• peşinen söyleyeyim. epey yol almış, sakallı bıyıklı adamım. komple taşağına yazıyorum çünkü inceden kafam güzel. hiç yaşımın adamı da değilim, onu da biliyorum. peşinen de uyarıyorum uzun uzun serbest çağrıştıracağım diye. uyarıyorum diyorum bak. sonra hasbelkader okuyor, ne yzdnki şmdi ya da durumm yoktu okuyamadım diye mesaj atıyorsunuz lan. tövbe tövbe. oğlum yaptığın seçimlerin sonuçlarıyla kendin yüzleşeksin lan, beni niye aydınlatıyorsun. ışık hep gözümü alıyor sonra. hayret bi şey.

    acayip canım sıkılıyor işte, 2 hafta diye geldiğim allah'ın siktir ettiği bir yerde de sanırım 6 hafta oldu. okyanus kenarında bir yerdeyim. daha önce de geldiğim bir yer aslında. kültürel olarak fena olmuyor böyle şeyler tecrübe etmek. işim uzadı diye davet edenler de sağ olsunlar ilgilenip gezdirmeye çalışıyorlar. 15 günden sonra misafir olmaz derler ama anlatamıyorum tam. tercüme edilince aynı tadı vermiyor bazı şeyler. bu arada anlatacağımın anasını sikmek pahasına okyanusun hangisi olduğunu söylemeyeceğim. geçen bir yere götürdüler beni. 40-50 metre kadar yüksekte bir tepe. önümde alabildiğine okyanus var. karşı tarafta ne var diye düşünüyorum bir taraftan, bir taraftan da yau ne olacak bu memleketin hali olsun, halamın selamlaştığı pazarcının kayınçosunun amczadesinin torunu da kripto para işinden paranın canına okudu olsun hiçbir klişeden geri durmadan da kafa sikiyoruz karşılıklı. yau birader, kaç yaşına geldim, ne badireler atlattım, ne felek çemberlerinden geçtim, savaş gördüm, sefalet gördüm, bolluk gördüm, ırk çekişmesi gördüm, ha gram feyz almadım orası ayrı ama gördüm, kuran çarpsın anlamıyorum hala erkekler neden böyle sik gibi konulardan bahseder milliyetten bağımsız. anladık amına koyim, kripto parayla pizza aldı adam meraktan, para üstü kalanla şu anda milyor dolarları var, hobi bahçesinde leopar besliyor. anladık diyorum bak. öhm. laf olsun diye dedim ki okyanus da bildiğin yılan, ne yüzülür burada. adamlar sanki akşam maç n'ooolur gibi, burası sarmadı başka yere gidelim der gibi, hatunla aram netameli birader der gibi, sanki normal bir şeyden bahseder havalı kapalı der gibi, denize girme köpekbalığı yer, çiftleşme zamanları dediler. bir risk daha alıyor ve tanrı şahidim ki çok cüretkar hissediyorum kendimi bugün, köpekbalığının türünü de vermiyorum görüyorsun. inandırıcılığımı hiç ediyorum ama ne gam. ya birader suya girme kardeş köpekbalığı yer demenin normal olduğu yer olabilir mi anasını satayım ya. tezgahı kes.

    tam meramımı ne kadar anlatabildim bilmiyorum ama sıkıldım yani. geçen sene tamı tamına 3 entari girmişim, bu herhalde 20 günde yazdığım 4. filan olacak. içerik olarak bir iddiam yok fakat anlatabiliyor muyum ne kadar işsiz olduğumu? anlatamıyorumdur. ya neyse. sinemanın karanlık dehlizlerinde bir avare olan ben, bir sanat düşkünü, bir snob, bir şair, bir edebiyat aşığı, bir hassas ruh olan ben, ressam dedim mi ressam? ressam. heylektıraş. obua çalıyorum. skjfhhskjds. memeli iç güdüsü diyorlar büyük görünmek. ondan oluyordur ama tabii ben bilmem, bilene danışmak gerek muhtemelen. öhm. romantik komedi türüne sardım hasılı. evveliyatımdan beri de tiksinirim. her gün, bak altını çizemiyorum ama o niyetle söylüyorum, her gün 1-2 romantik komedi filmi izliyorum. netflix tavsiye listem genç kız favori filmler anketi gibi oldu avradını sikiym, klişeye doydum. itiraf etmek biraz zoruma da gidiyor ama gözümün dolduğu film var. fark ediyorum ki aslında bayağı da severek izliyorum. neyse. bence bu türdeki filmlerin bir gruplanmaları, alt kırılımlarına ayrılmaları lazım. holivud'un senelerdir beklediğini bile bilmediği bu çalışmayı ben derleleyeyim dedim. cinsiyetleri gönül rahatlığıyla değitirebilirsin. her yöne çalışıyor.

    cephe dostluğu filmleri:

    bunlar sekse sadece seks diye bakan koç yiğitlerin, endamlı hanımların partnerlerinin bir türlü kendilerini anlamaması, bunlara aşık olması üzerine nice zamandır çok iyi vakit geçirdiği kankasıyla sadece çarpışmak, duygularına kapılmamak için iki tarafın da itibar edeceği bir sözlü anlaşma yaparlar. filmde bilge bir kişi bunlar asla yürümez diye salık verir ama nafile. anlaşmanın bir diğer önemli kuralı, biri bir şeyler hissetmeye başlarsa anında duruyorlar. bağlanamıyom aaağbi. bu şekil. sonra public'ten, role-play'e kadar türlü fanteziye hayat veren kahramanlarımız izleyiciyi de yer yer göte, yer yer baldıra, adonis'e, artık neyle ilgileniyorsan doyurur. hehe. neyse, bu kadar köşe yazarlığı yeter. bunlar birbirlerine inceden kesilmeye başlarlar ama ya o beni böyle görmüyorsa diye bayağı kederlenirler filan. bir de geçmişlerinde travma olacak. annem babamı terk etti, babam öldü, ondan bağlanamıyom. arada başka flörtler, karşılıklı kıskanmalar derken kahramanlarımız kara sevdaya düşer, çünkü bilirler ki asker arkadaşlığı başka şeye benzemez. nihayetinde o kadar çarpışmışlık var. bence iyi örnek friends with benefits.

    çirkin ördek yavrusu filmleri:

    bunlar genelde iddia üzerine döner. okulun en yakışıklı oğlanı iddia üzerine okuldaki en gariban kızı balo kraliçesi yapacağına dair kendi gibi gevşek arkadaşlarıyla iddiaya girer. bu popülerin yine kendi meşrebinden bir sevgilisi vardır ama araları limonidir. neyse. işte garibana yaklaşır, ilgi gösterir. ama o da ne? gariban buna pas vermez. vuuu. sen kimsin lan çirkin köpek. meğer bu hint fakiri kılıklı gebeş, kuuğlluktan, herkesten farklı olduğundan gezermiş yıkanmamış tişörtlerle. esas oğlan hırs yapar ve peşine düşer garibanın. bakar ki aslında gariban gariban da değil, meğer o sünepe kıyafetlerin altında ne cevherler yatıyor. sonra popüler oğlan bakar ki ne kadar da içten bir insan karşısındaki. nazik, kibar, üzerine bildiğin kaya gibi. inceden kesilir kıza. sürekli hint fakiriyle taşak geçen arkadaşlarına patlar, aslında tanımıyorsunuz, artık herkesle dalga geçen eshollar olmayın filan diye. ama kader ağlarını örmüştür. tabii ki oğlanla kız kara sevdaya düşerler. gerçek sevgiyi seninle tattım beyb. bu şekil. hasılı, esas oğlanın asıl kız arkadaşı eshol kız da esas kızımıza gider ve sen sadece bir iddiasın canısı, al bunlar da kayıtları filan der. esas kız okulu bırakmayı düşünür ama son anda vaz geçer. esas oğlan kaç yıllık arkadaşlarını siler, kızın kapısında it olur. kız her şeye rağmen süslenerek pıroma gider. okuldaki çocuklar aa, süleyman kızmış diye şaşırır. esas oğlan üst baş perişan gelir, kıza der ki sen başkasın. sonra bunlar pıromda tarkan'dan sen başkasın çalarken öpüşürler. bence meh örnek she's all that. bunun he's all that'i de var kızlarımız için ama ikisi de kötü. hehe.

    zaman yolcusu sefa pezevengi filmleri:

    adam zamanda geri gitmeyi çözmüş. ama neyle uğraşıyor? elinden kaçırdığı rüyalarının kızının ayarlayacak. ya can parçam, ne kadar şirinsin. bir kupon yap, bitcoin al, borsaya gir, hiç öyle bir şey yok. varsa yok manitacılık. işte gidiyor geliyor, kaş yapayım derken göz çıkarıyor. kimi zaman kızı kapıyor, dünya savaşı çıkıyor. kimi zaman kız kötü yola düşüyor filan. o şekil. abi yılların tecrübesi ile bazı şeyleri düzeltiyor, manitayı kapaklıyor. bir şekilde kara sevdaya düşülüyor yani. bence romantik komedide en eğlenceli filmler bu grupta. o yüzden 3 tane film önereceğim: groundhog day, family man, bir de yakın zamandan when we first met. ilki romatik komedi türünün muhtemelen en iyi birkaç filminden biridir, filmin bi yerlerinde bill murray zengin de olur, para pul kovalar. ikinci biraz noel mucizesi ama ben aile işlerini sevdiğimden kayırıyorum. son film de biraz tarifin dışında, mesajı güzel. bazen hikayen sandığından farklıdır, gibi. iyi yani 3'ü de.

    aslında öyle biri değil filmleri:

    tamir filmleri bunlar. en meşhurları, ne kadar romantik komediden çok dram sayılsa da sweet november tarzı. yakışıklı, çapkın, başarılı ama büyük ruhsal sıkıntıları olan bir oğlanla, kazağının manşetini ellerine kadar uzatarak kahve bardağı tutan iyilik timsali kız oynar başrolünde. bna ii glyosun :(, o şekil. kız tek görüşle oğlandaki sıkıntının oğlanın geçmişinden geldiğini anlar. mevzu da halası çocuğun başını okşamamış. eve geç geldi diye derbeder demiş. bu kadar. kara sevdaya düşülüyor nihayetinde. oğlan meğersem doğduğu günden beri evinin erkeği olmayı bekliyormuş, onu öğreniyoruz. bu gruptaki tavsiyem, words on bathroom walls. şizofreniyi çok üstün körü işlemişler ama gözlerim doldu. evlat sevgisi filan, bunlar güzel şeyler.

    ya aslında tür örneklerine devam edecektim ama bulunduğum avel duruma benzer bir şey daha gelmişti başıma. aklıma geldi. birkaç sene önce, çok sıkıntılı bir iş için yine ne var ne yok diye bakmaya gittiğim bir yerde ikametgah aldım, birkaç ay kaldım. muhtemelen hayatımda en çok kurduğum cümlelerden biridir bu. hatta büyük taşağı geçilir benimle. neyse. eşimin dostumun, arkadaşlarımın ayıbı, ok? hehe. bir sürü sorun var, it gibi çalışmak lazım filan. tüm yaşam felsefeme ters sıkı çalışmak ama işte bir şekilde de fiski parası bulmak lazım. zaman sürekli çok erken gel, çok geç çık, gece otele dönerken benzinciden sosisli sandviç al şeklinde geçti. pazar günleri filan da çalışıyorum ama bir yerlere varıyoruz. bir de siktiğimin yerinde mercimek çorbası yok. bir insan mercimek çorbası içmez mi, yokluğunda nasıl aramaz benim havsalamın alacağı şeyler değil. böyle gelişmişliğe lanet olsun. bir akşam saat 7-8 gibi ofisteki bir abim dedi ki ya selçuk, kıblemiz sikildi, hadi bir akşam bari düzgün bir yemek ye, seni bir yere götüreyim. 4 aydır şehirdeyim, otelin camından gördüğüm ötesinde ki odam zemin katta, otelin bahçesini görüyorum sadece, bir yer görmedim. canıma minnet. lan dışarı bir çıktık her yer cıvıl cıvıl, aydınlatmalar, kırmızılar, kalpler filan. sevgililer günüymüş. buraya bir ara. paragraf ayırasım var.

    birader bak ben 16 senedir beraberim benim hatunla, bunun yarısı evlilik. 1 kere, bak 1 kere sevgililer gününde dışarı çıkarmadım kızı, teklif etmedim. yıllar önce yarım ağızla bir razılaştığımız özel günleri reddediyoruz kofti solculuğu harici bir anlaşmamız da yok. bunu yazana kadar da hiç utanmıyordum ama şu anda müthiş hicap duydum. ben bu kızı hakedecek ne yaptım, hangi fakiri sevindirdim hiçbir fikrim yok. kaldı ki ticaret eş mukabele üzerinden mantıklı. sevindirdiğim fakiri baya sevindirip ahiretini filan da kurtarmış olmam lazım ama tam bilemediğimden olaya dönüyorum. çıktık dışarı, her yerde çiftler var. her yerde. adam güldü, dedi ki erkek erkeğe çıkılacak zaman değilmiş, istersen yarına bırakalım. ya nasıl açım biliyor musun, bir de hayalimde doğru düzgün bir yemek yemek filan var. abi dedim, ölünün arkasından pek olmuyor biliyorum ama sikerler aziz valentine'yi, 2 tas yemek görmedim, sabretmekten eyüp peygambere döndüm. yeter. ben bu akşam yemek yiyeceğim. her yer dolu, biz bayağı böyle 10 restoran denedik bir yer bulana kadar. girdik nihayet bir yere, bize arkalarda bir küçük masa ayarladılar. mekanı loş yapmışlar, masalarda mumlar filan. allah'ım sen soktun sen çıkar. şu mercimek çorbası sevdamdan başıma gelenleri yazsam kitap yazarım, artık kaniyim. oturduk birader masaya, garson tabağıma avuç içi büyüklüğünde plastik kalp bıraktı. ne içersiniz dedi. bira diyemeden getiren abim kırmızı şarap dedi. oğlum ben bayağı randevuya çıkmışım lan sevgililer gününde. ilk kez üstelik. insan ilkinin özel olmasını ister, öyle bir durum da yok. bi'şi hissetmiyorm yane.

    lan şarap geliyor, abime tattırıyorlar, olur diyor, şarap geliyor. sipariş vermeye hazır mısınız diye yine abime soruyorlar. biz orospu çocuğu muyuz diyeceğim, dilimin ucunda ama salon beyefendisi çizgimi bozmak istemiyorum. kafamda bayağı ulan acaba ben inceden hatunu aldatıyor muyum diye düşünürken sahneye bir de alejandro çıkardılar. alejandro deyince akla ne geliyorsa o sahnedeki, çakma desperado antonio banderas'ı. at kuyruk saçlar, bağrı açık gömlek, esmer ten, yavşak bir gülümseme, ispanyol ateşi ve gitar. şarap, mum ışığı, tabağımda kalp var, alejandro fonda romantik şarkılar çalıyor ve ben iş yerimden bir abimle akşam yemeği yiyorum sevgililer gününde. üstelik mercimek çorbası da yok. bir sürü resmimizi çekti garsonlar. adam kafayı buldu, kardeşim gel öpücem oldu. yan masadaki çift bizim için kadeh kaldırdı. mevzular mevzular. hesap geldi. ben ödeyeyim filan dedim ama abi hesabı da ödedi. hiçbir şeyle ilgili kontrolüm yok anasını satayım ilişkide. çıkınca iyice kendimi kaybederek bu güzel akşam için teşekkür ederim de dedim ama konu o değil şimdi.

    konuyu da dağıttım biraz ama artık bir yerde durmam lazım. bu sevgililer günü hikayesinden de yapılmaz mı romantik komedi? tam netflix işi ha. yasak aşk filan da var. ilk mesajı atmak için ne kadar bekliyorduk lan? skjhfjsf. öhm. hafif kafam da açıldığına göre romantik komedi çok kötü diyebilirim artık. ben hep belgesel izliyorum. bu arada lovesick var, dizi ama çok güzel. ya aklıma geldi, aynı abim bana ayakkabım patladı diye bir de ayakkabı almıştı. düşününce benim bayağı sugar daddy'im varmış allah affetsin. şu anda çok karışık duygular içindeyim ve ne demem gerektiğini bilmiyorum. insanoğlu kuş misali. yani herhalde. hmm.

    düzeltme: bir takım düzeltmeler. düşününce, seviştikten sonra adam yiyecek hevesi kalan orospu çocuğuna normal zamanda da selam vermemek herkes için en hayırlısı olur diyerek köpekbalığı farkındalığı esanslı sosyal mesajımızı da vermiş olalım.
  • bunun gerçek hayatta geçenini dinlediğim, en az filmini izlemiş kadar eğlendiğim tür. şimdi aşağıya yazacaklarım gerçektir ve eski bir müşterime aittir...

    önceden çalıştığım inşaat şirketinde ev sattığım medikal sektöründen bi müşterim vardı. oldukça şişman bi abimizdi, hani adam düzenli rejim ve sporla 50 kilo verdi, bana mısın demedi öyle diyeyim size, neyse, hanımı da rustu bu abinin. çok da sempatik bi aile devamlı gülüyorlar filan, neşeli bir çift, çocukları da olmuş. evi sattıktan bir zaman sonra tabii içine yerleştiler, muhabbet ilerledi. laf döndü dolaştı "abi siz nasıl tanıştınız allasen" muhabbetine geldiiiii... adam başladı anlatmaya.. yalnız ortamda karısı var, babası da var. ve laf arada karısının ve babasının ağzından da anlatılıyor, daha da keyifli oluyor.. neyse...

    bu abi medikal bi cihazlar almak, iş bağlamak için devamlı çin, tayland filan o taraflara seyahat eden birisi. bir gün yine tayland'a giden uçağa biniyor ve ön koltuğunda şimdiki karısının oturduğunu farkediyor. kızın rus olduğunu anlayınca da askıntı oluyor... artık nasıl asıldıysa, kız hindistan mı, çin mi oralarda bi yerde yaygarayı basıyor. berikinin uçaktan atılmasını, kendisini devamlı rahatsız ettiğini söylüyor. uçak çin veya hindistan artık neresiyse, oraya zorunlu iniş yapıyor. herifi uçaktan attıkları yetmiyormuş gibi, nezarete de alıyorlar.

    bu 2 gün nezarette kalıyor, babası gelip bunu kurtarıyor. hatta türkiye'ye dönelim diyor ama abi illa tayland'a gidecek, görüşmeleri falan var. yine bi uçakla tayland'a gidiyor, önceden yer ayırttığı otele yerleşiyor. sabah kahvaltı için odadan çıkıp kapıyı kapattığı anda yan odadan da birileri çıkıyor, bir bakıyor ki uçaktaki rus hatun ( yanında da annesi varmış hatta ). kadın otelde de yaygarayı basıyor, adamı onu takip etmekle, otel odasına kadar kapısına gelip taciz etmekle suçluyor. otel yönetimi kendisinin yerini daha önceden ayırttığını ve eski müşterileri olduğunu söylese de inanmıyor, adamın otelden atılmasını istiyor. beriki de hiç lafı ikiletmeden başka bir otele geçiyor, bir kez daha nezaretlik olsun istemiyor çünkü.

    öte yandan kız da hoşuna gidiyor. sırf rus olduğu için onun hakkında yanlış kanıya vardığını, aslında belli ki mert bi kız olduğunu, belki de kendini tanıtırsa bişeyleri değiştirebileceğini düşünüyor. gerekli toplantı vs. şeyleri halledip otele gidiyor ancak kız ve annesinin ayrıldığını öğreniyor. oteldeki elemanlara para yediriyor, nasıl ediyor nasıl oluyor bilmiyorum ama kızın adını adresini buluyor. kız rusya'nın çin sınırında küçük bir kasabada yaşıyor.

    abimiz atlıyor uçağa rusya'ya gidiyor, o kasabaya bi şekilde ulaşıyor, sora sora da kızın evini öğreniyor. bir iki evi dikizliyor hani kim giriyor kim çıkıyor diye, gece geç bir vakitte evin önüne "seni seviyorum" yazıyor. birileri kıza telefon açıp manyağın birinin evlerinin önünde bişeyler yaptığını söylüyor. kız camdan bakıyor ve bizim abiyi görüyor, yazıyı okuyor. kapıya çıkıp bayağı bir bağırıp çağırıyor, polise gideceğini söylüyor ancak kızın annesi müdahale ediyor. bu adamın bu abuk subuk kasabada kendisini bulduğuna göre ciddi olduğunu, bir şans vermesi gerektiğini söylüyor..

    ve o şans bu noktaya geliyor...

    hayatımda çok hikaye duydum ama böyle filmi yapılası bişey duymadım. daha ayrıntılı anlatmışlardı ama aklımda kaldığı kadarını yazdım artık...
  • eğer sevgili ile beraber dvd kiralamaya giderseniz (burada sevgili kız arkadaş manasına geliyor, yok eğer siz kendiniz zaten kız arkadaş, ya da en azından kız ya da arkadaş iseniz tek başınıza da gidebilirsiniz..) yüksek ihtimalle kiraladığınız dvd bu türe girer.. olaylar genelde şu şekilde gelişir..

    - ne alalım behruz?
    - matrix alalım, lotr alalım.
    - aa bak addicted to love var burdaaa.. ben 38 defa seyrettim ama bi kere daha seyrederim sen de istersen..
    - mulholland drive alalım, 21 grams alalım, blair witch project alalım..
    - ay inanmıyoruumm... legally blonde un ikincisi gelmiiş, sinemada sadece 23 defa gördüm ben bunuu..
    - usual suspects alalım, kill bill alalım, star wars alalım..
    - ya legally blonde u alalııımm.... hadihadihadihadihadihadibakbeniseviyosanhadihadihadihadi*
    - elimize alalım, ağzımıza alalım...
    - hihih teşekkürler behruz, şey bakar mısınız, biz legally blonde u alıyoruz daa..
    - içimize alalım, arkadan alalım.. ühüühühü.. yeminle satacam lan bu home theatre i.. 2000 dolar para verdik bi heves kurduk, 5.1 kaymak gibi dolby digital sistemi, romantik komedi izlemekten imanım gevredi, yeter ulan yeter yapmiyrum imamlik falan baa para mi veriysunuz, ula hasan has.. hakki..*
  • filmden anladığım tek şey yön tuşlarına basmadan da pes oynanabileceği oldu.
  • "öyle pembe dünya yok abicim, hadi yavaştan uzayın bakiim," dedirten filmdir. zira;

    --- spoiler ---
    1) hadi filmin başrol oyuncusu hanım kızımız gibi istifayı bastık çıktık işten. ideallerimiz var, metin yazarı olucaz dedik. sonra çat bi ajansın toplantı salonuna yanlışlıkla girip, yine yanlışlıkla kurduğumuz öylesine bir cümle sayesinde işe alındık. yuh ulan. biz burda yıllardır kıçımızı yırttık, yaratıcı cv'ler hazırladık, o da yetmedi girdik çalıştık hala öyle metin yazarı olamadık. ne güzelmiş öyle hayat!
    2) işimiz yok, kiramızı ödeyemiyoruz, üç kız bi evde yaşıyoruz, ama öyle bir evde yaşıyoruz ki anasını satıyım mübarek ikea katalogu. rengarenk her şey, hiç eksik yok. hadi babamız zengin, ona döşettik evi desek, o kadar renk içinde mümkün değil yaşanmaz, sevgi kelebeği olur öyle vıcık vıcık takılırsın. ben öyle öğrenci / işsiz evini en son kampüsistan isimli güzide gençlik dizisinde gördüydüm de, götümle güldüydüm çok afedersiniz.

    ha bi de, eğer kendi ajansınızı kurmak filan istiyorsanız, hemen gidip bi ajansın 35 yaşlarındaki acayip servetli (nasıl olduysa) kreatif direktörünü filan kapatın, sonra onun da istifa etmesini sağlayın, ertesi gün gidip gül gibi ajansınızı açın. böyle hayvan gibi bi plazada filan olur zaten o ajans, içinizi rahat tutun. ne de olsa hayat bu kadar pembe bi'şey. siz daha farketmediyseniz, o sizin andavallığınız canım.

    --- spoiler ---

    sinem kobal şekerliğiyle şaşırttı, ona lafımız yok, ayrı.
  • erkek cinsini yanlış aktaran film türü.
    bu türden bir film başlarken. "bu filmdeki erkekler tamamen hayal ürünüdür. gerçek hayatla bir ilgisi yoktur." yazılmalı.
  • bir sürü salak kızın dünyayı filmdeki gibi kolay sanmasına yol açacak filmdir.

    anahtar kelimeleri:
    (bkz: reklamcılık)
    (bkz: metin yazarlığı)
    (bkz: cv)
    (bkz: kariyer)
    (bkz: yazar)
    (bkz: imza günü)
    (bkz: sunum)
    (bkz: dedikodu)

    bu hayalleri kafalarına sokan ve hayatın gerçekliğinden koparan bütün yapımların anısına...
  • ingiliz filmi ise kahramanlarimizdan birisi kuvvetle muhtemel yayincilik isindedir ya da kitaplarla alakali bir isi vardir. ornek vermek gerekirse, benim ilk aklima gelen filmler:

    -kahramanimiz kitabevi sahibidir. (bkz: notting hill)
    -kahramanimiz yayinevinde calismaktadir. (bkz: bridget jones's diary)
    -kahramanlarimizdan biri kitap editorudur. (bkz: love actually)

    bastan ingiliz dedik ama amerikalilar da bunu seviyorlar galiba. aklimiza gelmisken, yeni dunyadan da birkac ornek verelim:

    -kahramanlarimizdan birinin kitabevi, digerinin ise kitabevi zinciri vardir (amerikan dedik ya, hemen buyuyor isler, kitabevinde bile mcdonald's mantigi, cik cik). (bkz: you've got mail)
    -yine kahramanlarimizdan biri kitap editorudur (bu biraz ingiliz biraz amerikan aslinda, ortaya karisik). (bkz: the holiday)
    -yine kahramanlarimizdan biri kitap editorudur. (bkz: suburban girl)

    benim buradan cikardigim bir tek ders var, o da kitap isine girmenin gerekliligidir. o kitaplarin kokusu mudur, yazarlarin nezih ortami midir, artik her neyse, insanin durduk yere en guzelinden bir aski yakalamasini saglamakta. bu sonucu cikarmamin akabinde, karanfil sokaktaki dost'a yapacagim bir is basvurusu ile bu dunyaya adimimi atmaya karar vermis bulunmaktayim. sonuclari bildiririm.
  • hayatımdan 1 saat 50 dakikayı çalan film...

    işin kötüsü tazminat filan da açamıyorsun, böylesine kötü işlerle zamanımızı çaldıkları için. uzun süre direnmiştim filmi seyretmemek için ama işim gereği maalesef izlemek durumunda kaldım.

    böyle filmleri kimler yazıyor, neden yazıyorlar, nasıl yazdıklarını sanıyorlar, yazdıklarına güvenip nasıl satabiliyorlar ve daha anlaşılmaz kısım, bir yapımcı böylesine kötü bir işi nasıl sonuna kadar okuyor, hadi okudu nasıl para yatırıyor, nasıl çekiliyor, anlayabilmiş değilim.

    bundan sonrası spoiler içerecek.
    yok, inatla filmi seyredeceğim, diyorsanız okumayın. okusanız da zaten bir şey olmaz, boşbeleş bir filmin spoilerını okusanız ne olur okumasanız ne olur.

    --- spoiler ---

    ne demiştik, film rezalet.
    neresinden tutarsan tut elinde kalıyor.
    karakterler, sit-com karakterleri gibi.
    kadınların hepsi birer manken. güzel evlerde kalıyorlar. güzel kıyafetler giyip, güzel mekanlarda dolaşıyorlar ve tabi ki hepsi akıllı...
    erkekler desen, üff, yakışıklı, başarılı. havuzlu evlerde oturuyorlar ve pek tabi onlarda en zengin mekanların müdavimi.
    kısaca bizden bir film, içimizden (yersen)

    filmin başlarında bir replik var... yan karakterde ki cici kızımız, ilk görüşte aşık olur, ertesi sabah kahvaltıda arkadaşına şunu der.
    - ayyy bir daha karşılabilir miyiz acaba?
    arkadaşı cevap verir
    - kızım kasaba mı burası...

    ve sonra neler oluyor biliyor musunuz?
    sık sık, sürekli, ardı arkası kesilmez şekilde karşılaşıyorlar.

    filmin adı, "tesadüf komedi" olsaydı daha iyi olurdu diyor insan ya da "tesadüfün boku nasıl çıkar"...

    kızlarımızdan birisi aşık oluyor dedik ya, hah... onun arkadaşı da aşık oluyor ama aşık oldukları kişilerle ikisi de hiç konuşmuyor. uzaktan...
    "ay aşık oldum", "ay ne şeker çocuk", "hastasıyım şunun", "olur mu ki", "bugün yine gördüm aşığım sanırım", "nasıl olacak acaba, çok seviyorum"... bir sakin olun arkadaşım...
    daha iki kelam etmediğiniz adamlara bu ne aşık olmaktır böyle.
    duygu, sıfır...

    ana karakterler olan kız, filmin 48.dakikasına kadar, yukarıdaki cümlelerle etrafta dolanıyor ve sevdiği adamla (neden sevdiğini bir türlü bilmiyoruz) 48.dk da konuşuyor... 67.dk da yatıyor. adam aramıyor bunu sonradan. "vay efendim bunu bana nasıl yapar"
    kimsin ki lan sen, ilk defa konuştuğun adamla yatmışsın, sonra "bunu bana nasıl yapar"...
    işin kötüsü, seyirci olarak biz de adamı bilmiyoruz, yani sikip bırakan bir adam mıdır, romantik bir aşık mıdır, önü alınamaz bir özgürlükçü müdür, ev erkeği midir, hiçbir şey bilmiyoruz, haliyle kadın da bilmiyor çünkü dedim ya ilk karşılıklı diyalogları 48.dakikada...

    şaka yapmıyorum. ana karakterler 48.dk da ilk defa karşılıklı adam akıllı konuşuyor.
    yuh...
    sonra da bize, 48.dk'ya kadar ve sonrasında da bu tiplerin aşık olduğuna inanmamızı bekliyor senaristler.
    ayıptır...

    işin daha tuhaf tarafını söyliyeyim size...
    adam, kızı beceriyor, sonra aşık olduğuna seyirci olarak inanmamızı bekliyorlar ya... 67.dk da...
    hah işte...
    sonra 95.dk da kavga ediyorlar... ama 67-95.dk'lar arasında bu çifti hiç diyalog halinde görmüyoruz. kız kendi kendine, "arayacak" triplerinde. sonra da basıyor istifayı... patronuyla yattı çünkü, alıngan bir kız, patronu nasıl da sikip bırakır bunun tribinde...
    ve olay 5 günde geçiyor.
    yani kız işe giriyor, patronuyla yatıyor, sonra "aradı aramadı tripleri" ardından "bu bana nasıl yapılır" agresifliği, üstüne reklam ödülü alacağı bir fikir geliştirip, ardından istifayı basması... 5 gün...
    yuh...

    patronuyla yatabilecek kadar girişken olan ana karakter, patronunun iş yerinden başkasıyla 5 senedir sevgili olduğunu da bilmiyor ha. şirkette hiç konusu geçmemiş. sonradan patronunu bu kızla görünce de bir triplere giriyor, göreceksiniz.

    ha kızımız triplerde ya, 95.dk da patronuyla kavga edip, filmin sonuna kadar bir daha diyalog kurmuyorlar. ve 3. konuşmalarında zaten film bitiyor, öpüşüp barışıyorlar... acayip bir mutlu sonla bitiyor, vıcık vıcık bir uyum içinde olduklarını gösteriyorlar bize.

    yan karakterlerin aşk hikayesinin aptallığı da bu minval üzerine kurulmuş.
    varın gerisini siz hayal edin.

    daha çok var aslında ama sahne sahne filmin boktanlığını yazacak olursam, kendime yazık ederim.

    --- spoiler ---

    yazana da, çekene de yuhlar olsun.
hesabın var mı? giriş yap