• rembrandt'ın çizim tekniği unutulmaz. ama o yalnızca gölge ve ışıkla ustalıkla oynayan bir ressam değildir. birçok yapıtında düşünsel inceliği de yakalayabilmiştir. belki de en az pablo picasso'nun guernica'sı kadar politik bir tablosu üzerinden bunu açıklamak olasıdır: belşazzar'ın ziyafeti.

    bilindiği gibi, rembrandt 17. yüzyıl hollanda'sında yaşamış bir ressamdır. onun zamanında din oldukça problemli bir alandır. avrupa'da reform hareketleri sürüyor, katolik - protestan çatışmaları devam ediyor. zaten hollandalı benedictus spinoza ile de çağdaş, ki spinoza'nın din üzerine ciddi bir biçimde eğildiğini, egemen gücün dinî saiklerle hareket etmemesi gerektiğini, her insanın inanç özgürlüğüne [ve dolayısıyla inanmama özgürlüğüne de] sahip olduğunu tractatus theologico-politicus ve tractatus politicus adlı yapıtlarında büyük bir titizlikle savunduğunu biliyoruz. yine o dönemlerde etienne de la boetie'nin gönüllü kulluk üzerine söylev ve thomas hobbes'un leviathan adlı yapıtlarının hollanda'da popüler oldukları biliniyor. tüm bunları bir araya toplarsak, hollanda'nın katolik inançla bağının kalmadığını rahatlıkla görebiliriz.

    işte bu nedenle, döneminin süper güçlerinden diyebileceğimiz katolik ispanya ile protestan hollanda'nın arası açılıyor ve ispanya'nın hollanda üzerinde büyük bir baskısı oluyor. işte böyle bir politik iklimde rembrandt belşazzar'ın ziyafeti'ni çiziyor.

    belşazzar, eski antlaşma'nın tipik dinî ve politik zorba hükümdarlarından biridir. güce sahiptir, zengindir, bencildir ve kendi gibi düşünüp inanmayan herkese zâlimce davranmıştır. firavundan tek farkı, babil hükümdarı olmasıdır. işte bu tip, daniel'in kitabında anlatılana göre, ziyafet verirken duvarda birden mucizevî bir biçimde "mene, tekel u farsin" diye bir yazı beliriyor. bunlar zamanının ölçü birimleridir ve şöyle yorumlanmıştır: "tanrı, belşazzar'a hükmünü bildirdi: ülken parçalandı, perslere verildi." zaten sonrasında da belşazzar ölüyor, babil'in hükümdarı persler ve medler oluyor [detaylı bilgi için eski antlaşma'nın daniel'in kitabı bölümüne bakınız]. işte rembrandt'ın tablosu da tanrı'nın belşazzar'a hükmünü bildirdiği o ziyafeti anlatıyor.

    tablonun ilginçliklerinden birisi de belşazzar'ın osmanlı hükümdarı gibi betimlenmesidir. bu rastgele bir anakronizm değildir. 16. ve 17. yüzyıl avrupa'sında yazılan eserlere bakıldığı zaman osmanlı hükümdarlarının ortak bir vasfı vardır: zorba. bu montaigne'de de bacon'da da spinoza'da da machiavelli'de de var olan bir ifadedir. rembrandt'ın da osmanlı hükümdarını zamanının zorbası olarak görmemesi için bir neden yoktur ve yaptığı anakronizmin amacı tarihî bir zorba ile modern bir zorbayı aynı bedende betimlemektir.

    buradan şu sonuca ulaşıyoruz: rembrandt, hollanda'ya dinî baskı uygulayan ispanya kralını hedef alarak, "belşazzar ölmedi" mesajını veriyor. tabloda suret olarak görülen osmanlı hükümdarı gibi giyinen belşazzar, anlamını doğrudan ispanya kralında buluyor. diğer taraftan ise "mane, tekel, faris"i anımsatarak zorbaların bir gün kesinlikle yenileceğini, kaderlerinin yenilmek olduğunu ifade ediyor ve halkına "direnin" mesajı veriyor. böylece rembrandt, sanatın olağanüstü kullanımını örneklemiş oluyor.

    tablodaki inceliklerden birisi de tanrı'nın hükmünü bildirirken yalnızca zarif bir elle yetinmesidir. gerçekten de, güçlü gibi görünen belşazzar şatafatlı bir ziyafet sofrasında yalnızca zarif bir elin bildirdiği bir hüküm karşısında büyük bir şaşkınlık içinde, gözlerinde sonsuz bir korkuyla, âdeta âciz bırakılmış bir hâlde tasvir ediliyor. bu da rembrandt'ın verdiği "direniş" mesajının motivasyonunu teşkil ediyor. çünkü gerçek güç hiçbir zaman kendini şatafatla, lüksle göstermez. yenilmez gibi görünen ispanya gayet de yenilebilir, diyor.
  • ne dersiniz? başlayayım mı? *
    peki, alalım çayları kahveleri. bugün sizleri en önemli eserini gece devriyesi (1642) olarak gördüğüm, tuval üzerine yağlı boyanın barok tarzda ustası, eserlerinin çoğunu rijksmuseum'da görebileceğiniz van rijn'lerin rembrandt'ı ile tanıştırayım.

    ''elbette pratik ve söylenen şekillerde resim yapmamı isteyeceksiniz. eh, size bir sır vereyim mi? denedim. hatta tüm gücümle denedim. ama yapamıyorum. yapamıyorum işte! sanırım bu yüzden de, birazcık deliyim.'' rembrandt.

    rembrandt'ın aslında italyan sanatıyla herhangi bir alıp veremediği yoktu. fakat nedendir bilinmez, raffaello'yu görmezden gelir, leonardo'ya burun kıvırır, michelangelo'nun etkisini de silip atardı tuvallerinden. hatta, ressamların o dönem sıklıkla yaptığı 'geleneksel roma haccı'nı dahi yapmamıştı.
    fakat, tüm bu reddedişe rağmen, italyanların resimdeki bir tek şeyini benimsemişti: adıyla imza atmak. sadece 'rembrandt' diye imzalıyordu yaptığı resimleri.
    kendinden önceki raffaello, leonardo ya da michelangelo gibi, o da tek bir isimle biliniyordu bu yüzden. işte, ego'nun ayaklı hali.
    neyse ki, rembrandt'ın bu egosunu destekleyecek yeteneği vardı. tarihteki dramatik olayları ve güçlü kişilerin portrelerini, onyedinci yüzyıl izleyicine öyle ustalıkla sergiliyordu ki, çoğu, onun tabloları karşısında saatlerce çakılı kalıyordu. yani en azından, estetik görüşü ile flemenk zevkleri birbirine ters düşene kadar. *
    sonunu merak edenler burada okumayı bırakabilirler, çünkü rembrandt'ın hikayesinde mutlu bir son yok. kötü bir hayat yolculuğu olsa da onunki, tek başına ve hatta yokluk içinde ölse de; yine de rembrandt, çok sağlam bir yolculuk yapmıştı.

    ***
    rembrandt, değirmenci bir aile olan leidenli van rijn'lerin dokuz çocuğundan sekizincisi olarak dünyaya geldi. ailesinin onu daha on dört yaşındayken leiden üniversitesi'ne yazdırmasından anlayabildiğimiz kadarıyla, kendisi oldukça da zeki bir öğrenciydi. ama, bu küçük çocuğun hayatla alakalı bambaşka planları vardı.
    1620'lerin başında, bir ressamın yanına çırak olarak girdi. burada temel eğitimini tamamladıktan sonra amsterdam'a, yani o dönemler, kürk tüccarlarının, baharat ithalatçılarının ve dahi köle simsarlarının şehri olan amsterdam'a yerleşmeye karar verdi.
    hollanda, altın çağını yaşıyor, ticaret zengini aileler de kazandıkları paranın büyük bir kısmını, kendilerinin ya da ailelerin portrelerini yapmaları adına sanatçılara döküyorlardı. doğal olarak da şehirde ressam çoktu. rembrandt da şimdiye kadar hiç karşılaşmadığı bir rekabetle karşı karşıya kalmıştı. neyse ki onu diğerlerinden ayıran bir özelliği vardı: müşterilerinin sadece dış görünüşlerini değil, kişiliklerini de algılayarak sanatına yansıtıyordu. bu üslubu, kısa sürede çok beğenildi.

    rembrandt, yaptığı en iyi portrelerinde sahneye hep bir dram eklerdi. mesela, the anatomy lesson of dr tulp / doktor tulp'ın anatomi dersi'nde, dönemin tanınmış birkaç doktoru ve cerrahını resmederken, içlerinden birinin, insanların kol tendonlarının nasıl çalıştığını anlatırken sunar.
    bu ders esnasında diğer hekimlerin yüzlerinde, yapılan işe yoğunlaşma ve büyülenme ifadesi, net olarak seçilebilmektedir.

    dönemin flemenk camiası, pek çokları bir tür ahlak dersi içeren ve incilden alıntı yapılan tarihi/mitolojik olayların resmedilmesinden hoşlanırdı. hatta böylesi eserler çoğu zaman caravaggiovari bir dram/ihtişam'ı beraberinde getirirdi: büyük göğüslü ve güzel kadınlar ile birlikte, heykel gibi çizilmiş cesur erkekler.
    rembrandt ise, kompozisyonlarını sadeleştirme ve karakterlerini sıradanlaştırma yoluna giderek önceki alışkanlıkları bir çırpıda yıktı. 1628 tarihli samson and delilah / samson ve dalila'da, mavi cübbesini giymiş baştan çıkarıcı kadın, sıradan bir pavyon güzeline benzemektedir. ha bir de, bu tablodaki ayrıntı, o döneme kadar çokça görmediğimiz bir tezatlık içeriyordu. kadının üzerinde saten brokar bir elbise olmasına rağmen, ayak tırnakları pisti..

    ***
    rembrandt'ın yıldızı, aslında 1630'lar boyunca yükselmeye devam etti. ardı arkası kesilmeyen siparişler alıyor, derslerini dinlemek için öğrenciler saatler öncesinden sıraya giriyordu. 1634'te, genç ve nispeten zengin sayılabilecek saskia uylenburgh ile evlendiğinde ise, zaten iyi olan işleri, daha da güzelleşmeye başladı.
    eh, rembrandt da bu genç ve güzel hanımına jest yapmak adına onun da portrelerini çizmeye başladı. direkt kendisini çizdiği gibi, eşini, romalı tanrıça flora da çizdi. daha da ilginci, bir seferinde, eşini, incil'deki bir anlatıda bulunan ve pişmanlık duyan bir fahişe olarak da resmetti.
    saskia'nın drahoma'sı (tıkla bak ne demek diye) ve rembrandt'ın büyüyen şöhretiyle; ressamımız, biraz bizler gibi (türkler) düşünmüş olacak ki, büyük bir ev için ipoteğe girdi.
    bütün bunlar yetmiyor gibi, bir de amsterdam milis birimleri için çok büyük bir sipariş aldı. bu işin prestiji de vardı çünkü hollanda şehirlerini, bu gönüllü askerler savunuyorlardı ve her biri flemenk bağımsızlığını simgeliyordu. 1641'de altı birlik daha, karargahları için sipariş verdiler ve rembrandt'tan da yüzbaşı frans banninck cocq'un birliğinin portresini yapması istendi.
    işte geldik o meşhur resme. şöyle düşünün, bir şirketin hisse sahipleri, o ciddi kişileri, aksiyon filmi içerisinde görünür olacak şekilde resmetmek. rembrandt'ın, pek çoklarına göre en iyi eseri olan bu tablonun sırrı, belki de buydu?
    içerisindeki enerji ve aksiyon ögeleri ile hala capcanlı olarak görülen bu eser, yani nam-ı diğer, night watch / gece devriyesi; bir el hareketiyle koskoca bir bölüğü yönlendiren muzaffer komutan, davullarını çalan davulcular, bayraklarını gökyüzüne kaldıran mihmandarlar, tüfeklerini temizleyen askerler..
    tabi ki müşterisi, statik bir sahne beklerken rembrandt'ın ona böylesi nabız hızlandıran bir sahne resmetmesi, izleyicileri hayran bırakmıştı. tabi ki rembrandt, bu tablonun beğenileceğine pek ihtimal vermediği için (anlaşılmayacağına daha doğrusu) yenisini yapmak için kendini hazırlamış ancak oynadığı kumar, tutmuştu.
    fakat, saskia'nın verem olduğunu öğrendikten sonra, bu şöhret hali, hızla sönmüştü. gece devriyesi'nin zafer sarhoşluğunu yaşarken henüz, 1642 haziran'ında, saskia hayatını kaybetmiş ve rembrandt'ı daha yaşını bile doldurmamış oğlu titus ile yalnız bırakmıştı..

    ***
    rembrandt aslında eşinin ölümüne çok üzülmüş hatta uzunca bir süre de hatırasına sadık kalmaya çalışsa da, ev işlerini yapan geertge dircx'in baştan çıkarıcı varlığına daha fazla karşı koyması güç olurdu. birkaç yıl içerisinde geertge ile iki sevgili olmuşlardı.
    tabi bir kere ihanet eden, durur mu? hizmetçisini evin hanımı yapan rembrandt, eve yeni bir hizmetçi almak zorunda kalmıştı. eh, o da pek bir güzeldi. hendrickje stoffels. tabi bu 'yasak' ilişki açığa çıkınca kilise devreye girerek rembrandt'tan hamile hendrickje'yi yargılamıştı. olayların büyüyeceğini düşünen rembrandt da eşini ve sevgilisi terk ederek, oradan kaçtı. * topuk topuk topuk..
    çok kötü bir on yıl geçirdi rembrandt. 1650'lerin başında sanat akımları değişince, demode olduğunu düşündü. eh, bahsetmiştik, ev almıştı ya hani; borcunu ödeyemedi. hatta bu dönem, eski müşterilerinden borç da almaya başladı. elinde bulunan mallarının büyük kısmını, oğlu titus'un üzerine geçirdi. (dedik ya, arada türk gibi düşünüyor) geride kalan ne varsa, ev arsa don tuman her şeyini sattı; ama borçlarını ödeyemedi. sonunda da iflas etti. maliye denetçileri, rembrandt'ın tüm malvarlığını listeleyip satarken, o, uzaktan izlemekle yetindi.
    evi müzayedede satıldıktan sonra rembrandt, on beş yaşına gelen oğlu titus, sevgilisi hendrickje ve ondan doğan kızları cornelia ile birlikte, kendisine aslında hiç de yakıştıramadığı, kenar mahalledeki kiralık bir eve taşındı.

    ***
    ama rembrandt'ın hiçbir şeyi kalmasa bile, kendine güveni vardı. her kumarbaz gibi, o da bir gün yapacağı tek bir işle eski şöhretini geri alacağına inanıyordu.
    ve o, şanslılardan biriydi aslında. çünkü bu fırsat, karşısına 1661 yılında, yeni belediye binası için bir resim siparişi aldığında çıktı. konusu the conspiracy of the batavians under claudius civilis / claudius civilis yönetiminde batavyalıların komplosu olan bu eser, şehir için çok değerliydi. efsaneye göre ms 69'da flemenklerin atası olduklarına inanılan bir germen kabilesi olan batavyalılar, roma'ya karşı ayaklanmışlardı. hatta on yedinci yüzyılda bu olay, hollanda'nın ispanya'ya karşı yürüttüğü mücadele ile tekrar akıllara gelmişti. o güne kadar çoğu ressam, batavyalıların roma'ya karşı sadakat yemini ettiğini fakat isyan öncesinde bir masanın çevresinde toplanarak anlaşma imzaladıkları sahneyi gösteriyordu.
    rembrandt'ın bu olaya yaklaşımı ise, beklenildiği gibi çok farklıydı. rembrandt'ın batavyalıları, o döneme kadar resmedilen zarif görünüşlü ilk flemenklerden ziyade, kaba ve vahşi kıyafetler giyen barbarlardı. ayrıca, mesela rembrandt, civilis'in sol gözünde bir yara izi olduğunu da öğrenerek resmetmişti. böylelikle, kendisine çok daha gaddar bir ifade takınmıştı.
    peki en şaşırtıcı olanı? el sıkışmak yerine havaya kaldırdıkları kılıçlarını civilis'inkiyle çakıştırarak anlaşmayı onaylıyorlardı. çoğu flemenk, atalarının ilham verici bir resmini beklerken, karşılarına, alkolün kamçıladığı bir ayaklanma çağrısı çıkınca, 'hıı... hmm.. şey..'' diyerek, şaşkınlıklarını gizlemeye çalıştılar. rembrandt, tıpkı gece devriyesi'nde yaptığı gibi, konuyu değiştirerek izleyicileri hayran bırakacağına inanıyordu fakat; yıldırım iki kez aynı yere düşmedi. belediye yetkilileri, eserin derhal kaldırılmasını emretti.

    ***
    1660'lar avrupa'nın bazı bölgeleri için veba ve ölüm yıllarıydı. bu hastalık, 1662'de hendrickje'nin canını aldı. dahası, artık büyümüş olan ve babasının sanat simsarı olarak çalışan titus'un da; hatta evliliğinden yalnızca sekiz ay sonra, 1668'de, ölümüne sebep oldu.
    bunca ıstıraba rağmen rembrandt, en kalıcı eserlerini, son yıllarında yaratmayı başardı. 4 ekim 1669'da öldüğünde, yanında yalnızca kızı cornelia vardı.
    en kötüsü, rembrandt o kadar fakir öldü ki, kiraladıkları bir mezara gömüldü..
    ölümünden sonra da rembrandt'a gelen eleştiriler azalmadı. aksine, üslubunu 'bayağı' bulan çok fazla eleştirmen vardı.
    romantik ressamların, rembrandt'ı yeniden keşfetmeleri ise ancak on dokuzuncu yüzyıldaydı. rembrandt'ın 'kaba' boya kullanımını başta vincent van gogh olmak üzere pek çok ressam 'taklit' etti. hatta van gogh, rembrandt'ın son eserlerinden biri hakkında, ''elimde sadece kuru bir ekmek ile bu tablonun karşısında on gün oturabilmek için, hayatımın on yılını memnuniyetle veririm.''
    rembrandt, bugün bile, resmin 'eski usta'sı sayılmaktadır..

    anekdotlar:
    *
    rembrandt'ın en ünlü eseri için, bence, gece devriyesi, berbat bir isim. çünkü amsterdam milisleri, şehri gece korumazlardı. rembrandt yaşarken zaten bu resim, the company of frans bannick cocq olarak biliniyordu. peki o zaman isim değiştirmeye ne gerek vardı?
    efendim, on dokuzuncu yüzyıla gelene kadar, resmin zaten koyu olan gölgeleri; sararan vernik ve yüzyılların getirdiği kirlilik ile iyice kararmıştı. çoğu insan, bu sahneyi 'gece' olarak yorumladı. gece devriyesi ismi de zaten bu insanların genel kanısı olarak resme yapıştı kaldı.
    ikinci dünya savaşı'ndan sonra resim üzerinde özenli bir temizlik yapıldı ve tablodaki kirin büyük bir kısmı çıktı. geriye, çok daha parlak bir resim kaldı. bu da, rembrandt'ın zaten yaratmak istediği izlenimi, çok daha net bir şekilde ortaya koyuyordu.

    **
    albrecht dürer.
    kendi portrelerini yapmaya düşkün bir ressam dendiğinde aklınıza ilk olarak dürer geliyorsa, eh, yanılmış sayılmazsınız. ancak böyle söylerseniz, kendi suretini seksenden fazla kez çizen ve hatta gravürünü yapan rembrandt'a haksızlık etmiş olmaz mısınız? hatta o kadar çok çizmiştir ki kendini rembrandt, bu resimlerde ressamın saçının uzadığını, yaşlandığını, saçının kısaldığını, sonra tekrar uzadığını, gözlerinin keskin bakışlardan baygın bakışlara doğru yol izlediğini, burnunun iyice tümsekleştiğini rahatlıkla görebilirsiniz.
    hatta deli adam, bazen şaşkınlıktan öfkeye, korkudan neşeye kadar pek çok farklı yüz ifadesini de resmetmeye çalışmıştır. ara sıra kendini bir dilenci olarak yahut aziz paul olarak resmettiği de bilinir. ama, çoğu çiziminde, başkası olarak kendini resmediyor olsa da, şüphe götürmez bir şekilde, ''bu rembrandt'' diyebileceğiniz yetenekte çizer.
    mesela 1669'da, hendrickje ve ardından titus da öldükten sonra rembrandt kendini, insan hayatına ve onun beyhudeliğine gülümseyen kadim yunan filozof, demokritos olarak resmetmişti. hırsın boşunalığına acı acı gülümsemesinin dokunaklılığı; demokritos olarak, akıldan çıkmaz bir esere dönüşmüştü.

    ***
    geertge dircx'in rembrandt'a kızmaya elbette hakkı vardı. çünkü kendisini, af edersiniz ama sümüklü bir mendil gibi kenara atmıştı. bu yüzdendir ki 1649'da geertge, rembrandt'ı ''vaadin ihlali'' suçlamasıyla mahkemeye verdi. *
    tabi rezilliği ortaya çıkmasın isteyen rembrandt, kadına susması için para verdi. ama geertge bunu kabul etmedi. davaya bakan hakimler, zorla rembrandt'ı bu kadınla evli kalmaya ikna edecek değillerdi tabi, dolayısıyla, kadına ödeyeceği parayı arttırdılar. eh, bizimki de bu duruma hayli sinirlendi tabi.
    bu sinir hali, rembrandt'a kötü bir plan yapma cesareti verdi. gitti, geertge'nin erkek kardeşiyle bir plan yaptı. erkek kardeş, zamanında geertge'nin vekaletini almıştı. rembrandt da bunu biliyordu ve planlarını bunun üzerinden kurguladılar. bu planla, kadının akli melekelerinin yerinde olmadığını iddia ettiler ve mahkeme, kadını bir ıslahevine kapattı. :(
    geertge, ıslahevinde fahişeler ve evsizlerle birlikte burada uzun süre kalacaktı. beş koca yıl boyunca incil okumaları ve ağır işler yaparak burada 'cezasını' çekti.
    beş yılın sonunda, nihayet tahliye oldu. ilk iş, vekaletini kardeşinden almak oldu. o dönem, rembrandt'ın para durumları çok kötüydü. geertge'ye ödeme yapacak hali yoktu. geertge, daha rembrandt'ın alacaklıları listesine eklenemeden, hayatını kaybetti..
    ressamın mali durumları sebebiyle aşağılandığını, her şeyini kaybettiğimi, köpek bağlasan durmaz bir eve sığındığını göremedi.. yazık. halbuki bundan çok hoşlanabilirdi..

    notingen: beğendiyseniz, benzer entryleri profilimde bulabilir, aklınızdaki ressamı bana sorabilirsiniz. biliyorsam, anlatırım. bilmiyorsam, okur öğrenirim. *
  • kendi karisindan kurtulmak icin akil hastanesine kapattigi soylenir
    yagliboya kullanmaktaki akil almaz teknigi ve rontgen filmi icad olduktan sonra anla$ilan , alta desen cizmeden lak diye resmi boyamaya ba$lamasi kimsenin cesaret kapasitesinde bile degildir.
    kari kismina cok du$kunmu$ rahmetli, pek cok eseri , ozellikle gece devriyesi isimli tablosu masterpiece sayilmaktadir efenim.
    ogrencilerine resimlerini tamamlatmakta nam saldigindan anormal derecede resim kendisine atfedilmi$tir, kimi yerine dokunur dokunmaz bu adamin eli fark edilmektedir cunkum
  • cok bahtsiz adamdir, ilk karisi saskia'dan olan cocuklari sirayla olmus, yetmemis arkasindan saskia'yi kaybetmis, yari acima, yari aliskanliktan evlendigi hizmetcisi adamcagizi canindan bezdirmis, bu arada baska bir kadinla iliskiye girmesi buyuk skandal yaratmis, bu son kadincgiz da vebadan olmustur.

    meslek yasaminin basinda cok hizli bir cikis yapmis, bilumum aristokratlar resimlerini yaptirmak icin kapisinda kuyruga girmis ve boylece genc yasta buyuk bir servet edinmistir. ancak dobra bir adam oldugu, sinif farklarini anlamsiz bulup gerek yasantisiyla, gerek resimleriyle her firsatta dile getirdigi icin aristokrat takimiyla kisa surede arasi bozulmus, kabiz aristokratlarin oyanlamadigi bohem yasam bicimi ve keyfine duskunlugu bunlarin ustune tuy dikmis, kisa surede musterileri kendisinden yuz cevirmistir. eh, tum bunlara musrif yapisi da eklenince rembrandt kisa surede sifiri tuketmis, ucan kusa borclu, sefil bir durumda son nefesini vermistir.

    amsterdam'da su an muze olan evi, donemin en buyuk, en pahali evlerindenmis ve rembrandt'in son derece degerli sanat koleksiyonlari ile biriktirmeyi sevdigi tuhaf, egzotik nesnelerden olusan turlu turlu koleksiyonlariyla doluymus; iflas edince bunlarin hepsi elinden gitmis tabi. muze, daha sonra bu nesnelerin bir kisminin sahiplerince bagislanmasi, bir kisminin hollanda hukumetince bulunup satin alinmasi ile olusturulmus, ama toplanabilen esyalar haliyle devede kulakmis.

    birkac sene once istanbul film festivalinde gosterilen, hatta yanlis hatirlamiyorsam yarisma bolumunde yer alan fransa-hollanda ortak yapimi bir de film vardi rembrandt'i anlatan.
  • en bilinen eserlerinden olan ''dr.tulp'un anatomi dersi'' ilginç ayrıntılara sahiptir:
    -resimdeki gözlemciler, dönemin doktorlarıymış ve resimde olmak için para ödemişler.
    -dr.tulp bir şehir anatomistiymiş, yılda bir diseksiyon yapma hakkı varmış ve bu kişi idam edilmiş bir suçlu olmalıymış. daha ilginç olan bunu doktorun meslektaşları ve öğrencileri dışında, halkın da giriş ücreti vererek izlemeye gelmesi.
    -dr.tulp ööyle kanlı manlı işlerle kesinlikle uğraşmazmış, o yüzden kesici aletleri resimde görmüyoruz, sadece açık bir anatomi kitabı, muhtemelen andreas vesalius'a ait.
    -kas ve tendonları bu kadar iyi resmetmiş 26 yaşındaki rembrandt'ın bunu anatomi kitaplarından öğrendiği düşünülüyormuş. ama 2006'da hollandalı araştırmacılar yememiş içmemiş, resmi aynı pozisyondaki bir kadavrayla karşılaştırmışlar. ve o da nesi!? rembrandt medial epikondile bağlı fleksörleri laterale bağlı göstermiş. ulan adam daha ne yapsın demek istiyorum buradan.

    ve kaynak tabi: wikipedia
  • pera'da eskizlerini görme fırsatına eriştiğimiz ressam. takribi çeyrek a4 kağıdı büyüklüğünde turuncu asitli kağıtlara attığı üç beş çiziği sıra sıra görüp her birinin karşısında "hmm hmmmm"ladık. sigara krizine girip pera'dan adımımızı attığımızda arkadaş "anlamadım." dedi. siktir et dedim, çakmak yolla sen.
  • amsterdam'ın biraz dışında, yaşlı, tanınmış ve saygıdeğer bir hollandalı ressam yaşarmış. ömrü boyunca çok çalışmış olsa da, birkaç resimden ve ulusal müze'de* sergilenen büyük boy tablosu dışında, hayatının ikinci en önemli (tamamlanmayı bekleyen) tablosundan başka bir eseri bulunmuyormuş.

    evet, rembrandt'ın bu trajik hikâyesi, hollanda'da o dönem hâkim olan ve etkisini rembrandt'tan önceki birçok ressam üzerinde de gösteren kalvenci inancın bir sonucudur. bu doktrinin, sanatı teşvik etmemesi, sanatçıların cesaretini kırmış, dönemin ressamlarını kalvenciliğe** karşı mücadele etmek zorunda bırakmıştır.

    “sanat tarihçisi wilhelm valentiner, bir yazısında, ahlakçılık ve aşırıcılık yanlısı olan kalvencilik bağlamında rembrandt ve spinoza'ya dair, mutlaka tanışmış olduklarına inandığı bu iki büyük insanın, "devlet kilisesiyle nasıl mücadele ettiklerinden" bahseder. "rembrandt'ın iflasını açıkladığı ay, o tarihte öğrenci olan spinoza, görüşlerinden ötürü sinagoğundaki hahamlar tarafından aforoz edilir. daha sonra, lahey'deki kalvenci kilisesi konseyi, spinoza'yı kınayan bir bildiri yayımlar. bu olaydan 11 yıl önce, rembrandt'ın karısı saskia'nın* vasiyetnamesindeki bir cümle yüzünden, ressamın büyük aşkı hendrickje stoffels, emirle amsterdam konseyi'ne getirilerek, rembrandt'la "orospu ilişkisi yaşadığını" itiraf etmeye mecbur bırakılır.

    "bir filozof ve bir ressamın ortaklaştıkları nokta, etik sorunlarla ilgili ahlaki kaygılar olmuştur artık. spinoza için bu kaygı daha sonra, "bilinçli ve aşikâr", rembrandt içinse meseller ve kutsal kitap'tan hikâyeleri konu almış olmasıyla, "kısmen bilinçli, daha çok sezgisel" olacaktır.”

    remrandt'ın resimlerini incelediğimizde, bu trajik tecridinin yansımalarını görmek mümkündür. kendi toplumuyla yabancılaşması, etik sorunlar yaşaması, ilk dönem eserlerine hassasiyet ve duygusallık olarak; son dönem eserlerine ise sertlik olarak yansır. kalvenci geçmişin izleri, rembrandt'ın uzayinda, her yerdedir.
  • eserlerinin büyük kısmı sankt petersburg'daki hermitage müzesinde bulunmaktadır.
  • sinemada ışığı, caravaggio ile birlikte etkilemiş yegane ressam.
  • tam da bu cuma gününden itibaren (7 ocak 2007'ye kadar) beyoğlu'nun orta yerinde (bkz: pera müzesi) "rembrandt ve çevresi - desenler" başlığı altında, yapıtlarından önemli bir seçkiyi izleyebileceğimiz ressam.

    rembrandt ve çevresi - desenler sergisi, rotterdam boijmans van beuningen müzesinin rembrandt koleksiyonundan bir seçkiyi izleyiciye sunuyor.

    rembrandt iyi de "çevresi" ne oluyor? dediğinizi duyar gibiyim. rembrandt iyiydi de çevresi kötüydü. ha ha. şaka. hepsi canavar gibi çocuklar. çizmişler, boyamışlar. malumunuz bu yıl ressamın 400. doğumgünü kutluyor. hollandalılar ciddi adamlar (bknz > bu akşamki maçta koeman'ın yüzü), dolayısıyla en ünlü sanatçıları saydıkları rembrandt'ın 400. yaşını bir dizi etkinlikle kutluyorlar. bu etkinliklerle ilgili olarak rotterdam'da açılan sergide, ressamın öğrencilerinin ve takipçilerinin de kimi yapıtlarını sergilemişler. bu konsept aynen pera müzesi'ndeki sergiye de taşınıyor.

    (not: pera müzesi'nin gözümdeki değeri istanbul'daki diğer müzelerden biraz daha fazla olduğu için adeta bir gönüllü elçisi, adeta bir ayaklı bilbordu gibi davranıyorum. ama bir sor neden diye? vakti zamanında yapılan açılış etkinliğinde, mekanın bi' köşesine suşi açık büfesi kurmuştu bu yüce müze. ben ve arkadaşlarım ve dahi o köşeyi keşfetmiş onlarca sanatsever açılış bitip dışarıya çıktığımızda müzenin içinde ne sergilendiğine dair en ufak bir bilgimiz yoktu. hatta palomar suşi büfesinin izleyicinin katılımını bekleyen bir yerleştirme ve şu an müze bünyesindeki tek yapıt olduğu konusunda iddialıydı.)
hesabın var mı? giriş yap