• ahlakin ne kadar goreceli oldugunu ve hatta insanlarin bu konuda ne kadar ikiyuzlu olabileceklerini de gosteren film
  • --- spoiler ---

    film 1740'li yillarda gecer..
    marquis de sade müstehcen ve tabusuz yazilari nedeni ile akil hastanesinde ki diktatör doktorun tepkisini cekmektekdir, o akil hastanesindeyken camasirci kizin vasitasiyla yazdigi müsvetteleri basimevine gönderir ve sürekli kitaplari cikar piyasaya.. durumun anlasildiginda doktorun dayatmasi ve peder abbe'nin istegi üzerine marquis'in mürekkebine kalemine ve ve kagidina el konur.. sarap ve tavugun lades kemigiyle yatak örtüsünde yazilarini aktarmaya devam eder.. odasi tamamen bosaltilir peder abbe'yle aralarinda söyle bir diyalog gecer; " sana bitip tükenmek bilmeyen firtinalarim icin garanti veremem bir bicagi bile citir citir yemek icin bile garanti verebilirim sana, kanim bir nehir gibi bu duygular icin akiyor damarlarimda abbe.. ben cehennemi gördüm genc adam sense okudun"

    tüm dayatim ve baskilara ragmen marquis yazmaya devam eder bu sefer ki ekipmanlari ayna kirigi ve kani olur.. üzerinde ki tüm giysilerde bile romanlarini olusturcak olan taslaklardan kesitler barindirir.. tamamen ciplaktir artik ama camasirci kizin istegi üzerine 3-4 kisilk bir bir grubun aktarmalariyla camasirci kiz bu erotik ve müstehcen ötesi yazilari kagida alir, kiz bu esnada kendisine bu yazilari aktaran kisi tarafindan hunharca tecavüze edilir, timarhane de bir arbede hakimdir, abbe camasirci kiza asikti ve amansiz aci cekmektedir bu hisimla marquis'i cirilciplak hücreye zincirletir ve dilini kestirir.marquis hücrenin duvarlarina kaniyla- ya da diskisiyla- cümlelerini yazmaya devam eder, kan kaybindan vahimlesir abbe gelir marquis'in basini dizlerinin üzerine koyar, abbe;
    "sen sana inanmayanlara, sana deli diyenlere kendi sonsuz inanclarinla cevap verdin" der ve haci öpmesi icin marquis'e uzatir, marquis de sade son dakikasini yasarken bile siradisi bir hareketle haci yutar ve hayata veda eder..

    marquis öldükten sonra, alisilageldigi üzre edebiyatcilarin ilgisini ceker ve cok okunan bir yazar olur bunun üzerine marquis'in ölümü icin cok ugrasan doktor timarhaneye bir basimevi actirir, marquise'in yazilarini yayimlatarak timarhanenin giderleri icin bir fon olusturur kendisine.. abbe ise marquis'in kaderine benzer bir hayat yasar, aklini yitirir doktora göre, timarhaneye tikilir ve kalem, mürekkepten mahrum birakilir..

    --- spoiler ---
  • basrollerinde oscar odullu geoffrey rush, michael caine ve kate winslet'in oynadigi, konusu marquis de sade'in son yillari cevresinde gelisen film..
  • boilly nin woman ironing (1800ler) tablosundan esinlenilerek giydirilen kate winslet, kate winslet ın "önceki filmlerinde süperdi" şeklindeki tavsiyesiyle filme müdahil olan (fakat tesadüfe bak zaten yönetmenin kafasında o varmış) joaquin phoenix, filmi muzip bulan michael caine ve sesiyle, diktesiyle ve bakışlarıyla filme ruhunu veren geoffrey rush ın, doug wright ın marquis de sade ın biyografisinden esinlenerek yazdığı oyunundan senaryolaştırdığı filmin roman uyarlamalarının ağababası stil sahibi auteur yönetmen philip kaufmanca işlenmesi ve ortaya çıkan harikulade filmdir bu film ..` :aynı cümlede 6 kere film demeköncelikle bodurnapolyon`un tahtının altına kamerayı koyarak, oyun oynamış da yorulmuş yaramaz veled misali ayaklarını sallamasını ön planda; yardımcısı ve askerlerini arka planda bırakarak filmin politik söyleminin girizgahını sunar bizlere kaufman .. öncesinde taaa monarşi dönemindeki giyotinlenmiş kafalarla dolu sepetleri ve hakikaten sadist (filmi izlemeden önce ilk akla gelen ve merak edilen) bir insanı cellat formunda sunarak bize tanıştırmış, ve filme bir sürprizle başlamıştır aslında kaufman ( o cellat ın bokuna gelişiyor ve sonlanıyor ya olaylar zaten).. - ve hatta o sahnede camın arkasından görürüz markiyi şöyle bi bakar ve gider yazmaya... sonra filmin bi yerinde der ki: "sen cehennemi okudun bense gördüm" ... cehennem olarak tasvir ettiği apaçık devrim yoldaşları ve karşıtlarının yediği haltlar değil midir (ortalık kana bulanıyo ya yoldaş karşıt farketmiyo aslında) ?.. marquis de sade ı doğuran arka planı tek bir sahneyle seyirciye aktarabilmesi kaufman ı güçlü kılıyor .. film daha sonra tamamen onun kontrolüne giriyor zira.. öl dese ölücek bi hal alıyoruz..,

    ve yine kaufman ın filmlerinde sevdiği karakterlerin psikolojisini anlaşılamaz kılmak için bıraktığı açık kapılar bu filmde de var; madelaine in aslında kimi sevdiğine dair kesin bir yorum yapamamamız gibi .. madelaine marki ye abbe ye ya da atlı aracı ya aşık olabilir .. kadın olması işi zorlaştırıyor aslında, halbuki bir marki, abbe ya da rollery karakteri ne kadar rahat çözümlenebiliyor kadınların yanında..

    filmde grup seks yapan kıza dikkat çekmek istiyorum (kendisi çekmiştir zati dikkati), o kız ve cellat la beraber kaufman acaba hikayeler(ya da her neyse) hakikaten insanları kötü etkileyebilir mi sorusuna cevap veriyor; "hayır ne münasebet kız keyfekeder, cellat psikopat zaten" diyor ve marki yi tamamen masum kılıyor seyircinin gözünde.. tabi burada akla bilimadamının bi kitap okuyup hayatı değişen karısı geliyor, altın kafesteki bülbülü hatırlıyoruz, ama diyemiyoruz ki kız dinine bağlıydı nası yapar zira "bilim" adamı dinini sikiyor inancını yitiriyordu kız uyurkene(metaforik metaforik), kaufman din üzerine yalnızca marki nin konuşmasını istiyor sanki.. dini yericek biri varsa marki dir diyor, bu yönüyle tüm filme marki hakim oluyor ..

    sonlarda "bilim geldi, tanrı öldü, para yeni tanrımız" şeklinde bir açılıma gidiyor film, o meşhur her dönemin kendine göre delisi vardır fikrine rastlıyoruz, matbua dükkanında çalışan/sömürülen deliler (ki eskiden bu tanrısal tedavi yöntemleri-resim müzik vs. iken şimdi insani yöntemler-matbua aleti gibi, olduğunu söylüyor doktor) bi zaman sonra deliliklerini unutup sıradan bir insana - işçiye- makinaya dönüşecek gibi görünüyor (ve başka deliler gelir onların yerine).. sonuçta modern-pragmatist bilime (gerci herkes çıkarı peşinde belki deliler hariç), modern topluma, değişen ekonomiye yönelik eleştirilerini ve tanrıyla ilgili yargılarını (marki -belkide- diliyle/aracılığıyla) ifadelendiriyor kaufman ( hele adamın biri denizin üzerinde yürümeye çalışsa sonra da boğulsa suçlular mısın incilini der ki marki şaşar kalısın rahiple beraber,ne güzel cevaptır o öyle)..
    bilim ve sanayi elele verip marki de sade yi kutsarken izleyiciye ikiyüzlülüğü dikkatle incelemek kalıyor sadece ..
  • konusu..
    çekimleri..
    oyunculuk..
    hepsinın mukemmel guzellikte oldugu fılm..
    joaquin phoenix mukemmel oynuyodu..
    herseyiyle fazla bir film..
  • eğer bir gün hak ettiği ilgiyi görmeyen filmler şeklinde bir liste yapılırsa hiç düşünmeden birinci sıraya koyacağım filmdir. herşeyiyle kusursuzdur.
  • --- spoiler ---

    marquis de sade' nin "mükemmel yazılarım delilerin beyninden süzülüp yazılıyor " dediği sahnede gülümsetmiştir.

    --- spoiler ---
  • marki’nin hayatını yansıtmak söz konusu ise, evet, daniel auteuil'in oynadigi versiyon daha yakındı amaca. oysa quills, herhangi bir hayatın biyografisinden çok, onun dehlizlerine inen karanlık bir filmdi. dediğim dedik bir yorumdu o. dediğim dedikti; çünkü, yanında veya dışında yürüyebilmeye karar vermek için, o dehlizlere benimle birlikte siz de inmelisiniz diyen bir keskinlikle söyleniyordu. bir içsel saltanatın kendisini kuşatıp saran ve başka sultan tanımayan kanlı dayatmasıyla, onun ayaklarının altında bir türlü ezilmeyen, ölmeyen diğerinin çabasız inadı. o ölmedikçe berikinin uyguladığı dikta dozunun azıp taşan, diş bileyen, böğüren ve giderek korkunçlaşan öcünün, şiirsel katliamı.

    kimdi o? “ faşizm, iki insan arasındaki ilişkide başlar.” diyen? ingeborg bachmann’dı yanılmıyorsam. hiç uzatmadan şunu söyleyeceğim. faşizm her yerde vardır. hep vardı ve hep olacaktır. insan ruhunun derinlikleriyle ilgili karanlığı aydınlatamadığımız sürece, yüzünü değiştire değiştire önümüze her zaman ve her yerde çıkacaktır.

    quills'de ben önüne geçilemeyeni sevdim. arkası görülemeyene duyulan o müthiş açlığı, merakı, tutkuyu, çekimi sevdim. o, bir gün, bir yerlerde, küçük bir çiçek tohumu gibi, rüzgarın kucağından düşüveren ve düştüğü toprakta yeşerip, büyüyen yanlış ağacı sevdim: hem tekliğiyle kendine, hem çevresinde kendi doğru konumlarıyla sımsıkı yerleşik şeylere, o hep aynı temiz havaya, o hep aynı yuvarlak atmosfere yaydığı garipliğiyle yıkıcılıktan, zehirden ve sonunda felaketten başka birşey getirmeyen, ama buna rağmen, diğerlerinden çok farklı meyvasıyla ve ona uzanıp yiyenlerin içselliklerinin asla kaldıramadığı hazımsız etkisiyle, yine de bir yerlerde, bambaşka bir gerçeğin bir parçası olduğunu kanıtlayan hep ayakta kalışı, o dimdikliğin cesur kutsallığını sevdim.

    ben olsaydım bu sevgiyi görüntüye, tıpkı öyle geçirirdim. elinden (faşizan bir tavırla) tüy kalemi ve kağıdı alınan bir hücre mahkumuna, her akşam hücresine getirilen bir şişe kırmızı şarapla çarşaflara yazmasını işaret ederdim. şarabı kesilen, çarşafı altından çekilen aynı mahkuma bir kırık cam parçasıyla kanını akıtmasını ve onu mürekkep olarak kullanmasını, çırılçıplak soyulup bir köşeye fırlatıldığında ise dışkılarıyla yazmasını. sonunda, en sonunda uğultulu fısıldaşmalara dönüşen sözcüklerin mutlaka birgün seçileceği gün gelecektir.
  • özellikle ilk yarısındaki göstergelerini ve subliminal referanslarını çok beğendim filmdir. örneğin bir masturbasyon sahnesinin hemen ardından etrafa su sıçratarak hızla geçen bir at arabası, ya da mutfakta havanda bir şey dövülmesine (penis-vajina) yakın çekim gibi ve neredeyse en başından itiraberen her acı anının öncelikle şehvet anıyla karıştırılıyor ya da ayırd edilemiyor olması sade'ın tarzına yapılan çok yerinde göndermeler. film dili açısından kendini aşmış bir eser o yüzden. ama sonlara doğru yan hikayaler biraz sarkıyor, sanki bazı şeylerden vazgeçilse de olurmuş, ayrıca abbe'nin sade'in yerini alması fikri çok hoşuma gitmedi şahsen aslında ironik bir transformasyon olsa da bence filmin güzelliğini bozuyor, çok fazla numara yapmaya kalkıyor plot. yine de inanılmaz oyunculuklar var, film için olabilecek en doğru oyuncular seçilmiş, o yüzden bir casting harikası diyebiliriz. belki başyapıt değil ama insanın aklından kolay çıkmayacak bir film.
  • türkiyede fazla kişinin bilmediği ama izlenmesi gereken bi film.kate winslet güzelliğinde doruk noktadadır
hesabın var mı? giriş yap