• kim ne derse desim hem en sevdiğim hem de nefret ettiğim otomobildir. saygımı kazanmış bir iki otomobilden biridir, listenin başıdır hatta. başta station daha az görünmekte idiyse de yollarda, sonraları binek versiyonu polis aracı dışında pek göze çarpmamıştır, station sarmıştır etrafı. ben station modelini anlatmaktayım aşağıda ama zaten bagaj kısmı haric her şeyi aynıydı.

    ilkokulda okul servisimdi, filiz abla(evet servis şoförümüz kadındı) 10-15 kişiyi istifler, arabanın arkası yere değerdi, yıllarca gıkını çıkarmadı. beyazdı.

    sonra şirketin arabasıydı, bursa' ya, gönen' e gittik, yollarda deli gibi gittiğimizi düşünürdüm ama sanırım anca 100 yapıyordu şoför köfte mehmet. uludağ'a tam kapasite kış vakti zincirsiz nasıl çıktığımızı hala anlayabilmiş değilim, o aracın olduğu kadar şoförün de maharetiydi sanırım. yeşildi.

    ben büyüdükçe benim arabam oldu, dur kalk yapmayı, patinaj yapmayı(ya da çekmeyi her ne ise) rölantide, gaza basmadan arabayı ilerletmeyi ortaokul çağına gelmeden boş arazilerde babam bu arabada öğretti bana. sanırım metalik ve de açık kahveydi rengi.

    hasta olduğumda yorulmayayım diye okuldan eve kırmızı, binek bir tanesi götürdü aylarca, çorum kaloriferi denilen şeyden vardı ön yolcu tarafında, sıcaktan uyuya kalırdım hep. şoför hiç konuşmayan bir adamdı, ismi kalmadı aklımda.

    sonra bu arabaya teneke diyecek, onu küçümseyecek yaşlara geldim ama şu an dahi her ayrıntısını o kadar iyi hatırlıyorum ki... tofaş'çı oldum, renault modellerini beğenmemeye başladım ama nefretimin altında gizli bir hayranlık yattığını itiraf etmeliyim. (tofaş da sağlam, lüks bir araba sanki, o zamanlar sadece murat 124 ve murat 131 vardı, kuş serisi daha sonra çıktı...)(bkz: 34 l 3330)

    en başta dikdörtgen farlı modeli vardı. far yüksekli ayarını dışardan yapabiliyordunuz, arka sileceği yoktu, ön camın su fıskiyesinin de motoru yoktu, debriyaj pedalının solunda bir ufak pedala ardarda sıkça basınca cama azıcık su gelirdi, ciddiyim, torpido gözü yoktu... daha sonra çift farlı, torpido gözlü, renkli(yeşil) camlı modelleri çıktı, su fıskiyesi motorlu oldu, arka cama silecek ve fıskiye takıldı.

    kaloriferi her zaman başarısızdı, ısıtmazdı, fanını çalıştırdığınızda bazen sadece sesini duyardınız. hız ve devir göstergesinin çubuğu sıcaktan erir, eğrilirdi, el freni ikaz lambasını uzun yıllar anlayamamıştım ama sonradan bir adet fren pedalı(ayak freni) çiziminden ibaret olduğunu anladım geç de olsa. bütün göstergelerine ve o dandik ön paneline hala hayranımdır. çıt çıt düğmeleri vardı, flaşör, arka silecek gibi fonksiyonlar bunlarla kontrol edilirdi. direksiyonu iki kolluydu, son dönem direksiyonunun ortasındaki renault amblemi bulunan bölüm geçmeydi ve çıkarabilirdiniz, bize oyuncak olmuştu. küllük çok sigara içen biri için feciydi zira hemen dolar ve küller sağa sola uçuşurdu.

    orta konsol diye bir kavram tabi ki de yoktu, upuzun bir vites kolu vardı sadece, hoş ön konsolun devamı olan ve normal arabalarda radyo ve klima kontrolleri bulunan panel denilen kısımda da bir şey yoktu zaten, sonraları oranın bir kısmını torpido yaptılar, önceleri dutluktu.

    kapı kilidi ilginçti, dışarıdan anahtarla kilitlenmiş kapıyı içerden açabilirdiniz ancak kapıyı kapadığınızda dışarıdan açmak için yine anahtara ihtiyacınız vardı. hasbel kader anahtarı içeride ve camı kapalı unutarak kapattıysanız bittiniz yani, nasıl olabilir demeyin bir şekilde böyle bir sorun yaşanmıştı. ama o da aslında bir sorun değil zira kapısı kilitli bir renault 12' nin kapı açma düğmesine sağlam bir şekilde vurursanız kapı zaten açılıyor.(bizzat şahit oldum) babam bir seferinde başkasının arabasını şirketinkinin anahtarıyla açmış ve içine girip de arabayı çalıştıramayıncaya kadar da durumu farketmeyebilmiştir, o kadar çoktu ve o kadar aynıydı hepsi.

    yasak olmasına rağmen havalı korna takılır ön panelin altına da bir kontrol düğmesi konur, polis görünce değiştirilirdi. diridiridiridiri melodili kornalarla yıllarımız geçti...

    bazen sabah çalışmaz, hele ki kış aylarında ama elinde tornavidadan başka bir şey olmayan bir adam gelir, yapar ve giderdi. (şu an düşünüyorum da sanırım karbüratörde kelebekle oynayarak zengin ötesi bir karışım* yaratıp arabanın çalışmasını sağlardı, jiklenin daha da yoğunu yani)

    bagajı yükten ziyade insan taşırdı, arka koltuk yatardı ama o zamanlar bunun neden mümkün olduğunu bir türlü kavrayamamıştım, biz araç yokluğundan bagajda bile insan taşıyorken...

    jantları dandik ve de 4 değil, 3 vidalıydı, yedek lastik de bagajın tabanında değil bagajın sağ ya da sol yanında kılıfa geçirilmiş şekilde dururdu, esasında altta duruyordu da kirlenmesin diye içeri atıyorlardı belki de, bilemeyeceğim.

    arka camları anca yarısına kadar açılabiliyordu ki bu beni arka koltuk mahkumu bir çocuk olarak çıldırtıyordu, belki de nefretimin başlangıç noktası bu olmuştur.

    bagaj kapağının yay veya hidroliği yoktu, açınca kendiliğinden yukarı çıkmazdı ve sabitlenmesine de pek güven olmazdı, giyotin gibi inebilirdi aşağı.

    arka sileceğin fıskiyesini yola doğru çevirip yaz günü yoldan geçerken babamdan habersiz insanları ıslatmaya çalışmış, allahtan başarılı olamamıştım.

    daha sonraları yıllarım kartal ve şahin' lerle geçmesine rağmen o çocukluğun ilk arabası gibi olamadı hiçbiri. ilk arabamız murat 131 (kelebek camlı*) bile bu araca olan aşkımı yokedemedi...

    http://www.flickr.com/…hotos/92312684@n00/65794875/
  • sahibinden'de bir renault 12 sahibi aracını tanıtıyor,

    "aracım 1977 model olup 1300 motor hacmine sahip bir yer uçağıdır (benim gözümde). model yılının 83 yazdığına bakmayın 83'ten aşağısını bilgisayar kabul etmedi. onun için öyle yazmak zorunda kaldık.

    abs, klima, airbag, açilir tavan, alaşim jant, navigasyyon, yol bilgisayari gibi özellikleri yoktur. fakat, direksiyonu, sigara küllüğü, yaylı koltukları ve çakmaklığı vardır. açılıp kapanabilen camları ve kapı kolları çalışır durumdadır.

    komple orıjınal olan aracımda aranırsa birkaç yerde lokal boya çıkabilir. hatta iyicene didik didik edilirse komple boyalı olduğu ortaya çıkabilir. yüzeysel boyaların yanısıra bir kaç küflü bölgeye de rastlanılmıştır.

    aracın rengi aslen eflatundur. fabrika çıkışı ise koyu yeşil ile cırtlak mor arası bir şeydir. bu boyalar zaten o dönemki renoların orijinal boyalarıydı. bizim elimize geçtiğinde beyazdı. biz de daha sonra kanunlara uygun olsun diye ruhsattaki yazan renk olan eflatuna boyattık. fakat renk seçeneğinde aradım bulamadım. ona yakın bir renk olan mor seçeneğinin işaretlemek zorunda kaldık.

    çorum kaloriferini 1 yıl önce başka bir araca taktırdığımızdan dolayı şu anda kaloriferi yoktur. fakat kışın yedek bir aküye bağlı olarak bir elektrikli battaniye iş görebilir. veya 2.5 litrelik bir kola şişesine sıcak su doldurarak belinize koyabilirsiniz. imkanlar olmayınca parlak fikirler artıyor haliyle.

    tüm bakımları yetkili serviste yapılmamış olup el yordamıyla eş-dost yardımıyla yapılmıştır. aracın farları vardır. fakat uzun ve kısa far diye bir şey olmadığı için geceleyin onunla uğraşmadan direk yola yoğunlaşabiliyorsunuz. ayrıca farları kapalı konumdayken frene basarsanız fren lambalarının yanında farları da çalışmaktadır. değişik bir özellik. diğer arabalarda bulamazsınız.

    arabayı hiç kilitlemiyorum. kimse de içine girmedi şimdiye kadar.çünkü kilitlesem bile bir çaykaşığıyla açılıyor zaten. bilenler bilir. anahtar derdi yok. kaput ve bağaj anahtarsız açılabiliyor. bu özellik modelli arabaların çoğunda bile yok.

    ayrıca şöför mahalinin yanındaki kısımda ayak koyma yerinde yaklaşık 30 cm çapında bir delik vardır. bu deliği örtmek için bir mukavva ve çuval kullandım. yazın deliği açarak doğal klima olarak kullanmaktayım. yakıtı da etkilemediği için gayet ekonomik.

    egzozu delindi. baktım güzel ses çıkarıyor. hiç ellemedim. çalışınca havalı bir araba gibi ses çıkarıyor. başkaları egzozdan ses çıkarmak için bir çok paralar harcıyor. düdük falan taktırıyorlar. ben bedavadan yapıyorum bunu.

    aracımdan gayet memnunum. muhayyer bir araçtır. (o da ne demekse bir türlü çözemedim. osmanlıca özlüğe bile baktım ama işin içinden çıkamadım.) model yükselteceğimden dolayı satıyorum. yoksa daha binerdim. 1979 model bir renault 12 alacağım. bu modeller arası renaultlarla takas yapabilirim."

    link: http://www.sahibinden.com/…450847wqqpxqqdisplayitem

    on dakika güldüm yemin ediyorum.
  • 74 model renault 12 tl miz vardı bizim.. beyazdı, koltukları siyah deri.. alındığının ilk yılında dayım tarafından kendisiyle kaza yapılmış araba dümdüz olmuş dayımın burnu kanamamıştı... sonra bir şekilde topladık kendisini... birinde 2 yıl kar altında unutulması da dahil olmak üzere, toplam 2 avrupa turu yaşamış arabaydı bu...

    römork eklenerek taşınan kim bilir hangi yükler bir yana, daha sonra bir türlü yerinden sökemediğimiz römork bağlantı topuzu nedeniyle mercedesler, bmw'ler yanında durup dururken nice çocuğun "en güzel araba bu" diye ilgisini çekmiş, arkasından dikkat etmeden geçen nice insanın da kaval kemiğinde onulmaz yaralar açmıştır... benzinin bulunmadığı yetmişli yıllarda izmit körfezi'nden dolanmak yerine kartal'da feribot kuyruğunda 6-7 saat geçirmenin tercih edildiği zamanlarda bagajında ve port bagajında taşınan tavuk ve tavşanlarla kuyrukta ilginç çiftlik görüntümüze eşlik etti bizim reno... arka camlar yarısına kadar açılırdı evet ama zaten o camlardan sarkmaya kalkacak kedi gibi bir mahlukat muhakkak bulunurdu bizde... arka koltuğun ortasında kol dayamak üzere yapılmış dikdörtgen bir parça vardı açılıp kapanabilen.. ama o parça açıldığında bagajın içi görünürdü.. biz de tavşanlara bakardık oradan, napıyorlar diye...

    arka bagaj üstü eğimli olduğu için kardeşimle bunu yıkamaya bayılırdık biz.. yazın köpüklü sularla arabayı sabunlar, sonra da üstüne çıkıp arka camdan bagaj üstüne oradan yere kayardık köpüklü köpüklü.. süper zevkliydi...

    tepe tepe kullandık kendisini.. sanırım 2002 yılına kadar aktif binek otomobil hayatını sürdürdü de üstelik.. annem hala "kırmızı ışıktan yeşile dönerken ok gibi fırlardı, herkesi geride bırakırdım" diye anar kendisini..

    ufak tefek olayları da oldu tabii zaman içinde, hangimiz yaşlanmıyoruz ki... (bkz: #9729441) ama o 4 milyara arabaları hurdaya çıkarma furyasında kıyamadık kendisine.. hala öylece durur bahçenin bir kenarında.. seviyoruz onu biz...
  • genellikle ön konsolunda boylu boyunca uzanan leopar desenli kıllı bir örtü bulunur.
  • 79 model bir tl modelinin ilk sahibi olan babam sayesinde hala kullanmaya devam ettiğim araçtır. ailenin gerçek bir ferdi haline gelmiş sezen isimli bu abla (sz plakalı kendisi), 27 yaşında olmasına rağmen (benden daha uzun süredir ailenin bir ferdi, ben doğdum onun içinde büyüdüm, ehliyet alacak yaşa geldim, onu kullanmaya başladım) henüz 150000 km'dedir ki bunun da yarısından çoğu 98 yılında ehliyet almamdan sonra yapılmıştır. hala gül gibi fransız orijinaldir. benden uzun süredir ailede olduğu için zaman zaman aile içinde benden daha değerli olduğunu fark etmişliğim vardır. vakti zamanında "satalım bunu yeni araba alalım." dediğimde babamın bakışlarında "seni satarım sezen'i satmam." ifadesini açıkça okumuşumdur. 4 vitesli olduğu için 80 km civarında deli gibi ses yapmaya başlar, 130 km civarında son sürati vardır. 110-120 km sürat aralığında karbüratörün ikinci boynu açıldığı için motor rahatlar ses biraz düşer. öte yandan günümüzde 3.2 litre motorlar 100 km'de ortalama 12 litre benzin tüketimi değerlerine ulaşmışken, 1.3 litre 60 beygir motoruyla sezen ablam da aynı miktara hiç zorlanmadan ulaşabilme başarısına sahiptir. kış soğuklarında kaloriferi oldukça performanslı çalışır. ön konsolu çok yüksekte olduğu ve orta konsolu bulunmadığı için ön tarafta günümüzdeki en geniş arabalardan bile rahat bir bacak mesafesi ve rahatlığı sunmaktadır, öyleki ortalama bir türk ön yolcu koltuğunda bacak bacak üstüne bile atabilir. koltukları biraz fazla yumuşak olmasından gayrı uzun mesafede göt ağrısına yol açar. 27 yıllık hayatında sadece bir defa akü sorunu nedeniyle (farların açık unutulması) çalışmamazlık etmiş, herhangi bir yolda kalma durumuna yol açmamıştır. tabanı yerden oldukça yüksek olduğu için dağ bayır, piknik alanı, plaj demeden zaman zaman yeni nesil suv'lara taş çıkartacak performanslar vermektedir. yol tutuşu açısından çok başarılı olmasa da arkadan kopmaktan ziyade önden kaymayı tercih ettiği için el freniyle hızlı ve atraktif dönüşlere pek uygun değildir kendisi. en bomba özelliklerinden birisi ön cama su püskürtme sisteminin ayakla çalıştırılan mekanik bir sistem olmasıdır. sol tarafta duvara yakın bulunan bir düğmeye tekrar tekrar basmak suretiyle su ön cama pompalanır. kış aylarında özellikle de yağmurlu günlerde bütün camlar arabanın çalışmasıyla beraber tamamen buğu ile kaplandığı için (cam rezistansı hak getire) sadece ön camın silinerek temizlenen kısmından görüş sağlanabilir. sedan versiyonunun bagaj hacmi efsane olarak nitelendirilebilecek kadar geniştir. hidrolik olmayan, geniş ve ince direksiyonu çevirmek, özellikle de araba hareket halinde değilken, ağırlık çalışmaya benzer. toplam üç adet anahtara sahiptir: kapılar için bir, kontak için bir, benzin deposu için bir. bunun elektronik güvenlik sistemlerinin (immobilizer) bulunmadığı üretim zamanlarında kapıdan alınan anahtar kalıbı ile arabanın çalınmasını engellemek için yapıldığı söylenmektedir. arabanın bir diğer dikkat çekici özelliğiyse biraz daha kalın olsa tank zırhı olarak kullanılabilecek kalınlıktaki gövde sacıdır. kalın sacın etkisiyle boşken 997 kg çeken arabanın yukarıda belirtilen benzin tüketimi miktarının en büyük nedeni bu olsa da, çelik tamponlarla desteklenen bu kalın sac en ufak kazalarda bile karşı arabalarda inanılmaz zararlara yol açabilir, arkadan çarptıysak bize girer, bize çarptılarsa onlara.
  • seksenli yıllara, yani bu satırların yazarının çocukluk yıllarına damgasını vurmuş, deyim yerindeyse 'keçi gibi' arabadır.

    o yıllarda türkiye'de bu, hacı murat ve ford taunus en popüler arabalardı.
    (tekerleri içe dönük skoda, pejo 504 filan da bunların arasında yer alabilir).

    yıl 1987. kenan evren cumhurbaşkanı, turgut özal başbakan.
    12 eylül darbesinin etkileri yavaş yavaş geçmeye başlamış.
    yan apartmanda oturan ilkokuldan sıra arkadaşım, kankardeşim (burada kankardeş abartma olarak kullanılmamıştır. o yaşta ciddi ciddi avuç içlerimizi elma bıçağıyla kesip, kanımızı birbirine karıştırarak kankardeş oluyorduk). emirgilin evinde 'videyo' var. emirin babası rahmetli memed amca haftasonları mahallenin bebelerini toplayıp meyve ve gazoz eşliğinde bize film ziyafeti çekiyor. en sevdiğimiz 'süt kardeşler' ve 'avanak apti' gibi kemal sunal filmleri. orhan gencebay, serdar gökhan, ibrahim tatlıses filmleri bizi kesmiyor. onların peşinden illaha bir de 'kemal sunal' istiyoruz. emir'in annesi selma teyze (o zamanın arı partisinin kadın kolları'nda aktif çalışıyor) yılmadan, usanmadan film boyu bize üzüm, armut, (bizim eve anca aybaşlarında girebilen) muz, kola, oralet, petibör piskevüt taşıyor.
    film oynayacağı gün elimizi, yüzümüzü sabunla yıkıyor, saçımıza su vurup uslu uslu kapıda bekliyoruz. kapı açılınca hiç itişip kakışmadan, nizam intizam içinde ayakkabılarımızı çıkarıyor hepimiz sessizce yere bağdaş kurup oturarak o zamanlar bize sihir gibi gelen mehmet amca'nın önce videoya üflemesini, yan gözle bizi keserek kaseti yuvaya sokuşunu seyrediyoruz. film sürpriz. ibo&hülya avşar gibi ortalama bir filmse bir iki kısık üff püff sesi, ilyas salman veya zeki&metin filmiyse alkış, kemal sunal veya şener şense curcuna, kıyamet yıkıyoruz ortalığı.
    sakız serbest, çekirdek çitlemek zinhar yasak!
    brus li filmi dahil hertürlü vurdulu kırdılı film de kesinkes yasak! bir filmde brus li'yi o zamanın meşhur basketçisi kerim abdülcabbarla vuruşurken görüp çıkar çıkmaz birbirimize uçan tekmelerle saldırdığımızdan, o zamanın r.t.ü.k'ü memed amca dövüş filmlerini komple envanterden çıkarmış.
    'süt kardeşler', 'avanak apti' ve 'şekerpare' en sevdiklerimiz. artık replikleri ezberlemişiz. ama şener şen 'cumaliiii, yavruuum' deyince gene gülüyoruz. o meşhur sahne gelince hepimiz birden andımızı okur gibi bağırmaya başlıyoruz; 'sen galata'nın maküs talihini değiştiren adam, ben, sen karakolumun biricik bekçisi, ben, sen vazifesi uğruna kendini feda eden kahraman, yapma beni ağlatma, sen ne baba adammışsın!'...
    gösteri bittikten sonra dışarıda bir saatte filmi birbirimize anlatıp gülüşüyoruz.
    emir'in ebeveynleri o müthiş, muhteşem siyah renkli reno 12'lerini evin önüne çekip, yazın 2 haftalığına milpa tatil köyü'ne gidince emir'in liseye giden iki büyük abisinden boşta kalan zamanlarda 'videyo'yu biz kullanıyoruz. videyocu puşt yaşımız ufak olduğundan bize (bkz: miki film) kiralamadığından, banu alkan ve serpil çakmaklı'nın (bkz: bu ikiliye dikkat), (bkz: sarı bela); puşt iyi günündeyse (bkz: astronot fehmi) gibi filmleriyle idare ediyoruz.
    emir'in abileri memed amca'nın reno'yu, emirle bende abilerinin (bkz: puch) mobiletini kaçırıyoruz.
    mobileti alamadığımız zamanlar bisiklete biniyoruz. emir'de gümüş renkli tikko parayla alınmış (bkz: kontrapedal) (bkz: bmx), bende 6 taksit(canım bubam!) (bkz: pinokyo) var. okuduğumuz afacan beşler kitap serisi'nden etkilenip biz de şimşek beşler çetesi kurmuşuz. reyisimiz emir, yardımcılar ben ve ali rıza, iki de bizden küçük ayak işi yaptırdığımız mıcır memoyla, mustafa.
    bizim arkadaşlar arasında bir tek emir'in babasının arabası var!
    araba siyah olduğundan ve de muntazam olarak her gün yıkandığından devamlı parıldıyor.
    bizim gözümüzde o zamanın meşhur dizisi dıddırıdırıdırı dıddırıdırıdırı (bkz: kara şimşek) birinciyse, bu da ikinci gelir.
    araba hakkında boyuna efsane üretiyor, sonra o efsanelere kendimiz inanıyor, yemin çeke çeke abarta abarta başkalarına anlatıyoruz;
    'olm arabanın hız göstergesi 180 yazıyor ama memed amca arkasına rüzgarı alıp 200 yapıyormuş'
    'duydun mu lan memed amca rüzgarı arkasına alıp, tekerleri de porş tekeriyle değiştirip 220 yapmış'
    'şşşt la bebeler, memed amca arabaya süper benzin koymuş, fırtınayı da arkasına alıp 240 yapmış'
    'memed amca istanbul yolunda vali'nin s280 mersedesini geçmiş'
    'memed amca konya yolunda almancı birinin ferrarisini geçmiş'
    'memed amca kara şimşeği geçmiş-yok ebenin amı!-yani tam geçiyormuş ama kara şimşek turboya basıp uçunca geçememiş'
    yazın lunapark gelince memed amca bizim çeteyi toplayıp lunapark'a götürüyor. arabaya binerken bi tarafını çizeriz diye korkuyoruz. koltukları, tavanı okşuyor, birbirimize bakıp kıkırdıyoruz.
    ön camlar otomatik!
    üstelik klima var!
    teknolojinin ulaştığı son nokta bu olsa gerek! insanoğlu ay'a gitmiş, mars'a modül indirmiş kim siker, gelsinler bursa'da yapılan şu şahaseri görsünler.
    araba yaman, araba canavar!
    yolda memed amcayı 'geç, geç, geç' diye hep bir ağızdan bağırarak gaza getirip tüm arabaları sollatıyoruz. geçerkende yan arabalara bakıp hareket çekiyoruz.
    memed amca o zaman arı partisinden milletvekili adayı olmuş. seçilemese de şehirde forsu var.
    'memed amca geç şu fordu, eyoooo!'
    'memed amca mersoyu solla memed amca, yaşaaa'
    'koy bir kasette neşemizi bulalım memed amca'
    'ay lav yuuu ay lav yuuu, du yu lav mi yes ay duu' hep bir ağızdan eşlik ediyoruz, 'ooooo mastika mastika, ooooo sigarası malbora, alayım kızıma bir kutuu boya, boyasın kendini boydan boyaaa'...
    reno'nun sihri 1 dolar 1000 lira olana kadar sürdü.
    1 doların 1000 liraya vurduğu hafta kara haberi aldık.
    'memed amcayı geçmişler'
    'hem de otubis geçmiş memed amcayı'
    'otubis nasıl geçer avradını sikeyim, kara şimşektir o'
    'otubis özel yapımmış, uçak benziniyle çalışıyormuş'
    'amarika göndermiş, türk zakkumu kansere çare ya olm, zakkumlarımızı kaçıran otubismiş'
    'yok la bebe, otubisin içinde uçak varmış, daramalıynan memed amcanın tekerini daramışlar'
    işin aslı sonra ortaya çıktı;
    memed amca hatalı sollamayla bir otubisi geçmeye çalışmış. kaptan şoför olacak dalyarrak da memed amcanın önüne kırmış. yetmemiş bir de inip memed amcayı 40 yolcunun ve de selma teyzemizin önünde güzelce dövüp, burnunu kırmış.
    görenler anlatmış.
    'memed amca bir yumruk bile vuramamış'.
    'lan bi tane vurmuştur!'
    'yok valla vuramamış. ceket, pantul, gömleği de parçalanmış, iki gözü de patlamış'.
    memed amca bir hafta ortalarda görünmedi. ondan sonraki hafta da güneş gözlükleriyle dolaştı.
    o ara haber geldi. otubis firmasını memed amcanın akrabaları basmış. dalyarrak 'canını kurtar, malı batsın' diyerek terki diyar eylemiş.
    o ara canımız, ciğerimiz reno oniki tese'miz ortadan kayboldu...
    günlerden bir gün, evin önünde top oynuyoruz, çoğumuz (bkz: diego armando maradona), azımız platini.
    bağırışmalar, çağırışmalar bizim kale'nin arkasından parıl parıl bir şey döndü,
    aha o, vallahi o!
    üç beş yaşı iyiden ufak velet arabanın arkasından 'kara şimşek! kara şimşek!' diye koşmaya başladılar.
    ben daha ne olduğunu anlamadan ön kapı açıldı, arabadan sırıtarak babam indi!
    'ön tamponu değişmiş'
    'kapı da değişmiş'
    'yok kapı değişmemiş, mahmud usta (ali rıza'nın amcası) yeni gibi yapmış tekrar kapıyı'
    'motur da gitmiş, artık bu nizam tutmaz dedi babam'
    'babana anuna koydurma lan, eskisi gibi işte'...
    velhasılkelam, lafı uzatmayayım, 1987 senesinde aldığımız kara şimşeğe tam 8 yıl bindik.

    ben bu cefakar gardaşımın iki kollu direksiyon simidinde araba sürmeyi öğrendim
    o çük kadar dolan küllüğünde ilk sigaramı içtim,
    yarıya kadar açılan arka pencerelerinden tarlalara bakıp hayaller kurdum,
    geceyarısı çalışmayan zobasının sesini dinleyip ilk aşık olduğum kızı düşündüm,
    dandik kasetçalarında 'metal ballad'lar dinleyip aküyü bitirdim.

    sonra sattık gitti canım ciğerimi, kimbilir şimdi nerede...
    benden yana hakkın helal olsun gara şimşek gardaşım!
  • renault 12 toroslarda kalite 1990 - 1995 arasıdır. onlarda ki boya çok kalitelidir. 1995 sonrası kötü boyalıdır ve çabuk çürür. 1997 öncesinin vitesleri yumuşak ve 10 km daha hızlıdır.
    100.000 km kadar tofaş gibi sert süspansiyonlara sahiptir ancak 100 binden sonra podyalar esner ve yol tutuşu sağlamlaşır.
    1997 öncesi şanzıman farklıdır ve 4000 devirle 150 yapar. 1995’e kadar devir göstergesi vardır.
    1996 sonrası karbüratörler biraz daha dandikleşir. saclar bile yan sanayidir.

    aklınızda bulunsun eğer bağda bahçede kullanmak için alacaksanız 96 öncesi alın.
  • halen sahibi olduğumuz ve benim de mütemadiyen kullandığım mühendisliğin yüz karası,80 km/s yi geçince silecekleri havalanan ve en son kapı kolu elimde kalan 4 tekerli ömür törpüsü.
  • kullanırken arabanın sizi bi yere tasımaya yarayan bi arac oldugunu untursunuz sanki yolu arabayla beraber gitmeye calısıyomus gibi hissedersiniz nedenide kullanırken arabanın tum hareketlerini direksiyondaki ellerinizle hissedersiniz.taslı bi yola falan girince direksiyon titrer elinizle sabitlemeye calısınırsınız,aynı olay 100 gecmeye baslıyıncıda olur tırsar ayagınızı gazdan cekersiniz.geri vites olayı zaten absurddur sag elle vitesin ustune bastırıp o halde paralel ardındanda geriye dogru goturulur ama hart diye ses gelmelidir boyle demir sesi ki emin olasınız geri vitese gectiginden.tozlu bi yola girince ici hemen tozla dolar.koylunun,cıftcının arabasıdır cunku iciniz acımadan tasla, cukurlarla dolu bi tarlada kullanılabilen ender arabalardandır bu yuzden arkalarına romork takılıp yuk tasınır koylulerce.coluk cocuga araba surmeyi ogretmek icinde ideal arabadır vites olayı yuzunden.
  • 2014 senesinde alexandru maris isimli bir arkadaş tarafından aynı şasiyi kullanan dacia 1300 adı altında konsept çalışması yapılmış araç.

    böyle bir yorum ile c segmentinde piyasaya çıksa kendisine hala müşteri bulur sanıyorum. hayli şık olmuş.

    seksi fotoğrafları için tıklayınız:
    1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, video.
hesabın var mı? giriş yap