• edebiyat tarihi ve özellikle amerikan edebiyat tarihini ba$li ba$ina tutku haline getirmi$ birbirine spiral bir uyumla bagli bu romanlar üclemesi, ucu bucagi belirsiz bir labirentin giri$i gibidir. tam bir edebiyat tutkunu dehanin elinden cikmi$ bu ücleme, dahiyane ve nefes aldirmayan göndermeleriyle okurun edebiyati yeniden ke$fi icin sunulmu$ olaganüstü bir nimet bana göre. üc roman icin dedektiflik ya da krimi roman tarzinin secilmi$ olma nedenini bu tarz romanlarin ideal anlatimda en sade ve en etkileyici tarz olmasi, her cümlenin ve hatta her kelimenin kendine haiz bir önem ta$imasi gerekliligi nedeniyle yazari en yüksek performansa sürüklemesi $eklinde acikliyor paul auster. gercektende tüm sadeliginin icinde ürkütücü bir gerilimle okuyucu ku$atan belirsizlik ve kusursuz bulmaca örgüsü kitap okunduktan sonra dahi uzunca bir süre zihinlerden silinmesinin önüne geciyor. krimi roman tarzinin en belirgin özelligi olan protoganistin (ana roman karakteri) yaptigi gözlemler ve ara$tirmalar neticesinde aldigi görevi tamamlamasi ya da olayin sirlarini aciklamasindan ziyade, karakterin kendi kaderini yansitip ortaya dökmesiyle kendini ke$fedi$inin belirsizligiyle biten her üc romanin formu insan kimliginin temel sorulari ve problemlerini ortaya dökmek olarak $ekilleniyor ve bu noktada post modern bir $ekle bürünüyor. her 3 romanin ele aldigi konulara bakarsak girifit bir kurgunun ayri gibi duran parcalarindan ibaret oldugunu görürüz. bana göre new york üclemesi tam olarak bir yazarin yazar olma serüveninden cok ötelere gidebilecek kompleksilige sahip bir eser olsa da benim en cok üzerinde durmak istedigim temel tema bu olacaktir. yazarlik serüveninde bir yazarin kendini ke$fedi$ süreci. her esere yüzeysel bir gözattigimizda kar$imiza tutkuyla anlatilmi$ 3 edebi eser ve roman karakterlerinden, olay örgülerine kadar bu romanlarin göndermeleri cikar. ilk roman olan city of glas ´ta don quijote , yaraticilik ve cilginligin hangi sinirla birbirinden ayrildigi sorusunu soruyorken, ghosts ´ta henry david thoreau nun hayaleti bir ömrü yalniz gecirerek, bir manastir rahibi gibi kendi icine dönerek ya$amanin anlamini ve bu ya$am tarzinin birlikte getirdigi tehlikeleri carpici bir flulukta belirtirken, son roman the locked room tamamiyla nathaniel hawtorne´nin ( ki kendisi ilk romani olan fanswahe i cok genc ya$ta yazmi$ ve ticari ba$arisizligindan sonra edebiyat dünyasina belirli bir mesafe koymu$, hatta satilmayan kitaplari kendi elleriyle yakmi$tir ve eserlerinin cogu öldükten sonra yayinlanmi$tir) hayatina bir göndermeden ibarettir. önemli olan bu 3 kitapta kullanilan isimler ve roman karakterleriyle paul auster´in yazarlik serüveni arasindaki bagdir. cünkü benim tespitim paul auster bir edebi saygi duru$undan ziyade korkunc derecede kendini etkileyen bir edebi ve felsefi serüveni de belirli kodlarla bu romanlarina ta$imi$ ve amerikan edebiyat tarihinin önemli bir döneminin ana karakterlerini romanlarinin ya yan karakteri ya da ba$ karakterleri olarak secmi$tir. özellikle son iki roman locked room ve ghosts´ta ki göndermelere kisaca bir göz attigimizda bir dönemin en önemli felfesi grubundan isimleri cok acikca görebilmekteyiz.

    öncelikle ghosts romaninda ele aldigi henr david thoreau´ya ait walden adli roman ve yazili$ öyküsü ile black ve blue adli iki karakterin benzer öyküleri arasindaki bag bize transcendentalism in kapilarini acar.
    "transcendentalism, salt kabul ettiğimiz gerçekliği bir yana bırakıp insanın mevcut duyularını kullanmadan, daha üst bir gerçeklikle karşılaşabileceğini savunan felsefi bir düşünce akımıdır. doğa'nın herşeyin üzerinde olduğunu kabul eder ve insanın doğayla birlikte yürümeyi başardığı zaman inanç üstüne, tanrı üstüne, gerçek kabul ettiği herşeyin üstüne çıkacağını savunur. o ana kadar kabul ettiğimiz hiç bir gerçek, gerçek değildir." (#11354390 ) bireysel farklarin ve hatta yer yer radikalle$en transdantalist yazarlarin eserlerinde ana kahramanlar toplumun ve ali$ilmi$ kaliplarin di$ina cikarak, metafizik bir kendini ke$fedi$ süreci ve bu sürecin akabinde bir yikima ugramaya ba$ladilar. bu olguyu o dönemim romantik transdantalistlerinin eserlerinde rahatca gözlemek mümkündür. buradan auster´in transdantalist anlayi$in izdü$ümünü tüm roman karakterleri üzerinde deneyimledigini tahmin etmek hicte zor olmasa gerek. ilk roman city of glas´ta belirsiz bir süre kahramanimiz david quinn kendisine görev veren evi o süre zarfindaki, biz bunun aylarca oldugunu tahmin edebiliyoruz, bir defa bile kapisini tiklatmadan gözlemlemi$ (transdantalist yalnizlik ve kendini ke$if süreci) ve kendi gercekligini sorgulamasi gerekliligi korkusundan olsa gerek evin ve icinde ya$adigi olaylarin gercek olduguna adinin ba$ harflerini aldigi don quijote gibi inandirmi$tir. kendi yarattigi kurmaca da kendisinin bir kurgunun rolünü oynadigini ke$fetmesinin belirsizligiyle roman sonlanmi$tir. benzer $eyleri cervantes´in de yaptigini görüyoruz. don quijote eserinde tipki cagda$i william shakespeare gibi cevremizde gercek olan ya da hayal olan nedir sorusunu sorarak idealizm ve realite arasindaki cati$mayi merkez tema olarak oturtmu$, sadece duyulara degil kelimelere de insanin artik güvenemeyecegini, sadece isimlerin bile iki anlamli olabilecegini (peter stillman´in isimler hakkindaki örneklerini hatirlayiniz) dillendirmi$tir. okuyucu bu nedenle ku$ku icinde kendi kahramaninin yüksek erdem sahibi bir idealist mi, yoksa delinin biri mi oldugu konusunda kafa kari$ikligina sürüklenerek roman bitirilmi$tir. ayni tecrübeyi city of glas bize film noir karanligini aratmayacak flulukla cok güzel $ekilde ya$atiyor.

    ghoststa ise ünlü transdantalist henry david threau nun hayatina öykünme durumu ve yalnizlikla kendini ke$fedi$ sürecinin dinamikleri üzerine kurulu bogucu bir atmosfere yayilmi$ bir kendini izleme öyküsünü sunuyor okuyucularina auster. izleyen ve izlenenin yalnizliginin ayni ve tek olmasi olgusuyla, kar$ilikli olarak konumlari degi$tirme yoluna giderken aslinda izlenenin izlettirenin ta kendisi oldugu cikarsamasiyla okuyucunun dimaginda bir bulmaca pratigi yaptiriyor yazar. her ne kadar öykü de isimler blue ve black gibi kodlanmi$ olsa da bana tamamen henry david threau´nun ralph waldo emerson´a ait arazide kendi yaptigi kulübü de iki yil yalniz ve olabildigince basit ya$ayarak hayatini idame ettirme ökyüsünün yeniden de$ifre edilmesi gibi geldi. yalniz ya$ama söz konusu olsa da ; waldo´nun malikanisinden cok uzakla$madan bunu yapmasi tam bir kopu$un olmadigini, yalnizligin tehlikelerinden onu kurtaracak bir gözlemciyi etrafinda hep tutmu$ oldugunu gösteriyor. cünkü yalnizligin tehlikeli arenasinda izlenen ki$i olarak izleyenin kendisinin yalnizligina sahip oldugunu bilmektedir henry. ayni $ekilde black´te yalnizligini blue´ya izllettiren ki$i (kimligi belirsiz white) olarak sunmu$ ve realizmden gitgide uzakla$manin penceresinden kendisini gözetlemesi görevini vermi$tir. blue´nin black´i gözetlemesi gitgide kendi icine dönmesine ve baki$larini kendi ruhuna kaydirmasina yol acmi$ ve yalnizligin bogucu dehlizinde kendi benliginin yikimini ke$fetmi$tir. "gönüllü yoksulluk diyebileceğimiz üstünlük sağlayan bir konum dışında, hiç kimse insan yaşamının tarafsız ve akıllı bir gözlemcisi olamaz." sözleriyle henry david´in walden kitabinda dile getirdigi temel cözümlemeyi, auster black araciligiyla blue üzerinde gercekle$tirirken yine bir edebiyat serüvenini didik didik etmenin keyfini cikariyor ghost romani boyunca ve biz okuyuculara ormanin (walden) yalnizliginin $ehrin icice gecmi$liginde ya$anilmasinin deneyimini sunuyor. aslinda ghost romanini yine walden eserinden $u $iir cok güzel bir $ekilde acikliyor:

    "ormana gittim
    çünkü bilinçli yaşamak istiyordum
    hayatı tatmak ve yaşamın iliğini özümsemek istiyordum
    yaşam dolu olmayan herşeyi bozguna uğratmak için
    ve ölüm geldiğinde aslında hiç yaşamamış olduğumu farketmek için"

    the locked room kitabina geldigimizde ise nathaniel hawthorne adli ünlü transdantalist grubumuzun bir üyesiyle daha kar$ila$iyoruz, hatta hikayenin ba$ kahramaninin o oldugunu görüyoruz. fanshawe adli romanin yazari, yine kendi romanin ismiyle canlandirilmi$ olarak kar$imiza cikiyor. hawthorne´un bowdoin college egitimi sirasindaki deneyimlerine dayanan roman ilk kez yazarin kendisi tarafindan cok genc ya$inda yayinlaniyor, fakat pek ilgileri üzerine cekemiyor. bu ticari ba$arisizligindan sonra tüm satilmayan kopyalari yakarak yok eden hawthorne´nun bu eseri ölümünden yillar sonra bir kopyasi bulunarak yeniden basiliyor. ilginc olan kismi ise karisi sophia tarafindan böyle bir kitabin kopyasi kendisine gösterilmi$ olmasina ragmen kocasi hawthorne tarafindan yazilmadigini öne sürmü$ olmasidir. the locked room ise fanshawe romanina ait bu edebi rivayetin paul auster karakterlerince canlandirilmasina dayaniyor. ce$itli romanlar yazip hic yayinlamayan fanshawe karakteri, bir gün ortadan kayboluyor ve tüm aramalara ragmen bulunamiyor. bundan önce karisina bu yayinlanmami$ romanlarin en iyi arkada$i, $imdilerde bir yazar olan arkada$ina götürülmesini istedigi icin yillar sonra anlatici karakterimizin cocukluk arkada$i ve unuttugu en iyi dostuyla bu kitaplar ve genc güzel karisi sophia araciligiyla yeniden tani$masinin öyküsünün perdelerini araliyoruz. kitaplar yayinlandiginda fanshawe´in ölmedigini, ama hicte ya$amadigini anlayacagi bir mektup aliyor ve sophia ve cocuguyla yeni bir hayat kuruyor. ama kitaplarin sati$ ba$arisiyla fanshawe ile anlaticinin ayni ki$i oldugundan süphelenilmesinden dolayi, vicdan borcu olarak bir biyografi eseri kaleme almayi planliyan anlaticinin, bu seferde fanshawe´in gecmi$inde yolculuguna taniklik ediyoruz. ama bu taniklik karisinin aslinda fanshawe´in gecmi$ine gidildikce daha cok canlanmasindan korktugu icin fanshawe´i inkariyla sorgulamalara dönü$üyor ve okuyucu fanshawe yoksa sorulariyla, yine varolmanin gercek ve hayal arasindaki cizgisine cekiliyor. hatta fanshawe´in gecmi$ini ara$tirirken anlatici ve ayni zamanda fanshawe´in en iyi arkada$i city of glas romaninin peter stillman junior karakterine, kendini herman melville --- ayni zamanda gercek hayatta hawtorne´un en iyi arkada$larindan bir yazardir-(bkz: moby dick)----olarak tanitip onun gercek fanshawe oldugunu idda etmesi ve pe$ine dü$mesinde yine city of glas romaninda ya$anilan ayni kurgulamacanin burada da uygulandigini görüyoruz. burada yikim sophia´nin tam inkariyla tekrar minimuma indirilip, ana anlatici karakter belirsizliginden kendi ya$amina döndügünde uzunca bir süre kapali kapilar ardinda olanlari sorgulamadan ya$iyor ve fanshawe´in son mektubuyla onun varligina dair gercekligi ölcebilmek adina onunla görü$meye gidiyor. kilitli bir kapi ardinda gercekle$en bu görü$meden sonra eline kirmizi bir defter geciyor sadece. anlamsizligin paradoksunu en sicak renkle ku$atmi$ bu defter auster´in sonucszlugunda aslinda döngünün sonuc oldugunu kanitliyor ve edebiyat serüveninin özeti oluyor.

    auster´in ayni hikayelerin farkli boyutlardan yansimasi oldugunu belirttigi bu üc eser edebiyatin tükenmek bilmeyen tadini her kelimesinde sakladiklari icin bu yaziyi hakediyordu ve daha güzelini hakeder.
    eline saglik diyorum paul auster.
  • paul auster'in, neredeyse, tüm kariyerini, üzerine oturttuğu amerikan romancılarına, amerikan şairlerine, amerikan romanlarına, amerikan roman kahramanlarına bir resmi geçit verdirdiği romanı. ingilizlerden aldığı takviyeleri de tabii ki unutmamak gerekir.

    city of glass:

    edgar allan poe: william wilson, arthur gordon pym, auguste dupin
    herman melville: moby dick
    henry david thoreau
    milton (ingiliz): yitik cennet
    lewis carroll (ingiliz): alice harikalar diyarında
    jonathan swift (ingiliz)
    daniel defoe (ingiliz)

    ghosts:

    walt whitmann: çimen yaprakları
    henry david thoreau: walden
    ralph waldo emerson
    nathaniel hawthorne: wakefield, fanshawe

    the locked room:

    nathaniel hawthorne: fanshawe
    edgar allan poe: kuyu ve sarkaç
    hermann melville: moby dick
    robert louis stevenson (ingiliz)

    auster, bu arada, cervantes, montaigne ve baudelaire'den hatta herodot'tan bahseder. bir alman yazarın adını anmaz.

    edit: matbaa hatası
  • edebiyattaki yazar, okur ve karakterlerin geleneksel rollerini sorgulayan, bunları iç içe geçiren, dedektif hikayesini yapıbozuma uğratan paul auster'ın ilginç eseri. geleneksel rollerde yazarın yarattığı karakterler hikaye örgüsündeki rollerini takip ederek iyi planlanmış bir finale doğru hareket ederken, okur da yazar tarafından manipüle edilen pasif bir konumdadır. ancak burada işler değişiyor, paul auster çok ilginç ve hayranlık uyandıracak bir işe soyunuyor. auster burada yazar olarak karakterlere ve okura özgürlük veriyor, hikayenin ne olduğuna, nasıl gelişeceğine ve biteceğine onlar karar veriyorlar. daha da ötesi yazar hikayenin içine giriyor, karakter yazar olmayı seçerek hikayeden ayrılıyor ve okura sonsuz ihtimaller havuzu gösterilerek belirsizlik içerisinde çözebilirse bütün parçaları birleştirmesi bekleniyor. quinn önce daha iyi bir yazar olmak için dedektif kılığına bürünüyor ve virginia stillman'dan işi alabilmek için dedektif olan paul auster gibi davranıyor; burada hikayenin karakterinin paul auster'ın kimliğine bürünmesi özgürlüğünü kazanmasının bir metaforu oluyor. sonra quinn hikaye içerisinde bir yerlerde yazar olan paul auster'a karakter olarak rastlıyor. quinn şairlik yeteneğini keşfederek şiir yazmaya başlıyor. karakter bir yazar olmayı seçiyor ve kendisi için yaratılan dünyadan kaçarak sayfaların dışına atlıyor. fakat hikaye durmuyor. okura da birleştirilmesi gereken parçalar ve aslında bütün gizemin ne olduğuna dair düşünmek kalıyor; okur hikayedeki dedektif oluyor. okurun, yazarın çizdiği bir rota olmaksızın parçaları birleştirmesi gerekiyor.

    paul auster'ın yazar kimliğinden sıyrılmak için hikaye örgüsünü ve karakterlerin tercihlerini olabildiğince simültane (rastgele, fazla düşünmeden ve kendiliğinden) belirlediğinden gizemin altından rasyonel bir mantık çıkarmak için kasmamanızı öneririm. burada paul auster'ın büyük çerçeveden değil de olabildiğince mikro düzeyde hikayeyi işlediği ve bu sayede maksimum serbestliği sağladığı söylenebilir.
  • yalnız yaşayan ve biraz da hayal gücüne sahip olan bir kişi tarafından okunduğunda kendine bakışı değiştirecek olan üç kitap
  • bu kitaba dalip gitmek yeni cikislar kesfettiriyor hakikaten de insana *. sikici gecen ilk kitap, cam kent sonrasinda bir solukta okudugum hayaletler kendime göre tezat olustursa da, kilitli oda ile taslar daha da bir oturuyor. kitabi okuyup bitirmekle is bitmiyor, ardindan epey bir düsünmek gerekiyor, baglantilari, gecisleri anlayabilmek icin. hala bir cok seyi anladigimi sanmiyorum ama bir david lynch, francois ozonfilmi izlemis gibi sarsiliyor insan. üc kitaptaki benzerlikleri aslinda, paul auster in kendisi kilitli oda'nin sonlarinda acikliyor zaten:

    --- spoiler ---

    ...bu ücü aslinda ayni hikaye. ama her biri bu olayin, ne oldugunu anlamanin, farkli bir evresini temsil ediyor...

    --- spoiler ---

    ekleme: söylemeyi unutmusum, muhtesem bir kitap.
  • bende kara kitap'i okuyormusum hissi uyandiran seri. kaybolan insanlar, karli metropol sokaklari, okuyucunun zihnini allak bullak eden karakterler, birbirine karisan hayatlar, baskalarina burunen kisilikler.. paul auster ve orhan pamuk'un yakin arkadaslar olduklarini bilmek de bir garip yapiyor insani okurken.
  • boşuna en sevilen eseri değilmiş paul'ün. gerçekten muhteşem. zaten bu kadar harika olduğunu tahmin ederek son sıralara atmıştım bunu; ve iyi ki de atmışım. zira bakın ne oldu: diğer birçok kitabını okudum bu herifin, ve bu üçlemede, bunların birçoğunun minik minik kırıntılarını bulmak, aldığım hazzı daha da artırdı. ay sarayı'ndan kırmızı defter'e (direkt isim olarak hem de), yazı odasında yolculuklar'dan -bundan önce yazılmış olsa da- köşeye kıstırmak'a kadar. hele de cebi delik... zaten son romandaki fanshawe, doğrudan doğruya kendi hayatını yaşamış; askerlik tecili, gemide çalışma, (hatta gemideki kavgalara kadar), fransa seyahati, güney fransa'da bir evin bekçiliği... sanki bir adet temel bir eser yazmış, sonra ondan türetmiş de türetmiş.

    ha, üç romanın kurgusuna falan zaten girmiyorum. temelde hepsi de birer whodunit olsa da, türe getirdiği müthiş yaratıcı bakış açısıyla, bizi bizden alıyor. gerçi -yine- sonraki romanlara aşina olanlar için şaşırtıcı şeyler değil bunlar, nerede başlayıp nerede bitmeyen hikayeler anlattığını düşünürsek kendisinin.

    ayrıca son romandaki* durum, tutunamayanlar'ı anımsatmıyor mu? ortadan yok olan bir yazar, onun yazdıklarını yayınlayan bir başkası, zamanla o kişiye dönüşmesi/dönüşeyazması, kurgu içinde kurgu, vesaire. ve yine son romandaki, dostluğa dair kelamlar, beni ciddi anlamda sarstı. hem de spesifik olarak, belli bir dostumla ilgili. ne diyeyim daha.

    --- spoiler ---

    ve tabi -yine son romanda- fanshawe ve öyküyü anlatan abimiz, aynı kişi. 'hayaletler'de, bunun ipuçları da vardı, hafızasını kaybeden bay yeşil karısıyla yeniden evleniyor, vs.

    --- spoiler ---

    büyük adamsın paul. seni sevişimiz boşa değildir.
  • insan kendine ulaşmadan başkalarının sınırına giremez gibisinden bir cümle vardı kitapta. üçlemede de esas olarak kahramanlar sürekli kendine ulaşma yolunda başkalarının peşinden gitmektedir. burada anti detective olayı işin içine girmekte. * * ama başkasının sınırına eriştiği sandığı sırada tökezler ve herşeyi anlar. önce kendisine ulaşması gerekmektedir. ayrıca kırmızı defter ve kitabın sonunda yazanlarda insanda şimşekleri çaktırmaktadır. "yazılan her bir paragraf bir sonrakini geçersiz kılmaktaydı" üçleme de öyle değil miydi aslında. bir bütünün parçası, aynı hikaye olmasına rağmen bir sonraki öncekini geçersiz kılmamakta mıydı aslında...
  • üçlemeye ait son kitap olan kilitli odada aynen şöyle yazmaktadır;

    --- spoiler ---

    sorunları çözdüğümü iddia etmiyorum. sadece şunu söylüyorum: öyle bir an geldi ki artık olup bitene bakmaktan ürkmez oldum

    --- spoiler ---

    saçma belki ama şu cümlenin bünyeme saldığı umudu anlatmanın tarifi yok. olanın bitenin üstünü kapatmanın bir işe yaramayacağını, bir gün hepsiyle yüzleşecek cesarete sahip olacağımı ama o günün bu gün olmadığını hissettirdi. her şeye rağmen o günün gelecek oluşunu müjdelemesi güzel.
  • hayatın bildiğimiz sıradan yöntemlerle anlaşılabileceğine eleştiri. pozitivizmin altından girip üstünden çıkıyor. kafa karıştırıyor belki ama hayat karışan kafalardaki suları durultmakta ve sonra daha çok karıştırmakta usta.
    kitaptaki başarakterlerde ararsam bulurum, gözümü ayırmazsam her şeyi görürüm saplantısı baş gösteriyor ilk önce. uyku bile girmiyor gözlerine. sonra tamamen boşveriyorlar. sonra karşısındakinin beyninde kendi cevaplarının saklı olduğunu düşünüyorlar ve karşıdakinin de kendisi gibi olduğunu görüyorlar. kısacası belirsizlik. ben olsam new york belirsizliği derdim de paul auster'a olan saygımdan susmayı yeğliyorum.
hesabın var mı? giriş yap