• "öfke, anlık bir delilik; sen onu kontrol edemezsen, o seni kontrol eder." horatius

    kıskançlıktan gözü dönen dejanira'nın, herkül'ü öldürmek için verdiği zehirli gömleği herkül'e getiren lichas'ın hayatına mâl olan duygudur. lichas'ı tuttuğu gibi denize fırlatan herkül'ün öfkesini taşta ölümsüzleştiren antonio canova'nın 1795-1815 yılları arasında yaptığı "herkül ve lichas" heykel grubu:
    ~ görsel
    ~ görsel
    ~ görsel
    ~ görsel
    ~ görsel
  • öfke bir nevi lavabo açıcıdır. muhatabını bulursa tıkanıklığa iyi gelir.

    en yaygın yanlış anlaşılma öfke ve fiziksel şiddetin neredeyse bir tutulması. öfke ve şiddet arasında bir ilişki var evet, öfke şiddetli bir duygudur ama bu her zaman fiziksel şiddet değildir. bu güzelim duyguların, böyle kaba saba eylemlerle bir tutulması öfke dediğimiz patlayıcının yakıcı, yıkıcı ve etkileyici gücünü görmemizi zorlaştırıyor.

    yapıcılık ve uyum gibi daha bütünleştirici kavramlar genellikle yüceltilse de yeri geldiğinde doğru yönlendirilmiş öfkenin yoldaki taşı kaldırmaktan farksız olduğunu düşünüyorum. sevgili sözlük ben bazen taşın etrafından dolaşmak istemem, ben taşı ortadan kaldırmak isterim. takdir edersiniz ki yolumuzu uzatan ve karşılaştığımızda bize nanik yapan bir taşın da orada durmasına eyvallah demek, bazen kerizlikten başka bir şey değildir.

    8 yaşındaydım ve dandik internet oyunlarından birinde bir tünelde kazarak ilerliyorduk, sonra karşımıza büyük bir taş çıkıyordu ve onu dinamitle patlatmak zorundaydık çünkü kazma kürek orada işlemiyordu. öfke bu dinamittir işte; patlarken ses çıkarır, kısa bir süreliğine her şeyin kendisini görmesini sağlar ve yolunuzu açar.

    öfkenin numarası da şiddetli şeyin hangi yönde ve hangi araçla kullanılacağına karar vermekte yatıyor. her önüne gelen taşı sağa sola savuran bir hanzo olun demiyorum ancak öfke gibi tıkanıklık çözen bir gücü hissetmemek, hissetmemek için sürekli kendini zorlamak hele hele en kötüsü ise uzlaşma, anlayış, alçakgönüllülük gibi kavramların öfkenin karşısına koymak tam anlamıyla kişisel eziyet ritüelidir. kendimizi kırbaçladığımız manastırlardan çıkarsak ve elimizdeki bu keskin aletin nasıl kullanıldığını öğrenirsek dünyanın bir adım üstüne çıkacağız.
  • otuzuncu yaşımın bitmesine dört ay kaldı. kendi hesabımca, on iki yaşından beri sigara içen ve düzenli alkol kullanan biri için kabaca yolun tam olarak yarısına geldim sayılır.

    bilincim oluştuğundan beri sürekli olarak istemediğim şeyler yaptım. yaptırıldı demiyorum, ben yaptım. bana bunları istemeyeceğim hiç sezdirilmemişti, ben de istediğimin bu olduğunu sanıp büyük bir iştah ve şevkle koştum biçok şeyin peşinden. daha ilkokul bitmeden sınavlara hazırlanan, o yaş grubundaki herhangi bir çocuğun bisküvi yeme hızından daha yüksek bir hızla problem çözen mutlu bir robot olarak büyüdüm. sınavı kazanamadım. tekrar denedim, bu sefer ortaokulu bitirmiştim. lise sınavlarını kazandım, yetmedi arkasından üniversite sınavlarını kazandım. doymadım üniversiteyi bitirdim. bunların hepsini ne yaptığımı, neden yaptığımı bilmeden yaptım. ailem tarafından bana verilmiş bir görev, yüklenmiş bir misyon vardı ve ben sorumluluk sahibi olmak zorundaydım. sorumluluk sahibi oldum ve lisans diplomamı aldım.

    önce sevdiklerimin bana bakışı değişti. ben sadece adımdan ibarettim, beni "mühendis oğlum" diye sevmeye başladılar. "şefim" diye saygı gösterdiler. kendimi bir sike derman sandım. hayatıma giren kadınların hakkımdaki ilk görüşleri facebook veya orada burada anlattığım absürd şantiye hikayeleridir, başımda baret yokken neye benzediğimi, ne düşündüğümü bilmiyor büyük kısmı. arkadaşlarımla ne zaman bir çay kahve içmeye çıksak "oğlum şu cemal formeni anlatsana allah aşkına bak, falancalar bilmiyor" derler. anlatırım, fazla naz niyaz sevmem.

    rahat yaşamak için verdiğim emeklerin sonunda yıllardır günümü gecemi tozun toprağın, itin köpeğin arasında şantiye sahalarında geçirir oldum. o kadar uzun zaman geçti ki daha şimdiden çalışmaya başlamadan önce neleri severdim, neler yapardım, sosyal alışkanlıklarım neydi, hobilerim nelerdi.. unuttum.

    sabahın altısında kalkıyorum, akşam eve döndüğümde ayaklarımın ve sırtımın ağrısından bazı akşamlar ağlayacak gibi oluyorum. sağ kulağım sürekli telefonla konuşmaktan hiç durmadan sıcak ve çınlayan garip bir organa dönüştü. başım istisnasız ağrıyor, hep sinirliyim. annem çamaşır askılığının bölmesini (tahminimce astığı çamaşırlarım çabuk kurusun diye) daha dik bir açıya getirmiş, dün gece bu yüzden sinirden köpürdüm. halbuki askıdaki çamaşırları al, askılığı düzelt sonra da yeni yıkadıklarını as. toplasan üç dakika sürmez bir iş.

    ailemden ayrı yaşıyorum, bir artı bir evim kira. ev eşyalarının borcunu bitirene kadar bir yıl çırpındım. sonra da kredi çektim ikinci el on yaşında bir araba aldım ayağım yerden kesilsin diye.

    maaşlar yatmıyor. kredi kartım borç içinde, bok var gibi kullanıyoruz bu kartları. aslında hepsini kapatmak lazım. her ay bu günlerde bankalardan mesaj yağmuru başlıyor. "borcunu ödememeniz durumunda takibe gireceğimi" nazikçe hatırlatıyorlar. gücüme gidiyor. bu kadar yıl uğraştık, çalış debelen sonra da dandik bir otomatik mesaj sana ufak ufak aslında batmış olduğunu hatırlatıp dursun. allahtan ev sahibim çok iyi bir insan, bir gün olsun arayıp kirayı sormuşluğu yok. utancımdan telefonunu açamazdım adamın.

    düşündükçe çeşitlenir. bu tanıdık hikaye belki yaş grubum arasında en olumlu tablolardan bir tanesi. evlenip para harcamamak için dışarı çıkamayanlarımız, iş bulamayanlarımız, atanamayanlarımız, iyi kötü sonunda bir iş bulup sabahtan akşama kadar mobbinge maruz kalanlarımız, kazandığı parayla ailesine bakmak zorunda olanlarımız, maaşı aylarca yatmayanlarımız, tazminatları inandığı her şeyini siktiğimin şerefsiz patronları tarafından hiç edilenlerimiz, sağlık sorunlarıyla boğuşanlarımız, devletin üniformalı katilleri tarafından öldürülenlerimiz, sokak ortasında taciz edilip bütün hayatları mahvolanlarımız, sevdiği insanla sevişmeye utananlarımız, ailesi tarafından terkedilenlerimiz, sevdikleri tarafından aldatılanlarımız, arkadaşları tarafından sırt dönülenlerimiz, bu amına kodumun toplumunun bitmek tükenmek bilmeyen baskıları yüzünden hayattan gram zevk alamayanlarımız, sokakta yürürken bir anda patlayan bombayla ölenlerimiz, itin birinin arabası tarafından çarpılanlarımız, devlet tarafından dolandırılanlarımız..

    saymakla bitmez derya deniz bir insan yığınının öfkesi birikti içimde. yıllar yılı contası gevşemiş bir musluktan damlayan sinir bozucu bir su şıpırtısı gibi. şıp, şıp, şıp, şıp... tesisatın bir yerinde tıkanıklık var gibi geliyor, bu artık sadece damlarken çıkardığı sesle sinir bozmakla kalmıyor. birikiyor. biriktikçe yıllardır yarattığı sinir bozukluğuyla, öfkeyle, böyle bi ülkede yaşamaktan nefret ettirmekle birlikte usul usul boğmaya başlıyor. bilincim ne zaman açıldı bilmiyorum ama artık kapalı. su ayak bileklerimde mi yoksa boğazımı çoktan aşıp beni boğdu mu, bilmiyorum.

    öyle bir öfke ki dışarıdan görülmüyor, sezilmiyor. sürekli şekil değiştiriyor. bir sabah uyanıp mutsuz hissediyorsun, ertesi gün öfkelisin, bir sonraki gün keyifsiz. önceleri böyle şeyleri sadece yazmakla yetindiğim için kendime kızardım, insanlara neden neler hissettiğimi anlatmadığım için kendimi sorgulardım. artık anlıyorum ki böyle şeyler anlatılmıyor. o kadar bıkkın ve bunalmışız ki anlatmaya çalıştığın anda ya bi yerden futbola bağlanıyor yada geyik muhabbetine. insanlar farkında olmadan bunları konuşmaktan, bunlarla yüzleşmekten içgüdüsel bir şekilde kaçıyorlar. yarım saat konuşamazsın böyle şeyleri. dertleşmek, artık insanların mecalinin olmadığı eski bir halk geleneği. bunun yerine kafelerde, barlarda geyik muhabbeti yapıp ilişkilerden, iş yerindeki şeften amirden, haftasonu kimin kime koyup yerleştireceğinden bahsetmek daha revaçta. "kafamızı dağıtıyoruz" sanırım, şimdilerde moda böyle. en fazla belki rakı sofrası kurup üçüncü dubleden sonra biten aşklardan, kimi ne kadar sevdiğimizden, kimden ne biçim de okkalı bir kazık yediğimizden bahsediyoruz. kadeh fotoğraflarımızı instagram' dan "rakı is the answer" veya #rakı #dostlar #efkar diye paylaşmayı unutmuyoruz.

    geniş, ağaçlarla dolu yemyeşil bir bahçenin ortasında beş metre zincirle kulübesi önüne zincirlenmiş bir köpek kadar neşeliyim ancak.

    bir kırabilseydim şu zinciri, koşabilseydim şöyle hiç sigara içmemişim gibi.
  • eğer insan ruhu bir soğan gibi katman katman ise öfke bu katmanların en dış kabuğu olabilir; en dıştaki bu kabuk soyulduğunda insani hüznün ruhsal acıdan suçluluğa, borçluluktan yalnızlığa kadar uzanan binbir türlü hissedişi kendini göstermeye başlar. öfke hissi iyi bir koruyucu kalkan olabiliyor. fakat bu kalkanı indirmeden, soyulmaya istek göstermeden öfke katmanı giderek katılaşıyor, sertleşiyor ve içeriyle dışarıyı iletişimsiz hale getiren bir nasıra, ölü bir deri parçasına dönüşebiliyor. uzun süre umursanmadığında ruhsallığı felç eden ruhsal bir deriye dönüşen öfke, nasırlaşmış bir dış katman.. tıpkı uzun süre ilgilenilmemiş, bakım yapılmamış bir elin ya da ayak tabanının nasırlaşması gibi..koruyucu ama ölü bir üst deri..yaşayan ama dışarıyı hissedemeyen bir ruhsallık..belki de yaşayabilmek için içeriyle dışarının arasındaki bağları koparmak zorunda hissedişimizin bir ifadesidir öfke.. ne ölü ne de diri, sadece öfkeli.
  • hakkında konuşamadığın ve serbest bırakamadığın öfke özellikle bağırsak bölgesinde kendisini hissettirir ve insan çaresizce o öfkeye tutunur. devamında bilirsin ki öfke o bölgede sınırlı kalmaz, diğer organları adeta yemeye başlar. fiziksel karşılığı olan bir histir bu. her şeyi içinde tutan insanın makus sonunu hazırlar. bunu kimse anlamaz, anlamak istemez ve çoğu zaman öfken ile baş başa kalırsın.
  • öyle bir zırhtır ki, kuşandığınızda, ne sevgiyi geçirir ne merhameti.
  • yanlis kararlar vermemeze neden olan hiddet ten ayri tutulmasi gereken bir olgudur ofke. ofke bilincli, ve sistematik dusunceye izin verbilen bir insan tepkisidir.
    japonlar der ki:
    "ofke elimizde tuttgumuz kizgin bir tasa benzer, onu tasiyarak ancak kendimize zara veririz".

    peki ben ne dedim? :

    "evet, ofke elimizde tuttugumuz kizgin bir tastir, ve kafasina indirilmek uzere muhattabini bekler. "

    kizgin tas elimizi yaktikca bize o tasi neden tuttugumuzu asla unutmayacak, muhattabinda olusturacagi hasar i dusundukce sabah uyandigimizda elimizde tutup isindigimiz yumurta gibi isimizi isitacagiz, elimiz ve yuregimiz kosele oluncaya kadar uygun ani bekleyecegiz. .

    (bkz: bazen deli bazen sevimli ama sevecen bir serseri)
  • genellikle ikincil bir duygudur. endişe, değersizlik, yetersizlik, utanç gibi birincil duygulara sekonder olarak gelişir. psikoterapi sürecinde öfkeyi ele alırken muhakkak birincil duygu ortaya çıkarılmalı ve asıl duygu çalışılmalıdır.
  • içten yanmalı zihin açıcı.
  • "acı der ki; yıkıl."

    öyleyse öfke der ki; yık!
hesabın var mı? giriş yap