• frankopil` kızlarımızın pek beğendiği, manasız suratlı, ruhsuz, karizma yoksunu fransız aktörü.
  • depardieu'dan sonra fransız sinemasının uluslararası alanda çıkarabildiği en parlak aktör zannımca. claud sote'nin o unutulmaz 'ayazda bir yürek' filmindeki keman ustası kompozisyonuyla gönül tahtımıza kurulmuş, bi daha da inmek nedir bilmemiştir.
  • the lost son filminde paso mavi paketli bi sigara içiyordu.. bide somurtmak bu herife çok yakışıyor. ayrıca sekizinci günü de unutmamak gerek.
  • hüzünlü tavırları ile tanınan karizmatik bir fransız aktördür. filmlerinde genel olarak insanlardan kopuk, yalnız kişilikleri canlandırmıştır.
    bu konuda tek istisna olarak kabul edilebilecek filmi, başrolünü gerard depardieu ile paylaştığı le placard isimli komedidir.
    emmanuelle beart isimli güzel fransız aktristle beraber birçok filmde rol almanın yanı sıra uzun süreli bir evlilikleri olmuş, fakat yakın bir tarihte ayrılmışlardır.
  • her fransız filminde oynamaya azmetmiş bir aktördür...
  • robert de niro ve al pacino'ya fizik olarak çok benziyor.ikisine de ayrı ayrı bazı benzeyen yönlerinin
    yanısıra, adam sanki bahsi geçen bu büyük oyuncularımızın mix edilip yandan yemişi.o koca burnunu da
    hesaba katarak çirkin bile diyebiliriz kendisine ancak oyunculuğu ortalamayı düzeltir.
  • imdb, emmanuelle beart'dan nisan1992 doğumlu bir kızı olduğunu söylüyor.
  • daniel auteuil ismini görünce duramadım. yıllardır marquis de sade'yle hiç ummadığım yerlerde karşılaşırım. bazen gün içerisinde, en alakasız, en onulmaz, en geri dönülmez mekan ve anlarda, birden bire içimin derinliklerinden parlak, simli tozlarla bir öbeğin fışkırdığını ve havaya karıştığını görürüm.
    hani, kapalı duran bir çerçeve üzerindeki, küçücük bir kırıktan içeriye dolan güneş ışığının, düştüğü dikey boşlukta kıpırdaşan, hoplayan, neredeyse mikroskopik zerrelerin üzerine konup, o ana kadar hiç de fark etmediğin canlılıklarıyla ve ışığın dışında kalan durgun, sabit nesnelerin gri yüzeyleriyle alay ederek, birden bire gerçeği kalabalıklaştırması gibi. aklım takılır, içim kaşınır, elimde ayağımda ne varsa hepsini bırakır, peşlerine takılırım.
    duyularımın hiçbir zaman bana yetmeyen dünyasından, bu yine aynı dünya içindeki küçücük bir kaymayla oluşan ve beni kimbilir kapının arkasında nasıl bir karnaval var diye heyecanlandıran o küçük ışık(veya göz)oyununa katılırım.

    sadece sarhoş ve fazla duygusal bir izleyici olarak konuşabilirim.
    daniel auteuil’in marquis de sade’si; çırılçıplak ovalarda, upuzun yeleleriyle koşan, duru beyaz at sürülerinin, olağanüstü nal ritmleriyle kulaklarımı doldurduğunu, pürüzsüz bir yumuşaklıkla gözlerimi temizlediğini, boğazımdan içeriye, sert, sıcak, keskin sütleriyle şifalar akıtıp, sonunda beni de sırtlarına katıp, ufuksuz bir sonsuzluğa doğru durmadan ve hiç yorulmadan gitmelerini hatırlatır bana.
  • ağlar da sevince...

    hep terk edilir... unutulur, kırılmıştır, küçüktür, aşık olduğu kadının kurdelasını sol göğsünün meme ucuna kendi elleriyle dikmiştir.
hesabın var mı? giriş yap