• içerisine girmemde etkili olan nedenin kendimle kavgam olduğu, içerisine girdikten sonra bölümle kavga etmekten kendime fırsat ayıramadığım bilerek ve dahi isteyerek tırnak içerisinde "bilim". iyi olan şeylerden herkes bahsediyor. şüphesiz o konuda anlatacak, anlayacak çok şey var. psikolojinin katkısını burada anlatmayacağım. ben biraz farklı şeylerden bahsetmek, bir de eleştiri getirmek istiyorum.bu entry kendini zaman zaman güncelleyecektir. başlarken şu alıntı önemli:

    "psikologlar ve sosyal bilimciler, genellikle, yönetici elit tarafından yaratılan ve sürdürülen kontrol mekanizmalarının (örn. okullar, üniversiteler ve kitle iletişim araçları) bir parçasıdır ve görevleri egemen politik sistemin çıkarları tarafından tanımlanan gerçeklikleri algılamak ve kavramsallaştırmaktır." mehyrar, 1984: 166

    şimdi bu alıntı çok acayip, çünkü aslında bunun üzerine yazılmış kitaplar mevcut. bu, gördüğüm kadarıyla bir bilimin en ciddi şekilde eleştirilerinden biridir. ya da "bilim"in. neresinden başlasam bilemiyorum ama en kaba girişle, psikoloji kapitalist bir bilimdir ve bütünüyle kapitalizme çalışır. hakim kültürel, ekonomik ve politik kurumlar, psikoloji için özellikle önemli olan iki temel probleme neden olur: tatmin edici bir yaşam sürmeye yönelik çabaları yanlış yönlendirir, eşitsizliği besler ve baskıyı körükler. grup ya da bir topluluğa yönelerek, sorunun her zaman birey kaynaklı olduğunu düşünmesinden kaynaklı bir baskıdır bu. bireyi ezmeye, değiştirmeye ve kontrol altında tutmaya çalışır. zaten kolektif amaçlardan ziyade bireyci amaçlar doğrultusunda hizmet eder, özünde olan bir şeydir bu. psikologlar bunu, "bireyleri araştıran bir bilim olarak tanımlayarak ve psikolojinin daha büyük grupları inceleyen bir bilim sosyoloji ve antropoloji gibi disiplinlerle karşıtlığını vurgulayarak savunur. bu açıklama görünürde mantıklı olsa da durumu fazla basitleştirmektedir. bir bireyin neden belirli bir şekilde davrandığını, belirli bir görüşte veya belirli bir hedefler peşinde olduğunu anlamaya çalışan psikologlar kaçınılmaz olarak diğer insanların doğrudan ve dolaylı etkisiyle karşı karşıya kalır." fox ve arkadaşları, 97:35

    -sonuç olarak psikologlar bireysel özgürlüğü ve politik eşitliği destekler gibi görünüp, katılımcı demokrasi ve adalet dağılımı yerine, politik ilgisizliği ve serbest piyasayı tercih eden kapitalist bir demokrasiye rahatlıkla uyum sağlar.-

    burada çok fazla problemimiz var. öncelikle bir metodoloji problemi var. hatta söz konusu olan şey tam olarak psikolojinin "metodolojisist" bir bilim olduğu. ve whig tarihi yazımsal bir hatayla nedense bilimin birikimliliğinin psikolojide tam tersi bir şekilde işlediği. bir bilim dalı olarak kullandığı en sağlam argüman istatistiki veriler. karşınıza sürekli aynı determinasyonlarla çıkılır. ve eğitim hayatınız boyunca size sürekli kuram pompalanır. lisans eğitiminiz boyunca sürekli aynı kuramları öğrenirsiniz. 4 sene boyunca artık çoğunlukla kullanılmadığı, büyük oranda geçersiz olduğu biline biline aynı kuramlar defalarca, tekrar tekrar okutulur. sonra gerçek anlamda bir şey öğrenmek için master yapılır. psikoloji bir süreçtir hiçbir zaman bir yetkinliğiniz olamaz. ben bunu da orwell'ın 1984'ündeki duruma benzetiyorum. bir taraf üretiyor bir taraf üretileni direkt yiyor ki yine üretecek bir şeyler olsun hiç durmasın alt taraf. aynen o şekilde, psikoloji biliminde de bir üst tabaka vardır, onlar psikolojiyi/ve tabii ki ayrılmaz bir şekilde psikiyatriyi yönetirler.

    burada sorunlar çok büyüyor.

    psikoloji tıbbileştirilip, farmakolojikleştirilip daha ihtiyaç duyulan bir alan olsun. insanları ilaçlara mecbur hissettirelim. para para para gelsin. özellikle amerika tabanlı bir bilim dalı olan psikolojide artık ilaç sektörünün etkisi tartışılamaz bile. çocuklukta uyku problemi ile ilerideki uyuşturucu kullanımı arasında korelasyon. hemen çocuklara uyku ilacı verelim, hemen. insanlar buna mecbur hissettirilir, (amerika'daki toplam kadın nüfusunun %10'unun psikotik ilaç kullandığını biliyor muydunuz örneğin. çocuklarda durum çok daha vahim. "ritalin çocukları" dediğimiz topluluk hiç az değil, daha kötüsü bu bir efsane hiç değil.) işin garibi (hayır aslında beklenilen bir şey çünkü psikoloji ve dahi özünde kapitalizm de budur, sürekli yeni bir şey üretir, sürekli pazarlar) psikolojik rahatsızlıklara tanı koyma kitabı olarak bildiğimiz, el üstünde tuttuğumuz dsm her baskısında daha da "hastalıklanır", yeni yeni şeyler çıkartırlar mesela. ve bu hastalıkların çoğu sanayi inkılabıyla gelmiştir, bir kleptomani örneğin. nedense zengin bir kadın bir şey çalıp mahkemede kleptomani olduğunu söylerse bu işler fakat fakir bir kadın bunu dese işlemez, gülünür. bu bir tebaya hizmettir özünde, bir tabakayı kayırmaktır. bunun masumiyeti olmaz.

    hep de batı'ya gideriz biz. doğu'nun da en satılabilir öğelerini alırız ama. pazarlanır böyle insanlara.

    bir başka problem. bir doğa bilimi olmaya aşırı tutkulu olma durumu. varsa yoksa bağımsız değişken bağımlı değişken. hemen bir korelasyon analizi. psikolojinin fizikalleştirilmesi çabası. hemen bir t testi yapalım. bir psikoloji deneyinde, milyonlarca confounding variable bulabilirsiniz isterseniz. her türlü insani ve sosyal etki deney sonucu doğrudan etkileyebilir fakat sizin karşınıza çıkarılan şey her zaman "standart sapma" ve "varyans analizi" olur. bu gerçekten kontrol edilebilir bir şey midir peki, benim onca confound durumuma ve bilinçli organizmaya karşı tek savunmam bir standart sapma kadar mı? evet öyle.

    bir korelasyon analizi mi her şey?

    hiç bitmeyen bir devinim. her makalenin sonunda bir "tabii daha fazla araştırma gerek." (bence ikiyüzlü bir tavırla.)

    ama asıl temamız şu, bunu unutmayı kesinlikle istemiyorum:

    psikoloji bilimi, toplumu iyileştirmek için ne yapıyor tam olarak? elinde neler var? aslında şu da sorulabilir, çünkü psikoloji kendini hep bireysel olarak tanımladığı için ve hiçbir bilim dalında görülemeyecek kadar "apolitik" olduğu izlenimini verdiği için: psikoloji bilimi bireyi ne kadar "iyileştiriyor" ve kime göre iyileştiriyor? buradaki tanı sıkıntısı, buradaki tedavi sıkıntısı çok büyük. neyi tedavi ediyoruz? benim elimde ne var, psikodrama mı? bilişsel psikoterapi mi? psikanalist mi?

    peki ya vakalar?

    peki ya psikologları tarafından suistimal edilen vakalar?

    freud? dora? sybil?

    ve neden bunu sorgulayamıyoruz?

    piaget'nin çocuklarda gözlemlediği sembolik işlev alt-evresi'nin afrika'daki kvaşiorkorlu çocuklar için bir faydası var mı? amerika'daki obez çocuklar için var mı? ben onu öğrenerek ne yapıyorum tam olarak, nasıl bir katkı sağlıyorum? çözüm mü üretiyorum? ürettiğim çözüm nedir, ilaç vermesi için psikiyatriste yönlendirmek gibi mi çocukları?

    sosyal bilmem ne kuramı, sürekli bir kuram, sürekli bir şeyleri adlandırma ve bölme... zihin, bellek, sonra kısa süreli uzun süreli bellek, bölündükçe bölünerek, hiçbir sonu olmaksızın ve dahası (bence) bilerek ve isteyerek hiçbir sona ulaşmanın istenmemesi tam olarak... bir yığın gibi aslında daha çok.

    en başa dönersek eğer.

    bilimin ne olduğu üzerine saatlerce tartışabiliriz. bilim merak kökenli başlıyor diye istediğimiz kadar uzatabiliriz. fakat her bilimsel bilginin kullanıldığı bir alan ve her bilimsel bilgiyi kullanan insanlar vardır, hiçbir şey çok masum değil. sorun burada, psikoloji gibi hassas bir bilimi "kullanan"ların durumu. ve buna boyun eğmişlik hatta bu boyun eğmişliğin farkında bile olmama, sürmesine canla başla çalışma, dahası...

    toplumu psikologlara mecbur hale getirdiler.

    son olarak, korkunç bir şekilde öğrencilere dayatılan dogmatizm ve buna karşı çıkamama durumu, tam istedikleri gibi yetiştirilen bir ouroboros.

    sonsuz bir ouroboros.

    edit: symbolic bazı eleştiriler yöneltti ve ben de buradan cevaplamak istedim, kendisine çok teşekkür ediyorum katkılarından dolayı. şimdi ondan alıntı yaparak ve cevaplayarak gidelim:

    "hangi üniversitedeydiniz bilmiyorum ama ben bu sene 2. seneyi tamamladım psikolojide ve hocalarımın çoğu psikolojiyi salt bilim olarak görme çabasında değil. o çaba içinde olanlar da learning ya da evolutionary alanında çalışıyorlardı zaten. ve hatta birkaçı "bilim mi allasen?" şeklinde yorumlar yapıyor. freud'u yerden yere vuran mı dersin, hepsi var. ve hiçbiri korelasyonu reliable görmüyor haklı olarak, yani zaten korelasyon çok da üstüne düşülen bir metod değil ki psikolojide. sanki öyleymiş gibi yazmanız insanları yanlış yönlendirebilir. en azından benim okulumda bunlar açısından bir dogma yok."

    psikoloji bölümünü iki farklı okulda okudum ve ikisi de hakim paradigmaya hizmet eden anlayışa sahipti, yani bilişsel bakış açısı. bu aslında psikolojinin en tıbbi yönü ve anlaşılabileceği gibi amerika'dan bize gelip yerleşmiş bir anlayış. freud'u benim olduğum okullarda da yerden yere vuruyorlardı, hatta jung'un adı dahi geçmiyordu (ki geçtiği zaman küçümseyen bir endüstri-örgüt'çü hocam vardı, yüzünü ekşitirdi). bu yukarıda bahsettiğim eleştiri aslında tam da bunlara yöneliktir. jung'un "ruhsuz bir ruh bilim yaratılmaya çalışılıyor" öngörüsünün gerçekleştiği zamandayız. benim tam olarak karşı çıktığım şey bu zaten. ama tekrar yukarıda bahsettiğim gibi, hakim paradigma artık psikolojinin bilim olup olmamasını tartışmıyor, psikoloji çoktan bilim oldu, artık bir sosyal bilim değil doğa bilimi olma yönünde ilerliyor.

    aynı noktadan başka bir şey. korelasyonun çok da üstüne düşülen bir metod olmadığı söylenmiş, ama sorun şu: örneğin sosyal psikoloji korelasyon analizi olmadan kesinlikle var olamaz. bunu alt alanlar bazında düşünmek gerek. örneğin bir deneysel psikolog korelasyon analizini neredeyse hiç kullanmayacak, küçük n desenli deney dizayn edecektir.

    bir başka alıntı...

    "bir de t test in sadece deviation'dan oluşmadığını siz de benim kadar iyi biliyorsunuzdur. bunun effect size'ı var homogeniety of variance var. var oğlu var. sadece ondan bahsetmeniz biraz kolaya kaçmak olmuş. sonuçta belirttiğiniz açıkları insanlar önceden düşünmüş."

    güzel nokta. fakat benim aslında t testi diyerek karşı çıktığım şey, bütün istatiksel metotları içeriyor. eleştirel psikolojinin en vurucu noktalarından biri de budur: psikolojinin metodolojist bir bilim değil, metodolojisist bir bilim olma çabası. yani bir analiz yöntemi olarak ister t testi, ister anova, ister manova vs kullanabilirsiniz, benim ve eleştirel psikologların sorduğu şey istatistik biliminin insan psikolojisi verilerini analiz etmek için gerçekten kullanılabilir olup olmaması. insan algılayan, organik bir varlık olduğu müddetçe bu tartışma da devam edecektir diye düşünüyorum.

    bir başkası ve son...

    "bunları zaten bildiğinizi sanıyorum -biliyorum daha doğrusu-, yazmamın sebebi insanlara bu yanları anlatırken psikolojiyi bundan ibaret sanmalarını sağlamış olabilirsiniz. ama bildiğiniz üzere değil. ben de psikolojinin "üretilmiş"liğini farkedebiliyorum ve 2. senem olmasına rağmen reliablility'sinin de pozitif bilimlere oranla düşük olduğunu biliyorum."

    evet bu da güzel bir nokta.

    benim yukarıda yapmış olduğum, aslında tamamen alaniçi tartışmalardan doğan bir şey fakat buraya, örneğin tercih yaparken fikir edinmek üzere gelen öğrenciler için ağır ifadeler olduğu kesin. symbolic'e katılmamak elde değil, düşününce gerçekten korkutucu gelebiliyor. o zaman bir başka entry'de psikolojinin sonsuz güzelliklerini konuşma sözü verelim, bu şekilde tatlıya bağlansın diyor, kendisine de tekrar tekrar teşekkür ediyorum.
  • dünyayı anlatan bilim dalı. insanların birbiriyle olan ilişkilerinde sosyoloji ile beraber ana temelleri inceler. sosyal bilimler içerisinde en ilgi çekicisidir.

    dünyayı yöneten insanların diğer insanlara karşı daha üstün bir duruş sağlamasına yardımcı olan bilimdir aynı zamanda. bu alanı kullanmayı bilen ve bundan gerektiği gibi yararlanan kişiler toplumları yönlendirme yeteneğine sahiptirler. insan psikolojisini çözen kişi, insanların arzularını ve isteklerini kendi isteği doğrultusunda, karşısındaki kişinin isteğiymiş gibi bir paket içerisinde, yönlendirmeyi arzuladığı kişiye sunabilir. bu nedenle çok önemli bir çalışma alanıdır ve günümüzde bu alanın herkes tarafından en azından temel bilgi olarak bilinmesi gerekir.
  • lisans eğitimi için hep sorunlu insanlar tarafından tercih edilen bilim dalı. biraz dikkatle incelediğinizde kolaylıkla farkedebiliyorsunuz bunu.
    majör depresyon geçirdikten sonra okumaya geleni var. bipoları var, borderlineı var, histriyoniği var, mitomanı var, bulimiği var. ne ararsan var.
    ben bu disiplinin çok dışındayım bilmiyorum. eğer yanılmıyorsam psikozlu birini bile tanımış olabilirim yine bu bölümde okuyan.
    hiçbir şeyi yoksa en iyi ihtimalle nevrotiktir iyi bakın. nevrotik değilse okb'si falan vardır, belli etmiyodur.
    okumaya değil kendini tedavi ettirmeye gelmiş resmen, "ay dışarda ne para vericem evde daha güzelini yaparım" diyen kızlar gibi. zaten hayatımda bir kişi tanıdım neden psikoloji okumak istediğine dair makul bir açıklama yapabilen, o hakikaten temiz. bir sorunu yok şimdilik.
    akademikler bunu bir incelemeli bence, nasıl oluyor da hepsi bir araya gelebiliyor ve biz zavallı danışanlar ruh sağlığımızı kimlere emanet ediyoruz?*
  • ygs'nin açıklanmasıyla psikoloji tercihi yapmak isteyenler için biraz da iş imkanı hakkında bilgi vermek istediğim bölümdür. daha önce şurada bir şeyler yazmıştım:

    (bkz: üniversite tercihi yapacaklara tavsiyeler/@silverleaf)

    ve psikolojinin genel bir eleştirisi: (#40984313)

    daha önceki yazımda da söylediğim gibi, bundan 3 sene önce ben bölüme girdiğimde psikoloji iş imkanı çok büyük bir alandı fakat o sıralar devlet öyle bir politika güttü ki bütün felsefe, pdr ve sosyoloji mezunlarını psikolog diye bir yerlere atadı. bu bir.

    ikincisi.

    psikoloji çok popüler bir bölüm, malum. ve özel üniversiteler bunu tabii ki kaçırmadı. sayılarla konuşursam:

    2006’da türkiye’de 10 devlet üniversitesinde, 6 özel üniversitede psikoloji bölümü vardı.

    şu an türkiye’de 13 devlet, 47 özel üniversitesinde psikoloji var. evet aynen doğru duydunuz, 47.

    üçüncüsünde olay gitgide daha vahim oluyor:

    yök, psikoloji bölümlerinin çok istendiğini bildiği için bütün okullarda kontenjan arttırımına gitti. ve bunun da kılıfını buldu: ingilizce ve türkçe programlar açarak. örneğin bugün ege üniversitesi (9 eylül de olabilir, ikisinden biri) 90 türkçe, 90 da ingilizce öğretim öğrencisi alıyor. yani bir senede 180 mezun veriyor. ama tabii ki üniversite kadrosu yetersiz olduğu için bu iki bölüm de birlikte ders alıyor. bu sadece bir üniversite için, dikkatinizi çekerim.

    ve bu üniversiteler sürekli mezun pompalıyor.

    tüm bunlar ışığında geldiğimiz nokta tam olarak şu:

    sürekli çılgınca mezun veren bir bölüm olup çıktık. ve şu, kesin bir şekilde yüksek lisans istiyor bu bölüm. bunu bölüm dışı birine nasıl anlatacağım bilmiyorum ama bu bölümde “bir şey” olmak istiyorsan, not ortalaması yapmak zorundasın.

    peki tüm bunlar ışığında elimizde ne var: psikoloji altlalanları çok geniş bir bölüm. müthiş bir potansiyeli var. en yakın arkadaşlarımdan biri (kadın) spor psikoloğu olmak için can atıyor mesela. trafik psikoloğundan tut adli psikoloğuna kadar çok alanlı, zengin bir bölüm.

    psikoloji genellikle hukuk’la birlikte gider eşit ağırlıkta. benim çevremde öyleydi yani hep. iibf’ler, siyasal bölümleri ayrılır, geriye hukuk tercihi ve peşinden psikoloji tercihi gelir. (burada kafayı iyice yiyorum, hepsi hakkında söyleyecek çok şeyim var ehehe)

    sonuca geleyim.

    tm ağırlıklı gidersem: bugün psikoloji iş imkanı bakımından iibf bölümlerinden on kat daha iyi bir halde. zaten artık iibf bölümlerini belli birkaç üniversite okumadıktan sonra hiçbir anlamı yok. eğitim fakültesi tercih meselesidir. ben türkiye gibi bir yerde eğitim fakültesinde verilen eğitime kesinlikle inanmıyorum. bunu da sonuna kadar tartışırım, tartıştım.

    umarım yardımcı olmuştur biraz.
  • sosyal psikoloji kısmı çok fazla ilgimi çeken bilim dalı.

    hatta herkes bir ucundan okumalı.
  • daha önce hakkında bir şeyler yazmıştım, bu bölüme eleştirel bakmaya çalıştığım: (bkz: psikoloji/@silverleaf) buna devam edeceğim ben çünkü benim için, daha önce de yazdığım gibi, sürekli bir mücadeleye dönüşmüş gibi oldu bu. her an bir şey dikkatimi çekiyor. biraz da "üretilen" psikolojik rahatsızlıklardan bahsetmek istiyorum.

    şimdi birkaç ufak örneğe bakacağız beraber. bu dönem gelişim psikoloji'si kitabımdan alınmış bir hastalık tanımına eleştirel gözle bakmaya çalışalım. (kitabın adı, life-span development "yaşam boyu gelişim", yazarı john w. santrock)

    öncelikle şu. diyor ki, öğrenme güçlüğü çeken çocuk, (bu arada burası erken çocukluk, yani 4-7 yaş arasından bahsediyoruz) konuşma ve yazma dilinde zorluk çekebilir filan. lütfen fotoğraftaki paragrafın geri kalanını da okuyun.

    aynı gelişim çağında görülen 3 temel öğrenme bozukluğu var:

    disleksi, disgrafi, diskalkuli.

    disleksi, okuma ve heceleme becerilerindeki bozukluk.
    disgrafi, el yazısından görülen bozukluk. bu hastalığa sahip olan çocuklar yavaş yazarmış, ortaya çıkan yazı okunaksız olurmuş, imla hataları yaparlarmış.
    diskalkuli de matematiksel işlemlerde çekilen zorluk.

    bunların hepsi tanımlanmış bir şekilde tanı kitabımız dsm'de mevcut. resmi olarak "bozukluk" diye geçiyor.

    bunlara baktığım zaman gördüğüm tek şey, ben dahil çevremdeki herkesin çocukken bu hastalıklardan muzdarip olduğu. hatta inanır mısınız, bende hala diskalkuli var, matematik özürlüyüm çünkü. hatta matematikten kaçarken yolum buraya düştü bile denilebilir.

    iğrenç derecede kötü yazıları olan abim ve kardeşim kesin disgrafik. bunları şaka yollu olarak söylesek her şey çok kolay olurdu ama çocuklar bu tanıları alıyorlar ve bu tanılar yüzünden ilaç tedavisi görüyorlar. ilaç tedavisi konusu çok uzun. oraya sonra geleceğiz.

    şimdi bir başka ekran görüntüsü. yine bize okutulan kitaptan aldım bunu. şurada

    bu paragraf, aynı yazının devamı. diyor ki, öğrenme güçlüğünün nedeni henüz tam olarak belirlenememiştir ama magnetik bilmem neler kullanılarak yapılan bilmem neler falan filan.

    şu gördüğünüz paragraf, bilimsel olarak nasıl yalan söylenilir'in anlı canlı kanıtıdır esasında. orada mri yönteminin olmasının tek nedeni de işin içine bilimsel bir şeyler katılması. teknik olarak, beynin hiçbir lobu ya da bölümü, sadece tek bir şeye odaklanmamıştır. görsel korteksimiz olarak bilinen oksipital lobumuz bile görme işini tek başına yapamaz. bu paragrafta da ne deniliyor, "tek ve belirli bir bölümüne bağlı olmadığını göstermektedir." geçiniz efendim bunları, geçiniz. beynin yapısı itibariyle zaten böyle bir şey mümkün değildir. ama parantez içinde verilen görkemli akademik çalışma göndermelerine bakarsak bu denilenlerden çok etkileneceğimiz kesin. (burada bir parantez açmak istiyorum. psikoloji'yi anadilde okumak tam bu noktada çok önemli. size bir şeyleri anlayabilmeyi ve eleştirebilmeyi sağlıyor. burası ingilizce olsaydı ne yapacaktık? psikolojiyi ingilizce okumak, psikoloji alanında ingilizce bilmek çok önemli ama ben anadilde eğitimi savunuyorum, kimse kusura bakmasın. her neyse.)

    özünde, hiçbir şey demiyor bize.

    öğrenme güçlüğü dediğimiz şey için elimizde hiçbir canlı kanıt yok ama biz hemen biyolojik faktörlerden şüpheleniyoruz çünkü bir şeyin biyolojik olması, daha doğrusu bir rahatsızlığın biyolojik olması, otomatik olarak ilaç tedavisini zorunlu kılar. kimyevi bir şey katar işin içine.

    bugün, ilaç şirketlerinin tıbbi hastalıkları türetmesi şu şekillerde olur:

    *bazen az bilinen bir hastalığa dikkat çekilir.
    *bazen eski bir hastalık yeniden tanımlanır ve yeni bir isim verilir.
    *bazen de yepyeni bir hastalık türetilir. (v. parry, ‘bir hastalığı markalaştırma sanatı’, mm&m, mayıs 2003, sf.43)

    en temel hastalık satış stratejilerinden biri, insanların genel rahatsızlıkları algılama şeklini değiştirerek «doğal süreçleri» hastalıklara dönüştürmektir. insanlar, daha önce belki sadece küçük bir sıkıntı gibi görülen kellik, kırışıklıklar, cinsel sorunlar gibi dertlerin tıbbi müdahale gerektiğine ikna ediliyorlar. (j. coe, ‘yaşam tarzı ilaçlarının genel görünümü, 2008’, ibid, sf.43) yoğun reklamlar ve iki yüzlü bilinçlendirme kampanyaları, sağlığına dikkat eden sağlam insanları endişeli hastalara çeviriyor. ufak sorunlar ciddi hastalıklarmış gibi resmedildiğinden, utangaçlık sosyal anksiyete belirtisi sayılıyor. işyerlerinde dikkati dağılan çalışanların ise artık dikkat eksikliği sendromu isimli bir hastalığı var.

    hastalık tanımlarının birçoğunda, sağlıklı ile hastayı birbirinden ayıran çizginin nereden çizileceği konusunda büyük belirsizlikler var. normal ve anormali ayıran sınır genellikle son derece esnek. bu sınır ülkeden ülkeye, hatta zaman zarfında değişiklikler gösteriyor. hastalığı tanımlayan sınır ne kadar geniş çizilirse, potansiyel hasta havuzu o kadar geniş, ilaç üreticileri için satış yapabilecekleri pazar da o kadar büyük oluyor. günümüzde bu sınırı çizen uzmanlar ellerinde ilaç şirketleri kalemleriyle toplantıya oturuyor ve her toplantıda sınırı gittikçe daha da genişletiyorlar.

    başta da dediğim gibi, yazacak çok şey var, ben sadece bir kısmını yazdım. kaynaklar, alıntılar parantez içinde verildi.
  • bambaşka bir bölüm mezunu olsam da yüksek lisansını ve doktorasını deliler gibi yapmak istediğim bilim dalı.
  • daha önce hakkında çok şeyler yazdım, özellikle üniversite tercihi yapmayı düşünenler için: (bkz: üniversite tercihi yapacaklara tavsiyeler/@silverleaf) ve (bkz: psikoloji/@silverleaf) (belki az daha ayrıntılandırmak açısından: (bkz: #41930845) ve (bkz: #42132197)

    şimdi tüm bunlara kısa bir ek yapmak istiyorum. psikoloji'yi ingilizce okumakla alakalı bir şeyler.

    bu bölümü 1 sene ingilizce okuduktan sonra türkçe'ye geçmiş bir insan olarak, yeni okulda ilk derste anladığım ilk şey şuydu: "ben hiçbir şey öğrenememişim."ciddi bir şekilde panik yapmıştım çünkü hoca bir şeyler soruyordu ve konuşamıyordum, bildiğiniz konuşamıyordum. burada bir parantez açayım. konumuz, psikoloji'yi ingilizce okumayı savunanların "ama literatür dili ingilizce" argümanları. baştan söyleyeyim, amacım bir kavga vs başlatmak değil. sadece çok problemli bir durumdayız. sorunlar şunlar:

    1. sen o literatürü okumadıktan sonra o literatür dilini biliyor olmanın hiçbir anlamı yok.
    2. sen o literatürü anlayamadıktan sonra o dili biliyor zaten sayılmazsın.
    3. bizzat psikolojik araştırmalar, bir dili anadil seviyesinde algılamak için küçük yaşlardan itibaren başlamak kaydıyla en az 7 sene o dilde eğitim görmen gerektiğini söylüyor.

    yani türkiye şartlarında çıkıp "ben bunu ingilizce okuyorum ve bunları tamamıyla anlıyorum" diyebilecek babayiğidin harcı %1'i geçmez. onlar da kreşten beri sağlam bir ingilizceyle büyümüşlerdir vesselam.

    ingilizce okumaya düşman değilim. ama psikoloji bir iletişim dilidir. bir anlaşma bilimidir aslında. anlamak ve anlaşılmak üzerine kurulu olan bir bilimdeysen, dersleri terim ezberleyerek geçebilirsin ama psikolog olarak yetkinliğini ben sorgularım. herkes sorgular. çünkü ne olursa olsun, ben böyle bir bilimin anadilde okunması taraftarıyım.

    çünkü ingilizce okuduğun zaman, örneğin, freud'un ne dediğini ezberlersin. ego nedir, id nedir, superego nedir bunları açıklayabilirsin ama freud'un bir metnini tam olarak anlayamazsın. sadece kavramlar üzerinden gidebilirsin içeriğin bomboş olur. kavramları net bir şekilde söyleyebilirsin ama bunlar hakkında konuşma kabiliyetin olmaz. (en azından benim olmamış. şimdi net bir şekilde görebiliyorum.)

    aynı zamanda ingilizce olduğu zaman o kavramları ezberleme telaşı insana bambaşka bir yük getiriyor. (ki şunu tartışalım: kavramları ezberlemek bazen kavramları gerçek anlamda bilmekten çok daha önemli oluyor bu eğitim sisteminde.)

    tabii burada türkçe'deki çeviri kıtlığı, çevirilerin kalitesizliği, çevirilerin bariz yetersizliği ve belki de -bazen- yanlılığı sorunları çok büyük. başta da dediğim gibi literatür dili ingilizcedir burada.

    çünkü kendi argümanıma şöyle cevap veriyorum bu sefer: ingilizce okurken, ingilizce kitap okumaya fırsat kalmıyor. onunla mücadele ederken insan bıkıyor, bunalıyor, zaten çoğunlukla vakti kalmıyor. yine başta yazdığım gibi o literatürü okuyamadıktan sonra o literatür dilini bilmenin hiçbir anlamı yok.

    aslında bu tartışmaya çok açık bir konu ve belki de çoğu sosyal bilim için geçerli, ben tarlaya tohum atayım konusu git gide açılır diye umuyorum. ne tarafından çekseniz elinizde kalıyor biraz. o yüzden ucu açık bırakarak şunu söyleyeyim: bölümü türkçe okuyup, fakat ne yapıp edip ingilizce'yi de çok iyi bir şekilde bilecek seviyeye gelinmeli. bölümü türkçe okumak anlamak ve anlatabilmek için önemli, ingilizce bilmek ise kendini geliştirmek, daha iyi anlamak daha iyi anlatabilmek için.

    daha önce de dediğim gibi bu konu da sonsuz bir ouroboros. yine de konuşulmadık şey kalmasın isterim.
  • bi de buraya o zaman;

    (bkz: #42532245)
  • bu bilimin en garip tarafı, belirli normlar ve ideal kalıplar oluşturup, o kalıplara uymayanların psikiyatri servisinde tedavi edilmesi gerektiğine karar veriyor olması. bu hakikaten çok garip bir yaklaşım. her farklılık tedavi edilmeli midir gerçekten? tek bir doğru mu vardır doğada, hep iki kere iki dört müdür? bir van gogh tablosuna baktığınızda ne düşünüyorsunuz? massive attack'ten 3d'nin normal bir insan olduğunu düşünen var mı? octavarium sizce mantıklı kafanın yazacağı bir parça mı?

    kapitalist düzen, insana bir yol çiziyor. yolda asıl amaç yaşamak için çalışmak değil, insan doğasının tam tersine çalışmak için yaşamak, yani makineleşmek. insan psikolojisi belirli zamanlarda o yoldan çıkmak isteyebiliyor, sıkılıyorsun, bunalıyorsun, bırakmak istiyorsun. dizilerde, reklamlarda, televizyonlarda hep mutlu insanlar var, sen o mutluluğa erişmek için hep çalışırken daha da mutsuz hissediyorsun. geçici, kısa, maddi zevkler peşinde koşuyorsun ve bir gün yanlış yolda gittiğinin farkına varır gibi oluyorsun. yoldan çıkıyorsun.

    düzen bu noktada seni kara koyun ilan ediyor. yoldan çıkmaya niyetlendiğin anda herkes üzerine çullanıyor, 'neden böyle ki, bi psikoloğa görün istersen?' psikoloğa gidiyorsun, ilgisiz ve isteksiz, alabildiğine plastik, suni bir muhabbet, iki analiz, arkasından psikiyatr servisi, ve ver elini antidepresan şekerler.

    ufak haplardan almayan kaldı mı? peki gerçekten kaçımızın bunlara ihtiyacı var? travma geçirenleri, gerçekten major depresyon altında olanları bunun dışında bırakıyorum, toplumda hakikaten bu kadar insanın depresyon ilacı kullanıyor olması mantıklı mı?

    yapabileceğiniz en mantıklı şey içine kapanık olarak hayatınıza devam etmek, yoldan çıktığınızı mümkün olduğunca gizlemek. zira psikoloji bilimi hepimizi ruh hastası ilan etti. şerit değiştirdiğiniz fark edilirse ufak haplardan alacaksın ve seni sen yapan tüm özelliklerin kaybolacak. gülümseme, yaratıcılık, farklılık... efendisinin dediğini harfiyen uygulayan bir makina kalacak geriye.

    van gogh, tedavi edilseydi tamamen, mucize şekerlemelerle 21. yüzyılın ideal insanına evrilseydi, o tabloları çizebilir miydi?
hesabın var mı? giriş yap