarayım.

    sadettin kaynak'ın hayat öyküsünün kaba hatlarını her yerden okursunuz. o faslı geçiyorum. kaynak divan müziği bestekarıdır. bu sebeple divan müziğinden bahsederek başlamak lazım gelir. bu müziğe türk sanat müziği veya klasik türk müziği de denmiş ama bu terimleri benimsemiyorum. başka bir yazıda bahsetmiştim kısaca tekrar edeyim. savunmamı şu argüman üzerine inşa ediyorum: sanatçı selefiyle yarış halindedir. barok dönem müziği ile romantik dönem müziği arasındaki uçurumun sebebi bu yarıştır. keza botticelli ile kazimir maleviç'i de birbirinden ayıran da bu yarıştır. fakat neşet ertaş babası muharrem ertaş ile yarış halinde değildi. onu geçmek ya da ondan farklı bir şey yapmak gibi bir kaygısı yoktu. abdülkadir meragi bundan 600 sene önce yaşadı. rast kar'ını açın dinleyin. sonra da ıtri’nin neva kar'ını dinleyin. aralarında 200 sene vardır. 200 sene daha ilerleyelim; şevki bey’den esir-i zülfünün ey yüzü mahım’ı dinleyelim. bu üç müziği size peş peşe dinletseydim bunları kronolojik olarak sıralayabilir miydiniz? en eğitimli kulak bile zorlanır farkı anlamakta. oysa avrupa sanat müziğindeki değişimleri en amatör kulak bile anlayabilir. işte bu yüzden türk sanat müziği terimini benimsemiyorum. divan müziği terimi daha doğru geliyor bana. böylelikle bu müziğin bir sanat müziği olmadığını iddia etmiş oluyorum.

    kaynak, sanat olmayan bu müziğin sanata dönüşmesinde en önemli adımdı. büyüklüğünün sebebi budur. bu iddiamı temellendireceğim şimdi. evvela şunu yanıtlayayım; sanat olmayan bir müziğin sanat müziğine dönüşmesi ne demek? caz bunun en iyi örneğidir. uzun uzun yazdım bununla ilgili. meraklısı türk cazı başlığına bakabilir. halk müziği, dans müziği, hafif müzik ya da eğlencelik müzikti -artık ne derseniz deyin- caz. duke ellington, charlie parker, louis armstrong gibi isimlerle sanata dönüşmüştür bu müzik. bu haliyle de fevkalade ilginç ve eşsiz bir örnektir. yakın tarihte gerçekleştiği için bu tekamül, ayrıntılarına hakimiz. bu incelemek ve ders almak için şans. gelelim sadettin kaynak'a. ne yapmıştır da divan müziğinin sanat müziğine dönüşmesinin kapısını aralamıştır? bunu yanıtlamak için divan müziğinin 19. yüzyıldaki haline bakmak gerekir. başlayalım;

    başta ikinci mahmut var. reformist bir adam, biliyorsunuz. orduda, devlet kurumlarında, kılıkta, kıyafette bir takım batılılaşma hareketlerine giriyor. haliyle bu müziğe de yansıyor (mızıka-i humayun'un başına donizetti paşa'ya getiriyor mesela). kendisi de müzisyendi. ney üfler, tanbur çalarmış. bir taraftan da bestekardır. ikinci mahmut'tan sonra abdülmecid geliyor. çapkın bir adam. zevke, sefaya düşkün; "pamuk yansın, keyif olsun" havasında. batı müziğine epey yatırım yapıyor. sarayın divan müziğine burun kıvırmaya başladığı yıllar da bu zamanlara denk gelir. abdülmecid'in oğullarından biri (v.murad) fevkalade piyano çalarmış mesela. adam polka falan bestelemiş. dedesi üçüncü selim peşrev, semai vs. besteliyordu. çok hızlı bir değişim bu. üstelik istisna da değil v.murad. adile sultan (ikinci mahmut'un kızı) obua, viyolonsel vs. çalıyordu. 21. yüzyıl türkiye'sinde bile obua çalan sayısı 1000'i geçmez. bir ton örnek var ama burada keselim. şunu demek istiyorum; 19. yüzyılın sonunda seçkinler bile burun kıvırmaya başlamışlar divan müziğine. köhne bulmuşlar bu müziği. inanıyorum ki müzisyenler de sıkılmışlardı ve yenilik arıyorlardı. selefle yarış, seleften farklı olma arzusu yani divan müziğinin rönesansı işte bu yüzden abdülmecid devrinin sonuna rastlar. reformun koç başı da hacı arif bey'dir. hacı arif bey'den başka bir zaman uzun uzun bahsederim. şimdi kısa geçeceğim.

    hacı arif bey 1831-1885 yılları arasında yaşamış. üç sultanın hizmetinde çalışmış: abdülmecid, abdülaziz, abdülhamid. az evvel bahsettim; abdülmecid batı müziğine ilgiliydi. abdülaziz ise hiç hoşlanmazdı. divan müziğine alakası vardı. birkaç önemsiz bestesi de vardır. lavta çalardı. abdülhamid pek müzikten anlamazdı ama batı müziğine yer vermek mecburiyetinde hissetti kendini. kısaca şunu söyleyelim; ikinci mahmut'tan imparatorluğun yıkılışına kadar divan müziği hep ikinci planda kaldı. tek istisnası abdülaziz devridir. işte bu devre kadar gelen divan müziğinde en yaygın formlar ayin, semai, beste ve kârdı. bunlardan kabaca bahsetmek zorundayım.
    kâr çeşitli usullerin kullanıldığı uzun eserlerdir. genellikle terennümle başlarlar. terennüm ve terane aynı kökten geliyor. manasız söz demek. "ten nen ni tene ne" gibi... din dışı sözlü müziklerdir kârlar. peşrevden hemen sonra çalınırlar. bu formun çerçevesini abdülkadir meragi'ye (1360-1485) atfedilen kârçizmiştir çünkü ilk örnektir.
    beste de din dışı sözlü bir formdur. beste dört haneden oluşur. yani güftesi dört mısradan oluşur (kârlar 3, 4 veya 6 haneden oluşuyor ) her mısranın sonunda da terennüm vardır. "canım efendim", "ruhum", "tenenen" falan gibi.
    semaide din dışı sözlü formlardandır. usullerine (ölçü/zaman/ritm) göre ikiye ayrılır. ağır semai ve yürük semai. ağır semai lento veya largo'dur. yürük semai ise daha hızlıcadır. yürük 6/8, 6/4 iken ağır 6/2 filan olur genelde. türk valsi diyelim.
    ayin ise dini formlardan biri biliyorsunuz. detayını yazmayım, konumuz değil.

    gördüğünüz gibi şarkı formu pek revaçta değildir. şarkı formunda ilk yapıt galiba sabah olsun ben şu yerden gideyim - ibrahim ağa. 18. yüzyılın sonuna denk gelir. şerbetçi ibrahim efendi de diyorlar ismine. neyse bunu bir dinleyin, anlayacaksınız ki şarkı formu kâr, beste veya semai kadar tantanalı değildir. daha sade ve kolay anlaşılır bir formdur. bunu basitlik olarak görmeyiniz. sadelik ve basitlik farklı şeylerdir. sadeleştirmek demek yoğunlaştırmak demektir. eğitilmiş, damıtılmış soyutlama diye düşünebilirsiniz. bu arada yukarıda bahsi geçen şarkının zamanı 26/8'dir. basiti bu yani. ona göre. sonra tanburi mustafa çavuş var. akran bunlar. o sadece şarkı bestelemiş. dü çeşmimden gitmez aşkın hayali en bilinen yapıtı. bu daha da basittir. sultan üçüncü selim'in gönül verdim bir civane'si, kemane ali ağa'nın daim seni ben arardım'ı, numan ağa'nın değilsem de sana layık efendim'i (nefis bir şarkıdır) vs. hep bu dönemin şarkılarıdır. keza şakir ağa bu dönemin en önemli şarkı bestecilerindendir. hacı arif bey'in öncülü ise hamamizade ismail dede efendi'dir (1778-1846). hemen hemen tüm türlerde -hem dini hem de din dışı- eser vermiş büyük bir müzik adamıdır. avrupa sanat müziğindeki haydn ile benzeştirebiliriz. niçin? haydn biliyorsunuz senfoninin babası olarak anılır. 100'den fazla senfoni yazmıştır ve eser vermediği form yoktur. bir yenileyici değil yineleyicidir. hemen sonrasında gelen brahms pekiştirme işini öyle sıkı yapmıştır ki bir yenileyiciyi sahne çıkmaya zorlamıştır. işte hacı arif bey bu haliyle brahms'a benzer. bir örnekle bahsi kapayalım; dede efendi'nin bir verd-i rana'sını dinlerseniz müziğin ne kadar hafiflediğini ve batı'nın şarkı formuna nasıl yaklaştığını görürsünüz. bu şarkının yapı şeması a-a-b-c ve aranağme şeklinde ilerler. dilerseniz hacı arif bey öncesi şarkıların yapı şemalarına tek tek bakın, benzer bir örüntü vardır. en sık kullanılan a-b-c-b şemasıdır. neredeyse %70'i bu yapıdadır. artık hacı arif bey'i hazırlayan devrin sesi hakkında bir fikriniz var. şarkının ne demek olduğunu ve hacı arif bey'den evvel nasıl olduğunu da az buçuk öğrendiniz. şimdi hacı arif bey'e gelelim.

    hacı arif bey 200'ün üstünde şarkı bestelemiştir. hemen her usulü, her makamı denemiştir. ona kadar şarkı formunda bu denli eser veren yoktur. o yüzden şarkı formunun çerçevesini de hacı arif bey çizmiştir. bu lied'in çerçevesini schubert'in çizmesine benzer (bkz: #108285710). şimdi hacı arif bey'in iki şarkısının basit bir analizini yapalım:

    meyhane mi bu bezm-i tarabhane-i cem mi. makam uşşak. 8 mısra var ve her mısra 7 ölçüden oluşuyor. yapı şeması a-b-c-d-e-f-g-b. sıra dışı. üstelik makam da sık değişiyor. mesela 5. mısrada segah, 6. mısrada rast, 7. mısra başında muhayyer kürdi oluyor. bu da sıra dışı.

    aşk ateşi sinemde yine şule feşandır. bu şarkıyı sıra dışı yapan hem açılış hem de aranağmedeki sazların bestekar tarafından yazılmasıdır. ne demek bu? diğerlerinde başkası mı yazıyor ki? evet. tuhaf gelecek belki ama genelde şarkılarda aranağme olmaz. art arda çalınan besteleri birbirine bağlamak amacıyla sonradan yazılırlar. bu şarkıda hem girişte hem de mısra aralarında saz vardır ve hem sazlar hem mısralar 8 ölçüden oluşur. yapı şeması: saz1-a-b-saz1-c-saz2-d-saz2-e-b. ve yine makam birkaç kez değişir. mesela a ve b bölümü nihavend makamındadır ama saz 2 uşşaktır.

    hacı arif bey'in elbet tüm şarkıları çerçeveyi zorlar nitelikte değildir. kimileri üstteki örnekler gibi radikal olsalar da (hacı arif bey'den önce şarkılar 4 mısradan oluşurdu fakat hacı arif bey 6,7 hatta 8 mısra kullanmıştır) kolay, hafif eserleri de boldur. fakat hacı arif bey yenilik arayışının ilk kıvılcımları olarak görülmelidir. asıl önemi buradadır. hamamizade ismail dede efendi olmasa hacı arif bey olmazdı, hacı arif bey olmasaydı da sadettin kaynak olmazdı. bu silsileyi bilmeden sadettin kaynak'ı takdir edemezsiniz. nihayet sadettin kaynak'a geldik.

    evvela şunu söylemek gerek; kaynak bizim bir besteci olarak ilk yıldızımızdır. bu önemlidir. bestecilik onun sayesinde layık olduğu hürmeti bir nebze olsun görmüştür. sonra çok çalışkan ve renkli bir adamdır. operet, revü, şarkı, ilahi, türkü, film müziği, marş, mersiye, çocuk şarkısı gibi pek çok formda eser vermiştir. bu özelliğiyle benzersizdir. onunla kıyaslanacak bir bestecimiz halen yoktur. üstelik kendinden evvelki dile de aşinadır. hicran-ı elem sine pür-hûnumu dağlar, gecemiz kapkara sâki sun elin nur olsun vs... bunlar klasik üsluptadırlar. ağdalı, tantanalı, ağır eserlerdir. eski dili iyi belleyen kaynak kendi dilini yaratmayı başarabilen az sayıda besteciden biridir. nedir bu dil? neden eski dilden farklıdır?

    kaynak'ın kendine has üslubunun payandalarından biri makamı ele alış biçimidir. makam batı müziğindeki gamdan biraz farklıdır. çok kabaca şöyle izah edeyim bilmeyenler için; hem gam hem de makam bir takım notalardan oluşurlar. misal x gamı a-b-c-d-e-f-g seslerinden oluşsun. bu sesleri hangi sırayla çalarsanız çalın bu x gamıdır. fakat makam için durum farklıdır. makamların seyir özellikleri vardır. ne demek bu? durağı, güçlüsü, yedeni, kararı vardır makamların. durak makamın en pes sesidir. bizim örneğimizde a sesi makamın durağıdır. güçlü perde ne demektir? makamlar genelde iki dizinin birleşiminden oluşur. mesela buselik makamı buselik beşlisi ile kürdi dörtlüsü dizilerinin birleşimidir. işte bu birleşim yerine makamın güçlü perdesi denir. bizim örneğimiz de x beşlisi ve y dörtlüsü dizilerinin birleşimi olsun. kesiştikleri ses de d notası olsun. işte d bu makamın güçlü perdesidir. karar müziğin sona ereceğinin işaretini veren sestir. yeden ise karar sesinin habercisidir. bir nevi bitirişi pekiştirici sestir. genelde karar sesinden yarım ses ya da bir tam ses pestir. işte bu terimler fevkalade önemlidir ve makamı bunlar belirler. yani makamda sesleri hangi sırayla bastığınız önemlidir. şimdi devam edelim. kaynak'ın makamı ele alış biçimindeki farklılıktan bahsediyordum. kaynak pek çok şarkısını karar seste bitirmemiştir. onun yerine tiz durakta bitirmiştir. tuhaf bir adeti de aynı güfteye farklı müzikler yazmak. daha evvelden böyle bir şey yapan var mı bilmem. sanmam da. mesela sâki yeni sevdim bana sen eski şarap sun'u hem suzinak hem de sabaaşiran makamlarında bestelemiş. bunlar ufak tefek haşarılıklardır. şimdi gelelim kaynak'ın taşkınlıklarına.

    sadettin kaynak dendiğinde ilk akla gelen usul ve makamda değişiklik olmalı. ilk olarak usulden konuşalım. leylakların hayâli, salkımların emeli, ben yıllarca yanmışım veya söyleyin nerde o göz nuru gönül sevgisi yâr parçalarında birden fazla usul kullanmıştır. 3/4 'ten 7/8'e geçmek gibi aşırı atlayışlar değildir bunlar fakat divan müziği için "kabul edilmez" işlerdir. hele makam değişikliğinin bu kadarı. dertliyim ruhuma hicrânımı sardım da yine örneği çok verilir. galiba bu ilk türk rapsodisidir. makam değişir, usul değişir vs. ve hakikaten hiçbiri suni durmaz.

    ve bana kalırsa sadettin kaynak'ın ne özgün yanı aranağme yazımıdır. sadettin kaynak'tan önce saz, söze eşlik eden mıymıntı bir çalgıdan ibaret gibidir. sadettin kaynak saza itibarını kazandıran bestecimizdir. [yanık ömer yanık ömer] parçası meşhurdur. "siperleri aşıyor..." sözünden sonra gelen sazları dinlesenize. süvarinin nal sesleri gibidir. ya da dertliyim ruhuma hicrânımı sardım da yine'deki aranağme. şaheserdir. akşam yine gölgen'deki sazların hugo wolf liedlerindeki piyano motiflerinden eksiği yoktur. çalgıya verdiği ehemiyyet dahi bir üsluptur çünkü ondan önce saza bu denli pay bırakılmazdı. mesela gördüm seni bir gün yeni açmış güle döndüm'de 20 ölçü uzunluğunda payı vardır sazların girişte. bu sıra dışıdır. yine sıra dışı olan bir başka durumsa 1 ölçülük aranağmedir. ses unsurunun hakim olduğu türk müziği’nde saz unsuru, satır sonlarına sıkışıp kalmaktan kurtaran ve zaman zaman kelime aralarına dahi sokan şüphesiz sadettin kaynak'tır.

    bitirmeden önce sadettin kaynak'ın yazdığı türkülerden bahsetmek istiyorum. türkü derlemek başka iş yazmak başka iş. kaynak hem derlemiş hem yazmış. türk müziğinin tümüne sahip çıkma gayretinde olan başka bir besteci daha yoktur sanırım. 18 tane türküsü var. seslendirilmemiş olanlar da var içlerinde. bu türkülerin niteliğinin de önemi yok bana kalırsa. niyet esastır burada. onun açtığı yolda yürüyen olmamış ne yazık ki. bunda cumhuriyet döneminin türk müziğine bakışı da çok etkili tabii. kuraklığın en önemli sebebidir belki de. evet sanırım sadettin kaynak'ın niçin büyük besteci olduğunu açıklayabildim. o hakikaten de "kabına sığmayan, engelleri aşan ve nağme zengini" (alaeaddin yavaşça böyle bahsediyor hocasından) bir bestekardı. divan müziğinin sanat müziğine dönüşmesinde atılan ilk adımdı. ne yazık ki devamı gelmedi. artık ölü bir müziktir bu.
  • leyla bir özge candır, elif(yani elifin türküsü), ayrılık yaman kelime, son ümidim de bitti, civelek, yollarına gül döktüm, batan gün kana benziyor, yeşil gözlerini ufkuma ger ki, bir rüzgardır vedahi kara bulutları kaldır aradan, doguyor omrume bir yirmisekiz yas gunesi (sağol satine) ve bilimum türküye benzer şarkı, buna ilaveten bilimum içinde yüz makam (mubalağa ettim çift makam) bulunduran şarkıların bestecisi...
    ben ona türkü baba demek isterim... dedim bile.. türkü baba bir bestekar...!
  • sâdeddin kaynak 1895 yılında istanbul'da doğdu.babası fatih câmii hocalarından ali alaeddin efendi,annesi havva hanım'dır.ilk zamanlarında hâfız sâdeddin bey olarak tanınmıştır.bulunduğu semtte ilk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra ilâhiyat fakültesinden mezun oldu.balkan savaşı'nın çıktığı yıllarda (1912),"ilâhiyat zabiti" olarak askerlik görevini yapmak üzere diyarbakır'a gönderildi.bu münasebetle elazığ,harput,malatya,mardin gibi illerimizi dolaştı.istanbul'a döndükten sonra çalışmalarını kişisel çabası ile sürdürdü.cumhuriyet'in kuruluşundan sonra,o yıllarda adını duyurmuş bir sanatkâr olarak birkaç kez çankaya köşkü'ne çağrıldı.atatürk'ün emri ilekur'an-ı kerîm'in savaşla ilgili âyetleri üzerine ordu komutanlarına konferans verdi.
  • en çok vecdi bingöl'ün güftelerini bestelemiştir. şarkılarından 84 tanesinin sözleri vecdi bingöl'e aittir.
hesabın var mı? giriş yap