• uzun zamandır hakkında yazmak istediğim ama yeterince iyi bir üslubu bulamadığım için sürekli yazmayı ertelediğim ama artık istediğim kadar iyi olmayacağını bilsem de yazmaya karar verdiğim kişi. büyüyünce ne olmak istiyorsun diye eskiden sorarlardı şimdi büyüdüğümü zannederek pek sormuyorlar. sorsalar nurdan gürbilek olmak istiyorum derim. edebiyatı ve kültürü onun gibi hem tikelliği, kendine özgülüğü içinde hem de toplumsalın içinde görebilen ve bunu yapabilmek için en uygun tür olan denemede karar kılan birisi. içi boş evrenselcilik ile kısıtlayıcı yerliciliğin ikisine de prim vermeden ikisinin de aslında aynı sürecin ürünleri olduğunu göstererek geliştirmiş olduğu bir düşünce üslubu var. bize özgü olanın aslında bize özgü olmadığını, her yerde geçerli olanın da aslında her yerde farklı biçimler aldığının farkında. vitrinde yaşamak durumunda olanların yer değiştiren gölgesini takip etmeyi kendisine ev ödevi bilmiş kötü çocuk türk. biliyorum yeterince anlatamadım ama bilge karasu'dan alıntılayarak edebi metinler için söylediğini onun için söyleyerek bitireyim:"bir sözcüğe ne kadar yakından bakarsanız, o kadar uzaktan dönüp bakacaktır size." nurdan gürbilek için de geçerli bu. onu okumam onun yazdıklarını aydınlatma çabası olduğu kadar, onun üzerinde gezinen gölgeyi, onunla aramızda ister istemez var olacak uzaklığı anlamlandırma çabası.
  • geç keşfettiğim çok zeki bir kadın. ev ödevi kitabından;

    ''ne taşralı ne de şehirli olarak büyür memur çocukları. babasının tayin olduğu kasabaların prensleri, prensesleridirler. döndükleri şehrinse taşralısı olmaktan hiçbir zaman kurtulamazlar."
  • oğuz atay'a dair yazdıklarından bir alıntı:
    ...
    "atay'in kisilerinin bugün bize en yakin gelen özelliklerinden biri, hayat karsisinda beceriksiz, "hayatin acemisi" olmalari. tutunamayanlar'da selim isik, tehlikeli oyunlar'da hikmet benol, düsünmekten yasamaya firsat bulamamis, "hayat bilgisi"nden yoksun, bu yüzden de zihinlerindeki dogrularla birlikte evde kalmis, çocuk kalmis kisilerdir. hersey çok önceden belirlenmis gibidir: "kitap kurdu, bos hayaller kumkumasi, hayatin ciliz gölgesi" selim çocukken ne futbol takimina girebilmis, ne sinif mümessili olabilmis, ne korkularini yenip çocukluk askinin pesinden dut agacina çikabilmis, ne de büyüdükten sonra,kötü yasarim korkusuyla hayata dahil olabilmistir. hikmet'in içindeki çocuk da, "yasamadigi için büyümemis"tir. o da selim gibi düsünmenin kurbani gibidir: erkeklerin pijama ve terlikle dolastigi, duvarlarina takvim asilan evleri gülünç buldugu için kendine bir hayat kuramamis, sahte olurum ya da kötü yasarim korkusuyla hiç yasamamis, bir kere böyle düsündügü için baska türlü düsünememis, sirf öyle söyledigi için bütün hayatini "kelimeler ugruna" harcamistir. içlerinden bir tek "eyyamgüder" turgut özben beceriklidir: duraklara en kisa yollardan çikabilir, dolmusa herkesten önce binebilir; erken yasta, ögretmenin gözüne girebilmeninin bagirarak siir okumaktan geçtigini kesfeder; ama o da bu beceresini, "hayat pasosu"nu selim'i anlamaya çalistikça kaybedecek, bir "deliler treni"nde bir istasyondan digerine dolasmayi seçecektir. o halde bir kader birliginden söz edilebilir: bilinç insan hayatin disina itecek; beceriksiz, tutuk, acemi ve islevsiz kilacaktir. atay bu yasantiyi acikli bir dille, tutunamamaktan yakinarak ya da tutunamayanlari hor görenlere, onlari gülünç duruma düsürenlere öfke duyarak -bir tür unutkanlikla, aci çekenin disinda herseyi unutarak- anlatabilirdi. ama bunu yapmiyor; bir sey geri çekiyor atay'i; oradaki tutuklugu, beceriksizligi abartmayi, daha komik, daha kirilgan, daha korumasiz kilmayi seçiyor. tehlikeli oyunlar'da hikmet, hayattan kaçip sigindigi gecekonduda, kendisi gibi yasamasini bilmeyenler için büyük bir boslugu, "hayat kadar büyük bir boslugu" dolduracak yüzlerce ciltlik bir "hayat bilgisi" ansiklopedisi çikarmayi tasarliyor. bir insanin günlük hayatta yolunu bulmasi için bilmesi gereken her sey; soyunurken nasil bir sira takip edecegi, pijamalarini nasil katlayacagi, "bakkal riza'ya gitmek meselesi" dahil günlük hayatta karsilasabilecegi bütün durumlar ayrintilariyla, mümkün olan bütün çözüm yollari aydinlatildiginda kimse kararsiz kalmayacak, kimse kendini yalniz hissetmeyecek, kimse delirmeyecektir. kitaplardan edinilmis bilgiden, kitabilikten, bilincin karsiliksizligindan, zihinde kurulana tekabül eden bir gündelik hayat olmamasindan kaynaklanan yalnizlik, bu kez bu soruna da karsilik verecek dev bir kitapla asilmaya çalisiliyor. bir türlü hakim olunamayan günlük hayata dahil olmanin, sürekli bir korku kaynagi olan esyayi denetlemenin tek yolu, hayati hep bir hayat bilgisi kitabina danisarak, bir talim olarak yasamaktan geçecek: kapinin kilidi iki kere çevrilmeli, anahtarlar vazonun içine konmali, dis firçasi yikandiktan sonra lavabonun kenarlarina vurularak sulari silkilmeli, sevisirken iyi oluyor, iyi oluyor diye tekrarlamali, tabiati sevme talimleri yapilmali... hikmet'in yaptigi gibi: "bütün kötülükler dalginliktan çikiyor. insan nerede oldugunu, ne yapmakta oldugunu her an bilmeli. mesela sen simdi kahvedesin dedim kendime, çayini içtin dedim, parasini ödeyeceksin dedim. disarida yagmur yagiyor, sen yagmurun dinmesini bekliyorsun. mevsimlerden sonbahardir ve içindeki bu yavas hüzün sonbahar yüzündendir. ilkbahar olsaydi böyle hissetmezdin. mevsimlerin degistigini gözden kaçirmamalisin. kahvede oturup sevgi'ye gidecegini durmadan düsünüp, sonra da çayini parasini verip vermedigini bilmez bir duruma düsmemelisin. hizla kapidan çikip, yürümege karar vermis oldugun halde yalinayak otobüse binmemelisin. hiçbir zaman, birdenbire kendini bilmedigin bir yerde bulmamalisin. bütün kötülükler hazirlikli olmamaktan doguyor."
  • "her çocuk er geç aynı şeyi yaşar: bir zaman gelir, onun için ev olmaktan çıkar ev. ne erken çocuklukta olduğu gibi keşfedilecek bir dıştır artık, ne de dış dünyaya karşı sığınılacak bir iç. tam olarak ne zaman yaşarız bunu: evin dışarıya karşı bir sığınak olduğu kadar bir engel de olduğunu farkettiğimiz an mı? evin geçici, ana babamızın güçsüz, ölümlü olduğunu sezdiğimiz an mı? yoksa evin bize bir iç dünya bağışlarken aynı zamanda büyük bir iç sıkıntısı da verdiğini, bir iç dünyası olmanın bedelinin bu iç sıkıntısı olduğunu fark ettiğimiz an mı? "

    demiş kişi.
  • 1986'da o otuz yaşındayken tanıdığım yazar. (yaşını hiç göstermeyen bir delişmen kızdı.)

    o zamanlar anabritannica'da çalışıyordu.

    önümüzdeki yıl metis'cilere söyler, arar, buluşurum, tanımış olmanın otuzuncu yılını kutlamak için gözlerinden öperim... (yaşarsam.)

    imza: metis defter'den başlayarak sadık okuyucusu.

    .

    edit:

    2016'da, anabritannica'nın 30. yıl yemeğinde, gene yaşını göstermeyen delişmen bir kadın olarak oradaydı.
  • yıllardır ısrarla oğuz atay, ahmet hamdi tanpınar, tezer özlü, bilge karasu, vüsat o. bener etrafında dönüp durmasından ve hala yaşayan (ve kendisinin kaleminden okumayı feci bir merakla beklediğim) bazı mühim yazarlara fazla rağbet etmemesinden kelli hafif bir serzenişte bulunmayı kimileyin aklımdan geçirsem de, onun sakin ve naif görünen ama fikir açıcılığı, analiz yeteneği ve anlatım becerisi kıstaslarında yüz ton gücünde olan yazılarını okuma zevki bulunca kitaplarını tekrar tekrar öpüp başıma koyasım gelir.
  • dönüp dönüp, okuyup, evmiş gibi, evimdeymiş gibi hissediyorum. yeni okumaya başlamış bir çocuk gibi büyüleniyorum cümlelerinden, tespitlerinden.
  • mükemmel eleştiri yazan bir edebiyatçı. türk edebiyatının belli başlı eserlerini, benim görüşümce öyle bir açımlar ki, yeniden doğmuş gibi olur eserler gözümde.

    malumdur türk edebiyatçılarının en çok okuduğu isimlerin başında berna moran gelir. bir diğer ikisi de benim için jale parla ve nurdan gürbilek'tir. ancak ne acıdır ki, oturup ciddi hafif farketmez ne yazsam elimin altında olan bu isimlerin her üçü de ingiliz dili edebiyatçısı aslında. düşününce türkiye'de özgür düşüncenin nasıl ket vurulmuş bir şey olduğunu anlıyorum aslında. belki çok iddialı bir cümle olacak ama nedense ingiliz edebiyatçıları ya da karşılaştırmalı edebiyat disiplininden gelenlerin, türk dili edebiyatı öğrencilerine göre daha hırslı, daha donanımlı, teoriye daha hakim olduklarını her zaman gözlemledim. belki de sorun, gerçekten bu teori kısmıyla ilgilidir. yabancı dil eğitiminin türkiye'deki genel yetersizliği, yalap şalaplığı bizleri teoriyi gerçekten anlamaktan yoksun kılıyor. hadi bunu geçtim, türk dili edebiyatçılarına lisans sırasında adam gibi teori öğretiliyor mu? ya da gerçekten okuduğunu anlayıp, parçalayıp sonra da kendi yazısında tekrar birleştirmenin yöntemleri sunuluyor mu? sanmam. heralde varsa yoksa kaç tarihinde kim ne yazmıştı.

    e tabi ondan sonra, türkçe edebiyatı da ingiliz dili edebiyatçıları çözümler.
  • jale parla ve berna moran geleneğini en güzel devam ettiren, onlardan farklı olarak daha spesifik konularda denemeler yayınlayan harika bir eleştirmen. kitaplarından çok şey öğrendiğim nadir eleştirmenlerden ayrıca... bakış açısı şaşırtır insanı.
  • tüm kitaplarını okuduğum halde hakkında yazmayı sürekli ertelediğim yazar. yazar tanımının ötesine berisine ne desem eksik kalacağı için sıfatlar koymadım. hayran olduklarınız, izinden gitmek istedikleriniz hep zorlar. diliniz sürçecek, yanlış bir kelam edeceksiniz endişesi taşırsınız.

    edebiyat okuyanlar üniversitelerimizin hal-i pürmelalini bilir. edebiyat tarihçiliğinin ötesine gidemeyen, geçmişin tekrarını yapmakta beis görmeden yeni kavramlar ortaya koyamayan bir yapı arz eder. eleştiride zihin hep aynı şekilde çalıştırılır ve geleneksel yapı bozulmadan yeni bir anlayış inşa edilmez, izin de verilmez (idi) özellikle kavram üretme ve karşılaştırma yoluyla değerlendirme yapma biraz walter benjamin, lacan, adorno, deleuze'yle yeni türk edebiyatını tanıştıran nurdan gürbilek (orhan koçak hatta defter dergisi) sayesinde olmuştur.

    akademisyenlerin ciddi üsluplarını bertaraf eden, eleştiriye samimiyet getiren isimdir. bu nedenle okurları olarak onun deneme kitaplarını çok sevdiğimiz bir yazarın yeni romanını bekler gibi sabırsızlıkla ve heyecanla bekleriz.

    kelimelerin hakkını veren, yeni izahlar, yeni bakış açıları getiren, kendine has kavramları olan (bkz: taşra sıkıntısı) (bkz: mağdurun dili) (bkz: bastırılmışın geri dönüşü), hayata baktığı pencereye hepimizi sığdıran, çektiği fotoğrafı çok iyi ifade eden -evet daha fazla dayanamayacağım- muhteşem bir yazardır kendisi.

    göle baktığınızı düşünürken sizi okyanuslara çıkarır nurdan gürbilek. bir kitaptan ötekine, bir yazardan başkasına, karşılaştırmalı edebiyatın nasıl olacağını öğreten, bir yazarın tüm kitaplarının tahlilini tek bir paragrafla en net biçimde yapan, başka bir yazarın çocukluk fotoğrafında elinde tuttuğu kitaptan yola çıkarak bir dönemi resmeden bir yazar. kıymeti bilinmeli.

    benim için edebiyatın aynı yöne dönen ibresini değiştirmiş kişidir. ters yöne de dönmüyor, durmadı da. sorularla çoğaltmamı / çoğalmamı sağladı. iyi ki var.
hesabın var mı? giriş yap