• devrimlerin sürekli kesintilerle 20. yüzyılı ziyaret ettiği ama nietzsche'ci kısırdöngünün tarihin akışına hükmettiği yaşlı dünyamızda ışığın, aydınlanmanın, gelişmenin, sözüm ona esas devrimin zihinde başlayıp bittiği tezi romanın ana tezlerinden biridir ki le guin kahramanların bilincine sızarak ve didaktizmin de ara ara kapısını çalarak aforizmik saptamalarla politikayı, ideolojik kamplaşmaları, kültürel disiplinleri, dinsel sarhoşlukları tarayıp geçer ve başlarken işaret ettiğim devrimci aydınlanmayı 20'li yaş dönemine sıkıştırır:

    "yirmi yaş dolaylarında öyle bir an vardır ki; yaşamın geri kalan kısmı boyunca ya herkes gibi olmayı ya da farklılıklarını erdeme dönüştürmeyi seçmen gerekir."

    birden bir ışık yanmıştı beynimde bu satırları okurken. sanırım hemen herkes bu yoldan geçmiştir ya da geçecektir çünkü ortası yoktur diye düşünüyorum. ya herkes gibi olacaksın, yani evleneceksin, çocuk büyütecek, akşamları televizyon izleyecek, komşularını ziyaret edecek, apartman toplantılarına katılacak, işten eve ve evden işe döneceksin, akrabalarını bayramda göreceksin, oy kullanacaksın, umut edeceksin veya hayal kuracaksın. bir de bakmışsın yaşam gelip gitmiş kıyından, soracaksın kendi kendine: ne yaşadım ben bu yaşıma kadar? zaman ne çabuk geçti? hiç mutlu oldum mu? gençtim ve düşlerim vardı, hangisi gerçekleşti? herkes gibi olarak ve herkese benzeyerek iyi mi yaptım? hayatım boyunca hiç kendim oldum mu?

    le guin ise kuşkusuz farklılıkları erdeme dönüştürmekten yanadır. ve iyi bir okurun seçmesi gereken tarafın da bu olduğunu sezdirmekten beis duymaz. aynılık, anonimlik, özdeşlik tehlikelidir demeye getirir. herkesin bir ve tüm dünyanın birbirinin kopyası olduğu bir düzeni reddeder. bunu başaran kişi ise bireysel devrimini ve kişisel aydınlanmasını gerçekleştirmiş olacaktır.

    özcesi; herkes gibi olmaktan koruyalım kendimizi. mutluluğu, aydınlanmayı, özgürlüğü dışarıda değil, kendi içimizde arayalım.

    meraklısı için öteki distopik roman çiziktirmeleri:

    (bkz: a clockwork orange /@hanging rock)
    (bkz: as intermitencias da morte /@hanging rock)
    (bkz: brave new world /@hanging rock)
    (bkz: ensaio sobre a cegueira /@hanging rock)
    (bkz: ensaio sobre a lucidez /@hanging rock)
    (bkz: fahrenheit 451 /@hanging rock)
    (bkz: lord of the flies /@hanging rock)
    (bkz: man in the dark /@hanging rock)
    (bkz: memoirs of a survivor /@hanging rock)
    (bkz: mıy /@hanging rock)
    (bkz: never let me go /@hanging rock)
    (bkz: sonnenfinsternis /@hanging rock)
    (bkz: the handmaid's tale /@hanging rock)
  • ursula k. le guin`in başyapıtıdır.

    bu kitap ile ilgili olarak şöyle de bir efsane vardır: ursula bu kitabı dostoyevski`ye cevap vermek için yazmıştır. ursula bir öykücü olarak dostoyevskiyi çok beğenmesine rağmen türkçeye ecinniler olarak çevrilen, ingilizce adı "the possessed" olan kitabına karşı bir iki kelam etmek istemiştir. ecinniler kitabında devrim için çalışan anarşist gençleri "the possessed" yani ele geçirilmiş, ruhu ele geçirilmiş, şeytana ruhunu satmış olarak tanımlamaktadır. kitap da adını burdan alır. ursula, mülküsüzler kitabında, anarşizm ile yönetilen anarres ay-gezegeninde yaşayanları kast ederek kitaba "the dispossessed" adını vermiştir. bu "mülksüzler" anlamına geldiği gibi, aynı zamanda "ruhu ele geçirilmemişler" anlamını da içerip, yüz yıl sonra dostoyevski`ye bir cevap içermektedir.
  • ursula le guinin yazdığı müthiş ütopyadır.

    slavoj zizek bir konuşmasında, içinde bulunduğumuz onyılda distopya ve yokoluş filmlerinin, hikayelerinin artışından bahsediyordu. kapitalizm öyle derine nüfuz etti ki, dünyanın değişeceğini, başka bir biçimde yaşamanın da mümkün olduğunu düşünmektense dünyaya bir göktaşının çarpacağını, uzaylılar tarafından kaçırılacağımızı filan hayal etmek daha kolay diyordu. harbiden öyle ha. başka türlü nasıl yaşayabilirdik? acaba dünyadaki sistem böyle para pul cart curt meseleleri olmasa nasıl olurdu? baya dümdüz, basit bir hayalden bahsediyorum. "ama insanın içindeki şeytan, kötü taraf, bencillik" vs. bikbiklerine dayanabilir bir hayalden mesela. mülksüzler bu yüzden çok kıymetli. özellikle gençlik çağında okunduğunda acayip zihin açıcı, iç ferahlatıcı olabilir. evet, başka türlüsü de mümkün. he la baya mümkün yani. ikili ilişkiler, çocuk sahibi olmak, çalışmak ve hatta giyinmek, yeni elbiseler almak. hepsini düşünmüş ursula'cığım yazarken, muhtemelen roman bitene kadar kendisi de onun içinde yaşamış.

    amma bence işin ilginç, biraz can sıkıcı kısmı romanın mekanı. --- spoiler ---

    malum, roman doğa olarak dünya kadar verimli, yaşamaya müsait olmayan bir gezegende geçer. mülksüzler sürekli doğaya karşı bir mücadele halindedir. bu biraz umut kırıcı. hani insanları, birlikte güzel yaşama isteği değil de, doğaya karşı bir olma mecburiyeti yan yana tutuyormuş gibi. bu yüzden bugünle kıyaslanması biraz zor oluyor. ama bi yandan da aslında insanın doğayla arasına koyduğu mesafe, sanki doğayı yenmişiz ve ondan ayrı bir şeymişiz artistlikleri de daha net anlaşılıyor.

    --- spoiler ---

    doğayla başa çıkma, mecburen birlikte ona karşı durma, kendini savunma ve hayatta kalma dertleri insansoyuna azıcık düzgün yaşamayı mı öğretir acep? bu mudur? yahu zizek de haklı ha, distopya düşünmek, her şeyin berbat olacağını, ne bileyim robotların bizi köle yapacağını filan düşünmek başka bir dünyanın hayalini kurmaktan çok daha kolay.
  • yetenekli bir senarist ve yönetmenin cesareti ile filme de alınmalı dediğim kitap.
    tam yirmi yıl olmuş okuyalı, tekrar ele almak gerek.
  • "bir duvar vardı. önemli görünmüyordu. kesilmemiş taşlardan örülmüş, kabaca
    sıvanmıştı; erişkin biri üzerinden uzanıp bakabilir, bir çocuk bile üzerine
    tırmanabilirdi. yolla kesiştiği yerde bir kapısı yoktu; orada yerin geometrisine
    indirgeniyordu: bir çizgiye, bir sınır düşüncesine.

    ama düşünce gerçekti. önemliydi.

    yedi kuşak boyunca dünyada o duvardan daha önemli bir şey olmamıştı.
    bütün duvarlar gibi iki anlamlı, iki yüzlüydü. neyin içeride, neyin dışarıda olduğu,
    duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı."

    mülksüz'lerin henüz ilk cümlelerinde düşüncenin yarattığı ötekileştirme, aidiet, güven ve özgürlüğü betimlemleyen yazarın romanı.
  • hayatımda okuduğum en iyi distopya diyebilirim rahatlıkla. bir şeyin tam tersi de en az onun kadar doğrudur- ve aynı zamanda yanlıştır- tezini çok iyi bir şekilde göz önüne sermiş bir eser. okunası, okunası ve yeniden okunası.
  • --- spoiler ---

    -onun için temel olan yalnızlığından kurtulma çabası aslında başarısızdı, bunu biliyordu. hiç yakın arkadaşı olmadı. birkaç kızla çiftleşti ama çiftleşmede olması gereken zevk yoktu. yalnızca bir gereksinmeden kurtulmaydı, boşalma gibi. daha sonra da bu olay nesne olarak bir başka kişiyi gerektirdiği için utanç duymaya başladı. mastürbasyon daha iyiydi, onun gibi biri için en iyi yoldu. yalnızlık onun kaderiydi, kendi soyaçekimine tutsak düşmüştü.

    - bazılarının anlamadığı bu zaten. benim bakış açıma göre, ergenlik döneminde yeterince cinsel ilişkiye girersen - ki en çok zevk aldığın dönem odur- hep aynı lanet olası şey olduğunu fark edersin. aynı zamanda da iyi bir şey olduğunu. ama yine de farklı olan çiftleşme değil; farklı olan diğer kişi. on sekiz yıla gelince, tamam , o farkın ne olduğunu anlamak için yalnızca bir başlangıç. en azından anlamaya çalıştığın bi kadınsa. bir kadın, bir erkek tarafından kafasının bu kadar karıştırılmasına razı olmaz, ama belki de blöf yapıyordur. her neyse, zevki de bu zaten. bilmeceler, blöfler ve geriye kalanlar. çeşitlilik. çeşitlilik yalnızca dolaşmakla elde edilmez. gençken bütün anarres'i dolaştım. her bölümde sürücülük ve yükleyicilik yaptım. değişik kentlerde yüzlerce kız tanımışımdır. sıkıcı olmaya başladı. buraya döndüm, her yıl üç dekadda bir, bir kum tepesini diğerinden ayırt edemeyeceğin, ne yöne bakarsan üç bin kilometre boyunca aynı şekilde uzanan çölü aşıp bu seferi yapıyorum; eve, aynı eşe dönüyorum, bir kez bile sıkılmadım. insanı canlı tutan bir yerden ötekine dolaşmak değil, zamanı kendi yanına çekmek. zamanla birlikte çalışmak, zamana karşı değil.

    - kapitalizmin bütün işlevleri ona ilkel bir dinin ayinleri gibi anlamsız, barbarca, karmaşık ve gereksiz geliyordu. tanrıya insan kurban etmekte hiç olmazsa yanlışlıktan doğan ve dehşet verici bir güzellik vardı; bütün insanların hareketlerinin hırs, tembellik ve kıskançlık tarafından yönetildiğini varsayan para ayinlerinde ise, dehşetli olan bile bayağılaşıyordu.

    - insanın sevmediği bir işi yapması ahlak dışı değil miydi?

    - aslında hiç düşünmemek her zaman en kolay. şirin, güvenli bir hiyerarşi bulup yerleş. değişiklik yapma - onaylanmama tehlikesine düşme - iş arkadaşlarını rahatsız etme. yönetilmeye izin vermek her zaman en kolay şey.

    - uygarlığın tek yaptığı güzel sözlerle kanı ve şiddeti gizlemek.

    - bilinçsiz akıl evrenle aynı zaman ve mekandadır.

    - o an geçmişti; gittiğini gördü. ona tutunmaya çalışmadı. onun kendinin bir parçası değil, kendisinin o anın bir parçası olduğunu biliyordu. onun elindeydi.

    - varlık kendini haklı çıkarır, gereksinme haklıdır.

    - yirmi yaş dolaylarında öyle bir an vardır ki dedi bedap, yaşamın geri kalan kısmı boyunca ya herkes gibi olmayı, ya da farklılıklarını erdeme dönüştürmeyi seçmen gerekir. ya da hiç olmazsa boyun eğmeyi seçersin diye ekledi shevek.

    - eğer zamanın geçmesi insan bilincinin bir özelliği ise geçmiş ve gelecek insan aklının işlevleridir.

    - zaman, mekan değildir. çevresinde dolaşamazsın.

    - bir hırsız yaratmak için bir sahip yaratın; suç yaratmak istiyorsanız yasalar koyun. ' toplumsal organizma.'

    - bir insan ne kadar zeki olursa olsun nasıl göreceğini bilmediği şeyi göremez.

    - ona cömertçe sunulan şeyleri alacak kadar güçlü değildi.

    --- spoiler ---
  • beni etkileyen kitapların başında gelir. hayatımı nasıl yaşamak istediğime dair keşifler yapmamı sağlamıştı zamanında, sorgulatmış ve düşündürmüştü. insanın içinde bir potansiyel bulunur ve kendine göre doğru gelen yolu bulur. bilinçli bir kolektif çalışmayla ve etik değerlerle bambaşka bir dünyada yaşıyor olabilirdik diye düşünüyorum. ursula k. le guin'i bu yüzden yakın bulurum kendime. iki gün önce ölüm yıldönümü olan bu güzel insanı anmak için mülksüzler'den bu alıntıyı paylaşmak istiyorum;

    ''özgürlüğümüz dışında hiçbir şeyimiz yok. size kendi özgürlüğünüzden başka verecek bir şeyimiz yok. bireyler arasında karşılıklı yardımlaşma dışında hiçbir yasamız yok. hükümetimiz yok, yalnızca özgür birlik ilkemiz var. devletlerimiz, uluslarımız, başkanlarımız, başbakanlarımız, şeflerimiz, generallerimiz, patronlarımız, bankerlerimiz, mülk sahiplerimiz, ücretlerimiz, sadakalarımız, polislerimiz, askerlerimiz, savaşlarımız yok. başka da pek fazla şeyimiz var sayılmaz. biz paylaşırız, sahip olmayız. varlıklı değiliz. hiçbirimiz zengin değiliz. hiçbirimiz iktidar sahibi değiliz. eğer istediğiniz anarres'se, aradığınız gelecek oysa, o zaman ona eli boş gelmeniz gerektiğini söylüyorum. ona yalnız ve çıplak gelmeniz gerekiyor, tıpkı bir çocuğun dünyaya, geleceğine, hiçbir geçmişi olmadan, hiçbir malı mülkü olmadan, yaşamak için tümüyle başka insanlara dayanarak gelmesi gibi. vermediğiniz şeyi alamazsınız. devrim'i yapamazsınız. devrim olabilirsiniz ancak. devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir.''
  • "erkeğin istediği özgürlüktür. kadının istediği mülkiyettir. seni ancak başka bir şeyle takas edebilirse serbest bırakır. bütün kadınlar mülkiyetçidir."
  • anarşizm muhabbetlerinde 'tamam, yıkılacak da tüm düzen, nasıl devam edecek hayat?' sorusuna az da olsa yanıt olabilecek bir kitaptır. fakat aynı zamanda 'anorko anarşizm mi o?' dedirten karakterlerle kafalarda yeni soru işaretleri bırakan, ursula k. le guin in distopya kitabıdır.
hesabın var mı? giriş yap